

 
Savunmada Görevli Organlarımız Savaşçı Üretim Merkezi: Kemik İliği
Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombaları atıldığında, radyasyona
maruz kalan birçok insan, 10-15 gün içinde iç kanama ya da bulaşıcı
hastalıklar nedeniyle öldü. Bu insanlara ne olduğunu anlamak için
hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, vücudun tümüyle radyasyona
maruz kalmasının kan yapan ve savunma sisteminin bel kemiği olan
hücrelerin ölümüne yol açtığını ortaya çıkardı. Bu da vücudun kısa
sürede ölmesi anlamına geliyordu.
Bu hayati hücrelerin fabrikası kemik iliğidir. Ancak dikkat edilmesi
gereken bir nokta bu fabrikada birbirinden çok farklı ürünlerin
üretiliyor olmasıdır. Çünkü burada üretilen bazı hücreler fagositoz
yapımında, bazı hücreler kanın pıhtılaşmasında, bazı hücreler ise
vücuda alınan besinlerin parçalanmasında rol oynar. Bu hücrelerin
görevleri gibi yapıları da birbirlerinden farklıdır.
Dikkat edilmesi gereken, ortak bir amaca yönelik hareket eden birçok
farklı hücre için vücudumuzda çok özel bir üretim sisteminin kurulu
olduğudur.
Burada evrim teorisi için aşılması imkansız bir çıkmaz görülmektedir.
Çünkü evrim teorisi çok hücreli organizmaların tek hücreli canlılardan
evrimleşerek meydana geldiğini iddia eder.
Peki tesadüfen meydana gelmiş hücreler, biraraya geldikten sonra
nasıl olur da oluşturdukları bu yapının içinde yeni hücreler inşa
edecek bir sistemi yoktan var edebilirler. Bu, bir tuğla deposunda
meydana gelen patlama sonucunda, havaya savrulan binlerce tuğlanın
şans eseri üst üste düşerek ortaya yepyeni bir bina çıkarmasına
benzer. Dahası bu bina içinde yeni tuğlalar inşa edecek bir de mini
fabrikanın oluşması gereklidir.
İçimizdeki Fakülte: Timüs
Timüs biyolojik açıdan incelendiğinde, pek bir özelliği olmayan
sıradan bir organ gibi görünecektir. Ama yaptığı iş göz önüne alındığında,
karşımıza insan vücudunun tüm hayatı boyunca ihtiyaç duyacağı bilgilerin
bir organdan başka bir organa aktarılmasının gerçekleştiği bir durum
ortaya çıkar.
Timüste lenfosit hücrelerine bir nevi eğitim verilir. Evet, yanlış
okumadınız. Timüste hücreler eğitim alırlar.
Eğitim ancak belirli bir zekaya sahip varlıklara uygulanabilecek
bir bilgi aktarımıdır. Ancak burada çok önemli bir nokta vardır.
Burada eğitimi veren bir et parçası yani timüs, eğitimi alan da
küçücük bir hücredir. Yani her ikisi de şuursuz varlıklardır.
Timüsteki eğitimin sonucunda lenfosit hücreleri çok önemli bilgilerle
donatılırlar. Vücuttaki hücrelerin antijenlerini tanımayı öğrenirler.
Bu bir anlamda vücuda ait hücrelerin kimliklerinin lenfosit hücrelerine
öğretilmesidir. Sonunda hücreler oldukça yüklü bir bilgiyle timüsten
ayrılırlar.
Böylece lenfositler vücutta görev yaparken, kimliklerini öğrendikleri
hücrelere saldırmazlar. Bunun dışında kalan her hücreye ve yabancı
maddeye saldırır ve onları yok ederler.
Timüs, uzun yıllar, evrimci bilim adamları tarafından, körelmiş
bir organ olarak görülmüş ve evrimin sözde bir delili olarak kullanılmıştı.
Oysa son yıllarda bu organın, savunma sistemimizin bel kemiği olduğu
anlaşılmıştır. Bu durumun anlaşılmasından sonra, timüsün körelmiş
bir organ olduğunu ileri süren evrimciler, şimdi aynı organ için
tam tersi bir teori ortaya atmışlardır. Timüsün önceleri olmadığını,
yavaş yavaş evrim geçirerek meydana geldiğini ileri sürmüşlerdir.
Timüsün diğer birçok organdan daha uzun bir evrim sürecinin sonucunda
oluştuğunu savunurlar. Ancak timüs olmadan ya da tam anlamıyla gelişmeden,
T hücreleri düşmanı tanımayı öğrenemeyecek ve savunma sistemi görevini
yerine getiremeyecektir. Savunma sistemi olmayan bir insan ise yaşamını
devam ettiremez. Şu an sizin bu cümleyi okuyor olmanız bile, timüsün,
uzun bir evrim süreci içinde değil, ilk insandan beri kusursuz ve
eksiksiz olarak yaratıldığının bir kanıtıdır.
