
HZ. İSA VE HZ. MEHDi KONUSUNDAKİ
ŞAHSİ MANEVİ YANILGISI -1
Hz. İsa’nın Yeryüzüne
İkinci Gelişi Konusundaki
Şahsi Manevi Yanılgısı
Harun Yahya
Bediüzzaman'ın eserlerinde kullandığı “şahsı
manevi” kavramı konusundaki yanlış anlaşılmaya açıklık kazandıran
izahlara pek çok örnek vermek mümkündür. Ancak bunlardan sadece
birkaç tanesi bile, Hz. İsa’nın ve Hz. Mehdi’nin ahir zamanda
beraberlerindeki mümin topluluklarının şahsı manevisi ile
birlikte, onlara önderlik ederek zuhur edeceklerinin anlaşılması
için yeterlidir.
Kuran ayetlerinde Hz. İsa'nın ölmediği ancak Allah Katına
alındığı haber verilmekte ve çeşitli alametlerle yeryüzüne
yeniden döneceği bildirilmektedir. Peygamber Efendimiz (sav)
ise, Hz. İsa'nın dünyanın son dönemlerinde mucizevi bir biçimde
yeryüzüne döneceğini, Hıristiyanları ve Müslümanları ortak
bir din ve ahlakta, İslam dini üzerinde birleştirerek yeryüzüne
barış, adalet ve mutluluk getireceğini hadislerinde çok detaylı
olarak haber vermiştir. Kuran’da ve Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde yer alan bu açıklamalar ve işaretler hiçbir şüpheye
yer bırakmayacak kadar açık ve detaylıdır.
Hz. İsa’nın yeryüzüne ikinci kez geleceği konusu Bediüzzaman
Said Nursi’nin de eserlerinde sık sık vurguladığı bir konudur.
Ancak Bediüzzaman’ın bu konuyu anlatırken kullandığı “şahsı
manevi” kavramı günümüzde gerçek anlamından farklı bir şekilde
anlaşılabilmekte ve yanlış yorumlanabilmektedir. Oysa Bediüzzaman’ın
Hz. İsa’nın bir şahsı manevi olarak değil bir şahıs olarak
yeryüzüne ikinci kez geleceği ve Hz. Mehdi ile birlikte tüm
yeryüzüne barış ve huzuru hakim kılacağına dair açıklamaları
son derece açıktır.
Her peygamberin ve elçinin çevresinde onun maneviyatının
tecellisi olan bir şahsı manevi oluşur. O elçiye tabi olan,
onu örnek alan, onun tebliğini izleyenlerin oluşturduğu bir
kitle ve hareket de, onun şahsı manevisini oluşturur. Ancak
şu çok açıktır ki bir şahıs olmadan onun şahsı manevisinden
de söz edebilmek mümkün değildir. Her mümin topluluğunun bir
önderi olduğu Kuran’da bildirilen Allah’ın bir adetullahıdır.
Dolayısıyla Bediüzzaman Said Nursi de şahsı manevi terimini
kullanırken Kuran’ın adetullahında olduğu şekilde kullanmıştır.
Nitekim Bediüzzaman Said Nursi de kendi talebeleri ve eserleri
için de şahsı manevi tabirini kullanırken, bu şahsı manevinin
başında yine kendisi bulunmaktadır. Risale-i Nur’un şahsı
manevisine, eserler ile onu takip eden talebeler de dahildir,
ama nur hareketinin önderi Bediüzzaman da bu ifadeden ayrı
tutulamaz.
Hz. İsa da yeryüzüne tekrar geldiğinde, yine ona yakın kişilerden
oluşan bir cemaati olacak, başlarında da Hz. İsa olacaktır.
Şahıs olmadan şahsı manevisi olması tüm diğer elçilerde olduğu
gibi, Hz. İsa için de söz konusu değildir. Nitekim aşağıda
yer alan Bediüzzaman’ın sözlerinde, bu konunun hiçbir tartışmaya
yer bırakmayacak açıklıkta olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır.
