Evrendeki farklı dalga boyları, işte bu kadar geniş
bir yelpaze içine dağılmıştır. Ama ne ilginçtir ki, bizim Güneşimiz,
bu geniş yelpazenin çok dar bir aralığına sıkıştırılmıştır. Güneş'ten
yayılan farklı dalga boylarının % 70'i, 0.3 mikronla 1.50 mikron arasındaki
daracık bir sınırın içindedir. Bu aralıkta üç tür ışık vardır: Görülebilir
ışık, yakın kızıl ötesi ışınlar ve biraz da yakın mor ötesi ışınlar.
Bu üç tür ışık sayıca çok gibi durabilir. Ama gerçekte üçünün toplamı,
elektromanyetik yelpazenin içinde tek bir birim yer kaplamaktadır!
Bir başka deyişle, Güneş'in ışığının tümü, üstüste dizdiğimiz 1025,
tane iskambil kağıdının tek bir tanesine karşılık gelmektedir.
Peki acaba neden Güneş'in ışınları bu daracık aralığa sıkıştırılmıştır?
Cevap son derece önemlidir: Güneş ışığı bu daracık aralığa sıkıştırılmıştır,
çünkü Dünya üzerindeki yaşamı destekleyecek olan ışınlar, sadece
bu ışınlardır.
İngiliz fizikçi Ian Campbell, Energy and the Atmosphere (Enerji
ve Atmosfer) adlı kitabında bu konuya değinmekte ve "Güneş'ten yayılan
ışınların, Dünya üzerindeki yaşamı desteklemek için gereken çok
dar aralığa sıkıştırılmış olması gerçekten çok olağanüstü bir durumdur"
demektedir.
Şimdi ışığın bu "olağanüstü durumunu" biraz daha yakından inceleyelim.
Mor Ötesinden Kızıl Ötesine
Gama ışınları, X ışınları ve mor ötesi (ultraviyole) ışınları olarak
bilinen kısa dalga boylu ışınlar, atomlarla ya da moleküllerle karşılaştıklarında,
yüksek enerjileri nedeniyle onları parçalarlar. Karşılarına çıkan
maddeyi, mikro düzeyde, "delik deşik" ederler.
Öte yandan, daha uzun dalga boyuna sahip olan ışınlar ise, ki bunlar
kızıl ötesinden başlar ve radyo dalgalarına kadar gider, çok az
enerji taşıdıkları için, madde üzerinde önemli bir etki oluşturmazlar.
"Madde üzerinde önemli etki" dediğimiz şey ise, kimyasal reaksiyonlardır.
Bilindiği gibi kimyasal reaksiyonların önemli bir bölümü, ortama
enerji girişi ile mümkün olur. Bu gerekli enerji miktarına, "aktivasyon
enerjisi" denir. Bu enerji miktarından daha azı ya da fazlası işe
yaramayacaktır.
İşte elektromanyetik yelpazenin içinde yer alan çok farklı ışınların
sadece çok küçük bir kısmı, bu "aktivasyon enerjisi"ne eşit bir
enerjiye sahiptir. Dalga boyları 0.70 mikron ile 0.40 mikron arasında
değişen bu ışınların hangi ışınlar olduğunu anlamak isterseniz,
biraz başınızı kaldırıp etrafı seyredebilirsiniz. Çünkü bu ışınlar,
şu an görmekte olduğunuz "görülebilir ışık"tır. Bu ışınların etkisiyle
gözünüzde kimyasal reaksiyonlar oluşmakta ve zaten bu sayede görmektesinizdir.
"Görülebilir ışık" olarak adlandırılan bu ışınlar, elektromanyetik
yelpazenin 1025,'te 1'inden bile daha az bir aralıkta olmalarına
rağmen, Güneş ışınlarının toplam % 41'ini oluşturur. Tanınmış fizikçi
George Wald Scientific American dergisinde yayınlanan "Life and
Light" (Yaşam ve Işık) adlı ünlü bir makalesinde bu konuyu ele almış
ve "biyolojik kimyanın enerji ihtiyacı ile Güneş ışınımı arasındaki
olağanüstü uyum"u vurgulamıştır. Gerçekten de Güneş'in yaşama bu
kadar uygun bir ışık yayması, olağanüstü bir tasarımdır.
Fotosentez ve Işık
Çoğu insan ders kitapları arasına sıkışmış olan fotosentezin bizim
yaşamımız için ne kadar hayati bir önem taşıdığını fark etmez. Fotosentezin
formülünü hatırlayacak olursak;
6H2O + 6CO2 + Güneş Işığı = C6H12O6
+ 6O2
Glukoz
Bu kimyasal reaksiyonda altı su molekülü ile altı karbondioksit
molekülü, Güneş ışığının enerjisi sayesinde birleşmektedir. Ortaya
çıkan ve glukoz olarak adlandırdığımız molekül, yüksek enerji içerir
ve tüm besinlerin temel taşını oluşturur.
