KIYAMET SAATİ YAKINDIR
İnsanların büyük bir bölümü kıyamet günü hakkında
bilgi sahibidir. Hemen hemen herkes kıyamet saatinin dehşetinden
az veya çok haberdardır. Buna rağmen, insanların böylesine hayati
bir konuda gösterdikleri ortak bir tepki vardır; kıyamet üzerine
düşünmek veya konuşmak istemezler. Kıyamet saati geldiğinde yaşanacak
korkuyu akıllarına getirmemek için yoğun bir çaba sarf ederler.
Gazetede okudukları bir afet haberinin veya bir felaketi gösteren
bir filmin kendilerine kıyameti hatırlatmasına dahi tahammül edemezler.
Bu günün mutlaka karşılaşılacak olan büyük bir gerçek olduğunu düşünmekten
kaçınırlar. Bu konudan bahseden kişileri dinlemek, bu büyük günü
anlatan yazıları okumak istemezler. Bunlar, kıyamet düşüncesinin
neden olduğu korkudan kaçmak amacıyla geliştirdikleri yöntemlerden
bazılarıdır.
Çoğu insan da kıyamet saatinin gerçekleşeceğine
ciddi anlamda ihtimal vermez. Bunun bir örneğini Kehf Suresi'nde
anlatılan zengin bağ sahibinin ifadelerinde de görmekteyiz:
Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum.
Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı
bir sonuç bulacağım. (Kehf Suresi, 36)
Bu ifadelerde Allah'a inandığını söyleyen, fakat
kıyamet gerçeğini düşünmeyen, üstelik ayetlere zıt iddialar ileri
sürenlerin gerçek zihniyetleri gözler önüne serilmektedir.
Başka bir ayette de kıyamet saati ile ilgili
olarak kuşkuya kapılan, şüpheye düşen inkarcılardan şöyle söz edilmiştir:
"Gerçekten Allah'ın vaadi haktır, kıyamet-saatinde
hiçbir kuşku yoktur." denildiği zaman siz: "kıyamet-saati
de neymiş, biz bilmiyoruz; biz yalnızca bir zanda (ve tahmin) bulunup
zannediyoruz; biz kesin bir bilgiyle inanmakta olanlar değiliz."
demiştiniz. (Casiye Suresi, 32)
Bir kısım insanlar da kıyamet saatini bütünüyle
inkar ederler. Böyle bir tavır gösterenler ise Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
Hayır, onlar kıyamet-saatini yalanladılar;
Biz kıyamet-saatini yalan sayanlara çılgınca yanan bir ateş hazırladık.
(Furkan Suresi, 11)
Gerçeği öğrenmek amacıyla, bizlere yol gösterecek
tek kaynak olan Kuran'a baktığımızda apaçık bir gerçekle karşılaşırız.
Kıyamet hakkında kendini kandıran insanlar büyük bir hata yapmaktadırlar.
Çünkü Allah ayetlerinde, kıyamet saatinin yakın olduğunu ve bu konuda
hiçbir şüpheye yer olmadığını haber vermektedir:
Gerçek şu ki kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir,
onda şüphe yoktur... (Hac Suresi, 7)
Biz gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakileri
hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o
kıyamet-saati de yaklaşarak-gelmektedir... (Hicr Suresi, 85)
Şüphesiz kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir,
bunda hiçbir kuşku yok... (Mümin Suresi, 59)
Kuran'ın kıyamet ile ilgili mesajının üzerinden
1400 sene kadar uzun süre geçtiğini, bu sürenin de bir insanın hayatına
kıyasla uzun olduğunu düşünenler olabilir. Ancak burada söz konusu
olan, Dünya'nın, Güneş'in, yıldızların, kısacası tüm kainatın sonudur.
Evrenin milyarlarca senelik geçmişi göz önüne alındığında, on dört
yüzyıllık bir zaman diliminin çok kısa olduğu kesindir.
Yakın tarihimizin büyük İslam alimi Bediüzzaman
Said Nursi de benzer bir soruya hikmetli bir teşbih ile şöyle cevap
vermiştir:
Kuran,
"kıyamet yakındır" ferman ediyor. Bu
kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına zarar vermez.
Zira kıyamet dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nispeten bin veya
iki bin sene, bir seneye nispetle bir iki gün veya bir iki dakika
gibidir. Kıyamet saati yalnız insaniyetin eceli değil ki onun ömrüne
nispet edilip uzak görülsün.1
KIYAMETİN ALAMETLERİ OLDUĞU
KURAN'DA BİLDİRİLMİŞTİR
Kainatın, mikroorganizmalardan insanlara kadar
içindeki tüm canlılar, yıldızlar ve galaksilerle birlikte ortadan
kaldırılacağı zaman ayetlerde "saat" olarak ifade edilir.
Bu "saat" herhangi bir saat değildir; Kuran'da "kıyamet
vakti" anlamında kullanılan belirli ve özel bir saattir.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki kainatı bekleyen
kaçınılmaz sonun, her dönemde merak uyandıran bir konu olduğu ayetlerden
anlaşılmaktadır. Ayetlerde, insanların Peygamberimiz (sav)'e kıyamet
saatinin ne zaman geleceğini sorduğu şöyle bildirilmektedir:
Saatin (kıyametin) ne zaman demir atacağını
(gerçekleşeceğini) sorarlar. (Araf
Suresi, 187)
"O ne zaman demir
atacak?" diye sana kıyamet-saatini soruyorlar. (Naziat
Suresi, 42)
Peygamberimiz (sav)'e bu soruya "Onun
ilmi yalnızca Rabbimin katındadır." (Araf Suresi, 187)
şeklinde cevap vermesi emredilmiş, böylece kıyametin zamanını sadece
Allah'ın bildiği ifade edilmiştir. Bu ayetten, kıyametin ne zaman
gerçekleşeceğinin bilgisinin insanlardan saklandığı anlaşılmaktadır.
