Hz. İsa, diğer tüm peygamberler gibi Allah'ın insanları doğru yola
çağırmakla görevlendirdiği seçkin bir kuludur. Ancak Hz. İsa'yı
diğer peygamberlerden ayıran bazı özellikler vardır. Bunlardan en
önemlisi onun halen ölmemiş, Allah katına yükseltilmiş ve yeryüzüne
tekrar geri dönecek olmasıdır.
Birçok kimsenin sandığının aksine Hz. İsa çarmıha gerilip öldürülmemiş,
başka bir sebeple de ölmemiştir. Kuran'da onu asamadıkları ve öldüremedikleri
kesin bir şekilde belirtilir ve Allah'ın onu Kendi katına yükselttiği
haber verilir. Hiçbir ayette Hz. İsa'nın öldüğünden ya da öldürüldüğünden
söz edilmez. Bunların yanı sıra, Kuran'da Hz. İsa hakkında öyle
bilgiler verilir ki, bunlar tarihte henüz gerçekleşmemiştir ve bu
olayların gerçekleşmesi ancak Hz. İsa'nın yeryüzüne geri dönmesi
ile mümkün olacaktır. Kuran'ın haber verdiği olayların gerçekleşeceğinden
ise hiçbir kuşku yoktur.
Buna rağmen birçok insan Hz. İsa'nın geçmişte "bir şekilde" öldüğünü
ve bir daha yeryüzüne geri dönmeyeceğini sanmaktadır. Bu inanç,
Kuran'ı bilmemekten kaynaklanan önemli bir yanılgıdır. Kuran dikkatli
bir gözle incelendiğinde Hz. İsa hakkındaki ayetlerin gerçek anlamları
ortaya çıkmaktadır.
Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden gönderileceği, Peygamberimiz (sav)
tarafından da müjdelenmiş ve onun gönderileceği dönem olan "ahir
zaman"da tüm yeryüzünün barış, adalet, huzur ve refahla dolacağı
haber verilmiştir.
"Ahir zaman" ifadesi anlam olarak son dönem, son zaman demektir.
İslam'a göre ahir zaman kavramı kıyamete yakın bir zamanda, Kuran
ahlakının üstün olacağı, insanlar arasında yaygın olarak yaşanacağı
bir dönemi ifade eder.
İnsanların hayalinde her zaman için daha güzele, daha iyiye yönelik
bir özlem bulunmaktadır. Daha güzel bir manzara, daha güzel yiyecekler
toplumsal sorunların yaşanmadığı huzurla dolu bir hayat, bolluk,
güzellik…
İşte ahir zaman da tüm bu "daha iyi", "daha güzel" kavramlarını
içinde barındıran bir çağı ifade eder. Ahir zaman, sıkıntının yerini
bolluğun ve bereketin, adaletsizliğin yerini adaletin, ahlaksızlığın
yerini güzel ahlakın, kargaşanın yerini barış ve huzurun aldığı
ve tüm inanan kulların yıllardır özlemini duyduğu, İslam ahlakının
yaşandığı kutlu bir dönemdir.
Bu bölümde Hz. İsa'nın ölmediğinin, Allah katına yükseldiğinin
ve ahir zamanda yeryüzüne yeniden gönderileceğinin delillerini Kuran
ayetleri ışığında inceleyeceğiz. Ancak daha önce bu konuyla doğrudan
ilgili bazı temel bilgileri hatırlamakta fayda var.
PEYGAMBERİMİZ (SAV) HZ. İSA'NIN
DÖNÜŞÜ MÜJDELEMİŞTİR
Hz. İsa'nın dünyaya tekrar gelişi ile ilgili
Peygamberimiz (sav)'in de birçok hadisi bulunmaktadır. İslam alimlerinden
Şevkani, Hz. İsa'nın dönüşüne dair 29 hadis olduğunu, bu hadislerin
içerdiği bilgilerin de yanlış olma ihtimalinin bulunmadığını belirtmiştir.
(Sünen-i İbn-i Mace, 10/338)Bu konudaki bazı hadisler şöyledir:

|
“Hayatım elinde
olan Allah'a yemin ederim ki Meryem oğlu (İsa
Aleyhisselam)'ın adil bir hakim olarak sizin içinize
inmesi muhakkak yakındır.”
(Sahihi Müslim, 6/532)

“İsa bin Meryem
adil bir hakim ve adaletli bir imam (devlet başkanı)
olarak inmedikçe kıyamet kopmayacaktır.”
(Sünen-i İbn-i Mace, 10/340)
|
|
|
|
Peygamberimiz (sav) Hz. İsa'nın geldiğinde,
yapacaklarını da şöyle ifade etmiştir:

|
“İsa bin Meryem
iner, kırk yıl Allah'ın kitabı ve benim sünnetimle
hükmeder, vefat eder.”
(Ahir Zaman Mehdi'sinin
Alametleri, s. 92)

“İsa bin Meryem benim ümmetim içinde; adaletli bir hakim ve (yönetimde) adil bir imam olacak, haçı kırıp ezecek (haça tapınmayı kaldıracak) ve domuzu öldürecektir (domuz eti yemenin haram olduğunu bildirecek)… Kap su ile dolduğu gibi yeryüzü barışla dolacaktır. Din birliği de olacak, artık Allah'tan başkasına tapılmayacaktır.”
(Sünen-i İbn-i Mace, 10/334)

“O (Hz. İsa) haçı kıracak (haça tapınmayı kaldıracak), domuzu öldürecek (domuz eti yemenin haram olduığunu bildirecek), cizyeyi kaldıracak, mal (o kadar) çoğalacak ki, kimse onu kabul etmeyecektir.”
(Sünen-i Tirmizi, 4/93;
Kur'an ve Sünnette Kıyamet ve Ahiret, s.133)
|
|
|
|
Öyle anlaşılmaktadır ki Hz. İsa, gelişiyle birlikte,
teslis (üçleme) gibi putperest inançları, haç, ruhbanlık gibi batıl
uygulamaları, domuz eti yemek gibi haram fiilleri ortadan kaldıracak,
Hıristiyan dünyasını içinde bulunduğu çarpık durumdan kurtaracak,
tüm insanları Kuran'da bildirilen hak dini ve üstün ahlak modelini
yaşamaya çağıracaktır.
Bu aşamada, üstünde önemle durulması gereken
bir nokta bulunmaktadır. Ayet ve hadislerde, Hz. İsa'nın ahir zamanda,
yeryüzüne döneceği hiçbir şüpheye yer verilmeyecek şekilde müjdelenmiştir.
Diğer taraftan, günümüzde bazı Müslümanlar konuyla ilgili apaçık
delilleri göz ardı etmekte bazıları da Hz. İsa'nın Hz. Muhammed'den
sonra gelmesinin mümkün olmadığını ileri sürmektedir. Böyle bir
düşünceye sahip olan Müslümanların öncelikle konuyla ilgili ayet
ve hadisleri samimi ve ön yargısız olarak incelemeleri yerinde olacaktır.
İkinci olarak da Hz. Muhammed'in son peygamber olması gerçeği ile
Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşü gerçeği arasında herhangi bir çelişki
yoktur. Çünkü Hz. İsa ikinci gelişinde yeni bir din getirmeyecek,
Kuran'ın ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği hak dinin
hükümlerine tabi olacaktır.
KURAN'DA MERYEM OĞLU
İSA MESİH
Kitabın bu bölümündeki amaç, Hz. İsa'nın geçmişteki hayatına ve
yeniden yeryüzüne döneceğine ilişkin tüm detayları, en güvenilir
kaynaktan aktarmaktır. Bu kaynak, elbetteki hiçbir bozulmaya ve
değişmeye uğramamış olan ve Allah'ın "...O'nun
sözlerini değiştirebilecek yoktur..." (Enam Suresi, 115)
şeklinde ifade ettiği Kuran'dır. Her konuda gerçeğe dair kesin bilgi
edinebileceğimiz tek kitap sadece Kuran'dır. Ve doğumundan Allah
katına yükselişine, yeryüzüne tekrar dönüşünden gerçek ölümüne kadar
Hz. İsa'nın hayatının pek çok aşaması Kuran'da açıklanmıştır.
Hz. İsa bundan yaklaşık 2000 yıl önce yaşamış, Allah'ın dünyada
ve ahirette seçkin kıldığı bir elçisidir. Onun getirmiş olduğu hak
din bugün ismen yeryüzünde bulunsa da, gerçekte birçok dejenerasyona
uğramış ve aslından saptırılmıştır. Allah'tan vahiy yoluyla aldığı
hak kitap da aynı şekilde ismen mevcuttur, ancak aslı ortada yoktur.
Hıristiyan kaynakları çeşitli bozulmalara uğramış ve tahrif edilmiştir.
Dolayısıyla bugün Hz. İsa ile ilgili gerçek bilgileri bu kaynaklardan
temin etmemiz mümkün değildir.
Hz. İsa hakkında doğruluğu kesin bilgiye ulaşabileceğimiz yegane
kaynak, Allah'ın kıyamete kadar koruyacağını vaat ettiği Kuran'dır.
Kuran'da, Hz. İsa'nın doğumu, hayatı, hayatı süresince karşılaştığı
olaylardan örnekler, çevresindeki insanların durumu ve daha birçok
konudan bahsedilmiştir. Hatta Hz. İsa'nın dünyaya gelişinden önce
annesi Hz. Meryem'in nasıl bir yaşantısı olduğu, nasıl mucizevi
şekilde hamile kaldığı, nasıl doğum yaptığı ve bu durum karşısında
ne tür tepkilere maruz kaldığı gibi pek çok konu da yine ayetlerle
bildirilmiştir. Dahası Allah, Hz. İsa'nın ahir zamanda ikinci kez
dünyaya geleceğini haber vermiştir. Bu bölümde, Hz. İsa hakkında
Kuran'da yer alan bilgileri aktaracağız.
HZ. MERYEM'İN DOĞUMU VE YETİŞMESİ
Hz. İsa'yı dünyaya getirmek üzere seçilmiş olan Hz. Meryem, karışıklıkların
hüküm sürdüğü ve Yahudilerin tüm ümitlerini Mesih (Kurtarıcı)'in
gelişine bağladıkları bir dönemde dünyaya gelmişti. Allah Hz. Meryem'i
bu kutlu görev için özel olarak seçmiş ve yetiştirmişti. Hz. Meryem,
Allah'ın alemler üzerine seçip üstün kılmış olduğu bir soydan, İmran
ailesinden geliyordu.
