Yere düşmüş bir iğneyi
alırken, parmaklarımız kadar tırnaklarımızın da yardımına başvururuz.
Elimizdeki parmak izlerini oluşturan pürüzler ve tırnaklar sayesinde
de küçük şeyleri rahatlıkla kavrarız. Hepsinden önemlisi tırnaklar,
parmakların, tuttukları cisme uygulamaları gereken hassas basıncın
ayarlanmasında önemli rol oynarlar.
Robot eller başarısız
Elimizin diğer organlarımız
gibi bir başka özelliği de taklit edilememesidir. Tıp ve bilim dünyasının
en büyük çabalarından biri, insan elinin bir benzerini yapay olarak
üretebilmektir. Yapılan robot eller, güç açısından insan eliyle
aynı performansa sahiptirler. Ancak insan elinde var olan dokunmadaki
hassasiyet, mükemmel manevra yeteneği ve değişik işler yapabilme
yetenekleri konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Nitekim birçok bilim adamı, insan elinin tüm fonksiyonlarına sahip
robot bir elin yapılamayacağını düşünmektedir. "Karlsruhe Eli" olarak
adlandırılan robot eli yapan mühendis Hans J. Schneebeli bu konuda
şunları söylüyor:
"Robot eller üzerinde ne kadar çok çalışırsam, insanların sahip
oldukları ellere de o kadar çok hayran oluyorum. İnsan elinin yaptığı
işin bir kısmına bile ulaşabilmemiz için daha çok zamanın geçmesi
gerekir."
Diğer yandan el genelde gözün ortaklığıyla işleyen bir organdır.
Gözün algıladığı sinyaller beyne ulaştırılır ve beyinden gelen yeni
bir komutla, el, yapacağı işe uygun olarak harekete geçer. Tabii
ki bunlar çok kısa sürede ve bizim bu iş için özel bir çaba sarf
etmemize gerek kalmadan gerçekleşir. Robot eller ise, ancak ya görme
ya da dokunma özelliğini esas alarak hareket edebilirler. Yapacakları
her işlem için farklı komutlar verilmesi gereklidir. Ayrıca robot
eller farklı farklı fonksiyonları da yerine getiremezler. Örneğin
piyano çalabilen bir robot el, çekiç tutamaz. Çekiç tutan bir robot
el ise yumurtayı kırmadan tutamaz. Yoğun araştırmalar sonucunda
yeni yeni üretilmeye başlayan bazı robot eller, bu işlemlerin 2-3
tanesini birarada yapabilmektedir ama bu, insan elinin kabiliyetlerinin
yanında son derece ilkel kalmaktadır.
Tüm bunların üstüne, insanda iki elin aynı anda, mükemmel bir uyumla
çalıştığı da eklenince, eldeki tasarımın kusursuzluğu daha net ortaya
çıkmaktadır.
Bir mühendislik harikası olan el, Allah'ın insanlar için özel olarak
yarattığı bir organdır ve sahip olduğu mükemmel özellikleriyle Rabbimiz'in
yaratma sanatındaki kusursuzluğu bizlere göstermektedir. Allah bir
ayetinde şöyle buyurur:
"Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek
misiniz?" (Vakıa Suresi, 57)
Nöronlardaki Elektriksel İletişim
Her bir sinir hücremizde her an çok kompleks bir dönüşüm yaşanır.
Nöronlardaki iletişim, elektrokimyasal yani kimyasal habercilerin,
elektrik sinyalini açığa çıkardığı bir işlemdir.
Elektriksel iletişimi anlayabilmek için öncelikle diğer bir denge
mekanizmasına değinmek gerekir. Sözü edilen, sinir hücresi içindeki
elektrik yüklü kimyasalların, yani iyonların oluşturduğu harika
dengedir. Nöronlarda önemli görevler üstlenen iyonlar; 1 artı yüke
sahip olan sodyum ve potasyum, 2 artı yüklü kalsiyum ve 1 eksi yüklü
klorid iyonlarıdır. Bunlara ek olarak bazı eksi yüklü protein molekülleri
bulunmaktadır. (Harun Yahya, Atom
Mucizesi)
Nöron "dinlenme" konumundayken negatif yüklüdür. Bu durumda sinir
hücresi içinde, eksi yüklü proteinler ve değişik iyonlar bulunur.
Nöron içindeki potasyum iyonu dış ortama oranla daha fazla, klorid
ve sodyum iyonu ise daha azdır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta,
bunların rastgele dizilmiş olmayıp belirli bir dengeyi korumak için
bu oranların özel olarak belirlenmiş olması ve korunmasıdır.
