
Kirpi balığının bağırsağında yaşayan bakteriler, balığın kaslarının
içine kadar yayılan bir zehir üretirler. Bu zehir, balığın kendisine
zarar vermezken, düşmanlarından korunmasını sağlar. |
Bir başka simbiyoz ilişki de kirpi balığı ile bağırsak bakterileri
arasında yaşanmaktadır. Kirpi balıkları farklı bir savunma sistemine
sahiptir ve oldukça zehirlidirler. Bu zehir tetrodoxin olarak adlandırılır
ve kirpi balığının bağırsağında yaşayan bakteriler tarafından üretilir.
Bakterilerin ürettiği bu zehirli toksinin büyük bir bölümü balığın
karaciğerinde, bağırsağında ve diğer iç organlarında olmasına rağmen
zehir hayvanın vücudunun her yerine yayılmaktadır. Hatta zehirin bir
kısmı balığın kaslarının iç kısımlarına kadar girer. Dolayısıyla kirpi
balığını ve bu balığın larvalarını yiyen canlılar son derece büyük
bir tehlikeyle karşı karşıya gelirler. Böyle bir tehlikenin farkında
olan düşmanlar, kirpi balığına yaklaşmayı pek denemezler. Bakterilerin
bu katkıları, balığın diğer balıklara yem olmasını önlemektedir. Elbette
burada önemle üzerinde durulması gereken, diğer balıklar için büyük
bir tehlike teşkil eden zehrin, kirpi balığının tüm vücuduna yayılmasına
rağmen ona zarar vermemesidir. Bu, kirpi balığının korunması için
Allah'ın özel olarak yarattığı kusursuz bir dizaynı göstermektedir.
Bu ortak yaşam örneğinde başka mucizeler de vardır. Etraftaki diğer
balıkların kirpi balığındaki tehlikeyi fark ederek ona yaklaşmamaya
çalışmaları, bakterilerin büyük bir çaba göstererek böyle bir korunma
yöntemi geliştirmiş olmaları, Allah'ın canlıları birbirleriyle uyumlu
olarak yarattığını gösterir. Bu örneklerde şuurlu bir tasarım, üstün
bir yaratma vardır.
Bakteriler, tüp solucanları ile de ilginç bir ilişki içindedir.
Bu canlının sahip olduğu tüpler, her bir gramına 100 milyar bakterinin
sıkışarak sığabileceği bir doku ile doludur. Tüp solucanlarının
kırmızı tüyleri, oksijen yerine bakterileri beslemek için hidrojensülfat
taşıyan kanla doludur. Buna karşılık bakteriler de hidrojensülfatı
okside ederler ve bu oksidasyon sonucunda ortaya çıkan karbondioksidi
solucanı besleyen karbon bileşiklerine çevirirler. Yani aralarındaki
ilişki karşılıklı besin alışverişine dayanmaktadır. Solucan bakteriyi
beslerken bakteri de solucan için besin üretmektedir.
Denizlerde yaşayan bir başka solucan cinsi Riftia Pachyptila ise
bakterilere besinlerin sindirimi için ihtiyaç duyar. Bu solucan
cinsinin sindirim sistemi yoktur. Önceleri sindirim sistemi olmayan
bu canlının deri yoluyla deniz suyunda erimiş organik maddeleri
emerek beslendiği sanılmıştı. 1981 yılında solucanın organik molekülleri
emerek değil, normal bir şekilde beslendiği, ancak sindirim işlemini
bakterilerin üstlendikleri keşfedilmiştir. Bakteri ile solucanın
aralarındaki bu dayanışma gerçekten de son derece akılcıdır. Solucanın
solungaçları ile aldığı sıvı, kükürt ve oksijence zengindir. Bu
maddeler kan yoluyla bakterilerin bulunduğu yere giderek burada
bakterilerin organik bileşikler yapmalarını sağlamaktadır. Solucan
besin olarak bu maddeleri kullanmakta, solucanın karbondioksit,
azotlu maddeler gibi metabolizma artıkları da tekrar bakterilerce
alınarak besine çevrilmektedir. Normal şartlarda bütün bu kimyasal
işlemler sonucunda oluşan kükürtlü hemoglobinin oksijeni taşıyamaması,
aynı zamanda solunum enzimleri için toksik yani zehirli bir etkiye
sahip olması gerekmektedir. Ancak bu sorun da özel bir tasarım sayesinde
çözülmüştür. Solucanın karnında çok fazla kükürt bağlayarak hemoglobini
koruyan bir protein bulunmaktadır. (Harun Yahya, Mikro
Dünya Mucizesi)
Solucanın gövde boşluğu bakterinin konaklamasına, bakterinin ürettiği
besin solucanın beslenmesine, solucanın atıkları bakterinin yaşamasına,
üretilen enzim de bütün bu işlemlerden dolayı solucanın zehirlenmemesine
neden olmaktadır. Bu örnekteki sayısız sebep sonuç ilişkisi tek
bir gerçeğe işaret eder. Allah tüm canlıları üstün bir yaratılışla
yaratmıştır ve bu üstün gücünü bize Kuran'ın pek çok ayetinde tarif
etmiştir:
"Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Şüphesiz
Allah, Gani (hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan)dır, Hamid
(hamd da yalnızca O'na ait)tir. Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü
kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep)
olsa, yine de Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz
Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Lokman
Suresi, 26-27)
Dildeki Bakteriler

Yukarıda resmi görülen bu bakteriler, acaba nasıl nitratın vücuda
zararlı olduğunu düşünmüş ve bunu ortadan kaldırabilmek için
dilimizi karargah edinmişlerdir? Kuşkusuz evrimciler bu soruyu
asla cevaplayamazlar. Oysa cevap açıktır: Bu bakteriler, Allah'ın
kendilerine bildirdiği bir emri yerine getirmektedirler. |
Çeşitli besinlerle vücudumuza nitrat alırız. Nitrat vücuda girdiğinde,
içerdiği bir oksijen molekülünü kaybederek nitrite dönüşmektedir.