İmran ailesi, Allah'a kuvvetli şekilde iman eden, her işlerinde
O'na yönelip dönen ve O'nun koyduğu sınırları titizlikle koruyan,
çevrelerinde de bu özellikleriyle tanınan bir aileydi. İmran'ın
karısı, Hz. Meryem'e hamile kaldığını öğrendiği zaman, hemen Allah'a
yönelip dua etmiş ve doğuracağı çocuğu Allah'a adamıştı. Bu konu
Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
Hani İmran'ın karısı: "Rabbim karnımda olanı 'her
türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım
benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen" demişti. Fakat
onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- dedi
ki: "Rabbim doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise kız gibi
değildir. Ona Meryem adını koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş
(kovulmuş) şeytandan Sana sığındırırım." (Al-i İmran Suresi, 35-36)
Hz. Meryem dünyaya geldiğinde, İmran'ın karısının tavrı yine Allah'ı
razı etmeye yönelik oldu. Hem Hz. Meryem'i, hem de ondan türeyecek
olan soyunu şeytanın şerrinden koruması için Allah'a yöneldi. Allah,
İmran'ın karısının kendisine karşı bu samimi yönelişini kabul etti
ve duasına karşılık olarak, doğurduğu çocuğu çok üstün bir ahlak
ile ahlaklandırdı. Kuran'da, Hz. Meryem'in, Allah'ın koruması altında
ne kadar özenle ve incelikle yetiştirildiğine
"Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel
bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı ondan sorumlu kıldı..." (Al-i
İmran Suresi, 37) ayeti ile özel olarak dikkat çekilmiştir.
Hz. Zekeriya, Hz. Meryem'e verdiği eğitim sırasında, onun diğer
insanlardan daha üstün olarak yaratılmış olduğunu farketmişti. Çünkü
Allah Hz. Meryem'e, Kendi fazlından pek çok nimet vermişti. Kuran'da
bu konu şöyle anlatılmıştır:
... Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse yanında
bir yiyecek buldu: "Meryem bu sana nereden geldi?" deyince "Bu,
Allah katındandır. Şüphesiz Allah dilediğine hesapsız rızık verendir"
dedi. (Al-i İmran Suresi, 37)
Allah, İmran ailesini alemlere üstün kıldığı gibi, bu aileye mensup
olan Hz. Meryem'i de seçmiş, özel bir eğitime tabi tutarak, arındırmış
ve onu tüm alemlerin kadınlarına üstün kılmıştır. Kuran'da onun
bu üstünlüğü şöyle bildirilir:
"Hani melekler: "Meryem şüphesiz Allah seni seçti
seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı" demişti. "Meryem
Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte
rüku et." (Al-i İmran Suresi, 42-43)
Hz. Meryem, yaşadığı toplum içerisinde, hem ailesinin hem de kendisinin
Allah'a karşı olan bağlılığı ve samimiyetiyle tanınan bir kişi olmuştu.
En iyi bilinen özelliği ise, "ırzını korumuş olması", yani iffetiydi.
Bu konu Tahrim Suresi'nde şu şekilde haber verilmektedir:
İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu.
Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve
kitaplarını tasdik etti. O (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı.
(Tahrim Suresi, 12)
HZ. İSA'NIN BABASIZ DÜNYAYA GELİŞİ
Hz. İsa ile ilgili en büyük mucizelerden biri, Hz. Meryem'in ona
hamile kalma şeklidir. Kuran'da bu konuyla ilgili pek çok detay
verilmektedir. Meryem Suresi'nde Cebrail'in Hz. Meryem'e görünmesi
şu şekilde bildirilmektedtir:
Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o ailesinden
kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti. Sonra onlardan yana (kendini
gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik,
o da düzgün bir beşer kılığında görünmüştü. (Meryem Suresi, 16-17)
Yukarıdaki ayetlerde bildirildiği gibi, Hz. Meryem, hayatının bir
aşamasında doğu tarafında bir yere çekilmiş ve yaşamının bir bölümünü
burada geçirmiştir. Cebrail ona bu dönemde düzgün bir insan şeklinde
gözükmüştür. Ayetlerde dikkat çekilen bir diğer önemli konu ise
Hz. Meryem'in iffetli tavrı ve güçlü Allah korkusudur. Hz. Meryem'in
Cebrail'i gördüğünde söylediği ilk sözler şu şekildedir:
Demişti ki: "Gerçekten ben senden Rahman (olan
Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma)." (Meryem
Suresi, 18)
Cebrail Hz. Meryem'e kendisini tanıtmış ve sadece Allah'ın görevlendirdiği
bir elçi olduğunu ve ona Allah'tan bir müjde ile geldiğini bildirmiştir.
Ayetlerde Cebrail'in verdiği cevap şu şekilde bildirilir:
Demişti ki: "Ben yalnızca Rabbinden (gelen)
bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)."
(Meryem Suresi, 19)
Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah
kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu
İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır'
ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır." (Al-i İmran Suresi, 45)
Bu önemli müjdeyi alan Hz. Meryem, kendisine bir başka insan dokunmadığı
halde nasıl bir çocuğu olabileceğini anlamak için Cebrail'e şu soruyu
sormuştur:
O: "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana
hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken"
dedi. "İşte böyle" dedi. "Rabbin dedi ki: -Bu benim için kolaydır.
Onu insanlara bir ayet ve bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk
olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti. Böylelikle ona gebe kaldı sonra
onunla ıssız bir yere çekildi. (Meryem Suresi, 20- 22)
"Rabbim bana bir beşer dokunmamışken nasıl bir
çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) "Allah neyi dilerse yaratır. Bir
işin olmasına karar verirse yalnızca ona "ol" der o da hemen oluverir."
(Al-i İmran Suresi, 47)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, Cebrail Hz. Meryem'e hamile
kaldığını müjdelemiş ve "Allah'ın ol demesiyle bunun hemen oluvereceğini"
haber vermiştir. Hz. Meryem'e hiçbir insan eli değmemiştir, yani
Hz. İsa dünya hayatındaki sebeplerden bağımsız olarak bir babası
olmadan dünyaya gelmiştir. Bu, Hz. İsa'nın tüm hayatı boyunca yaşadığı
ve dünyaya ikinci kez gelişiyle yaşayacağı mucizelerden sadece bir
tanesidir.
Cebrail'in kendisine hamile kaldığını müjdelemesinden sonra Hz.
Meryem, ıssız bir bölgeye çekilmiştir. Allah bu dönemde de Hz. Meryem'i
her yönden desteklemiş, Kendi koruması altına almıştır. Bir insanın
hamilelik dönemi boyunca hem psikolojik, hem de fiziksel açıdan
ihtiyacı olabilecek her türlü destek ve imkanı Allah onun için yaratmıştır.
Onu ıssız bir bölgeye yerleştirerek, bu durumu kavrayamayacak insanların
maddi ve manevi açıdan verebilecekleri her türlü rahatsızlığı da
önlemiştir.
HZ. İSA'NIN ALLAH KATINDAN BİR
KELİME OLMASI
Allah, Kuran'da Hz. İsa'nın doğumundan ölümüne kadar her konuda,
diğer insanlardan büyük farklılıklar gösterdiğine dikkat çekmiştir.
Herşeyden önce Hz. İsa, bilinen sebeplerin dışında bir yaratılışla
doğmuş ve babasız olarak dünyaya gelmiştir. Allah, o doğmadan önce,
birçok özelliğini ve insanlar için bir Mesih olarak gönderildiğini
melekleri aracılığıyla annesi Hz. Meryem'e bildirmiştir. Hz. İsa'nın
bu seçkin özelliklerinden biri, "Allah'ın bir kelimesi" olmasıdır.
... Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi
ve kelimesidir. Onu ('OL' kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan
bir ruhtur.... (Nisa Suresi, 171)
Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah
Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu
İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır'
ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır. (Al-i İmran Suresi, 45)
Kuran'da "Allah'ın kelimesi" ifadesi yalnızca Hz. İsa için kullanılmıştır.
Allah, Hz. İsa henüz dünyaya gelmeden onun ismini bildirmiştir.
Normalde insanlara isimlerini aileleri verir. Ama Hz. İsa'nın durumu
farklıdır; Allah Kendinden bir kelime olarak Hz. İsa'ya "İsa Mesih"
ismini vermiştir. Bu, Hz. İsa'nın diğer insanlardan daha farklı
bir yaratılışla yaratıldığının en açık ifadelerinden biridir.
Nitekim, doğumu gibi, yaşamı boyunca gösterdiği mucizeler ve ölmeden
Allah katına yükselişi de, onun bu farklılığını ortaya koymaktadır.
HZ. İSA'NIN DOĞUMU
Bilindiği gibi doğum, hem çok zor, hem de çok iyi bakım gerektiren
bir olaydır. Tıbbi bakım imkanı, tecrübeli bir yardımcısı olmayan
kişinin, böylesine hayati bir olayda yalnız başına başarılı olabilmesi
çok zordur. Ancak bu konuda hiçbir tecrübesi olmayan Hz. Meryem,
Allah'a olan bağlılığı ve güveni ile bu zor işi tek başına başarabilmiştir.
Hz. Meryem artan doğum sancıları içerisindeyken, Allah ona vahiy
ile yardım etmiştir. Rabbimiz bu zor durumda yapması gereken herşeyi
ona bildirerek en kolay şekilde ve en iyi şartlar altında doğumunu
gerçekleştirmesini sağlamıştır. Bu da, Hz. Meryem'e Allah katından
verilmiş büyük bir nimettir.
Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi.
Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim."
Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma,
Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır."
Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz
oluşmuş-taze hurma dökülüversin."
Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi
bir beşer görecek olursan, de ki: "Ben Rahman (olan Allah) a oruç
adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım." (Meryem Suresi, 23-26)
HZ. İSA'NIN BEŞİKTE İKEN KONUŞMASI
Irzını koruyan (Meryem); Biz ona Kendi ruhumuzdan
üfledik, onu ve çocuğunu insanlığa bir ayet kıldık. (Enbiya Suresi,
91)
Allah'ın Hz. Meryem'in kavmine deneme kıldığı olaylardan birisi,
Hz. İsa'nın doğumudur. Allah'ın, insanların alışık olmadığı bir
şekilde gerçekleştirdiği bu doğum, hem kavmi için, hem de Hz. Meryem
için bir imtihan konusu olmuştur. Gerçekte Hz. İsa'nın dünyaya geliş
şekli, Allah'ın insanları imana çağırmak için onlara gösterdiği
bir mucizedir ve Allah'ın varlığının en açık delillerinden biridir.