1... Hazret-i İsa Aleyhisselâm, İsevîlik
şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini
temsil eden Deccal'ı etkisiz hale getirir... (Mektubat, sf. 6)
Bediüzzaman, bu sözünde İsevilik şahsı manevisinin ne olduğunu
açıklamaktadır. Bu izahlarından anlaşıldığı gibi, şahsı manevilik
şahsı maneviyi temsil etmemektedir. Buradan şu iki sorunun
cevabı çok açık olarak anlaşılmaktadır:
İsevilik şahsı manevisini bir kişi temsil ediyor. Bu kimdir?
Hz. İsa.
Hz. İsa kimi temsil ediyor? İsevilik şahsı manevisini.
Bu soruların cevapları da Bediüzzaman’ın Hz. İsa’dan ve şahsı
manevisinden ayrı kavramlar olarak bahsettiğini açıkça ortaya
koymaktadır.
2...ancak hârika ve mu'cizatlı (mucizeler
sahibi) ve umumun makbulü (umumun kabul ettiği) bir zât olabilir
ki: O zât, en ziyade alâkadar ve ekser (birçok) insanların
peygamberi olan Hazret-i İsa Aleyhisselâm'dır.....
(Şualar, sf. 463)
Bediüzzaman’ın bu açıklamasında Hz. İsa için bir zat ifadesi
kullanılıyor; İki veya üç değil. Sonra da o zat diye devam
edilerek burada bahsedilenin bir şahsı manevi değil, bir şahıs
olarak gelecek olan Hz. İsa olduğu tekrar vurgulanıyor. Görüldüğü
gibi tüm bunlar hep “tekil” ifadelerdir; ve tümünde de “tek
bir şahıstan” bahsedilmektedir, şahsı maneviden değil.
Said Nursi burada ayrıca Deccal’in yaptıklarını ortadan kaldırabilecek
mucize sahibi bir kişinin gerekliliğinden bahsediyor. Bu,
mucize gösterebilecek tek kişinin de Hz. İsa olduğunu söylüyor.
Bir şahsı manevinin mucize göstermesi mümkün olmayacağı için
burada da yine bir zat olarak Hz. İsa dan bahsedildiği çok
açıktır.
3... âlem-i semavatta (gökler aleminde)
cism-i beşerîsiyle (insani cismiyle) bulunan şahs-ı Îsâ Aleyhisselâm,
o din-i hak cereyanının (Hak dinin) başına geçeceğini....
(Mektubat, sf. 60)
Üstad bu sözünde gök aleminde insani bedeni ile bulunan Hz.
İsa’nın yeryüzüne yeniden geleceğini ve hak dinin başına geçeceğini
söylemiştir. Bediüzzaman’ın burada bir şahsı maneviden bahsetmediği,
bir şahıs ifadesi kullandığı net olarak anlaşılmaktadır. Çünkü
“madde olarak varlığı olan bir kişi”den bahsettiği, “insan”
anlamına gelen “beşer” kelimesinden kolaylıkla anlaşılabilmektedir.
4... bir İsevî cemaatı namı altında ve
"Müslüman İsevîleri" ünvanına lâyık bir cem'iyet, o Deccal
komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın riyaseti (liderliği)
altında etkisiz hale getirecek... (Mektubat, sf. 441)
Üstad bu sözünde de Deccal’in sistemine karşı Hz. İsa’nın
liderliğinde bir grup Müslümanın mücadelede bulunacağını bildirmiş;
Hz. İsa’dan ayrı, cemaatinden ayrı bahsetmiştir.
5.... İsa Aleyhisselâm'ı nur-u îman (imanın
ışığı) ile tanıyan ve tâbi' olan cemaat-ı ruhaniye-i mücahidînin
(ruhani mücahidler cemaatinin) kemmiyeti (sayısı).... (Şualar,
sf. 464)
Hz. İsa’nın yine imanın nuru ile tanınacağından bahsetmiştir.