Kuşkusuz sonsuz ilim sahibi olan Rabbimizin
kıyamet saatini gizli tutmasının hikmetleri vardır. Örneğin böylece
her yüzyılda yaşayan insanların "kıyamet-saatinden
içleri titremekte olanlar" (Enbiya Suresi, 49) gibi
hareket etmeleri istenmektedir. Yine insanların, kıyamet gününün
azabı ve dehşeti apansız gelmeden önce, Allah'ın azametini ve sınırsız
kudretini düşünmeleri ve O'nun dışında sığınılacak bir yer olmadığını
anlamaları istenmektedir. Eğer kainatın ölüm vakti tam olarak bilinseydi,
bu dönemden önce yaşayanlar kıyameti derin bir şekilde düşünme gereği
hissetmeyecekler, ayetlerde tasvir edilen kıyamet olaylarına duyarsız
yaklaşacaklardı.
Ancak belirtmek gerekir ki, kıyamet saati hakkında
bilgi veren birçok ayet bulunmaktadır. Konuyla ilgili diğer ayetleri
incelediğimizde önemli bir gerçekle karşılaşırız. Kuran'da kıyamet
için bir tarih açıklanmaz, fakat kıyamet öncesinde ortaya çıkacak
alametler haber verilir. Bir ayette kıyametin birçok işaretinin
bulunduğu şöyle bildirilir:
Artık onlar, kıyamet-saatinin kendilerine
apansız gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar? İşte onun işaretleri
gelmiştir. Fakat kendilerine geldikten sonra öğüt alıp-düşünmeleri
onlara neyi sağlar? (Muhammed Suresi, 18)
Bu ayette, öncelikle, geleceği bildirilen kıyametin
alametlerinin Kuran'da yer aldığı anlaşılmaktadır. Bu "büyük
haber"in işaretlerini anlamak için yapmamız gereken ayetler
üzerinde düşünmektir. Aksi takdirde, ayette bildirildiği gibi, kıyamet
anı geldikten sonra düşünmenin bir faydası olmayacaktır.
KIYAMETİN YAKIN OLDUĞU KURAN'DA
AÇIKÇA HABER VERİLMİŞTİR
Allah ayetlerinde, kıyamet saatinin yakın olduğunu
ve bu konuda hiçbir şüpheye yer olmadığını haber vermektedir:
Gerçek şu ki kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir,
onda şüphe yoktur... (Hac Suresi, 7)
Biz gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakileri
hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o
kıyamet-saati de yaklaşarak-gelmektedir... (Hicr Suresi, 85)
Kuran'ın kıyamet ile ilgili mesajının üzerinden
1400 sene kadar uzun süre geçtiğini, bu sürenin de bir insanın hayatına
kıyasla uzun olduğunu düşünenler olabilir. Ancak burada söz konusu
olan, Dünya'nın, Güneş'in, yıldızların, kısacası tüm kainatın sonudur.
Evrenin milyarlarca senelik geçmişi göz önüne alındığında, on dört
yüzyıllık bir zaman diliminin çok kısa olduğu kesindir.
Yakın tarihimizin büyük İslam alimi Bediüzzaman
Said Nursi de benzer bir soruya hikmetli bir teşbih ile şöyle cevap
vermiştir:
“Kuran,
"kıyamet yakındır" ferman ediyor. Bu kadar sene geçtikten
sonra gelmemesi, yakınlığına zarar vermez. Zira kıyamet dünyanın
ecelidir. Dünyanın ömrüne nispeten bin veya iki bin sene, bir seneye
nispetle bir iki gün veya bir iki dakika gibidir. Kıyamet saati
yalnız insaniyetin eceli değil ki onun ömrüne nispet edilip uzak
görülsün.” 2
TOPLUMLARIN HELAK EDİLMEDEN ÖNCE KUTSAL BİR KİTAP
GÖNDERİLEREK UYARILMASI "ALLAH'IN SÜNNETİ"DİR
Biz, kendisi için bilinen (takdir edilmiş)
bir Kitap olmaksızın hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmadık. (Hicr Suresi,
4)
Tarih boyunca Allah, yıkıma uğrayan her topluma
önce, onları doğru yola davet eden bir kitap indirmiştir. Buna rağmen
isyan ve azgınlığa devam edenler, kendileri için belirlenmiş süreleri
dolduğunda helak edilmiş, gelecek nesiller için ibret konusu olmuşlardır.
Allah'ın bu kanununu düşündüğümüzde bazı önemli sırlar ortaya çıkmaktadır.
Kıyamet, dünya üzerindeki tüm toplumların başına
gelecek son felakettir. Kuran insanların öğüt alıp düşünmesi için
indirilen İlahi kitapların sonuncusudur ve kıyamete kadar tek yol
gösterici olarak kalacaktır. Ayetlerdeki ifadeyle; "...
O (Kuran) alemlere bir öğüt ve hatırlatmadan başkası değildir."
(Enam Suresi, 90) Kuran'ın sadece belirli bir
zamana ve mekana hitap ettiğini zanneden insanlar ise derin bir
gaflet içindedir, çünkü Kuran, tüm "alemler" için ortak
bir çağrıdır.