Ancak kavmi bu durumu anlayamamış ve Hz. Meryem hakkında gerçek
dışı bazı zanlarda bulunmuşlardır. Bu konu Kuran'da şöyle haber
verilmektedir:
Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki:
"Ey Meryem sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın. Ey Harun'un kız
kardeşi senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın utanmaz
(bir kadın) değildi." (Meryem Suresi, 27-28)
Yukarıdaki ayetlerde bildirildiği gibi Hz. Meryem, daha önce çekilmiş
olduğu ıssız bölgeden Hz. İsa ile birlikte kavminin yanına geldiğinde,
kendisine hiçbir açıklama yapma fırsatı verilmemişti. Kavim, sadece
zan ve tahmin üzerine Hz. Meryem'in şaşırtıcı ve utanç verici bir
iş yaptığını söyleyerek, ona karşı birtakım çirkin iftiralarda bulundu.
Oysa bu iftiralarda bulunan kavmin bireyleri, Hz. Meryem'i doğduğu
günden beri tanıyor ve hem onun, hem de İmran ailesinin ne kadar
Allah'a bağlı ve dindar insanlar olduklarını çok iyi biliyorlardı.
Hz. Meryem ise gerçekte bu çirkin suçlama ve iftiralar ile deneniyordu.
Allah'a son derece bağlı ve iffetine son derece düşkün bir insanın
böyle bir işe asla yanaşmayacağı açıkça bellidir. Ancak bu titizliğine
rağmen kendisine kötü bir iş yapmış gözüyle bakılması, onun için
Allah'ın yarattığı bir imtihandı. Allah doğduğu andan itibaren ona
her zaman, her işinde yardım etmiş ve her işini hayra çıkarmıştı.
Hz. Meryem ise her işin Allah'ın iradesinde olduğunu hiç unutmaması
gerektiğini ve bu asılsız iftiralardan onu yine Allah'ın kurtarıp
temize çıkaracağını biliyordu.
Nitekim Allah bu işinde de Hz. Meryem'e bir kolaylık sağlamış ve
ona "konuşmama orucu" tutmasını vahyetmişti. Kavmi kendisi ile konuşmak
istediğinde Allah, Hz. Meryem'e susmasını ve kendisine yanaşıp suçlamalarda
bulunanlara, Hz. İsa'yı işaret etmesini bildirdi. Böylece Hz. Meryem,
Allah'tan bir kolaylık olarak kendisine sıkıntı verilmesine sebep
olabilecek bir konuşmadan uzak tutulmuş oluyordu. Kavminden gelen
soruları en doğru şekilde cevaplayabilecek olan kişi Hz. İsa'ydı.
Allah, Hz. Meryem'e Hz. İsa'nın doğumunu müjdelediği zaman, onun
henüz beşikteki bir bebekken dahi konuşacağını da bildirmişti:
Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır.
Ve O salihlerdendir. (Al-i İmran Suresi, 46)
Allah bu şekilde Hz. Meryem'in işini çok kolaylaştırmış ve kavminin
beklediği en doğru açıklamayı da Hz. İsa'nın ağzından yaptırmıştı.
Allah'ın böyle bir mucize ortamı yaratmasıyla, kavminin Hz. Meryem'e
karşı kurduğu tuzak da bozulmuş oluyordu. Bu olay Kuran'da şöyle
haber verilir:
Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler
ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?" (İsa)
Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi
ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım) beni kutlu kıldı
ve hayat sürdüğüm müddetçe bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti.
Anneme itaati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı. Selam üzerimedir;
doğduğum gün öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım
gün de." (Meryem Suresi, 29-33)
Kuşkusuz, beşikteki bir çocuğun kusursuzca konuşabilmesi çok büyük
bir mucizedir. Üstelik Hz. İsa'nın doğar doğmaz, bir çocuğun asla
bilemeyeceği bilgileri biliyor olması da şaşırtıcıdır. Bu durum
İsrailoğulları'na olağanüstü bir gerçekle karşı karşıya olduklarını
açıkça kanıtlamıştır. Tüm bu mucizevi olaylar, henüz beşikteki bu
çocuğun kesin olarak Allah'ın elçisi olduğunu ortaya koymuştur.
İşte Allah, Kendisine yönelip karşılaştığı her olayı tevekkülle
karşılamış olması nedeniyle Hz. Meryem'e bir kolaylık sağlamıştır.
Tüm kavmi hayrete düşürecek büyük bir mucize göstererek, kavminin
ona atmaya kalkıştığı iftiralara kesin bir karşılık vermiştir. Ancak
Allah, kendilerine gösterilen bu mucizevi olaya rağmen, hala Hz.
Meryem'e iftirada bulunmayı sürdürenlere de büyük bir azap olduğunu
bildirmiştir:
(Bir de) İnkâra sapmaları ve Meryem'in aleyhinde
büyük bühtanlar söylemeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza
verdik.) (Nisa Suresi, 156-157)
HZ. İSA'NIN GÖSTERDİĞİ MUCİZELER
Hz. İsa'nın Kuran'da bahsi geçen çok çeşitli mucizelerinden ilki,
onun bilinen sebepler dışında babasız olarak dünyaya gelmiş olması,
daha sonra ise beşikte konuşarak peygamberliğini bildirmesidir.
Aslında bu iki mucize Hz. İsa'nın olağanüstülüğünü çok açık bir
biçimde ispatlıyordu. Çünkü, beşikteki bir bebeğin, iman etmiş olarak
doğması ve doğar doğmaz çok akılcı bir mantık örgüsüyle konuşabilmesi,
ancak Allah'tan bir mucize ile mümkündür:
Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana
ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim,
beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana
kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim..." (Maide Suresi,
110)
Yine Kuran'da Hz. İsa ile ilgili olarak anlatılan mucizeler şu
şekildedir:
İsrailoğullarına elçi kılacak. (O İsrailoğullarına
şöyle diyecek:) "Gerçek şu ben size Rabbinizden bir ayetle geldim.
Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur içine üfürürüm
o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir" Ve Allah'ın izniyle
doğuştan kör olanı alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü
diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm.
Şüphesiz eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır.
(Al-i İmran Suresi, 49)
Şu ana kadar bahsedilen tüm bu olağanüstü olaylara rağmen kavmin
bir bölümü inkarlarını sürdürmüşlerdir. Hz. İsa'nın yaptıklarının
'ustaca büyüler'den başka bir şey olmadığını söyleyerek, onu sihirbazlıkla
itham etmişlerdir.
HZ. İSA'NIN DİNİ TEBLİĞ ETMESİ
VE KARŞILAŞTIĞI ZORLUKLAR
Hz. İsa'nın gönderildiği dönem, İsrailoğulları'nın hem siyasi,
hem ekonomik, hem de sosyal açıdan büyük açmaz içerisinde oldukları
bir dönemdi. Bir yandan yaşadıkları ülkenin acımasız yönetimi, bir
yandan da çeşitli inanç ve mezhep ayrılıkları... Böylesine zor bir
kargaşa ortamında insanlar, her dönemde olduğu gibi bir kurtuluş
yolu bulmaya çalışıyorlardı.
Beklenen bu kurtarıcı Hz. İsa'ydı. Allah, O'nu ve annesi Hz. Meryem'i
tüm İsrailoğullarına tanıtmak için, Hz. İsa'yı henüz beşikte iken
konuşturmuş ve böylece beklenen peygamberin geldiğini tüm İsrailoğulları'na
duyurmuştu. Artık herkes, onu bir kurtuluş umudu olarak görüyordu.
Ancak elbette Hz. İsa'ya tepki gösterenler de vardı. Kendi dönemindeki
inkarcı sistemin savunucuları onu kendileri için tehlikeli görüyorlardı.
Bu nedenle, Hz. İsa'nın varlığını duyar duymaz harekete geçmiş ve
onu ortadan kaldırmak için planlar yapmışlardı. Bu girişimleri daha
en başından, başarısızlıkla sonuçlanmıştır; ancak bu amacı gerçekleştirmekten
hiçbir zaman vazgeçmemiş ve Hz. İsa'nın tebliği boyunca, onun en
güçlü düşmanlarından biri olmuşlardır.
Ne var ki, Hz. İsa'ya tepki gösterenler sadece inkarcılarla sınırlı
kalmamıştır. O dönemin Yahudi din adamlarının birçoğu, Hz. İsa dini
tebliğ etmeye başladıktan sonra çeşitli nedenlerden dolayı ona cephe
almışlardır. Bunun en önemli sebeplerinden birisi ise, Hz. İsa'nın
onları dinin aslını yaşamaya çağırmasıdır. Nitekim, Hz. İsa tebliğine
başlar başlamaz, kendisini, dinlerini ortadan kaldırmaya çalışmakla
suçlamışlardır. Oysa Hz. İsa'nın asıl karşı olduğu, Yahudi ruhban
sınıfının dine sonradan sokmuş olduğu sahte hükümlerdir. İsrailoğulları,
kendilerine haram kılınan bazı şeyleri helal, helal kılınan bazı
şeyleri de haram kılarak, hak dinlerini tamamen değiştirmişlerdir.
Ve Allah, dine soktukları bu hükümleri temizleyip, dinlerini arındırması
için, peygamber olarak onlara Hz. İsa'yı göndermiştir. O da kavmini
Tevrat'ın aslını doğrulayan İncil'e uymaya çağırmıştır.
Allah, bu konuyu, Kuran'da şöyle bildirmiştir:
"Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram
kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle
geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin." (Al-i İmran Suresi,
50)
Allah, bir başka ayette, Hz. İsa'nın getirdiği kutsal kitap olan
İncil'in, kendisinden önce indirilen Tevrat'ı doğrulayan ve inanan
insanlar için bir yol gösterici, doğruyu yanlıştan ayırmalarını
sağlayacak bir kitap olduğunu da belirtmiştir.
Onların (peygamberleri)
ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı
gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan önündeki Tevrat'ı
doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i
verdik. (Maide Suresi, 46)
Yahudi önde gelenleri Hz. İsa'nın anlattığı konuları oldukça yadırgıyorlardı.