Bu da onun bir şahsı manevi değil, Hz. İsa’nın zatını kastettiğini
göstermektedir.
Ayrıca burada da yine yukarıdaki sözünde olduğu gibi, bir
şahsa yani Hz İsa’nın zatına tabi olacak olan bir cemaatten
ve Hz. İsa’dan ayrı ayrı bahsedilerek bu konuya açıklık getirilmektedir.
6... Hattâ "Hazret-i İsa Aleyhisselâm
gelir. Hazret-i Mehdi'ye namazda iktida eder, tâbi' olur."
diye rivayeti, bu ittifaka (birleşmeye) ve hakikat-ı Kur'aniyenin
metbuiyetine (Kur'an hakikatlerine uyulmasına, tabi olunmasına)
ve hâkimiyetine işaret eder. (Şualar, sf. 587)
Bediüzzaman’ın bu sözünde Hz. İsa’nın Hz. Mehdi ile birlikte
namaz kılacağı anlatılıyor. Pek çok sahih hadiste de yer alan
bu ifade, Hz. İsa ile Hz. Mehdi’nin karşılıklı diyalog içerisinde
olacaklarını ve bizzat dünyevi bedenleri ile müminlerin başında
bulunacaklarını göstermektedir. Bu izah da yine Mehdi’nin
ve Hz. İsa’nın birer şahsı manevi değil birer kişi olarak
zuhur edeceklerini açıklayan bir başka delildir. Hz. İsa,
yeryüzüne önceki gelişinde de namaz ibadetini yerine getirdiği
gibi ikinci kez gelişinde de Allah’ın izniyle bu ibadetine
devam edecektir. Kuran’da bu konu şöyle bildirilir:
“(İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum.
(Allah) Bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede
olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe,
bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti." (Meryem Suresi,
30-31)
Peygamberimiz (sav) tarafından ahir zamanda gönderileceği
müjdelenmiş olan, yeryüzündeki fitneleri ortadan kaldıracak,
tüm dünyaya barış, adalet, bolluk, huzur, mutluluk ve refah
getirecek çok mübarek ve değerli bir şahıs olan Hz. Mehdi’nin
ortaya çıkışı yüzyıllardır İslam ümmeti tarafından beklenen
müjdeli bir olaydır. Nitekim rivayetlerde Hz. Mehdi’nin çıkış
alameti olarak bildirilen olayların pek çoğunun ardıardına
gerçekleşmesi, bu zuhurun yakın olduğunun açık bir göstergesidir.
Peygamber Efendimiz (sav)’in çok sayıdaki hadisinde, ismiyle,
vasıflarıyla ve yapacağı işlerle ayrıntılı olarak tarif edilen
Hz. Mehdi’nin geleceğine dair Kuran ayetlerinde de işari anlamlarda
çeşitli müjdeler vardır. Tüm bu bilgiler dikkatlice incelendiğinde
Mehdiyet konusunun tartışmaya yer bırakmayacak derecede kesinlik
gösterdiği akıl ve vicdan sahibi her insan tarafından kolaylıkla
anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursi’nin açıklamaları da, Kuran’da yer
alan işaretler ve Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle aynı
doğrultudadır. Ancak Bediüzzaman’ın eserlerinde kullandığı
“şahsı manevi” kavramı konusundaki yanlış anlaşılma Hz. Mehdi
için de söz konusudur. Rivayetlerden ve İslam alimlerinin
izahlarından Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi olmayacağı, fiziksel
özelliklerine, karakter ve ahlakına, nesebine kadar detaylı
olarak tarif edilmiş mübarek bir şahıs olacağı, açık ve net
bir biçimde anlaşılmaktadır. Ancak elbette ki Hz. Mehdi’nin
de kendisinden önceki tüm elçiler gibi bir şahsı manevisi
olacaktır. Hatta rivayetlerde bu şahsı manevinin bütün yeryüzünü
kaplayacağı bildirilmiştir. Fakat Hz. Mehdi’nin kendisi de
bizzat işin başında olacaktır. Dolayısıyla Hz. Mehdi’nin şahsı
manevisi de ona tabi olanlarla birlikte başlarında imam olarak
kendisidir. Nitekim Bediüzzaman’ın yazılarında da bu konuyu
net olarak açıklayan birçok izah bulunmaktadır. Bediüzzaman’ın
aşağıda yer alan sözlerinde Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi
değil, bir zatı temsil ettiğine dair açıklamaları, hiçbir
ihtilafa yer vermeyecek kadar açık ve nettir.
Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi için kullandığı “o zat” ya da “o şahıs”
gibi ifadeler, “şahsı manevi” kavramı konusundaki yanlış anlaşılmalara
açıklık getirmektedir.
1 Hem de o eşhasın (o şahısların) şahs-ı
manevîsine veya temsil ettikleri cemaate ait âsâr-ı azîmeyi
(fevkalade eserleri, izleri) o eşhasın (şahısların) zâtlarında
tasavvur ederek öyle tefsir etmişler ki, o eşhas-ı hârika
(harika şahıslar yani Hz İsa ve Hz. Mehdi) çıktıkları vakit
bütün halk onları tanıyacak gibi bir şekil vermişler.
(Sözler, sf. 343-344)
2 Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i
nuranîsine (Peygamberimizin nurani soyuna) bağlanan, ehl-i
velayet (velilerin) ve ehl-i kemalin (kamil iman sahiplerinin)
başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı
nuranî (nurlu bir şahıs), o Süfyan'ın şahs-ı manevîsi olan
cereyan-ı münafıkaneyi (münafıklık akımını) etkisiz hale getirip dağıtacaktır…
(Mektubat, sf. 56-57)
3 …Âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beyt'ten
(Peygamberimizin soyundan) olacak. (Şualar, sf. 442)
4 …O zât, o taifenin uzun tedkikatı (o
topluluğun u-zun araştırmaları, incelemeleri) ile yazdıkları
eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci
vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği (dayandığı)
kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd
(dayanışma) sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir
(öğrencilerdir). Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu
kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar. (Emirdağ Lâhikası-1,
sf. 266-267)
Bediüzzaman bu sözünde “o zat” diyerek hitap ettiği Hz. Mehdi’den
ayrı, cemaatinden ayrı olarak söz etmiştir.
5 … Ben de onlara demiştim: "Ben, kendimi
seyyid (Peygamberimiz’in soyundan) bilemiyorum. Bu zamanda
nesiller bilinmiyor. Halbuki âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i
Beyt'ten (Peygamberimiz’in ailesinden) olacaktır. (Emirdağ
Lâhikası-1, sf. 267)
6 O ileride gelecek acib bir şahsın (şaşılan
ve hayret uyandıran şahsın) bir hizmetkarı ve ona yer hazır
edecek bir dümdarı (önceden gelen takipçisi) ve o büyük kumandanın
pişdar bir neferi (öncü bir askeri) olduğumu zannediyorum.
(Barla Lahikası, sf. 162)
Bediüzzamanın bu izahları, Mehdi’nin bir şahsı manevi değil,
bir kişi olduğunun bir delilini oluşturmaktadır. Bediüzzaman
buradaki “acib bir şahıs” ifadesiyle Mehdi’nin bir şahıs olduğunu
açıkça belirtmektedir.
Ayrıca Üstad, Mehdi’nin “kumandanlık vasfına” da dikkat çekmektedir.
Bir şahsı manevinin kumandanlık sıfatı taşıması söz konusu
değildir.
Ayrıca Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi’nin üstleneceği
bu büyük görevde kendisinin de “bu acib şahsın” hizmetkarı
olabileceğini ifade ederken Hz. Mehdi’nin bir şahıs olduğunu
tekrar vurgulamaktadır.