Peygamberimiz (sav) döneminden beri Kuran hakikatleri
tüm dünyaya tebliğ edilmektedir. Özellikle içinde yaşadığımız çağ
tarihte benzeri görülmedik teknolojik gelişmeler sayesinde, Kuran'ın
emirlerinin tüm insanlığa duyurulabildiği bir dönemdir. Bugün bilim,
eğitim, ulaşım ve iletişim alanlarındaki gelişmeler en uç noktaya
varmak üzeredir. Özellikle bilgisayar ve internet teknolojileri
sayesinde dünyanın dört bir yanındaki insanlar saniyeler içinde
birbirleriyle konuşabilmekte, bilgilerini paylaşabilmekte ve iletişim
kurabilmektedir. Bilim ve teknoloji devrimi tüm dünya ülkelerini
birleştirmekte; "küreselleşme", "dünya vatandaşlığı"
gibi ifadeleri söz dağarcığımıza kazandırmaktadır. Kısacası tüm
dünyadaki insanları birbirinden ayıran bütün engeller hızla ortadan
kalkmaktadır.
Bu gerçekler ışığında rahatlıkla şunu söylemek
mümkündür: Yaşadığımız "Bilgi Çağı"nda Allah, her türlü
teknolojik gelişmeyi hizmetimize vermiştir. Müslümanların üzerine
düşen sorumluluk da, Allah'ın sunduğu bu imkanları en güzel ve faydalı
şekilde kullanmak, dünyanın ayak basılan her noktasında insanları
Kuran ahlakına davet etmektir.
ALLAH, ELÇİ GÖNDERMEDİĞİ
TOPLUMU YIKIMA UĞRATMAYACAĞINI VAAT ETMİŞTİR
Senin Rabbin, 'ana yerleşim merkezlerine'
onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma
uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını
da yıkıma uğratıcı değiliz. (Kasas Suresi, 59)
... Biz bir elçi gönderinceye
kadar (hiçbir topluma) azap edecek değiliz. (İsra
Suresi, 15)
Kendisi için bir uyarıcı
olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz. (Onlara)
Hatırlatma (yapılmıştır). Biz zulmedici değiliz. (Şuara
Suresi, 208-209)
Ayetlerde bildirildiği gibi, Allah toplumların
merkezi yerleşim birimlerine uyarıcı-korkutucu olarak elçilerini
gönderir. Bu elçiler de insanlara Allah'ın emirlerini bildirirler.
Ancak inkarcı toplumlar her dönemde kendilerini uyaran elçileri
alayla karşılar, yalancılık, çıkarcılık, delilik gibi çeşitli iftiralarla
onları suçlarlar. Ahlaksızlık ve azgınlıklarına devam eden bu toplumları
Allah hiç beklemedikleri bir anda büyük bir felaket ile helak etmektedir.
Nuh, Lut, Ad, Semud halklarının ve Kuran'da bahsi geçen diğer kavimlerin
ibret verici yıkımları söz konusu helaka birer örnektir.
Ahzab Suresi'nin 40. ayetinde haber verildiği
gibi, Peygamberimiz (sav) son peygamberdir. Hz. Muhammed, "...
Allah'ın Resulü (elçisi) ve peygamberlerin (nebilerin) sonuncusudur."
(Ahzap Suresi, 40) Başka bir ifadeyle, Hz. Muhammed
ile Allah'ın insanlığa gönderdiği vahiyler tamamlanmıştır. Buna
karşın Peygamberimiz (sav)'in tebliğ ettiği Kuran'ın anlatılması
ve hatırlatılması anlamındaki sorumluluk, kıyamete kadar tüm Müslümanlar
için sürmektedir.
İSLAM AHLAKI YERYÜZÜNDE HAKİM
OLACAKTIR
Allah, şirk koşmadan katıksız olarak Kendisine
kulluk eden, O'nun rızasını kazanmaya yönelik hayırlı işler yapan
müminleri "güç ve iktidar sahibi" yapacağını müjdelemektedir:
Allah içinizden iman edenlere
ve salih amellerde bulunanlara vaat etmiştir. Hiç şüphesiz onlardan
öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde
'güç ve iktidar sahibi' kılacak; kendileri için seçip beğendiği
dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları
korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar yalnızca bana
ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra
inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi,
55)
Hak dini içtenlikle yaşayan salih kulların yeryüzüne
mirasçı kılınmasının İlahi bir kanun olduğu da ayetlerde şöyle bildirilir:
Andolsun, Biz Zikir'den sonra Zebur'da da
"Şüphesiz Arz'a salih kullarım varis olacaktır" diye yazdık.
(Enbiya Suresi, 105)
"Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka
yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana
ait (bir ayrıcalıktır)." (İbrahim Suresi, 14)
Andolsun, sizden önceki nesilleri, resulleri
kendilerine apaçık deliller getirdiği halde, zulmettikleri ve iman
etmeyecek oldukları için yıkıma uğrattık. İşte Biz, suçlu-günahkar
olan bir topluluğu böyle cezalandırırız. Sonra, nasıl yapıp-davranacaksınız
diye gözlemek için, onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık.
(Yunus Suresi, 13-14)
Musa kavmine: "Allah'tan yardım dileyin
ve sabredin. Gerçek şu ki arz Allah'ındır; ona kullarından dilediğini
mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir." dedi. Dediler
ki: "Sen bize gelmeden önce de geldikten sonra da eziyete uğratıldık."
