Nöronlar üretildikleri
yerden çıkıp bu rehberlere tutunarak göç ederler. Ve kendileri için
ayrılmış olan yerleri anlar, oraya yerleşirler ve hemen ardından
uzantılar meydana getirerek diğer nöronlarla bağlantı kurarlar.
Peki ama nöronlar
oluşur oluşmaz böyle bir yolculuğa çıkacaklarını nereden bilmektedirler?
Bu yolculuk sırasında hedeflerini bulmak için bir rehber kullanmaları
gerektiğine ve birbirleriyle ne gibi işbirliği yapacaklarına nasıl
karar verirler? Nöron dediğimiz varlıklar sonuçta gözle görülemeyecek
küçüklükte, atomlardan ve moleküllerden oluşan hücrelerdir. Onların
böylesine şuurlu bir şekilde yerleşmeleri kendi karar ve iradeleriyle
gerçekleşecek bir olay değildir. Bu işlemi yöneten merkez beyin
de değildir. Çünkü henüz anne karnındaki embriyonun beyni oluşmamıştır.
Bu hücreler oluşur oluşmaz bilmedikleri bir yere doğru sadece kendilerine
ilham edilen bilgiler doğrultusunda programlanmışcasına hareket
ederler. Açıktır ki, beynin ve sinir sisteminin oluşumu sırasında
yaşanan hiçbir olayın tesadüflerle meydana gelmesi mümkün değildir.
Çünkü tek bir aşamadaki farklılık zincirleme olarak tüm sistemi
aksatır. Nöronların meydana gelmesi ve bir sinir ağına dönüşmeleri
beynin ve ona bağlı çalışan sinir sisteminin oluşum aşamalarından
yalnızca bir tanesidir. Değil evrimcilerin iddia ettiği gibi beynin
tamamının tesadüfen oluşması, tek bir nöronun bile rastlantılarla
meydana gelmesi mümkün değildir.
Nöronları bu özelliklerle yaratan, gerektiği anda gerektiği şekle
sokan, gidecekleri yerlere onları tek tek yerleştiren Allah'tır.
Her insan kendisinin de bu aşamalardan geçirildiğini bilmeli ve
Rabbimizin kendisine bir insan olarak yaratmasındaki ihtişamı görerek
şükretmelidir. Allah'ın herşeyin Yaratıcısı olduğunu, göklerde ve
yerde O'ndan başka bir güç sahibi olmadığını aklından bir an bile
çıkarmamalıdır:
"... Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan,
sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir
adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin? Fakat, O Allah benim Rabbimdir
ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam." (Kehf Suresi, 37-38)
Beynimizin Suyun İçinde Yüzdüğünü Biliyor Muydunuz?
Hissetmek, hareket etmek, işitme, görme, tad ve koku alma, kalbin
çalışması, nefes alma gibi hayati işlevlerin tümünü beynimiz gerçekleştirir.
Ayrıca hormonlar üreterek vücudun ihtiyaçlarına göre düzenlemeler
yapar. Çok hassas bir sisteme sahip olan bu organımız elektrik sinyalleri
ile çalışan sinir hücreleri, bunları barındıran ve beslenmelerine
yardımcı olan destek hücreleri ve kan damarlarından oluşur.
Hem hassas bir yapısı hem de çok önemli görevleri olan beyin vücut
içinde çok yönlü bir korumaya alınmıştır. Bunlardan en dikkat çekici
olanı beynimizin bir sıvı içinde yüzüyor olmasıdır.
Beyin yaklaşık 1,5 kg'lık bir ağırlığa sahiptir. Eğer beyin bir
sıvının içinde bulunmasaydı ve direkt olarak kafatasına temas etseydi
kendi ağırlığının altında ezilirdi. Bu da beyindeki hayati merkezlerde
bir baskı oluşmasına dolayısıyla ölüme sebebiyet verebilirdi. Ancak
böyle bir sorunla -hastalık halleri dışında- karşılaşılmaz. Çünkü
beynimizin kendi ağırlığı -yüzdüğü sıvının içinde iken- 1400 kg'dan
50 gr'a kadar düşer. Yani beyinde ağırlığı otuzda bire kadar düşüren
bir sistem vardır. Bu sistem şöyle çalışır:
Beynin içinde birtakım boşluklar ve bu boşlukların içinde de sadece
beyinde bulunan özel damar yığınları vardır. Bunların görevi vücuttan
beyne taşınan kandaki serumu süzmektir. Serum önce beynin içindeki
boşlukları doldurur ve sonra çeşitli yollardan beynin dışına çıkar.