Kısacası bitkiler fotosentez yaptıklarında, Güneş'ten gelen enerjiyi
kullanarak besin üretmiş olurlar. Dünya üzerindeki tek besin üretimi,
bitkilerin gerçekleştirdiği bu olağanüstü kimyasal işlemdir. Diğer
tüm canlılar bu kaynaktan beslenir. Otobur hayvanlar bitkileri yediklerinde
bu Güneş kaynaklı enerjiyi almış olurlar. Etobur hayvanlar ise bitkileri
yemiş olan otobur hayvanları yemekle, yine Güneş kaynaklı enerjiyi
elde ederler. Biz insanlar da hem bitkiler hem hayvanlar aracılığıyla
yine aynı enerjiyi alırız. Bu nedenle, yediğimiz her elma, patates,
çikolata ya da biftek, aslında bize Güneş'ten gelen enerjiyi verir.
Üstteki formüle dikkat ederseniz, fotosentezin glukoz yanında bir
de altı oksijen molekülü açığa çıkardığını görürsünüz. Bitkiler,
bu şekilde hayvanlar ve insanlar tarafından sürekli "kirletilen"
atmosferi temizlerler.
Kısacası, fotosentez olmasa, bitkiler olmaz, bitkiler olmadığında
ise havyanlar ve biz insanlar da var olamayız. Üzerine bastığınız
çimlerin, pek önemsemediğiniz ağaçların ya da salata malzemesi yaptığınız
bitkilerin derinliklerinde gerçekleşen -ve henüz hiçbir laboratuvarda
taklit edilemeyen- bu kimyasal reaksiyon, yaşamın temel şartlarından
biridir.
Peki, acaba Güneş'in ışığı fotosentez için özel olarak tasarlanmış
mıdır? Yoksa bitkiler, kendilerine ne tip ışık gelirse gelsin, bu
ışığı değerlendirip ona göre fotosentez yapabilecek bir esnekliğe
sahip midir? Bu sorunun cevabı elbette Güneş ışığının fotosentez
için özel olarak tasarlanmış olduğudur.
Amerikalı astronom George Green- stein, The Symbiotic Universe
(Simbiyotik Evren) adlı kitabında bu konuda şunları yazmaktadır:
"Fotosentezi gerçekleştiren molekül, klorofildir... Fotosentez mekanizması,
bir klorofil molekülünün Güneş ışığını absorbe etmesiyle başlar.
Ama bunun gerçekleşebilmesi için, ışığın doğru renkte olması gerekir.
Yanlış renkteki ışık, işe yaramayacaktır... Eğer bu molekül ve Güneş
birbirlerine uyumlu olarak ayarlanmış olmasalar, fotosentez oluşmaz.
Ve Güneş'e baktığımızda, ışınlarının renginin tam olması gerektiği
gibi olduğunu görürüz."
Gözler ve Işık
Görme sisteminin en temel şartı, retinadaki hücrenin fotonu algılayabilmesidir.
İşte bunun gerçekleşebilmesi için, fotonun görülür ışık sınırları
içinde kalması şarttır. Çünkü daha farklı bir dalga boyundaki fotonlar,
hücreler için ya çok zayıf ya da çok güçlü kalacaklar ve gereken
reaksiyonu başlatamayacaklardır. Gözün boyutlarının küçültülmesi
ya da büyütülmesi bir şey değiştirmez. Önemli olan, hücrenin boyu
ile, fotonun dalga boyu arasındaki uyumdur. (Harun Yahya, Allah'ın
Renk Sanatı)
Diğer ışınları algılayacak bir göz tasarlamak ise, karbon-temelli
hayatın hüküm sürdüğü dünyada imkansızdır. Michael Denton, Nature's
Destiny (Doğanın Kaderi) adlı kitabında bu konuyu detaylı olarak
inceler ve organik bir gözün ancak "görülebilir ışık" sınırları
içinde görebileceğini açıklar. Teorik olarak tasarlanabilecek başka
hiçbir göz modelinin, farklı dalga boylarını görebilmesi mümkün
değildir.
Tüm bunları birarada düşündüğümüzde ise, şu sonuca varırız: Güneş
öyle ince tasarlanmış bir aralıkta ışık yaymaktadır ki, muhtemel
kompleks canlıların biyolojik işlevlerinin desteklenmesi, hem bitkilerin
fotosentez yapması, hem de Dünya üzerindeki canlıların görme yeteneğine
sahip olması için en ideal aralıktır.
Bu gerçekler, Allah'ın yaratışındaki kusursuzluğu ve mükemmelliği
gösteren yaratılış delillerindendir. Allah Kuran'da yarattığı varlıklara
şöyle dikkat çekmektedir:
"Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su
indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır. Ve
onun emriyle gemileri, denizde yüzmeleri için size, emre amade
kılandır. Irmakları da sizin için emre amade kılandır. Güneşi
ve ayı hareketlerinde sürekli emrinize amade kılan, geceyi ve
gündüzü de emrinize amade kılandır." (İbrahim Suresi, 32-33)
|