(Musa) "Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri
yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı
gözleyecek." dedi. (Araf Suresi, 128-129)
Allah yazmıştır: "Andolsun, Ben galip
geleceğim ve elçilerim de." Gerçekten Allah, en büyük kuvvet
sahibidir, güçlü ve üstün olandır. (Mücadele Suresi, 21)
Yukarıdaki ayetlerde verilen müjde ile birlikte
Allah, müminlere çok önemli bir vaatte daha bulunmaktadır. İslam
dininin bütün dinlere üstün kılınmak için insanlığa gönderildiği
Kuran'da şöyle bildirilir:
Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar.
Oysa kafirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını
istemiyor. Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere
üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur.
(Tevbe Suresi, 32-33)
Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek
istiyorlar. Oysa Allah, kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş
görmese bile. Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur.
Öyle ki onu (hak din olan İslam'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır;
müşrikler hoş görmese bile. (Saf Suresi, 8-9)
Hiç kuşkusuz Allah, vaadinin gerçekleşeceğinde
şüphe olmayan ve vaadinden dönmeyendir. Sapkın felsefeleri, çarpık
ideolojileri ve batıl din anlayışlarını ortadan kaldıracak, insanları
karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan güzel ahlak İslam ahlakıdır.
Yukarıdaki ayetlerde vurgulandığı gibi, inkarcıların ve müşriklerin
bu büyük olayı engelleyebilmesi ise söz konusu değildir.
İslam ahlakının tam anlamıyla yaşanacağı bu
dönem sevginin, fedakarlığın, yardımlaşmanın, dürüstlüğün, sosyal
adaletin, güven ve huzurun hakim olacağı bir zaman olacaktır. Cennet
benzeri özellikleri nedeniyle Altınçağ olarak adlandırılan böyle
bir dönem bugüne kadar yaşanmamıştır. Bu kutlu dönem kıyamet öncesinde
yaşanacaktır; şu an Allah'ın takdir ettiği zamanı beklemektedir.
HZ. İSA'NIN YERYÜZÜNE DÖNÜŞÜ
KURAN'DA HABER VERİLMİŞTİR
Allah, inkarcıların Hz. İsa'yı öldürmelerine
izin vermemiş, onu Kendi katına yükseltmiştir. Ve tekrar kıyamet
öncesinde yeryüzüne döneceğini insanlara müjdelemiştir. Hz. İsa'nın
yeryüzüne dönüşü ile ilgili olarak Kuran'da verilen haberlerden
bazıları şöyledir:
-
Kuran'da Hz. İsa’nın yeryüzüne dönüşünün kıyamet için bir işaret
olduğuna dair şöyle bir bilgi verilmektedir:
Şüphesiz o (Hz. İsa) kıyamet-saati için bir
ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiçbir kuşkuya kapılmayın
ve bana uyun. Dosdoğru yol budur. (Zuhruf Suresi, 61)
Hz. İsa'nın Kuran'ın indirilişinden altı yüzyıl
önce yaşadığını biliyoruz. O halde yukarıdaki ayette bildirilen,
onun ilk hayatının değil ahir zamandaki dönüşünün kıyamet için bir
bilgi kaynağı olacağıdır. Hz. İsa'nın ikinci gelişi hem Hıristiyan
hem de İslam dünyasında sabırsızlıkla beklenmektedir. Bu kutlu misafirin
yeryüzünü şereflendirmesiyle de çok önemli bir kıyamet alameti daha
tecelli etmiş olacaktır.
-
İsa Peygamberi öldürmek için tuzak kuran inkarcıların onu kesinlikle
öldüremedikleri bir ayette şöyle vurgulanır:
Ve : "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu
Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara
böyle bir ceza verdik) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama
onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa
düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan
başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.
(Nisa Suresi, 157)
-
Hz. İsa'nın ölmediği insanların yaşadığı boyuttan alınarak, Allah
katına yükseltildiği ayette şöyle bildirilir:
Hayır; Allah onu kendine yükseltti. Allah
üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 158)
-
Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde, Hz. İsa'ya uyanların kıyamete
kadar inkara sapanların üstüne geçirileceği haber verilmektedir.
Günümüzden 2000 yıl kadar önce Hz. İsa'ya tabi
olan havarilerin hiçbir siyasi güce sahip olmadıkları tarihi bir
gerçektir. Bu dönem ile günümüz arasında yaşayan ve kendilerini
Hıristiyan olarak adlandıranların ise başta teslis (üçleme) olmak
üzere pek çok sapkın inancı savundukları, dolayısıyla gerçek anlamda
İsevi olarak tabir edilemeyecekleri de açıktır. Çünkü Kuran'ın birçok
ayetinde teslise inananların inkara saptıkları ifade edilir. O halde
kıyamet saati öncesindeki bir dönemde, inkarcılara üstün gelecek
gerçek İseviler ortaya çıkacak Al-i İmran Suresi'ndeki İlahi vaat
de böylece tecelli edecektir. Kuşkusuz müjdelenmiş bu topluluk,
Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşüyle kendini gösterecektir.
-
Kuran'da verilen bir diğer bilgi de Hz. İsa'nın ölümünden önce tüm
Ehli Kitap'ın kendisine iman edeceği şeklindedir:
Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona
(Hz. İsa'ya) inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o (Hz. İsa)
da onların aleyhine şahit olacaktır. (Nisa Suresi, 159)
Bu ayetten açıkça anlaşılmaktadır ki, Hz. İsa
ile ilgili olarak henüz gerçekleşmemiş olan üç İlahi vaat vardır.
İlk olarak, İsa Peygamberin her insan gibi yaşadıktan sonra öleceği
bildirilmektedir. İkinci vaat, tüm Ehli Kitap'ın onu cismani olarak
göreceği ve ona yaşarken itaat edeceğidir. Şüphesiz söz konusu bu
iki haber de Hz. İsa'nın kıyamet öncesindeki gelişinde gerçekleşecek
olaylardır. Ayetteki üçüncü haber olan Hz. İsa'nın Ehli Kitap hakkındaki
şahitliği de kıyamet gününde gerçekleşecektir.