7 Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında;
elbette en büyük bir müçtehid (içtihad eden büyük İslam alimi),
hem en büyük bir müceddid (her yüzyıl başında dini hakikatleri
devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük
İslam alimi, yenileyen, yenileyici), hem hâkim, hem mehdi,
hem mürşid (doğru yolu gösteren kişi), hem kutb-u a'zam (Müslümanların
kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük
mürşidi) olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zât da
Ehl-i Beyt-i Nebevîden (Peygamberimizin soyundan) olacaktır.
(Mektubat, sf. 411, 412, 441)
… bir müçtehid
… bir müceddid
… hâkim
… mehdi
… mürşid
… kutb-u a'zam
… bir zât-ı nuranî
-Bediüzzamanın bu sözünde kullandığı yukarıdaki vasıflar,
anlamlarından da anlaşılacağı gibi tek kişiye ait olacak özelliklerdir.
Ayrıca Üstad Hz. Mehdi’nin bir zat-ı nurani olduğundan bahsetmektedir.
Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi olduğunu vurgulamak
isteseydi burada “bir zat-ı nuraniden” değil, “şahsı manevi-i
nuraniden” bahsederdi. Ayrıca burada kullanılan “bir” kelimesi
bu konuyu açıklamaktadır. “Zat” ise zaten yine birlik ifade
eden bir kelimedir. Açıkça “bir zat” ifadesi kullanılmıştır;
“iki” ya da “birileri” denmemiştir.
Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi ve cemaatinin şahsı manevisinden
“ve” ifadesini kullanarak iki ayrı kavram olarak bahsetmesi,
bu konuya açıklık getiren bir başka delildir.
8 Tâ âhir zamanda, hayatın geniş dairesinde
asıl sahibleri, yâni Mehdi ve şâkirdleri (öğrencileri), Cenâb-ı
Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlendirir ve o tohumlar
sünbüllenir. (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, sf. 172) (Kastamonu
Lahikası, sf. 72)
Bediüzzaman burada da Hz. Mehdi ve şahsı manevinin ayrı kavramlar
olduğunu açıkça ifade etmektedir. Hz. Mehdi ve şakirtleri
olarak iki ayrı kavramdan bahsetmektedir; Hz. Mehdi’nin zatı
ve şakirtleri. Buradaki “ve” kelimesi bu konuya açıklık getirmektedir.
Bu ikisi birbirinden ayrıdır ve ikisinin biraraya gelmesinden
Hz. Mehdi’nin şahsı manevisi oluşmaktadır.
9 Hem bu üç vezaifi (vazifeleri) birden
bir şahısta, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel
olması ve birbirini cerhetmemesi (çürütmemesi) pek uzak, adeta
kabil (mümkün) görülmüyor. Ahir zamanda, Al-i Beyt-i Nebevi’nin
(asm) (Peygamberimiz’in soyunun) cemaat-i nuraniyesini (nurani
cemaatini) temsil eden Hazret-i Mehdi de ve cemaatindeki şahs-ı
manevi de ancak içtima edebilir (toplanabilir). (Kastamonu
Lahikası, sf. 139) (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 186)
Bu sözde de Hz. Mehdi ve cemaatinin şahsı manevisi yine “ve”
ifadesiyle birbirinden ayrılmıştır. Bu izahtan Hz. Mehdi ve
şahsı manevinin iki ayrı kavramı temsil ettiği anlaşılmaktadır.
Demek ki Hz. Mehdi ve şahsı mavnevisi iki ayrı konudur.
10 … Mehdi-i Âl-i Resul'ün temsil ettiği
kudsî cemaatinin şahsı manevîsinin üç vazifesi var.
(Emirdağ Lâhikası-1 sf. 265)
Bediüzzaman’ın bu sözünde ise Hz. Mehdi’nin cemaatinin şahsı
manevisinin yerine getireceği üç büyük vazifeden bahsedilmektedir.
Bu cemaatin şahsı manevisini temsil eden, başlarındaki kişi
de Hz. Mehdi’dir. Ama bu görevi, bu kudsi cemaatin şahsı manevisi
yerine getirmektedir. Bediüzzaman’ın bu açıklaması da yine
Hz. Mehdi’nin “şahsı manevisi”nin ve ”zatının” iki ayrı kavram
olarak ele alındığını göstermektedir.
