Antifriz Üreten
Kuzey Kutup Böceği
Bilindiği gibi karada yaşayan tüm böcek türleri soğuk kanlı canlılardır.
Bu, canlının yaşadığı ortamın ısısına göre vücut ısısının da değişebilmesi
anlamına gelir. Eğer hava sıcaklığı -20 dereceye düşecek olursa
kara böceğinin vücudu bu soğukluğa dayanamaz. İşte bu yüzden çoğu
böcek türü sıfırın altındaki soğuklarda yaşamlarını yitirmektedir.
Bunun istisnalarından biri kuzey kutup böceğidir. Bu böcek türü
vücudunda ürettiği, soğuğa karşı bir nevi antifiriz görevi yapan
ve direnç gösteren bir alkol çeşidi sayesinde kendisini kutbun dondurucu
soğuğundan kurtarmaktadır.
Böceğin ürettiği "gliserol" vücudundaki
kanın ve diğer sıvı moleküllerin donmasına; buz kristallerinin hücreleri
öldürmesine ve hücre bağlarını parçalamasına engel olmaktadır. Bununla
birlikte kuzey kutup böceklerinin vücut sistemleri hava soğudukça
ve günler kısaldıkça daha dirençli bir hale gelmektedir. Isı düştükçe
vücutlarındaki su hacmi otomatik olarak azalmakta, bünyeleri gliserol,
trihasoli ve sorbitol gibi antifrizleri daha çok üretmektedir. Öyle
ki bu canlılar üzerinde yapılan deneyler gliserol sayesinde kuzey
kutup böceğinin -87 derecelik bir soğuğa karşı bile hayatta kalmayı
başardığını göstermiştir. (Harun Yahya, Doğadaki
Tasarım)
Kuşkusuz bir böceğin, organik bir bileşken olan ve HOCH2CHOHCH2
OH gibi karmaşık bir moleküler formüle sahip gliserol bileşiğini
üretmeyi ve bu sayede soğuktan korunmayı akletmiş olması imkansızdır.
Çünkü bir böcek ne bu formülü hesaplayacak bir akla ve ne de bu
formülün antifiriz işlevi göreceğini bilecek bir bilgi birikimine
sahip değildir. Şüphesiz bu canlılar herşeyi yoktan var eden ve
sınırsız bir akla sahip yüce Allah'ın eseridir.
Kendilerini Mevsimlere Göre Ayarlayan Hamsterlar
Sibirya hamsterı gündüzlerin daha kısa geçtiği zorlu kış günlerinde,
savunma sisteminin salgıladığı hücrelerinin artmasıyla, besinsiz
ortamlara ve iklim koşullarından kaynaklanan zorluklara göre kendini
ayarlayabilir.
Ohio State Üniversitesi'nden bir grup profesörün 50 hamster üzerinde
yaptığı çalışmada, gün ışığı laboratuvar şartlarında ayarlanarak,
gündüzün 15 saat sürdüğü yaz günleri ile gündüzün sadece 9 saat
sürdüğü kış günleri taklit edildi. Hayvanların yarısı kış, diğer
yarısı da yaz ortamında gözlemlenip 10 gün boyunca vücutlarında
meydana gelen farklılıklar kaydedildi. Araştırmanın sonuçlarına
göre, kış ortamında tutulan hamsterların dolaşım sisteminde, lökosit,
lemfosit, T-Hücreleri ve NK hücreleri gibi; savunma sisteminin temelini
oluşturan elementlerde önemli artış kaydedildi. Daha sonra her iki
grup da bazı zorluklara maruz bırakıldı. Görüldü ki kış şartlarına
konulan hamsterlerin vücutları zorluklara daha hızlı ve daha etkili
biçimde karşı koydu. (http://unisci.com/stories/20021/ 0319026.htm)
Bu durumun ortaya koyduğu gerçek, hamsterların kendilerinin bile
farkında olmadıkları halde vücutlarında mevsimlere göre bir düzenleme
yapıldığı, bu düzenlemenin de tamamen canlının ihtiyaçlarına göre
ayarlanıp canlıya fayda sağlayacak biçimde gerçekleşmiş olduğudur.
Canlının vücudunda adeta bir saat varmış gibi, kış şartlarında belli
hücrelerin üretimi bir emirle artmaya başlayıp, yaza doğru tekrar
eski seviyesine inmektedir.