Çünkü Hz. İsa, gelenek haline gelmiş kurallar üzerinde durmuyor,
onları Allah'ın birliğine, samimiyete, kardeşliğe ve dürüstlüğe
çağırıyordu. Bu nedenle, alışkın olduklarının çok dışında bir din
anlayışı ile karşılaşan Yahudi halkı, Hz. İsa'nın tebliği karşısında
oldukça şaşırmıştı. Kuran'da Hz. İsa'nın kavmine yaptığı tebliğ
şöyle bildirilmiştir:
İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki: "Ben size
bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını
size açıklamak için de. Öyleyse Allah'tan sakının ve bana itaat
edin. Şüphesiz Allah, O, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir;
şu halde O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur." Sonra, içlerinden
birtakım fırkalar ihtilafa düştü. Artık, acı bir günün azabından
vay o zulmetmiş olanlara. (Zuhruf Suresi, 63-65)
Hz. İsa'nın dine yaklaşımındaki bu farklılık ve samimiyet, halkın
büyük ilgisini çekiyor ve onu dinleyenlerin sayısı da gün geçtikçe
artıyordu. Hz. İsa onlara, bekledikleri kurtuluşun çok yaklaştığını
ve yakında galip geleceklerini söylüyordu.
YAHUDİLERİN HZ.İSA'YI ÖLDÜRDÜKLERİNİ
İDDİA ETMELERİ
Romalıların Hz. İsa'yı çarmıha gererek öldürdükleri iddiasını,
şüphesiz bilmeyen yoktur. İddiaya göre, Hz. İsa'yı tutuklayan Romalılar
ve Yahudi din adamları onu çarmıha germişler ve böylelikle onu öldürmüşlerdir.
Nitekim, tüm Hıristiyan alemi de olayı bu şekilde kabul etmekte,
fakat Hz. İsa'nın öldükten sonra dirilerek göğe yükseldiğine inanmaktadır.
Ancak Kuran'a baktığımızda olayın aslının böyle olmadığını görürüz:
Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı
gerçekten öldürdük" (katelna) demeleri nedeniyle de (onlara böyle
bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler (ma katelehu) ve onu asmadılar
(ma salebe). Ama onlara (onun) benzeri gösterildi (şubbihe). Gerçekten
onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler.
Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur.
Onu kesin olarak öldürmediler (ma katelehu). (Nisa Suresi, 157)
Aynı ayetin devamında Hz. İsa'nın ölümü için şu şekilde bildirilmektedir:
Hayır; Allah onu kendine yükseltti (refea). Allah
üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 158)
Ayetin bize bildirdiği gerçek açıktır. Yahudilerin kışkırtmalarıyla
Hz. İsa'yı öldürmeye kalkışan Romalılar, bunda başarılı olamamışlardır.
Ayette geçen "ama onlara (onun) benzeri gösterildi" ifadesi bu olayı
aydınlığa kavuşturmaktadır. Hz.İsa öldürülmemiş ve Allah katına
yükseltilmiştir. Ayrıca Allah, bu iddiada bulunanların gerçeğe dair
bir bilgileri olmadığına da dikkat çekmektedir.
KURAN'DA PEYGAMBERLERİN ÖLÜMÜ
NASIL ANLATILIYOR?
Kuran'da peygamberlerin ölümlerinin aktarıldığı kıssalarda geçen
kelimelerle, Hz. İsa'nın ölümünün anlatıldığı ayetlerin incelenmesi,
Hz. İsa'nın ölümüyle ilgili önemli bir gerçeği ortaya çıkarmaktadır.
Bu bölümde Hz. İsa'nın ve diğer peygamberlerin ölümlerini ifade
eden kelimelerin Arapça karşılıklarını ve Kuran ayetlerinde ne şekilde
kullanıldıklarını inceleyeceğiz.
Kuran'da peygamberlerin ölmesi veya öldürülmesiyle ilgili olarak
kullanılan kelimeler ileride daha detaylı göreceğimiz gibi "katele
(öldürmek), mate (ölmek), haleke (helak olmak), salebe (asmak)"
ya da birkaç özel kelimedir. Oysa Hz. İsa için, Kuran'da çok açık
bir ifadeyle, "Onu öldürmediler (ma katelehu) ve asmadılar (ma salebuhu)"
ifadesi kullanılarak hiçbir öldürme şekliyle öldürülmediği vurgulanmaktadır.
Hz. İsa'nın bir benzerinin gösterildiği ve onun Allah katına yükseltildiği
bildirilmektedir. Al-i İmran Suresi'nde ise Hz. İsa'yı Allah'ın
vefat ettireceği ve onu Kendi katına yükselteceği bildirilmiştir:
Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu
seni Ben vefat ettireceğim (müteveffiyke), seni Kendime yükselteceğim
(rafiuke), seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları
kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim..." (Al-i İmran
Suresi, 55)
Kuran'da ölüm anlamı içeren kelimelerin ve Al-i İmran Suresi'nde
geçen "vefat ettirme" kelimesinin kullanım şekilleri şöyledir:
1) TEVEFFA: VEFAT ETTİRME
Ayette geçen "vefat" kelimesinin karşılığı Türkçe'de kullanılan
ölme anlamından farklı anlamlara gelmektedir. Ayetlerin Arapça karşılıklarının
incelenmesi, Hz. İsa'nın bildiğimiz manada ölmediğini açıkça ortaya
koyar. Maide Suresi'nin 117. ayetinde ölüm olayı şu şekilde aktarılır:
"Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir
şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz
olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların
üzerinde bir şahidim. Beni vefat ettirdiğinde (teveffeyteni), üzerlerindeki
gözetleyici Sen'din. Sen herşeyin üzerine şahid olansın."
Bu ayetlerde geçen ve Türkçe meallerde öldürme ya da vefat ettirme
olarak çevrilen kelime Arapça'da "teveffa" kökünden türemiştir ve
bu kelime ölüm manasına değil, "canın alınması" manasına gelmektedir.
İnsanın canının alınmasının ise her zaman ölüm anlamına gelmediği
yine Kuran'da bize bildirilmektedir. Örneğin "teveffa" kelimesinin
geçtiği bir ayette insanın ölümünden değil, uykuda canının alınmasından
bahsedilmektedir:
Sizi geceleyin vefat ettiren (teveffakum) ve gündüzün
"güç yetirip etkilemekte olduklarınızı" bilen, sonra adı konulmuş
ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten O'dur... (Enam Suresi, 60)
Bu ayette "vefat ettirme" olarak tercüme edilen kelime ile, Al-i
İmran Suresi'nin 55. ayetinde kullanılan kelime aynıdır, yani her
iki ayette de "teveffa" kelimesi geçmektedir. İnsanın, gece içinde
bulunduğu durum ölüm olmadığına göre yukarıdaki ayette kullanılan
"teveffakum" kelimesinin ölümü kastetmediği, doğru tercümenin "geceleyin
canlarınızı alan" şeklinde olması gerektiği açıktır. Aşağıdaki ayette
ise aynı kelime şu şekilde kullanılmaktadır:
Allah, ölecekleri (mevt) zaman canlarını alır (teveffa);
ölmeyeni de uykusunda (canını alır) (lem temut). Böylece, kendisi
hakkında ölüm kararı (el mevte) verilmiş olanı tutar, öbürüsünü
ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir... (Zümer Suresi, 42)
Bu ayetten de anlaşılacağı gibi, Allah uyuyan insanın canını almaktadır,
ama hakkında ölüm kararı verilmemiş olanı eceli gelinceye kadar
tekrar salıvermektedir. Bu haliyle insan bildiğimiz manada ölmüş
olmaz. Yalnızca geçici bir süre için ruhu bedeninden ayrılmış farklı
bir boyuta girmiş olur. Uyanacağı zaman ise tekrar ruhu bedenine
iade edilir.
Prof. Dr. Süleyman Ateş de tefsirinde "teveffa" kelimesini şu şekilde
açıklamıştır:
Teveffinin, uyku manasında kullanıldığını söyleyenlere göre -ki
çoğunluk bu görüştedir- ayetin takdiri "Seni uyutacağım" şeklindedir.
Sonuç olarak Hz. İsa'nın uykudakine benzer bir duruma sokularak
Allah katına yükseltildiğini, olayın bildiğimiz ölüm olmadığını,
sadece bu boyuttan bir ayrılış olduğunu söyleyebiliriz. (Doğrusunu
en iyi Allah bilir.) (Prof. Dr. Süleyman Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş
Tefsiri, Cilt 2, Syf: 49-50)
2) KATELE: ÖLDÜRMEK
Kuran'da ölüm konusu anlatılırken genelde kullanılan kelime Arapça'da
"öldürmek" anlamına gelen "katele" kelimesidir. Mümin Suresi'nde
"katele" kelimesi şu şekilde kullanılmaktadır:
Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim
(aktul) de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın... (Mümin Suresi,
26)
Ayette geçen "Musa'yı öldüreyim" ifadesinin Arapçası "aktul Musa"
şeklindedir. Bu kelime katele fiilinden türemiştir. Bir diğer ayette
ise aynı kelime şu şekilde kullanılmaktadır:
... Peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi
(yaktulune)... (Bakara Suresi, 61)
Ayette geçen "öldürmelerindendi" kelimesinin Arapçası "yaktulune"
şeklindedir ve yine aynı şekilde katele kelimesinden türemiştir.
Ve çeviride de açıkça ifade edildiği gibi "öldürmek" anlamına gelmektedir.
Aşağıda peygamberlerin ölümünü açıklayan bazı ayetlerde "katele"
fiilinin ne şekilde kullanıldığı belirtilmektedir. Parantez içinde
anlamları bildirilen tüm kelimelerin fiil kökleri KATELE'dir:
... Onların bu sözlerini ve peygamberleri
haksız yere öldürmelerini (katlehum) yazacağız... (Al-i İmran Suresi,
181)
... Büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak,
bir kısmınız da onu öldürecek misiniz? (taktulune) (Bakara Suresi,
87)
... De ki: "Eğer inanıyor idiyseniz, daha önce
ne diye Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?" (taktulune) (Bakara
Suresi, 91)
Allah'ın ayetlerini inkar edenler, peygamberleri
haksız yere öldürenler (yaktulune) ve insanlardan adaleti emredenleri
öldürenler; (yaktulune)... (Al-i İmran Suresi, 21)
... Eğer, siz doğru idiyseniz, o halde onları ne
diye öldürdünüz?" (kateltumuhum) (Al-i İmran Suresi, 183)
... Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim"... (Le
aktulenneke) (Maide Suresi, 27)
"Eğer beni öldürmek (taktuleni) için elini bana
uzatacak olursan, ben seni öldürmek (aktuleke) için elimi sana uzatacak
değilim... (Maide Suresi, 28)
"Öldürün (uktulu) Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın..."