-
Kuran'da Hz. İsa'nın ölümünü açıklayan bir diğer ayet ise Meryem
Suresi'nde geçmektedir.
"Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim
gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." (Meryem
Suresi, 33)
Bu ayet Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetiyle birlikte
incelendiğinde çok önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Al-i İmran
Suresi'ndeki ayette Hz. İsa'nın Allah katına yükseltildiği ifade
edilmektedir. Bu ayette ölme ya da öldürülme ile ilgili bir bilgi
verilmemektedir. Ancak Meryem Suresi'nin 33. ayetinde Hz. İsa'nın
öleceği günden bahsedilmektedir. Bu ikinci ölüm ise ancak Hz. İsa'nın
ikinci kez dünyaya gelişi ve bir süre yaşadıktan sonra, vefat etmesiyle
mümkün olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)
-
Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşüne işaret eden bir diğer ayet şöyledir:
Ona (Hz. İsa'ya) kitabı, hikmeti, Tevrat'ı
ve İncil'i öğretecek. (Al-i İmran Suresi, 48)
Bu ayette geçen "kitap" kelimesinin
neyi ifade ettiğini anlamak için konuyla ilgili diğer Kuran ayetlerine
baktığımızda şunu görürüz: Tevrat ve İncil ile birlikte aynı ayette
kullanılması halinde kitap, Kuran anlamını ifade etmektedir; Al-i
İmran Suresi'nin 3. ayeti buna bir örnek olarak verilebilir. Bu
durumda, 48. ayetteki Hz. İsa'nın öğreneceği bildirilen kitap da
ancak Kuran olabilir. İsa Peygamberin bundan yaklaşık 2000 sene
önceki yaşamında, Tevrat ve İncil üzerine bilgi sahibi olduğu bilinmektedir.
Kuran'ı öğrenmesinin ise yeryüzüne yeniden gelişinde gerçekleşeceği
açıktır.
- Al-i İmran Suresi'nin 59. ayetindeki "şüphesiz,
Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir" ifadesi
de oldukça dikkat çekicidir. Bu ayette iki peygamber arasındaki
bazı benzerliklere dikkat çekilmiş olabilir. Bilindiği gibi, hem
Hz. Adem hem de Hz. İsa babasızdır. Ayrıca yukarıdaki ayette, Hz.
Adem'in cennetten yeryüzüne indirilmesi Hz. İsa'nın ahir zamanda
Allah katından yeryüzüne indirilmesine de benzetilmiş olabilir.
- Hz. İsa'nın tekrar dünyaya geleceği ile ilgili
bir başka delil ise Maide Suresi 110. ayette ve Al-i İmran Suresi
46. ayette geçen "kehlen" kelimesidir. Ayetlerde şu şekilde
buyurulmaktadır:
Allah şöyle diyecek: "Ey Meryemoğlu
İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs
ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla
konuşuyordun…" (Maide Suresi, 110)
"Beşikte de, yetişkinliğinde (kehlen)
de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir." (Al-i İmran
Suresi, 46)
Bu kelime Kuran'da sadece yukarıdaki iki ayette
ve sadece Hz. İsa için kullanılmaktadır. Hz. İsa'nın yetişkin halini
ifade etmek için kullanılan "kehlen" kelimesinin anlamı
"otuz ile elli yaşları arasında, gençlik devresini bitirip
ihtiyarlığa ayak basan, yaşı kemale ermiş kimse" şeklindedir.
Bu kelime İslam alimleri arasında ittifakla "35 yaş sonrası
döneme işaret ediyor" şeklinde çevrilmektedir.
Hz. İsa'nın genç bir yaş olan
otuz yaşının başlarında göğe yükseldiğini, yeryüzüne indikten sonra
kırk yıl kalacağını ifade eden ve İbn Abbas'tan rivayet edilen hadise
dayanan İslam alimleri, Hz. İsa'nın yaşlılık döneminin, tekrar dünyaya
gelişinden sonra olacağını, dolayısıyla bu ayetin, Hz. İsa'nın nüzulüne
(yeniden yeryüzüne gelişine) dair bir delil olduğunu söylemktedirler.3
Burada önemli bir konuyu daha hatırlatmakta
yarar vardır: Hz. Muhammed Allah'ın insanlara gönderdiği son peygamberdir.
Allah Peygamberimiz (sav)'e Kuran'ı vahyetmiş ve kıyamete kadar
tüm insanları Kuran'a uymaktan sorumlu tutmuştur. Hz. İsa da ahir
zamanda bir mucize olarak dünyaya gelecek, ancak Peygamberimiz (sav)'in
de bildirdiği gibi, yeni bir din getirmeyecektir. Peygamberimiz
(sav) tarafından insanlığa öğretilen hak din Kuran'da bildirilen
İslam dinidir ve Hz. İsa da yeryüzüne ikinci gelişinde Kuran'a tabi
olacaktır.
(Hz. İsa’nın ahir zamanda yeryüzüne dönüşü
ile ilgili Kuran’dan diğer deliller, Peygamberimiz (sav)'in hadisleri
ve İslam alimlerinin açıklamaları için, sitemizde yer alan Hz.
İsa Ahir Zamanda Yeryüzüne Dönecektir bölümüne bakabilirsiniz.)