Kuşkusuz ki tüm bunların ve planlamaların şuursuz ataomlar tarafından
gerçekleştirilmiş olması ya da hamsterların bedenlerindeki bu hassas
ayarlamaları kendilerinin düşünüp bulmuş olması mümkün değildir.
Tesadüfler de böylesine karmaşık sistemler oluşturamazlar. Şüphesiz
buradaki tüm karmaşık işlemleri gerçekleştiren, gökten yere her
işi evirip çeviren, alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Allah her canlıyı
yaratmış, onlara sahip oldukları sistemleri eksiksiz vermiştir.
Pusulasız Yön Bulabilme
Manyetik pusulalar, dünyanın manyetik alanlarının yönlerini gösterirler,
bu özellikleriyle de deniz yolculuklarında hayati önem taşımaktadırlar.
En son yapılan araştırmalar ise bu konuda çarpıcı bazı gerçekleri
ortaya koymaktadır. Bazı canlı türleri uzun deniz yolculuklarında"kendi
pusulalarını" kullanmaktadırlar.
Doğadaki birçok canlı türü yuvalarının, avlarının ve göç etmeleri
gereken bölgelerin yerlerini hiç zorlanmadan bulmaktadırlar. Bu
durum canlıların vücutlarında kullandıkları bir çeşit manyetik pusula
olduğu izlenimini vermektedir. Ancak elbette ki bu canlıların vücutlarında
yön ve uzaklık tayin etmelerini sağlayan dijital dedektörler ya
da pusulalar yoktur. Diğerlerinde olduğu gibi hücrelerden oluşmuş
karmaşık organlar bulunmaktadır. Biraz sonra vereceğimiz örneklerde
açıkça görüleceği gibi canlılardaki bu üstün sistemler bizlere onların
tasarlanmış birer yaratılış harikası olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadırlar.
(Harun Yahya, Doğadaki
Tasarım)
Kaplumbağalar Manyetik Alan Haritalarını Okuyabiliyorlar
Dünyanın çeşitli
yerlerinde, topraktaki manyetik elementlerin yoğunluğu ve bu yoğunluğun
yarattığı dünya yüzeyi ile kesişen açılar farklılık gösterir. Eğer
bir canlı bu değişiklikleri hissedebilirse, bu onun harita üzerindeki
enlem ve boylamları da bilebileceği anlamına gelmektedir.
Manyetik alan okuma özellikle genç "Loggerhead Kaplumbağalar"ı
(Caretta Caretta) için, çok büyük önem taşımaktadır. Bu kaplumbağalar
yaşamlarını ancak Sargossa Denizi'ni çevreleyen bir dairesel sistem
olan Kuzey Atlantik Dönencesi'nde sürdürebilmektedirler. Kuzey Carolina
Üniversitesi'nden, Kenneth ve Catherine Lohmann isimli araştırmacılar
yaptıkları deneyle kaplumbağaların bu dönencede kalmak için kendi
manyetik ölçümlerini kullandıklarını ortaya koymuşlardır.
Araştırmacılar öncelikle kaplumbağaları bilgisayar kontrolünde
manyetik alan içeren bir tank yerleştirmişlerdir. Alanın manyetik
eğimi dönencenin sınırındaki ile aynı olduğunda, kaplumbağalar dönencenin
içine doğru yüzmeye başlamışlardır.
Farklı araştırmalarda tankın içindeki manyetik alan gücü de değiştirilmiştir.
Alanın gücü dönencenin sınırı ile aynı olduğunda kaplumbağalar
dönencenin içi zannettikleri bölgeye doğru yüzmüşler ve tehlikeli
sınırdan uzaklaşmışlardır. (Nature Australia Winter 1997, s. 7-8)
Sonuçta kaplumbağalar üzerinde yapılan bu çalışma bizlere bazı
canlı organizmaların manyetik alan haritalarını okuyabildiklerini
ve canlıların sahip oldukları bu olağanüstü algı mekanizmalarının
tam anlamıyla bir tasarım harikası olduğunu ispatlamaktadır. Kuşkusuz
kaplumbağalardaki bu kompleks yapının evrimcilerin iddia ettiği
gibi tesadüfen oluştuğunu dile getirmek, gemilerde bulunan manyetik
pusulaların dalgaların rastgele gemiye çarpmasıyla oluştuğunu iddia
etmekten farksızdır. Hiçbir tesadüfün bu kadar kompleks mekanizmaları
oluşturması mümkün değildir.