(Yusuf Suresi, 9)
Firavun'un karısı dedi ki:
"Benim için de, senin için de bir göz bebeği; onu öldürmeyin...
(la taktulu) (Kasas Suresi, 9)
"Ey Musa, önde gelenler,
seni öldürmek (li yaktulu) konusunda aralarında görüşmektedirler..."
(Kasas Suresi, 20)
Bunun üzerine kavminin (İbrahim'e)
cevabı yalnızca: "Onu öldürün (uktuluhu) ya da yakın" demek oldu...
(Ankebut Suresi, 24)
3) HALEKE: ÖLMEK
Kuran'da öldürme fiili için kullanılan bir diğer kelime ise "haleke"
fiilidir. Haleke kelimesi ayetlerde "helak olmak, ölmek" anlamlarında
kullanılmaktadır. Örneğin Mümin Suresi'nin 34. ayetinde şu şekilde
geçmektedir:
... Sonunda o, vefat edince, (haleke) demiştiniz
ki; "Allah, ondan sonra kesin olarak bir elçi göndermez... (Mümin
Suresi, 34)
Ayette, Türkçeye "vefat edince" olarak çevrilen ifadenin Arapçası
"iza heleke" şeklindedir ve bu kelimenin anlamı da ölmektir.
4) EL MEVTE: ÖLÜM
Kuran'da peygamberlerin ölümüyle ilgili olarak kullanılan bir diğer
kelime ise "el mevte" kelimesidir. Mate kelimesi ayetlerde "ölmek"
anlamında kullanılmaktadır. Bunlardan biri Sebe Suresi'nde Hz. Süleyman
ile ilgili olarak bildirilmektedir:
Böylece onun (Süleyman'ın) ölümüne (el mevte) karar
verdiğimiz zaman, ölümünü (mevtihi), onlara, asasını yemekte olan
bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi... (Sebe Suresi, 14)
Aynı kökenden gelen bir diğer kullanım ise Hz. Yahya'ya yönelik
olarak kullanılmaktadır:
... Ona selam olsun; doğduğu gün, öleceği
gün (yemutu) ve diri olarak yeniden-kaldırılacağı gün de. (Meryem
Suresi, 15)
Bu ayette "öleceği" şeklinde çevrilen kelimenin Arapçası "Yemutu"
kelimesidir. Aynı kelime Hz. Yakub'un ölümü ile ilgili ayetlerde
de geçmektedir. Bakara Suresi'nde şu şekilde geçer:
Yoksa siz, Yakub'un ölüm anında (el mevte) orada
şahidler miydiniz?.. (Bakara Suresi, 133)
Bu ayette geçen "el mevte" kelimesi de yine aynı kökten gelmekte
ve ölüm anlamı taşımaktadır.
Hz. Muhammed ile ilgili bir ayette ise "katele" ve "mate" fiilleri
aynı anda kullanılmaktadır:
Muhammed, yalnızca bir elçidir. Ondan önce nice
elçiler gelip-geçmiştir. Şimdi o ölürse (mate) ya da öldürülürse,
(kutile) siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz?...
(Al-i İmran Suresi, 144)
Mate (ölmek) kökünden gelen mevt kelimesi, yine peygamber ölümlerinin
anlatıldığı başka ayetlerde de geçmektedir:
... Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de (mittu),
hafızalardan silinip unutuluverseydim." (Meryem Suresi, 23)
Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü (el hulde)
vermedik; şimdi sen ölürsen (mitte) onlar ölümsüz mü kalacaklar?
(Enbiya Suresi, 34)
"Beni öldürecek (yumituni), sonra diriltecek olan
da O'dur," (İbrahim peygamber) (Şuara Suresi, 81)
5) HALİD: ÖLÜMSÜZ
Ayetlerde yer alıp, doğrudan ölmek ya da öldürmek fiilini değil,
ancak ölümsüzlüğü ifade eden bir başka kelime ise "halid" kelimesidir.
Halid kelimesinin anlamı kalıcı olmak, bekası devam etmek şeklindedir.
Enbiya Suresi'nde "halid" kelimesi şu şekilde kullanılmıştır:
Biz onları, yemek yemez cesetler kılmadık ve onlar
ölümsüz (halidiyne) değillerdi. (Enbiya Suresi, 8)
6) SALEBE: ASMAK
Kuran'da peygamberlerin ölümleri anlatılırken kullanılan kelimelerden
biri de salebe (asmak) fiilidir. Salebe fiili "asmak, çarmıha germek
ve idam etmek" gibi anlamlara gelmektedir. Bu fiil ayetlerde şu
şekilde kullanılmaktadır:
... Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar (ma
salebu) ... (Nisa Suresi, 157)
... Biri efendisine şarap içirecek, diğeri ise
asılacak (yuslebi)... (Yusuf Suresi, 41)
... Ancak öldürmeleri asılmaları (yusallebu)...
(Maide Suresi, 33)
... Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama
keseceğim ve hepinizi idam edeceğim (usallibennekum)... (Araf Suresi,
124)
... Sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak
keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım (usallibennekum)... (Taha
Suresi, 71)
... Ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin
hepinizi gerçekten asacağım (usallibennekum). (Şuara Suresi, 49)
Ayetlerde de görüldüğü gibi Hz. İsa'nın vefatıyla diğer peygamberlerin
ölümlerinin aktarıldığı ayetler birbirinden çok farklı kelimelerle
ifade edilmektedir. Allah Kuran ayetlerinde Hz. İsa'nın öldürülmediğini,
asılmadığını, insanlara onun bir benzerinin gösterildiğini, onu
vefat ettirdiğini (yani uykudaki gibi canını aldığını) ve Kendi
katına yükselttiğini bildirmiştir. Hz. İsa için "canını almak" anlamına
gelen "Teveffa" fiili kullanılırken, diğer peygamberler için normal
ölümü ifade eden katele ya da mevt gibi ifadeler kullanılmaktadır.
Bu bilgiler ise bize Hz. İsa'nın durumunun olağanüstülüğünü bir
kez daha göstermektedir.
Sonuç olarak Hz. İsa'nın uykudakine benzer bir duruma sokularak
Allah katına yükseltildiğini, olayın bildiğimiz ölüm olmadığını,
sadece bu boyuttan bir ayrılış olduğunu söyleyebiliriz. (Doğrusunu
en iyi Allah bilir.)
HZ. İSA'NIN YERYÜZÜNE DÖNÜŞÜ
Bu bölüme kadar anlatılanlardan, Hz. İsa'nın ölmediği ve Allah
katına yükseltilmiş olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Ancak Kuran'da
dikkat çekilen bir başka önemli konu daha vardır: Hz. İsa yeryüzüne
yeniden dönecektir...
Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez geleceği konusu Kuran'da çok açık
olarak bildirilmiştir. Pek çok ayette bu konu ile ilgili kesin ifadeler
bulunmaktadır. Kuran'da bildirilen bu deliller şu şekildedir:
(1)
Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne ineceğine dair işaretler taşıyan
ayetlerden ilki Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetidir:
Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu
seni Ben vefat ettireceğim ve seni Kendime yükselteceğim, seni inkar
edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara
sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır,
hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim.
(Al-i İmran Suresi, 55)
Ayetteki "sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne
geçireceğim" ifadesi dikkat çekicidir. Kuran'da kıyamete kadar inkar
edenlere üstün olan ve Hz. İsa'ya gerçekten tabi olan bir grubun
varlığından söz edilmektedir. Peki kimdir bu tabi olanlar? Hz. İsa
döneminde yaşayan havariler mi, yoksa günümüzde yaşayan Hıristiyanlar
mı?
Hz. İsa hayatta iken ona uyanların sayısı çok azdı. Ve onun dünyadan
ayrılmasının ardından da hızla dinde dejenerasyon başladı. Ayrıca
havariler olarak tanınan insanlar, ciddi bir baskı altında yaşamak
zorundaydılar. Sonraki iki yüzyıl boyunca da, Hz. İsa'ya iman edenler
(İseviler) aynı baskılara maruz kaldılar; zira hiçbir siyasi güce
sahip değillerdi. Bu durumda geçmişte yaşayan Hıristiyanların, inkar
edenlere üstün geldiklerini ve bu ayetin onlara baktığını söyleyemeyiz.
Daha sonrasına yani şu anda yaşayan Hıristiyanlara baktığımızda
ise zaten Hıristiyanlığın özünün bozulduğunu, Hz. İsa'nın anlattığı
hak dinden farklı bir din oluştuğunu görürüz. Hz. İsa'nın Allah'ın
oğlu olduğu şeklindeki sapkın inanç benimsenmiş ve teslis inancı
(üçleme; Baba, oğul, kutsal Ruh) kabul edilmiştir. Bu durumda, dinin
aslından iyice uzaklaşmış olan günümüz Hıristiyanlarını da Hz. İsa'ya
uyanlar olarak kabul edemeyiz, çünkü Allah, Kuran'ın birçok ayetinde
"üçleme"ye inananların inkar içerisinde olduklarını bildirmiştir:
Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler küfre
düşmüştür. Oysa tek bir İlah'tan başka İlah yoktur... (Maide Suresi,
73)
Bu durumda "sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne
geçireceğim" ifadesi açık bir işaret taşımaktadır. Hz. İsa'ya uyan
ve kıyamete kadar yaşayacak olan bir topluluk olması gerekmektedir.
Böyle bir topluluk, kuşkusuz Hz. İsa'nın yeryüzüne tekrar gelişiyle
ortaya çıkacaktır. Ve ona tekrar dünyaya gelişi sırasında tabi olanlar,
kıyamete kadar inkar edenlere üstün kılınacaktır.
(2)
Konu ile ilgili olarak ele aldığımız Nisa Suresi'nin 156-158. ayetlerin
arkasından Allah, 159. ayette şöyle buyurmaktadır:
Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak
kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların üzerine şahit olacaktır.
(Nisa Suresi, 159)
Yukarıdaki ayette yer alan "ölmeden önce
ona inanmayacak kimse yoktur" ifadesi oldukça dikkat çekicidir.
Bu cümlenin Arapça karşılığı şu şekildedir: "...
ve in min ehlil kitabi illa leyüminenne bihi kable mevtihi"
Burada bazı tefsirciler "o" zamirinin Hz. İsa yerine Kuran'a baktığını
düşünmüşler ve ayete Kitap Ehlinin ölmeden Kuran'a iman edeceği
şeklinde bir yoruma gitmişlerdir.