Açıkça ortadadır ki, evrendeki herşey gibi insan hayatı da yine
üstün güç ve akıl sahibi olan Allah'ın kontrolü altındadır. İnsanoğlunun
aklının henüz bu sistemlerin nasıl çalıştığını çözememiş olması
da konunun, insanın kavrayabileceğinden çok daha üstün bir aklın
eseri olduğunun kanıtıdır. Bütün bu sistemleri yaratan sonsuz güç
sahibi Rabbimizdir.
Kuran'da bu ve bunun gibi tüm soruların cevabı 1400 sene önce verilmiştir.
Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah, evrendeki herşeye olduğu gibi,
vücumuza ve onu oluşturan trilyonlarca hücreye de boyun eğdirmiştir:
"Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve
yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın
kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş'e, Ay'a ve yıldızlara kendi
buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de
(yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir. "(Araf
Suresi, 54)
Çok Yönlü Bir Organ: Dalak
Savunma sistemimizin bir diğer harika elemanı da dalaktır. Dalak,
kırmızı ve beyaz kısım olmak üzere iki bölümden oluşur. Beyaz kısımda
üretilen genç lenfositler, önce kırmızı kısma göç ederler ve buradan
da kan dolaşımına katılırlar. Koyu kırmızı renkte ve midenin yanında
olan bu organın yaptığı işlemler, detaylı olarak incelendiğinde,
olağandışı bir manzarayla karşı karşıya kalınır. Onu böylesine harika
ve olağandışı yapan; oldukça zor ve karmaşık olan görevleridir.
Dalağın; hücre yapımı, fagositoz, alyuvar depolama ve bağışıklık
yapımına katkı gibi çok önemli, önemli olduğu kadar da zor görevleri
vardır. Kuşkusuz, dalak da, diğer tüm organlarımız gibi yalnızca
bir et parçasıdır. Hiçbir aksaklığa meydan vermeyecek şekilde tüm
işleri organize ederken hiç dinlenmeden çalışmaktadır. Gerçekten
de dalak, doğumundan itibaren insan için var gücüyle çalışır ve
Allah dilediği sürece, görevine aralıksız olarak devam eder. (Harun
Yahya, İnsan
Mucizesi)
Muhteşem Bir Yapı Yetenekli Proteinler
Milimetrenin milyonda beşi kadar küçük olan Sitokrom-C isimli protein
yaklaşık 1000 atomun birleşmesinden meydana gelmektedir. Sitokrom-C
proteinini oluşturan bu atomların aralarındaki organizasyon ve birbirleriyle
birleşme şekilleri son derece komplekstir.
Evrimciler 1000 atomun tesadüfen biraraya gelerek, birbirlerine
bağlandıklarını iddia ederler. Ve bu rastgele birleşmelerin sonucunda
"tesadüfen" canlının yaşamı için son derece önemli görevlere sahip
Sitokrom-C proteininin meydana geldiğini söylerler. Üstelik bu 1000
atomun içinde, demir, karbon, nitrojen gibi birçok farklı atom bulunmaktadır.
Yani Sitokrom-C'yi oluşturabilmek için gerekli olan farklı atomlar,
belirli bir sayıda, belirli bir zamanda, belirli bir yerde bulunmalı,
sonra gerekli yerlerden birbirleriyle ayrı ayrı en uygun kimyasal
bağlarla bağlanmalıdırlar. İşte evrimcilerin son derece mantıksız
ve akıl almaz iddialarına göre bunların hepsi rastgele gerçekleşmeli,
ama canlılık için son derece önemli olan bir protein buna rağmen
oluşmuş olmalıdır.
Dahası evrimciler, sadece Sitokrom-C proteininin oluşması için
değil, canlılık için gereken binlerce proteinin oluşması için aynı
tesadüf mantığını iddia ederler. Karbon, nitrojen, demir, fosfor
gibi şuursuz, cansız, hiçbir şeyden habersiz atomların, farklı oranlarda
ve farklı düzenlerde birleşerek canlılık için gerekli olan tüm proteinleri
meydana getirdiklerini iddia etmek akla ve mantığa kesinlikle aykırıdır.
Bazı proteinler saçları, tırnakları ve hayvan tüylerini oluşturan
teflon benzeri maddeyi oluşturur. Bazıları kasları kemiklere bağlayan
tendonları oluşturur. Ayrıca hücreye gelen mesajları getirenler
de, mesajları alan ve değerlendirenler de proteinlerdir. Hücrenin
içine giriş çıkışları kontrol eden kapılar ve pompa sistemleri de
proteinlerdir. Kimyasal reaksiyonları hızlandıranlar da yine proteinlerdir.
Hemoglobin adındaki protein kandaki oksijeni dokulara taşır. Transferin
isimli protein ise kanda bulunan demiri taşır. İmmunoglobülinler
bakteri ve virüsle- re karşı vücudu savunan proteinlerdir. Fibrinojen
ve trombin ise kanın pıhtılaşmasını sağlar. İnsülin, vücuttaki şeker
metabolizmasını düzenleyen bir protein çeşididir.