Semenderlerin Mucizevi Dönüşleri
Yaşadığı bölgeden uzaklaştırılan semenderler, evlerine dönebilmek
için manyetik bir harita kullanmaktadırlar. Indiana Üniversitesi'nden
Prof. Dr. Philips, semenderin haritalama yeteneğinin, diğer türlerden
farklı olduğunu belirtmektedir. Kırmızı benekli doğu semenderi
(Notophthalmus viridescens), manyetik alandan elde ettiği harita
bilgisinde, eşi görülmemiş türde bir işlem sergilemektedir. Her
geçtiği yerde bu harita genişlemekte ve her bölgenin kendine has
manyetik özellikleri eklenmektedir. (Focus, Aralık 2001, s.46)
Semenderin içinde bulunduğu manyetik alan, vücudundaki kimyasal
tepkimeleri harekete geçirebiliyor ve bu, bazı türlerde görülen
biyokimyasal pusulanın temelini oluşturuyor. İşlem, görme duyularıyla
da doğrudan ilişkili; dolayısıyla hayvanların manyetik alanı görebildikleri
söylenebilir.
Yüce Allah, semendere yönünü rahatlıkla bulabilmesi için manyetik
bir harita vermiş ve onu nasıl kullanması gerektiğini de ilham etmiştir.
Fokların Yön Bulduran Bıyıkları
Almanya'nın Bonn ve Ruhr Üniversiteleri'nden bir grup bilim adamı,
foklar üzerinde yaptıkları çalışmada bu canlıların karanlık ya da
bulanık sularda avlarını yakalayabilmek için bıyıklarından yararlandıklarını
ortaya koydular. (Science, 6 Temmuz 2001) Buna göre foklar, işitme
ve görme gibi duyu organlarını kullanamadıkları ortamlarda avlarını,
balıkların su içinde yol alırken geride bıraktıkları çalkantılı
izleri takip ederek bulmaktadırlar.
Guido Dehnhardt
ve arkadaşları tarafından gerçekleştirilen bu araştırma, fok bıyıklarının
yaklaşık 200 metre uzaklıktaki avı bile takip etmeye olanak sağladığını
göstermektedir. Foklar avlarını yakalamak için, balıkların yüzerken
geride bıraktıkları izin girdaplı bir yapıda olmasından ve iz içindeki
parçacıkların hızlarının, balık geçip gittikten birkaç dakika sonrasına
kadar çevredeki suyun hızının önemli ölçüde yüksek olmasından yararlanmaktadırlar.
Kısacası balıklar yüzerken geride oldukça uzun bir hidrodinamik
iz bırakıyorlar ve balıklarla beslenen deniz canlıları da bu izleri
takip ederek kendilerini uzak mesafelerden belirleyip yakalıyorlar.
Dehnhardt ve arkadaşları fokların bu yeteneğini belirleyebilmek
için Henry ve Nick adlı iki erkek fok ve bir minyatür denizaltı
kullanmışlardır. Minyatür denizaltının bıraktığı iz, 30 cm uzunluğunda
bir balığın bıraktığıyla yaklaşık aynı ölçüdedir. İlk deneyi, içi
bulanık deniz suyuyla dolu bir havuzda Henry ile gerçekleştiren
araştırmacılar, fokun başına gözlerini tümüyle örten bir çorap geçirmişler,
denizaltının sesini duymaması için kulaklarına kulaklık takıp başını
da suyun 40 cm üzerindeki bir platforma yerleştirmişler. Denizaltının
motorları durdurulduktan iki saniye sonra fokun başından kulaklıklar
çıkartılmış, fok hemen suya dalıp önce havuzun ortasına yüzmüş,
bıyıklarını öne doğru yöneltmiş ve yüzerken başını hafifçe sağa
sola sallamaya başlamıştır. Bu sayede fok denizaltının pervanesinin
bıraktığı ize rastlar rastlamaz aracın gittiği yöne dönmüş ve saniyede
2 m. hızla iz sürmeye başlamış. Deneylerde gözleri bağlı olan fok
256 defa denizaltıyı bulmuştur. Ancak araştırmacılar Henry'nin burnuna,
bıyıklarını örtecek bir çorap geçirdiklerinde fok tüm denemelerde
hidrodinamik izi ıskalamıştır. Nick adlı öteki fok üzerinde yapılan
deneyde de aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu sonuçlar, bu deniz memelilerinin, bıyıkları sayesinde, izlerdeki
hidrodinamik bilgiyi saptayıp analiz ederek yollarını bulabildiklerini
göstermiştir.