En sonunda da bu sıvı beynin üst kısmında yer alan tek yönlü valf
sistemi (araknoid villus) sayesinde genel dolaşıma (kan dolaşımına)
geri döner. Bu valflerin çok önemli bir görevi vardır: Sıvının beyne
yaptığı basıncı ayarlamak…
Eğer bu ayarlama olmasaydı ve basınç çok yüksek bir seviyeye çıksaydı,
o zaman beyne olan baskı beynin fonksiyonlarını etkilerdi. Ve bu
durum pek çok hastalığın sebebi olurdu.
Buna örnek olarak "hidrosefali" denilen hastalığı verebiliriz.
Bu hastalık türünde dolaşımdaki herhangi bir aksaklıktan dolayı
beyindeki sıvı bir süre sonra birikmeye başlar ve oluşan basınç
beyin fonksiyonlarını etkiler. Eğer dışarıdan bir müdahale yapılmazsa,
yani ameliyatla bu sıvı boşaltılmazsa artan basınç; zeka geriliği,
hareket bozuklukları, körlük hatta ölümle sonuçlanan rahatsızlıklara
neden olur. (Harun Yahya, İnsan'ın
Yaratılış Mucizesi)
Beyindeki sıvının basıncı normalden daha az düzeylere indiği zaman
da dayanılmaz baş ağrıları olur ve beyin hasar görmeye başlar.
Beyindeki korumaya başka bir örnek olarak beynin kan ihtiyacını
karşılayan sistemi ele alabiliriz. Beyin, vücuttaki bütün işlemleri
kontrol eder. Bu nedenle sabit kan gereksinimi olan bir organdır.
Beyne yapılacak kan ikmali ne pahasına olursa olsun sürdürülmelidir.
Beynin bu hayati ihtiyacı olağanüstü bir denetimle karşılanır. Bir
kanama sonucunda öteki tüm organlara kan ulaşımı dursa bile, birçok
sinir, beyne kan iletilmesi için harekete geçer ve damarların çapları
buna göre ayarlanır. Bazı organlara giden damarlar geçici olarak
devreden çıkartılır ve kan akışının beyne giden damarlara yönlendirilmesi
sağlanır.
Beyindeki bu detaylı tasarım nasıl ortaya çıkmıştır?
Beynimizin en fonksiyonel şekilde çalışmasını sağlayan bu tasarımın
tesadüfen ortaya çıkması elbette ki mümkün değildir. Tüm bu ayrıntıları
bilen jöle kıvamında bir et parçası olan beynin kendisi de olamaz.
Bütün bu hassas dengeleri kusursuz bir düzen içinde yaratan, herşeyin
Yaratıcısı olan Allah'tır.
Beyin Hücresinin Kompleksliği
Tek bir beyin hücresi kendisi gibi 10 bin kadar hücre ile sürekli
bir bağlantı içindedir. Bu haberleşme ağı, dünya üzerinde kurulmuş
tüm telefon santrallerinden çok daha komplekstir.
Türkiye'nin her iline, ilçesine ve köyüne yayılmış bir telefon
şebekesi düşünün; bu sayede size en uzakta olan bir noktadan bile
iletişim kurarak bilgi alabilirsiniz. Beyin hücrelerimiz olan nöronlar
da sinir sistemini olusturarak vücudumuzda çok hızlı bir haberleşmeyi
sağlarlar. Günümüz teknolojisi daha nöronları tamamen keşfedememişken,
onlar bizim bilmediğimiz dünyalarında boylarını aşan işlemleri büyük
bir akıl örneği göstererek gerçeklestirmektedirler. Üstelik iki
boyutlu bir düzlemde bu sistemin karmaşıklığı çok net anlaşılmamaktadır.
Tüm bu sinir liflerini üç boyutlu olarak çözmeye çalıştığımızda
ise inanılmaz bir karmaşa karşımıza çıkar ki bunu, henüz bilimadamları
dahi anlayabilmiş değildirler.
|