Oysa bu ayet öncesindeki iki ayette de "o" zamiri tartışmasız bir
biçimde Hz. İsa için kullanılmıştır:
Nisa Suresi, 157. ayet:
Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı
gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza
verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun)
benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler,
kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna
ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.
Nisa Suresi, 158. ayet:
Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah
üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
Bu ayetlerin hemen arkasından gelen ayette kullanılan "o" zamirinin
Hz. İsa'dan başka bir şeyi kastettiğinin hiçbir delili yoktur.
Nisa Suresi, 159. ayet:
Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak
kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların üzerine şahit olacaktır.
Diğer taraftan ayetin ikinci cümlesinde yer alan "Kıyamet
günü, o da onların üzerine şahit olacaktır" ifadesi de dikkat
çekicidir. Kuran'da kıyamet günü insanın dilinin, ellerinin ve ayaklarının
(Nur Suresi, 24, Yasin Suresi, 65), işitme, görme duyularının ve
derilerinin (Fussilet Suresi, 20-23) kendi aleyhlerine şahitlik
edecekleri bildirilmektedir. Kuran'ın şahitliği ile ilgili ise hiçbir
ayet yoktur. İlk cümle -gramatik olarak veya mantık açısından hiçbir
delil bulunmamasına rağmen- Kuran'a bakıyor kabul edilirse, ikinci
cümlede yer alan "o" zamirinin de Kuran'a baktığı iddia edilmiş
olur. Oysa bunu söylemek için açık bir ayet gerekir.
Kuran'a baktığımızda aynı zamirin, Kuran'ı işaret ettiği durumlarda,
(Tarık Suresi, 13, Tekvir Suresi, 19, Neml Suresi, 77 ve Şuara Suresi,
192-196'da olduğu gibi) ayetin öncesinde ya da sonrasında mutlaka
Kuran'dan bahsedildiğini görürüz. Dolayısıyla tartışmaya açık bir
nokta bırakılmamıştır. Ayetin öncesinde, sonrasında veya ayetin
içinde Kuran'dan bahsedilmiyorsa, bu ayetin Kuran'ı tarif ettiğini
söylemek yanlış olur. Ayet çok açık bir biçimde Hz. İsa'ya inanılmasından
ve onun inananlara şahit olmasından bahsetmektedir.
Ayetin manası hakkında belirteceğimiz ikinci nokta ise "ölümünden
önce" ifadesinin yorumu ile ilgilidir. Bazıları bu ifadenin "Kitap
Ehlinin kendi ölümlerinden önce" inanması anlamında olduğunu düşünmektedirler.
Bu yoruma göre Kitap Ehlinden olan her kişi kendisine ölüm gelmeden
Hz. İsa'ya mutlaka iman edecektir. Oysa Hz. İsa döneminde Kitap
Ehli tanımlamasına dahil olan Yahudiler ona iman etmemekle kalmamış,
onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır. Hz. İsa'dan sonra yaşayıp
ölen Yahudi ve Hıristiyanların ise Hz. İsa'ya -Kuran'da bildirildiği
şekilde- iman etmiş olduklarını iddia etmek gerçek dışı bir yaklaşım
olacaktır.
Sonuç olarak ayeti sağlıklı bir biçimde değerlendirdiğimizde, anlamın
şu şekilde olduğu sonucuna varmaktayız: "Hz. İsa ölmeden önce tüm
Ehli Kitap ona iman edecektir".
Ayet gerçek manasıyla ele alındığında ise çok açık gerçeklerle
karşılaşırız.
Birincisi, ayette gelecekten bahsedildiği açıktır, çünkü Hz. İsa'nın
ölümü söz konusudur. Oysa o ölmemiş Allah katına yükselmiştir. Hz.
İsa dünyaya yeniden gelecek ve her insan gibi yaşayıp ölecektir.
İkincisi Hz. İsa'ya tüm ehli kitabın iman etmesi söz konusudur.
Bu da henüz gerçekleşmemiş ancak kesin olarak gerçekleşeceği bildirilen
bir olaydır.
Dolayısıyla buradaki "ölümünden önce" denilerek, zamirle bahsedilen
kişi Hz. İsa'dır. Kitap Ehli onu görüp bilecek, ona yaşarken itaat
edecek ve Hz. İsa da onların durumlarıyla ilgili ahirette şahitlik
edecektir. (Doğrusunu en iyi Allah bilir.)
(3)
Hz. İsa'nın ahir zamanda yeniden yeryüzüne döneceği ile ilgili
bir başka ayet de Zuhruf Suresi'nin 61. ayetidir.
Bu surenin 57. ayetinden itibaren Hz. İsa'dan bahsedilir:
Meryem oğlu (İsa) bir örnek olarak verilince, senin
kavmin hemen ondan (keyifle söz edip) kahkahalarla gülüyorlar.
Dediler ki: "Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı,
yoksa o mu?" Onu yalnızca bir tartışma-konusu olsun diye (örnek)
verdiler. Hayır, onlar 'tartışmacı ve düşman' bir kavimdir. O, yalnızca
bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğullarına bir örnek
kıldık. Eğer biz dilemiş olsaydık, elbette sizden melekler kılardık;
yeryüzünde (size) halef (yerinize geçenler) olurlardı. (Zuhruf Suresi,
57-60)
Bu ayetlerin hemen arkasından gelen 61. ayette Hz. İsa'nın kıyamet
saati için bir ilim olduğu belirtilmektedir:
Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse
ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol
budur. (Zuhruf Suresi, 61)
Bu ayetin Hz. İsa'nın ahir zamanda yeryüzüne dönüşüne açık bir
işaret taşıdığını söyleyebiliriz. Çünkü Hz. İsa, Kuran'ın indirilişinden
altı asır önce yaşamıştır. Dolayısıyla bu ilk hayatını "kıyamet
saati için bir bilgi" yani bir kıyamet alameti olarak anlayamayız.
Ayetin işaret ettiği anlam, Hz. İsa'nın, ahir zamanda, yani kıyametten
önceki son zaman diliminde yeniden yeryüzüne döneceği ve bunun da
bir kıyamet alameti olacağıdır. (En doğrusunu Allah bilir.)
Bu ayette geçen "O, kıyamet saati için bir
ilimdir" kelimesinin Arapça karşılığı şu şekildedir: "İnnehu
le ilmun lissaati."
Bu ifadede yer alan "hu" zamirini "Kuran" olarak yorumlayanlar
vardır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi Kuran için "hu" -"o"
zamiri kullanıldığında mutlaka ayetin öncesinde veya sonrasında
veya ayetin içinde Kuran'ı anlatan başka ifadeler de bulunmaktadır.
Başka bir konu içinde "hu" zamiri ile Kuran'dan bahsedilmez. Ayrıca
bu ayetin öncesindeki ayete bakıldığına orada da açıkça Hz. İsa
kastedilerek o zamiri kullanıldığı görülecektir:
"O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik
ve onu İsrailoğulları'na bir örnek kıldık."
Bu zamirin Kuran'a işaret ettiğini söyleyenler ise ayetin devamında
geçen "Ondan kuşkulanmayın, bana uyun" ifadesini delil olarak gösterirler.
Ancak bu ifadenin öncesindeki ayetler tamamen Hz. İsa'dan bahsetmektedir.
Bu nedenle "hu" zamirinin bir önceki ayetlerle ilgili olması ve
Hz. İsa'yı anlatması daha uygundur. Nitekim büyük İslam alimleri
de bu zamiri gerek ayetlere gerekse sahih hadislere dayanarak Hz.
İsa olarak açıklamaktadırlar. Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinde
şu şekilde açıklanmaktadır:
"Muhakkak ki o saat için bir ilimdir de -saatin geleceğini ölülerin
dirilip, kıyam edeceğini bildiren bir delil ve alamettir. Çünkü
İsa gerek zuhuru ve gerek emvati ihya (ölüleri diriltme) mucizesi
ve gerek emvatın kıyamını (ölülerin kalkışını) haber vermesi itibarıyla
kıyametin vaki olacağına bir delil olduğu gibi hadiste varid olduğuna
göre eşratı saattendir (kıyamet alametidir)." (http://www.kuranikerim.com/telmalili/zuhruf.htm)
(4)
Hz. İsa'nın ikinci gelişine işaret eden başka ayetler de şöyledir:
Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah
Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu
İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır'
ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır. Beşikte de, yetişkinliğinde
de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir. "Rabbim, bana bir
beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat)
Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca
ona "ol" der, o da hemen oluverir. Ona Kitabı, hikmeti, Tevratı
ve İncili öğretecek. (Al-i İmran Suresi, 45-48)
Ayette, Allah'ın Hz. İsa'ya, Tevrat'ı, İncil'i ve bir de "Kitabı"
öğreteceği haber verilmektedir. Bu kitabın hangi kitap olduğu kuşkusuz
önemlidir. Aynı ifade Maide Suresi'nin 110. ayetinde de yer almaktadır:
Allah şöyle diyecek: "Ey Meryemoğlu İsa, sana ve
annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim,
beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana
Kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan
kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun..." (Maide Suresi, 110)
Her iki ayette de geçen "kitap" ifadesini incelediğimizde, bunun
Kuran'a işaret ettiğini görürüz. Öncelikle Tevrat ve İncil dışında
yeryüzünde bilinen tek bir ilahi kitap vardır; o da Kuran'dır. (Hz.
Davud'a verilen Zebur da Eski Ahit'in içindedir) Bunun yanında,
yine Kuran'ın bir başka ayetinde, Al-i İmran Suresi 3. ayette, "kitap"
kelimesi, İncil ve Tevrat'ın yanında Kuran'ı ifade etmek için kullanılmıştır:
Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir.
O, sana Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi.
O, Tevrat ve İncil'i de indirmişti. (Al-i İmran Suresi, 2-3)
Kitap kelimesinin Kuran'a işaret ettiği başka bir ayet de şu şekildedir:
Allah katından yanlarında olan (Tevrat)ı doğrulayan
bir Kitap geldiği zaman, -ki bundan önce inkar edenlere karşı fetih
istiyorlardı- işte bilip-tanıdıkları gelince, onu inkar ettiler.