Tüm canlılara ne yapmaları gerektiğini ilham eden ve onları üstün
tasarım örnekleriyle yaratan Yüce Alah, fokları da yollarını bulabilmeleri
için bahsettiğimiz üstün özelliklerle yaratmıştır. Allah herşeyi
bilen ve hikmetle yaratandır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında,
gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler
ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle
yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında,
rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları
evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler
vardır." (Bakara Suresi, 164)
Böceklerin göz kamaştıran dünyası
Bahçede, havuz kenarında, mutfakta ve daha pek çok yerde sürekli
karşılaştığımız böcekler, bilim adamlarının işleyişini dahi çözmekte
güçlük çektikleri savunma sistemlerine , ısı tarayıcılarına ve üstün
manevra kabiliyetine sahip olan harika canlılardır. Bu canlılar
üzerinde yapılan araştırmalar bizlere bu gerçeği ispatlamakta ve
Allah'ın canlıları yaratmasındaki eşsiz gücünü daha iyi takdir edebilmemizi
sağlamaktadır. Gün içerisinde heryerde gördüğünüz, birkaç santimlik
harika canlıların birer fabrika gibi hiç durmadan çalıştıklarını
ve vücutlarındaki her parçanın kusursuz bir dizayn ile yaratıldığını
biliyor muydunuz? Şimdi bu harikalar dünyasına bir yolculuğa çıkalım.
Tükürük Böceği
Tükürük böceği yuvasını karnındaki bir tüp vasıtası ile uçan
kabarcıklar üreterek inşa eder. Bu, çocukların kamış ile süt içerken
baloncuklar oluşturmalarına benzeyen bir yöntemdir. Bu böcek,
vücudunun içinde kendi kamışına sahiptir ve bu tüp özel sıvısı
ile kabarcık oluştururken onları su ile karıştırır. Bu özel sıvı,
baloncukların 100 gün kadar dayanmasını sağlar. Tükürük böceği
bir yetişkin olana ve derisi güneş ışınlarına karşı dayanıklı
hale gelene dek kabarcıkların içinde yaşar. (http://www.creationwonders.com/Facts.asp?
Name=Spittlebugs)
Yırtıcı Su Böceği
"Dytiscus sp" olarak adlandırılan su böcekleri genellikle göl,
havuz ve akıntı kenarlarında yaşamaktadırlar. Bu canlının vücut
yapısı tek kelime ile tarif edilebilir: "Denizaltı". Böceğin vücudu
kusursuz bir hidrodinamiğe sahiptir ve her organı deniz altı yaşamına
uygun olarak tasarlanmıştır. Su böcekleri suyun içine dalmak ya
da yüzeye çıkmak için vücutlarındaki hava depolarını havayla şişirirler.
Suyun içinde ileri geri hareket etmek için de arka ayaklarını
hiç durmadan çalışan birer kürek gibi kullanırlar. Su böcekleri
vücutlarındaki oksijeni, vücutlarından bağımsız olarak sanki su
altı dalgıçlarının kullandıkları oksijen tüpleri gibi taşırlar.
Bu oksijeni elde etmek ise başlı başına bir şuur gerektirir. Böcekler
hava için su yüzeyine çıkar ve havayı karınlarının en uç kısmına
hapsederler. Bu sayede vücutlarının sırt kısımlarında içi hava
dolu bir baloncuk oluşmuş olur. (http://www.insectia.com)
Suda yaşayan balık veya kabuklular gibi, kendisinden çok daha büyük
canlılara dahi saldıran bu böcek türü böceklerin köpek balığı olarak
adlandırılmaktadır. Bu canlı, kendini düşmanlarına karşı savunmak
için eşsiz bir defans sistemi kullanır. Vücudu, onu yutan düşmanının
midesini bulandıracak çok güçlü bir hormon salgılar ve bu tat su
böceğini yutan canlının hemen onu dışarı doğru tükürmesine yol açar.
Allah, kuşkusuz bu canlının hidrodinamik vücut yapısını ve sahip
olduğu savunma sistemini birer tasarım harikası olarak yaratmıştır.
|