AY'IN YARILMASI BİR KIYAMET ALAMETİDİR
Kuran'ın 54. Suresi'nin adı olan "Kamer"in
Türkçe karşılığı "Ay"dır. Bu surenin büyük bir bölümünde,
kendilerine gönderilen peygamberlerin "uyarılarını yalanlayan"
Nuh, Ad, Semud ve Lut halkının, Firavun ve çevresinin başlarına
gelen yıkımlar anlatılır. Aynı zamanda birinci ayette kıyamet vakti
ile ilgili çok önemli bir mesaj verilir:
Saat (kıyamet saati) yakınlaştı ve Ay yarıldı.
(Kamer Suresi, 1)
Ayette kullanılan "yarmak" fiilinin
Arapça karşılığı "şakka"dır. Bu kelimenin Arapçada farklı
anlamları bulunmaktadır. Bazı Kuran tefsirlerinde "ikiye yarılmak"
manası tercih edilmektedir. Bununla birlikte, "şakka"
kelimesi Arapçada "toprağı sürme, toprağı kazma" anlamlarında
kullanılmaktadır.
İkinci anlamına örnek olarak, Abese Suresi'nin
26. ayetinde geçen kullanımını verebiliriz:
Biz, şüphesiz, suyu akıttıkça akıttık. Sonra
yeri yardıkça yardık. Böylece onda taneler bitirdik, üzümler, yoncalar,
zeytinler, hurmalar. (Abese Suresi, 25-29)
Açıkça görüldüğü gibi, bu ayetteki "şakka"
ifadesi "yerin ikiye yarılması" manasında değil, "çeşitli
bitkilerin yetişmesi için toprağın sürülerek yarılması" anlamında
kullanılmıştır.
İşte tam bu noktada, 1969 yılına geri döndüğümüzde
Kuran'ın çok büyük bir mucizesiyle karşılaşmaktayız. Kamer Suresi'nde
on dört yüzyıl öncesinden haber verilen ayet, 20 Temmuz 1969'da
Ay yüzeyinde yapılan çalışmalar ile gerçekleşmiştir. Amerikalı astronotların
Ay'a ayak basarak, Ay toprağı üzerinde bilimsel araştırmalar yapmaları,
taş ve toprak örnekleri toplamaları ayın yarılması ayetindeki ifadelere
tam olarak uymaktadır.
Ay'ın
keşfi, "Bir insan için küçük bir adım, insanlık için büyük
bir atılım" sloganıyla özdeşleşmiştir. Bu tarihi gezi uzay
araştırmalarında bir dönüm noktasıdır; kameralar aracılığıyla belgelenmiş
ve o tarihten bu yana yaşayan insanların seyrettikleri bir olay
olmuştur. Kamer Suresi'nin ilk ayetinde bildirildiği gibi, bu büyük
olay aynı zamanda bir kıyamet alametidir; dünyanın kıyamet öncesi
son zaman diliminde olduğunun bir belirtisidir. (En doğrusunu Allah
bilir.)
Son olarak şunu da belirtelim ki, sözü edilen
alameti haber veren ayetlerin devamında çok önemli bir ihtar vardır.
Bu ayetlerde, Allah katından gelen işaretlerin insanları gaflet
ve hatalarından döndürecek büyük fırsatlar olduğu, bu uyarıları
gördükleri halde yalanlayanların "ne tanınmış-ne görülmüş"
bir gün olarak tanıtılan kıyamet günü diriltildiklerinde pişman
olacakları hatırlatılmaktadır:
Saat (kıyamet saati) yakınlaştı ve Ay yarıldı.
Onlar bir ayet (mucize) görseler, sırt çevirirler
ve "(Bu) süregelen bir büyüdür" derler.
Yalanladılar ve kendi hevalarına (istek ve
tutkularına) uydular; oysa her iş 'sonunda kendi amacına varıp karar
kılacaktır.'
Andolsun, onlara (kendilerini şirkten ve
bozulmalardan) caydırıp vazgeçirtecek nice haberler geldi.
(Ki her biri) Doruğunda-olgunlaşmış hikmettir.
Fakat uyarmalar bir yarar sağlamıyor.
Öyleyse sen onlardan yüz çevir. O çağrıcının
'ne tanınmış, ne görülmüş' bir şeye çağıracağı gün…
Gözleri 'zillet ve dehşetten düşmüş olarak',
sanki yayılan çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar.
Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak
koşarlarken, kafirler derler ki: "Bu, zorlu bir gün".
(Kamer Suresi, 1-8)
KURAN'DA BİLDİRİLEN "DABBE"NİN
ÇIKIŞI KIYAMET
ALAMETLERİNDEN BİRİDİR
O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden
bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların bizim ayetlerimize kesin bir
bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler. (Neml Suresi, 82)
Kuran'da "dabbe"den bahsedilen Neml
Suresi'nin 82. ayetinde "o sözün insanların başına geldiği"
bir döneme işaret edilmektedir. Bu ayeti ve dabbe kelimesi ile neyin
kastedildiğini tam olarak anlayabilmek için "o söz" kelimesinin
Kuran'da ne şekilde kullanıldığının üzerinde düşünmek gerekmektedir.
"O söz" kelimesinin Arapçadaki karşılığı
"kavl"dir ve Kuran'da "anlaşma ve söz" anlamlarında
kullanılmaktadır. Bu iki anlamın dışında aynı kelimenin "görüş,
inanç, düşünce ve akide" gibi anlamları da bulunmaktadır.
Kavl kelimesi bazı ayetlerde müminlerin güzel
ve maruf sözleri, insanlara yaptıkları tebliğ ve konuşmalar anlamında
kullanılmaktadır. Örneğin Allah müminlere
"Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan
daha hayırlıdır..." (Bakara Suresi, 263) şeklinde buyurmaktadır.