Artık Allah'ın laneti kafirlerin üzerinedir. (Bakara Suresi, 89)
Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak,
sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi
bildirecek bir elçi gönderdik. (Bakara Suresi, 151)
Bu durumda, Hz. İsa'ya öğretilecek olan üçüncü "Kitab"ın Kuran
olduğunu ve bunun da ancak Hz. İsa'nın ahir zamanda dünyaya dönüşünde
mümkün olabileceğini düşünebiliriz. Çünkü Hz. İsa Kuran'ın indirilmesinden
600 sene önce yaşamıştı ve henüz indirilmemişken onu biliyor olması
söz konusu olamazdı. Öyleyse Kuran'ı dünyaya yeniden geldiğinde
öğreneceğini düşünmek yegane mantıklı düşüncedir. Peygamberimiz
(sav)'in hadislerine baktığımızda yeniden geldiğinde Hz. İsa'nın
İncil ile değil Kuran'la hükmedeceğini anlıyoruz. Bu da ayetteki
manaya tam olarak mutabık düşmektedir. (Şüphesiz en doğrusunu Allah
bilir.)
(5)
Tüm bunların yanında "Şüphesiz, Allah katında
İsa' nın durumu, Adem'in durumu gibidir..." (Al-i İmran Suresi,
59) ayeti de Hz. İsa'nın dönüşüne işaret ediyor olabilir.
Tefsirciler genellikle bu ayetin her iki peygamberin de babasız
olma özelliğine, Hz. Adem'in Allah'ın "Ol" emriyle topraktan yaratılması
ile Hz. İsa'nın yine "Ol" emriyle babasız doğmasına işaret ettiğine
dikkat çekmişlerdir. Ancak ayetin bir ikinci işareti daha olabilir.
Hz. Adem cennetten nasıl yeryüzüne indirildiyse, Hz. İsa da ahir
zamanda Allah'ın katından yeryüzüne indirilecek olabilir. (En doğrusunu
Allah bilir.) Görüldüğü gibi Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden döneceğine
ilişkin olarak Kuran'da geçen ayetler çok açık ve düşündürücüdür.
Kuran'da adı geçen hiçbir peygamber için bunlara benzer ifadeler
kullanılmamıştır. Ayrıca hiçbir peygamberden "kıyamet için bir bilgi"
olarak bahsedilmemiştir ve diğer peygamberler için kullanılan hiçbir
ifade yeryüzüne tekrar dönmelerine işaret edecek türden herhangi
bir anlam içermemektedir. Ancak tüm bu ifadeler, Hz. İsa için kulanılmıştır.
Bunun anlamı ise oldukça açıktır.
(6)
Kuran'da Hz. İsa'nın ölümünü ifade eden bir diğer ayet ise Meryem
Suresi'nde şöyle haber verilmektedir:
"Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve
diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." (Meryem Suresi, 33)
Bu ayet Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetiyle birlikte incelendiğinde
çok önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Al-i İmran Suresi'ndeki
ayette Hz. İsa'nın Allah katına yükseltildiği ifade edilmektedir.
Bu ayette ölme ya da öldürülme ile ilgili bir bilgi verilmemektedir.
Ancak Meryem Suresi'nin 33. ayetinde Hz. İsa'nın öleceği günden
bahsedilmektedir. Bu ikinci ölüm ise ancak Hz. İsa'nın ikinci kez
dünyaya gelişi ve bir süre yaşadıktan sonra vefat etmesiyle mümkün
olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)
(7)
Hz. İsa'nın tekrar dünyaya geleceği ile ilgili bir başka delil
ise Maide Suresi'nin 110. ayetinde ve Al-i İmran Suresi'nin 46.
ayetinde geçen "kehlen" kelimesidir. Ayetlerde şu şekilde buyrulmaktadır:
"Allah şöyle diyecek: "Ey Meryemoğlu İsa, sana
ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim,
beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun…"
(Maide Suresi, 110)
"Beşikte de, yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla
konuşacaktır. Ve O salihlerdendir." (Ali İmran Suresi, 46)
Bu kelime Kuran'da sadece yukarıdaki iki ayette ve sadece Hz. İsa
için kullanılmaktadır. Hz. İsa'nın yetişkin halini ifade etmek için
kullanılan "kehlen" kelimesinin anlamı "otuz ile elli yaşları arasında,
gençlik devresini bitirip ihtiyarlığa ayak basan, yaşı kemale ermiş
kimse" şeklindedir. Bu kelime İslam alimleri arasında ittifakla
"35 yaş sonrası döneme işaret ediyor" şeklinde çevrilmektedir.
Hz. İsa'nın genç bir yaş olan otuz yaşının başlarında göğe yükseldiğini,
yeryüzüne indikten sonra kırk yıl kalacağını ifade eden ve İbni
Abbas'tan rivayet edilen hadise dayanan İslam alimleri, Hz. İsa'nın
yaşlılık döneminin, tekrar dünyaya gelişinden sonra olacağını, dolayısıyla
bu ayetin, Hz. İsa'nın nüzulüne dair bir delil olduğunu söylemektedirler.
(Muhammed Halil Herras, Faslu'l-Makal fi Ref'I İsa Hayyen ve Nüzulihi
ve Katlihi'd-Deccal, Mektebetü's Sünne, Kahire, 1990, s.20)
İslam alimlerinin bu yorumunun isabetli olduğu söz konusu ayetler
dikkatle incelendiğinde kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Kuran ayetlerine bakıldığında bu ifadenin, yalnızca Hz. İsa için
kullanıldığını görürüz. Tüm peygamberler insanlarla konuşup, onları
dine davet etmişlerdir. Hepsi de yetişkin yaşlarında tebliğ görevini
yerine getirmişlerdir. Ancak Kuran'da hiçbir peygamber için bu şekilde
bir ifade kullanılmamaktadır. Bu ifade sadece Hz. İsa için ve mucizevi
bir durumu ifade etmek amacıyla kullanılmıştır. Çünkü ayetlerde
birbiri ardından gelen "beşikte" ve "yetişkin iken" kelimeleri iki
büyük mucizevi zamana dikkat çekmektedirler.
Hz. İsa'nın beşikteyken konuşması bir mucizedir. Bu, görülmüş bir
olay değildir ve ayetlerde bu mucizevi olay birçok kez zikredilmektedir.
O halde bu kelimenin hemen ardından gelen "yetişkin iken de insanlarla
konuşması" şeklindeki ifadenin de bir mucize olması muhtemeldir.
Eğer "yetişkin iken" ifadesi, Hz. İsa'nın Allah katına alınmadan
önceki hayatına işaret ediyor olsaydı, o zaman Hz. İsa'nın konuşuyor
olması bir mucize olmayacaktı. Bir mucize olmadığı için de beşikteyken
konuşmasının ardından ve bu mucizevi durumla eş değer bir anlamda
kullanılmazdı. O zaman "beşikten yetişkin oluncaya kadar" şeklinde
bir ifade kullanılırdı ve Hz. İsa'nın göğe yükselmeden önceki tebliği
anlatılırdı. (En doğrusunu Allah bilir) Ancak ayette iki büyük mucizevi
zamana dikkat çekilmektedir. Bunlardan birincisi beşikteyken konuşması,
ikincisi ise yetişkin iken konuşmasıdır. Dolayısıyla mucizevi bir
döneme işaret eden bu ifade, Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne döndükten
sonraki dönemde, yetişkin iken insanlarla konuşmasıdır. (En doğrusunu
Allah bilir)
Nitekim İmam Taberi, Taberi Tefsiri isimli eserinde bu ayetlerde
geçen ifadeleri şu şekilde açıklamaktadır:
"Bu ifadeler (Maide Suresi, 110), Hz. İsa'nın ömrünü tamamlayıp
yaşlılık döneminde insanlarla konuşabilmesi için gökten ineceğine
işaret etmektedir. Çünkü o, genç yaştayken göğe kaldırılmıştı…
Bu ayette (Al-i İmran Suresi, 46), Hz. İsa'nın hayatta olduğuna
delil vardır ve ehl-i sünnet de bu görüştedir. Çünkü ayette, onun
yaşlandığı zamanda da insanlarla konuşacağı ifade edilmektedir.
Yaşlanması da ancak, semadan yeryüzüne ineceği zamanda olacaktır."
(Taberi Tefsiri, İmam Taberi, cilt 2, s. 528; Cilt 1, s. 247)
Ancak bazı kişiler "yetişkin" kelimesini gerçek anlamından uzaklaşarak
yorumlamakta ve Kuran'ın genel mantığı içinde değerlendirmemektedirler.
Bu kişiler peygamberlerin her dönemde olgun ve kemale ermiş kimseler
olduklarını, dolayısıyla bu ifadenin peygamberlerin tüm hayatlarına
işaret ettiğini öne sürerler. Elbette peygamberler Allah'ın kemale
eriştirdiği, olgun kimselerdir. Ancak Allah Ahkaf Suresi'nde olgunluk
yaşının 40 yaş olduğuna işaret etmektedir. Ayette şu şekilde bildirilir:
Biz insana, 'anne ve babasına' iyilikle davranmasını
tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu.
Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihayet
güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki:
"Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin
razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için
soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten
ben Müslümanlardanım." (Ahkaf Suresi, 15)
Dolayısıyla "kehlen" kelimesinin, Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne
gelişine işaret ettiği Kuran ayetleriyle de ortaya çıkan bir anlam
taşımaktadır. (Doğrusunu en iyi Allah bilir.)
Kuran'da yaşamı sırasında yeryüzünden yüzlerce yıl ayrılıp sonra
dönen başka örnekler de vardır
YÜZYIL SONRA DİRİLTİLEN ADAM
Bu örneklerden biri, Bakara Suresi'nde anlatılan "yüz yıl ölü kaldığı"
belirtilen bir kimsenin hayatına ilişkindir:
Ya da altı üstüne gelmiş ıssız duran bir şehre
uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: "Allah burasını ölümünden
sonra nasıl diriltecekmiş?" Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü
bıraktı sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: "Ne kadar kaldın?"
O: "Bir gün veya bir günden az kaldım" dedi. (Allah ona:) "Hayır
yüz yıl kaldın böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozulmamış;
eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi
kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz
sonra da onlara et giydiriyoruz?" dedi. O kendisine (bunlar) apaçık
belli olduktan sonra dedi ki: "(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten
Allah herşeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 259)
Önceki sayfalarda belirttiğimiz gibi ayetlerde Hz. İsa'nın canının
alındığından bahsedilmemektedir. Yukarıda verdiğimiz ayette ise
tam bir ölüm (mevt) söz konusudur. Dolayısıyla kesin olarak ölen
bir insanın bile Allah'ın dilemesiyle bu dünyada tekrar diriltildiği
Kuran'da bildirilen bir gerçektir. Kuran'da buna benzer başka olaylardan
da örnekler verilmektedir.