Nitratın kolaylıkla nitrite dönüşebilmesi insan vücudu için bir
kaygı sebebidir. Nitrit rahatça kimyasal tepkimelere girebilmekte
ve yiyeceklerle alınan aminlere bağlanarak "nitrozamin" denilen
bir maddeye dönüşmektedir. (Amin, tek değerli hidrokarbonlara verilen
genel bir addır.) Bu kimyasal bilgilerin verilmesinin sebebi vücuda
bu yollarla kolayca girebilen nitrozaminlerin insanlar için son
derece önemi olmasıdır. Nitrozaminler, mide kanseri gibi önemli
hastalıkların başlıca sebeplerinden bir tanesidir.
Ancak kimi zaman vücuda doğrudan alınan, kimi zaman da vücutta
üretilen nitrozaminler vücuda zarar vermeden ortadan kaldırılırlar.
Bunun sebebi insan bedenini korumakla görevli olan bakterilerdir.
Araştırmacılar bir süre önce besinlerle vücuda alınan nitratın
%25'inin nitrite dönüştürülmek üzere tükürüğe karışarak ağızdaki
hücrelere geri döndüğünü fark ettiler. Bunun nedeni önceleri anlaşılamamıştı,
çünkü nitrit potansiyel olarak zararlı bir madde idi ve zararlı
bir maddenin vücutta üretilmesinin de bir anlamı yoktu. Bunun sebebi
daha sonra anlaşıldı. Nitrit tükürükteki asitle birleştiğinde vücutta
nitrozaminin oluşumunu engelliyordu. Bu birleşme aynı zamanda vücuda
zararlı bazı bakteriler için de çok zehirliydi. Dolayısıyla nitrit,
yediğimiz yiyeceklerle karışması için ağzımızda özellikle yapılıyordu.
Ağıza gelen besin bizim için zararlı bir madde olmaktan çıkıyor,
aynı zamanda içinde barındırdığı tüm zararlı mikroplar da vücuda
girer girmez bu yöntemle ölüyordu.
Peki vücutta nitrit nerede üretilmekte ve nerede tutulmaktadır?
Nitrit, bakteriler tarafından dilde üretilmektedir. Nitrat, dilin
en arka tarafında bakterilerin oldukça yoğun olduğu bir bölgede
nitrite çevrilmektedir. Nitratı dönüştüren bakteriler, dilin arka
kısmında tat tomurcukları arasındaki oksijen erişmeyen yarıklarda
yaşamaktadırlar. Bunlar, fakültatif anaeroblar adı verilen hem oksijensiz
hem de oksijenli ortamda yaşayabilen bakterilerdir.
Bakteriler yukarıda anlattığımız tüm bu işlemleri dişetlerinin
çevresinde de gerçekleştirirler. Onların bu faaliyetleri aynı zamanda
dişlerin de çürümesini engellemektedir.
Buraya kadar bahsettiklerimiz tümüyle kimyasal olaylardır ve insan
vücudunda bakteriler sayesinde gerçekleşmektedir. O halde şimdi
şunu soralım: Nitratı et ve salata gibi en temel besinlerle vücudumuza
sürekli olarak alırız. Acaba bakteriler hangi kararla bu maddenin
vücuda zararlı olabileceğini düşünmüş ve bunu ortadan kaldırabilmek
için kendilerine bir karargah edinmişlerdir? Darwinistlere göre
bunu yapan evrim ya da başka bir deyişle tesadüflerdir. Hayali evrim
sürecinde, insanın gıdalardan dolayı hastalanıp ölmesini engelleyecek
bu bakteriler de tesadüfen yerlerini almışlardır. Kimisinin vücuttaki
konumundan dolayı solunum yapmadan yaşayabilmesi gerekmektedir.
Tesadüfen bu sorun da halledilmiştir! Vücuttaki bağışıklık sisteminin
bu bakterileri birer tehlike olarak görüp onlarla savaşmasının da
engellenmesi gerekmektedir. Her nasılsa bağışıklık sisteminin bu
canlıları yadırgama tehlikesi de tesadüfen ortadan kalkmıştır! Evrim
teorisine göre bütün bunların açıklaması tesadüflerdir. Evrimciler
bir bakterinin insanı koruyabilmek için şuurlu hareket etmesini
akıllı ve üstün bir tasarım olarak değil de evrimleşme olarak tanımlarlar.
Oysa bir bakterinin tesadüfen tüm mucizevi özellikleri ile birlikte
insanın dilindeki tat keseciklerine yerleşmesinin ve vücudu zehirli
maddelerden korumasının tesadüflerle açıklanması kuşkusuz mümkün
değildir. İnsan gibi, insanın vücudundaki bu hassas sistem de yeryüzünde
aklını kullanabilen tüm varlıklara şu gerçeği göstermek için vardır:
Allah birdir ve O'ndan başka Yaratıcı yoktur. Bu gerçek Kuran'da
bizlere şöyle bildirilir:
O, Evvel'dir, Ahir'dir, Zahir'dir, Batın'dır.
O, herşeyi bilendir. Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra
arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni
ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir,
Allah, yaptıklarınızı görendir. (Hadid Suresi, 3-4)
|