Bazı canlılarda insan vücudunda bulunmayan, ancak o canlının hayatı
için son derece büyük önemi olan başka proteinler de bulunur. Örneğin
bazı balıkların kanında bulunan antifriz proteini bu balıkların
kanını donmaya karşı korumaktadır. Böcek kanatlarının hareketini
sağlayan rezilin proteini hemen hemen mükemmel bir elastik özelliğe
sahiptir. Sadece 20 amino asitin, diğer bir deyişle birkaç yüz atomun
birleşmesinden meydana gelen bu moleküllerin bu kadar farklı özelliklere
sahip olmaları olağanüstü bir olaydır. Atomların biraraya gelerek
bu kadar çok önemli iş başaran, akıl gösteren, organize olabilen,
en gerekli yerde en gerekli kararı verip, bunu uygulayabilen yapıları
tesadüfen inşa etmiş olmaları kesinlikle imkansızdır. Üzerinde düşünülmesi
gereken bir konu da, aşağı yukarı benzer atomlardan oluşan proteinlerin
görev ve işlevlerinin bu kadar çeşitlilik göstermesidir. Proteinler
çoğu zaman benzer atomlardan oluşurlar. Ancak bu atomların farklı
sayılarda ve farklı dizilimlerde olması o protein molekülüne farklı
görev ve yetenekler yükler. Bu gerçekleri tesadüflerle açıklamak
kesinlikle imkansızdır.
Atomların Hassas Düzeni
Moleküllerdeki atomların düzeni o kadar hassas ve önemlidir ki,
çok kısa bir anda, tek bir protein molekülünün atomlarının gerektiği
gibi düzenlenmemesi durumunda vücutta onarılmaz hasarlar oluşabilir.
Örnek olarak görme olayını ele alabiliriz. En gelişmiş kameradan
bile çok daha üstün bir teknolojiye sahip olan gözde, görme olayının
gerçekleşmesi için birçok protein görev yapar. Tıpkı kamerada görüntünün
oluşmasından sorumlu olan birçok parçanın görev yapması gibi. (Ancak
burada şunu da belirtmeliyiz ki, göz ve kamera sistemleri arasında
bir kıyas mümkün olmakla birlikte, kameranın parçaları hiçbir zaman
gözdeki proteinlerin oluşturduğu netlik ve mükemmellikte bir görüntü
oluşturamayacağı açıktır. Bugün en gelişmiş teknolojilerle üretilen
kameralar için de bu durum geçerlidir.) Bu parçalardan birinin bozuk
olması kamerada görüntünün oluşmasını engelleyecektir veya bozuk
olmasına neden olacaktır. Aynı şekilde görme işleminde görev alan
birçok proteinden bir tanesinin bile gerekli moleküler yapıya sahip
olmaması durumunda, görme işlemi bir anda hasara uğrayabilir. Örneğin
rodopsin, gözün ışığa tepki vermesini sağlayan bir proteindir. Rodopsinin
yapısındaki en küçük bir bozukluk bu işlemi aksatır. Aynı şekilde
retinadaki koni hücrelerinde bulunan ve renkli görmeyi sağlayan
proteinlerin yapılarındaki bozukluklar da renkli görmeyi engeller.
Bir başka örnek, gözü ultraviyole ışınlarının zararlı etkilerinden
koruyan melanin proteininin görevini yapamaması durumunda gözde
katarakt hastalığının oluşmasıdır.
Bu örneklerde de görüldüğü gibi, proteinlerin kendilerine tahsis
edilmiş görevleri yerine getirebilmeleri için en uygun moleküler
yapıya sahip olmaları şarttır. Bunun içinse, proteinleri meydana
getiren amino asit moleküllerinin de en uygun şekilde düzenlenmiş
olması gereklidir. Amino asitlerin yapısında da tıpkı proteinlerde
olduğu gibi ayrıntılı bir tasarım ve kusursuz bir işleyiş hakimdir.
Proteinin oluşumunun her aşamasında bir bilinç, bilgi, irade, akıl,
güç ve tasarımın varlığı açıkça görülmektedir. Bunlar, üstün bir
Yaratıcı olan Rabbimize ait olan özelliklerdir. Allah'ın dışında,
aciz ve hiçbir şeye gücü yetmeyen tesadüf gibi kavramları veya varlıkları
yaratıcı kabul edenler, büyük bir yanılgı ve sapkınlık içindedirler.
Allah Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
"Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde
ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir
ölçüyle takdir etmiştir. O'nun dışında, hiçbir şeyi yaratmayan,
üstelik kendileri yaratılmış olan, kendi nefislerine bile ne zarar,
ne yarar sağlayamayan, öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden diriltip-yaymaya
güçleri yetmeyen birtakım ilahlar edindiler." (Furkan Suresi,
2-3)
|