Soğuk hava daha yoğun olduğu
için yaprağın yüzeyine doğru iner. Böylece sıcaklık azaltılmış ve
yaprak serinlemiş olur. Bu işlem yaprağın yüzey ısısı çevredeki
ısıdan yüksek olduğu müddetçe devam eder. Çok kuru koşullarda, yani
çöllerde dahi bu durum değişmez.Bitkilerdeki ısı dağıtım sistemlerinden
diğeri de yapraklardan su buharı verilerek terlemenin sağlanmasıdır.
Bu terleme sayesinde su buharlaşırken bitkinin serinlemesi de sağlanmış
olur.
Bu dağıtım sistemleri bitkilerin yaşadıkları ortamın şartlarına
uygun olacak şekilde ayarlanmıştır. Her bitki, neye ihtiyacı varsa,
o sisteme sahiptir. Son derece karmaşık bir yapısı olan bu sistemin
dağılımı tesadüfen gerçekleşmiş olabilir mi? Bu sorunun cevabını
verebilmek için çöl bitkilerini ele alalım. Çöllerdeki bitkilerin
yaprakları genelde çok kalındır. Suyu buharlaştırmaktan daha çok,
muhafaza etme yönünde dizayn edilmişlerdir. Bu bitkiler için ısı
dağıtma işlemini buharlaşma ile gerçekleştirmek ölümcül bir sonuç
getirecektir. Çünkü çöl ortamında kaybedilen suyun telafisi mümkün
değildir. Görüldüğü gibi, bu bitkiler ısılarını her iki yolla da
dağıtabilecekken, sadece bu yollardan birini, üstelik de yaşamaları
için tek geçerli olan yolu kullanmaktadırlar. Çünkü tasarımları
çöl ortamına göre yapılmıştır. Bunun tesadüflerle açıklanması ise
mümkün değildir.
Bitkilerde serinleme mekanizması
Bitkilerin sahip oldukları bu serinleme mekanizmaları olmasaydı,
güneş altındaki birkaç saat bile bitkiler için ölümcül olurdu. Öğle
saatlerinde bir dakika kadar direkt olarak alınan güneş ışığı, bir
santimetrekarelik yaprak yüzeyinin ısısını 37oC'ye kadar yükseltebilir.
Bitki hücreleriyse, bünyelerindeki sıcaklık 50-60oC'ye çıktığında
ölmeye başlarlar. Yani bitkinin ölmesi için öğle vakti 3 dakika
kadar güneş ışığı alması yeterlidir. İşte bitkiler öldürücü sıcaklıklardan
bu iki mekanizma sayesinde korunabilirler. Bitkilerin ısı dağıtımında
kullandıkları buharlaşma olayı, aynı zamanda atmosferdeki su buharı
dengesi açısından da büyük bir önem taşır. Çünkü bitkilerdeki bu
buharlaşma, yüksek miktarlardaki suyun düzenli olarak atmosfere
ulaştırılmasını sağlar. Bitkilerin bu faaliyetleri bir nevi su mühendisliği
olarak da nitelendirilebilir. 1000 metrekarelik ormanlık bir alandaki
ağaçlar 7.5 ton suyu rahatlıkla havaya verebilirler. Bu özellikleriyle
bitkiler topraktaki suyu vücutlarından geçirerek atmosfere ulaştıran
dev su pompaları gibidirler. Bu son derece önemli bir görevdir.
Eğer bu özellikleri olmasaydı, suyun yer ile gök arasındaki çevrimi
bugünkü gibi gerçekleşemeyecekti, ki bu da yeryüzündeki dengelerin
bozulmasına neden olacaktı. (Harun Yahya, Yeşil
Mucize Fotosentez)
Dış yüzeyleri odunsu ve kuru bir maddeyle kaplı olmasına rağmen,
bitkiler bünyelerinden tonlarca su geçirirler. Bu suyu topraktan
alırlar ve ileri teknolojiyle çalıştırdıkları kendi fabrikalarında
birtakım yerlerde kullandıktan sonra, aldıkları suyun büyük bir
bölümünü arıtılmış su olarak doğaya verirler. Başka bir deyişle
trilyonlarca tonluk suyu otomasyon düzenleriyle kontrollü olarak
topraktan alıp, arıttıktan sonra kendilerine özgü sistemleriyle
doğaya adeta pompalarlar. Bunu yaparken aynı zamanda aldıkları suyun
bir kısmını da, besin üretiminde hidrojeni kullanmak amacıyla parçalarlar.
Bizim yapraklardaki terleme ya da ağaçların bulunduğu ortamdaki
nemlilik olarak nitelendirdiğimiz olaylar, aslında yeryüzünde yaşamın
devamlılığı açısından hayati önem taşıyan bu faaliyetlerin bir sonucu
olarak gerçekleşir.
Bitkilerin bu işlemlerinde karşımıza çıkan, tek bir parçası çekilip
alınsa anında felç olacak ve çalışamayacak mükemmellikte yaratılmış
bir sistemin mucizevi yapısıdır. Hiç kuşkusuz ki bu düzeni tasarlayan
ve eksiksiz biçimde bitkilere yerleştiren Rahman ve Rahim olan,
her türlü yaratmayı bilen Allah'tır.
O Allah ki, Yaratan'dır, (en güzel bir biçimde)
kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler
O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir.
O, Aziz, Hakim'dir. (Haşr Suresi, 24)
|