Bir diğer ayette ise yetimlere ve yoksullara
"... güzel (maruf) söz..." (Nisa Suresi, 8) söylenilmesini
emretmektedir.
Bu anlamının yanı sıra, "kavl" kelimesi
ayetlerde doğrudan Kuran anlamında da kullanılmaktadır. Allah'ın
Hz. Muhammed aracılığıyla insanlara indirdiği hikmetli sözleri birçok
ayette "söz" kelimesiyle ifade edilmektedir. Bu ayetlerden
bazıları şu şekildedir:
Şüphesiz o (Kur'an), ayırdeden bir sözdür.
(Tarık Suresi, 13)
Şüphesiz o (Kur'an), üstün onur sahibi bir
elçinin gerçekten (Allah'tan getirdiği) sözüdür. (Tekvir Suresi,
19)
O (Kur'an) da kovulmuş şeytanın sözü değildir.
(Tekvir Suresi, 25)
Onlar, yine de o sözü (Kur'an'ı) gereği gibi
düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir
şey mi geldi? (Müminun Suresi, 68)
Hiç şüphesiz o (Kur'an), şerefli bir elçinin
kesin sözüdür. O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz?
Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz? (Hakka
Suresi, 40-42)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi "kavl"
kelimesi bazı ayetlerde Kuran'ı -Allah'ın sözünü- tanımlamak için
kullanılmaktadır.
"Kavl" kelimesi Secde Suresi'nin 13.
ayetinde Allah'ın sözünün -vaadinin- gerçekleşmesi olarak kullanılmaktadır:
Eğer biz dilemiş olsaydık, her bir nefse
kendi hidayetini verirdik. Fakat Benden çıkan şu söz gerçekleşecektir:
"Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan (İnkar edenlerle)
tamamıyla dolduracağım." (Secde Suresi, 13)
Saffat Suresi'nin 31. ayetinde ise söz kelimesi
Allah'ın yıkımı ve azabı olarak ifade edilmiştir:
“Böylece Rabbimizin sözü (yıkım ve azab va'di)
üzerimize hak oldu. Şüphesiz, (azabı) tadıcılarız.” (Saffat Suresi,
31)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi Allah'ın
vaat ettiği sözü, cehennemin inkar eden insan ve cinlerle tamamen
doldurulması, azabın insanlar üzerine hak olmasıdır. "O söz"
gerçekleştiğinde inkar edenler sonsuz cehennem azabıyla karşılaşacaklardır.
"Söz" kelimesinin vaat anlamında kullanıldığı diğer ayetler
ise şu şekildedir:
Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman,
onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle
onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur
da, onu kökünden darmadağın ederiz. (İsra Suresi, 16)
Böylelikle biz ona: "Gözetimimiz altında
ve vahyimizle gemi yap. Nitekim bizim emrimiz gelip de tandır kızışınca,
onun içine her (tür hayvandan) ikişer çift ile, içlerinden aleyhlerine
söz geçmiş (azab gerekmiş) onlar dışında olan aileni de alıp koy;
zulmedenler konusunda Bana muhatap olma, çünkü onlar boğulacaklardır"
diye vahyettik. (Müminun Suresi, 27)
Üzerlerine (azab) sözü hak olanlar derler
ki: "Rabbimiz, işte bizim azdırıp-saptırdıklarımız bunlar;
kendimiz azıp saptığımız gibi, onları da azdırıp saptırdık... (Kasas
Suresi, 63)
Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak
olmuştur; artık inanmazlar. (Yasin Suresi, 7)
(Kur'an,) Diri olanları uyarıp korkutmak
ve kafirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir). (Yasin
Suresi, 70)
... Cinlerden ve insanlardan kendilerinden
önce gelip-geçmiş ümmetlerde (yürürlükte tutulan azab) sözü onların
üzerine hak oldu. Çünkü onlar, hüsrana uğrayan kimselerdi. (Fussilet
Suresi, 25)
İşte bunlar, cinlerden ve insanlardan kendilerinden
evvel gelip-geçmiş ümmetler içinde (azab) sözü üzerlerine hak olmuş
kimselerdir. Gerçekten onlar, ziyana uğrayanlardır. (Ahkaf Suresi,
18)
Zulmetmelerine karşılık, söz, kendi aleyhlerine
gelmiş bulunmaktadır, artık konuşmazlar. (Neml Suresi, 85)
Ayetlerde de görüldüğü Allah'ın sözü tüm inkar
edenler için "büyük bir helak ve sonsuz bir azap"tır.
Üzerine "söz hak olmuş" olan kimseler için bir kurtuluş,
çıkış ya da kaçış yolu yoktur. Onlar hem dünyada hem de ahirette
büyük bir azaba uğrayacak, bu azaptan hiçbir şekilde uzaklaşamayacaklardır.
Çünkü bu, Allah'ın vaadidir ve Allah vaadinden dönmez.
Buraya kadar incelediklerimizden Allah'ın sözünün
sonsuz azabın başlayışına, dolayısıyla kıyamet gününe baktığı anlaşılmaktadır.
O gün Allah'ın sözü inkar edenler üzerine hak olacak ve onlar büyük
bir helak ile azaba uğrayacaklardır.
Kıyametin gelişi ise pek çok alametle anlaşılacaktır.
İşte ahir zamanda meydana gelecek olan bu alametlerden biri de Neml
Suresi'nde bildirilen "dabbe"nin çıkışıdı.
Kuran'da Dabbetü'l-Arz
Dabbe: Hayvan, canlı. "Debbe" kökünden
türemiş bir isimdir. "Debbe" hafif yürüme, debelenme demektir.