Alıcı sinir hücresinin zarındaki reseptörlere bırakılan mesaj,
hücre içinde adeta domino taşlarının hareketini andıran bir dizi
işlem başlatır. Henüz detayları tam olarak bilinmeyen bu işlemler
sırasında yüzlerce proteinin görev aldığı düşünülmektedir. Kusursuz
bir düzen içinde birbiri ardına gerçekleşen bu işlemler, hücre zarındaki
belirli iyon kanallarının açılmasına yol açar. Böylece hücre içine
alınan sodyum iyonları, başlangıçta negatif elektrik yüklü (-70
milivolt) olan hücrenin nötr duruma geçmesine neden olurlar. Hücre
içi ile dışı arasındaki iyon transferi de bir elektrik sinyalini
açığa çıkarır. Hemen hatırlatalım ki, burada olabildiğince basitleştirerek
anlattığımız bu işlemler, bir saniyenin binde birinden daha küçük
zaman aralıklarında olup biter.
Oluşan sinyal, akson uzantısı boyunca hızlı bir yolculuk yapar
ve terminallerin ucundaki sinaps noktalarında diğer hücrelere haber
ulaştıracak kimyasal işlemleri başlatır. Sinyalin akson boyunca
ortalama hızı saniyede 120 metredir. Bunun nasıl bir sürat olduğunu
anlayabilmek için basit bir hesaplama yaparsak, karşımıza saatte
432 kilometrelik bir hız çıkar.
Mesajı ileten ve görevini tamamlayan sinir hücresi tekrar dinlenme
konumuna geçer. Bu geçiş, sodyum ve potasyum kanallarının saniyenin
binde birinden küçük sürelerde açılıp kapanmasıyla gerçekleşir.
Gerçekten de ortada olağanüstü bir durum vardır. ileri teknolojiyle
yapılmış bir saat olmaksızın saniyenin binde birini kontrol edemezsiniz.
Böyle bir saate sahip olduğunuzu varsayalım, yine de tek bir sinir
hücrenizin üzerindeki iyon kanallarının açılıp kapanmasını koordine
edemezsiniz. Düşünün ki her an cereyan eden milyonlarca işlemi siz
yürütmeye kalksaydınız, saniyenin sadece binde biri gibi bir zamanlama
hatası, işleri içinden çıkılmaz bir duruma getirirdi.
Apaçık Bir Gerçek
Nöronları diğer hücrelerimizden ayıran önemli özellikler daha vardır.
Bunlardan biri, vücuttaki diğer hücreler sürekli olarak yenilenirken,
nöronlar değişmezler. Yaşlanmayla birlikte sayıları azalır ancak
yine de bir insanın yaşlılığındaki mevcut sinir hücreleri gençlik
yıllarındakinin aynıdır. Buraya kadar anlatılanlar da, bir insan
ömrü boyunca çalışan nöronlardaki iletişim sistemlerinin oldukça
basitleştirilmiş bir anlatımıdır. Akıl ve bilgi sahibi bir insan
bile bunları anlamakta güçlük çekerken, hücreler ve hormonlar ilk
insandan bu yana yaşamış olan milyarlarca insanda bu işlemleri büyük
bir beceri ile hiç aksatmadan yerine getirmektedirler.
Peki sahip olduğumuz sinir hücrelerinin her birindeki son derece
kompleks sistemler nasıl ortaya çıktı? Vücudumuzdaki 100 milyarlarca
sinir hücresinin inanılmaz uyumu nasıl var oldu? Hiçbir karışıklığa
meydan vermeden böylesine mükemmel bir iletişim nasıl sağlanıyor?
Olağanüstü hassas dengeler ve zamanlamalar üzerine kurulu bir sistem,
nasıl bir an olsun hata yapmaksızın çalışıyor?
İnsanın aklına "nasıl"larla dolu yüzlerce sorunun gelmesi oldukça
doğaldır. Burada asıl garipsenecek olan, tüm bu gerçeklere rağmen
bu kusursuz sistemlerin tamamının kör tesadüfler sonucu oluştuğunu
iddia eden evrim teorisini savunmak için boş yere uğraşan bazı bilim
adamlarının durumlarıdır. Hayatın kökenini rastgele oluşan hayali
bir "ilk hücre"ye ve imkansız kelimesinin yetersiz kaldığı tesadüflere
bağlamaya çalışan evrimcilerin yukarıdaki sorulara verebilecek cevapları
yoktur.
Hiç şüphesiz böylesine mükemmel mekanizmaların varoluşunun bir
tek açıklaması vardır: Hücreleri yoktan var eden, alemlerin Rabbi
olan Allah'tır. Hücrelerin içindeki ve aralarındaki inanılmaz derecedeki
karmaşık iletişim sistemlerini en ince ayrıntısına kadar düzenleyen
de hepimizin yaratıcısı olan Rabbimizdir. Durmaksızın çalışan atomları,
proteinleri ve molekülleri hizmetimize veren, yüceltilmeye ve övülmeye
layık olan da yalnızca Allah'tır:
"Şu halde hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve
alemlerin Rabbi Allah'ındır. Göklerde ve yerde büyüklük O'nundur.
O, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Casiye Suresi,
36-37)
|