Sonuç
Bediüzzaman'ın eserlerinde kullandığı “şahsı manevi” kavramı
konusundaki yanlış anlaşılmaya açıklık kazandıran bu izahlara
daha pek çok örnek vermek mümkündür. Ancak bunlardan sadece
birkaç tanesi bile, Hz. İsa’nın ve Hz. Mehdi’nin ahir zamanda
beraberlerindeki mümin topluluklarının şahsı manevisi ile
birlikte, onlara önderlik ederek zuhur edeceklerinin anlaşılması
için yeterlidir.
Bediüzzaman tüm bu sözlerinde “Hz. İsa ve cemaatinin şahsı
manevisi” ve “Hz. Mehdi ve onun cemaatinin şahsı manevisi”
olarak iki ayrı kavramdan bahsetmektedir. Bu “ikisinin biraraya
gelmesinden şahsı manevi kavramının oluştuğunu”, ancak bu
mübarek ve kutlu şahısların şahsı manevileriyle birlikte,
bizzat beraberlerindeki müminlere önderlik edeceklerini açıklamaktadır.
Üstad, Hz. Mehdi’nin, kendisinden önce gelip geçmiş halifeler,
emirler, hükümdarlar gibi cismani bir şahıs olacağını ve Resulullah
(sav)’in soyundan gelecek bir zat olarak zuhur edeceğini sözlerinde
pek çok defa açıkça ifade etmiştir.
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldığı gibi, “şahsı manevi”
kavramını, onun önderi olan, başındaki şahıstan ayrı, müstakil
ve bağımsız değerlendirmek büyük bir hata olur. Kuran’da bahsi
geçen tüm mümin topluluklarının başında bir elçi ya da bir
kumandan yer almaktadır. Ahir zamanda da Kuran ahlakının tüm
yeryüzüne hakim olması gibi dünya tarihinin çok müstesna bir
döneminde müminlerin başsız, kendi halinde bir topluluk olarak
kalmaları Kuran’da bildirilen adetullaha uygun değildir (en
doğrusunu Allah bilir).
Hz. İsa ahir zamanda yeryüzüne gelecek, müminlere önderlik
edecek ve Hz. Mehdi ile birlikte İslam’ın nurunun tüm insanları
aydınlatmasına vesile olacaklardır. Hz. Mehdi de bir şahsı
manevi olarak değil, bizzat gelip ahir zamanda Müslümanların
başına geçecek, onları Allah’ın izniyle içine düştükleri sıkıntı
ve zorluklardan kurtarıp huzur adalet nimet ve bolluğa kavuşturacaktır.
“... Hazret-i İsa Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı
manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil
eden Deccal'ı etkisiz hale getirir...” (Mektubat, sf. 6)
“...ancak hârika ve mu'cizatlı (mucizeler sahibi)
ve umumun makbulü (umumun kabul ettiği) bir zât olabilir ki:
O zât, en ziyade alâkadar ve ekser (birçok) insanların peygamberi
olan Hazret-i İsa Aleyhisselâm'dır...” (Şualar, sf. 463)
“…Âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beyt'ten
(Peygamberimizin soyundan) olacak. (Şualar, sf. 442)
“…Mehdi-i Âl-i Resul'ün temsil ettiği kudsî
cemaatinin şahs-manevîsinin üç vazifesi var. (Emirdağ Lâhikası-1
sf. 265)
“O ileride gelecek acib bir şahsın (şaşılan
ve hayret uyandıran şahsın) bir hizmetkarı ve ona yer hazır
edecek bir dümdarı (önceden gelen takipçisi) ve o büyük kumandanın
pişdar bir neferi (öncü bir askeri) olduğumu zannediyorum.”
(Barla Lahikası, sf. 162)
HZ. İSA VE HZ. MEHDi
KONUSUNDAKİ ŞAHSİ MANEVİ YANILGISI -2
makaleler
index >>>
|