Hayvanlar ve haşereler için kullanılır. Bunun yanı sıra içkinin
bedene yayılması ve bir çürüklüğün etrafına sirayeti gibi hareketi
gözle fark edilemeyen şeyler için de kullanılır.
Kuran'da "Dabbe" kelimesinin geçtiği
pek çok ayet vardır, ancak ahir zamanda gerçekleşen bu özel olayı
anlatan tek ayet Neml Suresi'nin 82. ayetidir. "Dabbe"nin
bu ayette ifade edilen özelliklerini tahlil ettiğimizde şunları
görürüz:
1. Dabbe, "debb"
eden; yani hareketli, canlı, bir varlıktır.
2. Dabbe, yerden, topraktan
(minelard) mamuldür.
3. Dabbe, "konuşan"
ve belli bir mesaj veren bir şey ya da varlıktır ve bu konuşması
tüm insanlara ve insanlığa (nasa) yöneliktir.
Ünlü müfessirlerden Elmalılı Hamdi Yazır'ın
ifade ettiğine göre, dabbe kelimesinin yaygın kullanımı canlı hayvanlar
için olsa da; "Dabbe" kelimesi asıl lügatte "mâyedübbü",
yani debbeden, hafif yürüyen, debelenen olarak açıklanır. Ve şu
halde tren, araba, bisiklet gibi otomatik şeyler için de kullanılabilir.
Dabbe hakkındaki bu bilgileri bir bütün olarak
değerlendirdiğimizde, bahsi geçen "Dabbetü'l-Arz"ın, günümüz
teknolojisinin bir ürünü olan televizyon olabileceğini söyleyebiliriz.
Ayrıca, "dabbe" kelimesinin Arapçada "nekire"
denilen, yani belirsiz kelime şeklinde kullanılmış olması, bunun
bilinmeyen, tanınmayan bir varlık olduğunu ifade etmektedir.
Elmalılı Hamdi Yazır bu noktaya şöyle işaret
etmektedir:
"Bu âyette "dâbbe"
diye nekre (belirsiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dâbbelerden
bambaşka bir dâbbe olması akla gelir..."
Elmalılı Hamdi Yazır gibi müfessirlerin dışında
bazı sözlük yazarları da, kelime anlamı olarak "dabbe"nin
debelenen hareket eden her türlü teknik aleti de ifade edebileceğini
söylemişlerdir. Nitekim televizyon da, hareketleri ve hareketli
görüntüleri aktaran, frekanslarla bilgi akışı sağlayan bir teknik
alettir.
Ancak daha önemli olan, ahir zamanın işaretlerinden
olan bu yerden mamul "dabbe"nin "insanlarla konuşması"dır.
Televizyon her şeyden çok bu yönüyle, ayetteki tarifi tecelli ettirmektedir.
Dünyada televizyonun ulaşmadığı bir ülke, bir millet, bir toplum
neredeyse yoktur. İleri teknolojinin ürünü olan televizyon her topluma
kendi dili ile hitap etmektedir.
Son olarak "dabbe"nin ayette belirtilen
temel bir özelliği de bunun yerden çıkartıldığı veya "yerden
mamul" olduğudur. Televizyonun da, tüm parçaları, (cam ekranı,
metal aksamı, vs) yerden, yeryüzündeki elementlerden meydana gelmektedir.
Belirtilen "dabbe"nin televizyon olduğu
yönündeki görüşümüzü teyit eden bir başka nokta da, "dabbe"nin
"ila en-nas" yani "insanlığa" seslendiği şeklindeki
ifadedir. Televizyon, yapısı itibarıyla, aynı anda tüm insanlığa
mesaj veren bir aygıttır.
Yine son dönemlerde, "dabbeten minel'ard"ın
mahiyeti çok tartışılmış, bazı Müslüman bilim adamları, "dabbe"nin,
uyarıcı özelliği nedeniyle bir insan olabileceğini söylemişlerdir.
Ancak şunu hatırlatmalıyız ki, ayette belirtilen "insanları
uyarma" görevi insanlar tarafından yapılıyor olsa da, bu insanların
tüm dünyaya mesajlarını iletmeleri yine televizyon aracılığıyla
gerçekleşmektedir. Bu durum da -insan ya da kişi kelimesinin değil
de "dabbe" kelimesinin kullanılmış olduğunu göz önüne
alırsak- ayette söz konusu olanın bir kişi değil, televizyon gibi
bir teknik alet olabileceği fikrini desteklemektedir.
Burada "dabbe" ile bir insanın kast
edilmiş olmadığını ortaya koyan bir başka nokta da şudur: Ayette
bahsi geçen "dabbe"nin yaptığı, insanlara "Allah'ın
ayetlerine inanmadıklarını söylemek"tir. Halbuki bu, neredeyse
tüm Müslümanların, şartlar oluştuğunda yaptıkları bir uyarıdır.
Bunun özellikle zikredilmiş olması, söz konusu "dabbe"nin
sıradan bir insan ya da "canlı" olmadığını göstermektedir.
(En doğrusunu Allah bilir)
1. Bediüzzaman
Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, 1990, s.318, İsmail Mutlu,
Kıyamet Alametleri,
Mutlu Yayıncılık, İstanbul, 1996, s.214
2.
Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, 1990, s.318,
İsmail Mutlu, Kıyamet Alametleri,
Mutlu Yayıncılık, İstanbul, 1996, s.214
3.
Faslu'l-Makal fi Ref'I İsa Hayyen ve Nüzulihi ve Katlihi'd-Deccal,
s. 20
|