KEHF EHLİ'NİN YILLAR SONRA UYANDIRILMALARI
Konuya işaret eden diğer bir örnek ise Kehf Suresi'ndeki "Ashab-ı
Kehf" kıssasındadır.
Allah'ın, yaşadıkları dönemin din karşıtı hükümdarının zulmünden
korunmak için mağaraya sığınan bir grup gençten bahsettiği bu kıssada,
onların uzun yıllar uyuduktan sonra tekrar uyandırıldıkları anlatılmaktadır.
Ayetler şöyledir:
O gençler mağaraya sığındıkları zaman demişlerdi
ki: "Rabbimiz katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu
kolaylaştır (bizi başarılı kıl). Böylelikle mağarada yıllar yılı
onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). (Kehf Suresi,
10-11)
Sen onları uyanık sanırsın oysa onlar (derin bir
uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk.
Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu. Onları görmüş olsaydın
geri dönüp onlardan kaçardın onlardan içini korku kaplardı. Böylece,
aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık).
İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir
gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki:
"Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu
paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size
ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın
sizi kimseye sezdirmesin." (Kehf Suresi, 18-19)
Kuran'da gençlerin mağarada kaç yıl kaldıkları tam olarak bildirilmez.
Bunun için yıllar yılı tabiri kullanılır ki sürenin çok kısa olmadığı
buradan anlaşılmaktadır. Ayrıca kalış süresiyle ilgili insanların
tahmini de oldukça uzun bir süre olan 309 yıldır:
Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz
(yıl) daha kattılar. De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi
bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve
ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur.
Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz." (Kehf Suresi, 25-26)
Elbette burada önemli olan sürenin kısa veya uzun olması değildir.
Üzerinde durduğumuz konu Allah'ın bazı insanları dünyadaki bildiğimiz
hayattan, uyutmak veya canlarını almak suretiyle uzaklaştırdıktan
sonra onları tekrar canlandırmasıdır. Tıpkı uykudan uyanan insanlar
gibi kişileri tekrar hayata döndürmesidir. Hz. İsa da bu insanlardan
biridir ve zamanı geldiğinde tekrar dünya üzerinde yaşayacak, görevini
yaptıktan sonra "Dedi ki: "Orada (dünyada)
yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız." (Araf Suresi,
25) ayetinin hükmü gereği her insan gibi dünyada ölecektir
RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI'NDA
HZ.İSA
Yüzyılımızın en büyük İslam alimlerinden biri olan Bediüzzaman
Said Nursi, bir Kuran tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatı'nda, ahir
zaman ve Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişi konusuna geniş
yer ayırmıştır.
Günümüzde Müslüman toplulukların birçok konuda birbirlerinden farklı
düşünce yapıları içinde oldukları bir gerçektir. Ancak farklı kültürlerden
çok sayıda Müslümanın kabul ettiği bir gerçek, Bediüzzaman'ın hicri
13. asrın en önemli alimi olduğudur. İşte bu nedenle Bediüzzaman'ın
ahir zaman konusunda yaptığı detaylı izahlar, Müslümanlar için büyük
önem taşımaktadır.
Bediüzzaman ahir zamanla ilgili olan açıklamalarında, iki büyük
felsefi akımın yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağını ve bu akımların
dinsizliği hakim kılmak için çaba sarf edeceklerini vurgular. Bu
akımlardan birincisi İslam ahlakını içten tahrip etmeye çalışacak
olan akımdır. İkincisi ise Allah'ı açıkça inkar eden, maddenin ezelden
beri var olduğunu, sonsuza kadar da var olacağını öne süren ve canlılığın
cansızlıktan tesadüfen ortaya çıktığını savunan maddeci ve tabiatçı
anlayış, yani materyalizm ve natüralizmdir. (Natüralizm, Darwin'in
evrim teorisinin felsefi boyutu olarak da bilinir.)
Bu tanımlama elbette Allah'ın varlığını inkar eden bütün fikir
akımlarına da temel teşkil etmiştir. Materyalistler tarihin en eski
çağlarından beri bütün hak dinlere karşı cephe almışlar, bu yolda
karşılarına çıkanlarla mücadele etmiş, halklara zulmetmiş, savaşlar
çıkarmış, her türlü yozlaşmanın en ön safhalarında yer almışlardır.
Hz. İsa da yeryüzüne tekrar döndüğünde bu maddeci ve tabiatçı akımlarla
mücadele edecek ve Allah'ın izniyle onlara karşı galip gelecektir.
Bediüzzaman, külliyatında bu materyalist akıma şöyle dikkat çekmektedir:

|
İkinci cereyan ise:
Tabiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüd eden
bir cereyan-ı nemrudane, gittikçe ahir zamanda
felsefe-i maddiye vasıtasıyle intisar ederek kuvvet
bulup, uluhiyeti inkar edecek bir dereceye gelir.
(İkinci akım ise: Materyalist felsefenin sonucunda
oluşan, inkarcı -nemrudane- bir akımdır ki ahir
zamanda gelişir, Allah'a inancı inkar edecek bir
dereceye gelir.)
(Mektubat, s.53)
|
|
|
|
Bediüzzaman, inkarın hakim olduğu böyle bir dönemde Hz. İsa'nın
yeniden dünyaya döneceğini müjdelemektedir. Bediüzzaman'ın sözlerinde
haber verdiği gibi, Hz. İsa yeryüzüne ikinci kez gelişinde Kuran'la
hükmedecektir. Hz. İsa Hıristiyanlığı tüm hurafelerinden temizleyecektir.
Ve Hıristiyanlık ile Müslümanlık birleşerek dinsizlik akımına karşı
Kuran ahlakını yaşayarak üstün geleceklerdir. Risale-i Nur'da bu
konuyla ilgili aktarılanlar şöyledir:

|
İşte böyle
bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir
zamanda, Hazreti İsa (a.s)'ın şahsiyet-i maneviyesinden
ibaret olan hakiki İsevilik dini zuhur edecek,
yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek;
hal-i hazır Hıristiyanlık dini o hakikata karşı
tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak,
hakaik-i İslamiye ile birleşecek; manen Hıristiyanlık
bir nevi İslamiyet'e inkilab edecektir... Ve Kuran'a
iktida ederek, o İsevilik, şahs-ı manevisi, tabi;
ve İslamiyet, metbu' makamında kalacak. Din-i
hak, bu iltihak neticesinde azim bir kuvvet bulacaktır.
Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub
olan İsevilik ve İslamiyet; ittihad neticesinde,
dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında
iken alem-i semavatta cism-i beşerisiyle bulunan
şahs-ı İsa Aleyhisselam, o din-i hak cereyanının
başına geçeceğini bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i
Külli Şey'in vaadine istinad ederek haber vermiştir.
Madem haber vermiş, haktır, madem Kadir-i Külli
Şey vaat etmiş elbette yapacaktır. (İşte böyle
bir sırada, bu akımın çok kuvvetli göründüğü bir
anda, Hz. İsa'nın manevi şahsiyetinden ibaret
olan hakiki İsevilik dini ortaya çıkacak, yani
ilahi rahmetin semasından nüzul edecek. Şu andaki
Hıristiyanlık dini, o gerçek karşısında tasaffi
edecek, hurafelerden ve bozulmalardan arınacak,
gerçek İslam ile birleşecektir. Manevi olarak
Hıristiyanlık bir bakıma İslamiyet'e dönüşecektir.
Ve Kuran'a uyarak, Hıristiyanlık, şahsı manevisi
itaat eden ve İslamiyet ise itaat edilen makamında
olacak. Gerçek din bu birleşme neticesinde büyük
bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik akımına karşı
ayrı iken mağlup olan İsevilik ve Müslümanlık,
birleşme sonucunda dinsizlik akımını yenip dağıtacak
güçtedir. Gökler aleminde cismiyle beraber bulunan
Hz. İsa'ın, o hak dinin başına geçeceğini bir
doğru haberci, herşeye gücü yetenin sözüne dayanarak
haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır, madem
Herşeye Gücü Yeten vaat etmiş, elbette yapacaktır.)
(Mektubat, s. 53-54)
|
|
|

|
Bediüzzaman Said Nursi, Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez dönüşünü
anlattığı tüm açıklamalarında onun o dönemdeki tüm inkarcı sistemleri
ortadan kaldıracağına ve bunu yaparken de Müslümanlardan çok büyük
destek göreceğine işaret etmektedir. Hz. İsa, İslam dünyasında Kuran
ahlakının tebliğ edilmesinde lider görevini üstlenen salih kişiyle
birlik olup, inkarcı sistemin zulmünü ortadan kaldıracaktır:

|
Şahs-ı İsa
Aleyhisselam'ın kılıncı ve maktul olan şahs-ı
Deccal'in, teşkil ettiği dehşetli maddiyunluk
ve dinsizlik azametli heykeli ve şahs-ı manevisini
mahvedecek ancak İsevi ruhanileridir ki; o ruhaniler,
din-i İsevinin hakikatini hakikat-i İslamiye ile
mezcederek o kuvvetle onu dağıtacak, manen öldürecek.
Hatta "Hazret-i İsa Aleyhisselam gelir. Hazret-i
Mehdi'ye namazda iktida eder, tabi olur."
Diye rivayeti bu ittifaka ve hakikat-i Kuraniyenin
mutbuiyetine ve hakimiyetine işaret eder.
(Şualar, s.493)
|
|
|
|
HZ.İSA'YI
NASIL TANIYABİLİRİZ?
HZ. İSA'YI KİMLER TANIYABİLECEKTİR?
Önceki bölümlerde Hz. İsa'nın ölmediğini, Allah'ın katına yükseltildiğini
ve yeryüzüne yeniden döneceğini Kuran'dan delillerle açıklamıştık.
Tüm bunlardan sonra elbette akla gelen ilk soru "Hz. İsa'nın yeryüzüne
tekrar gelişinde kim olduğunun nasıl anlaşılacağı ve onun hangi
özelliklerinden tanınabileceği"dir . Bu aşamada başvurabileceğimiz
tek kaynak Kuran'dır.
Kuran'ın bir özelliği, içinde geçen kıssalarda ve bazı ayetlerde
peygamberlere yönelik olarak çeşitli açıklamalar yapmasıdır. Peygamberlerle
ve salih müminlerle ilgili pek çok ortak alameti ayetlerde bulmak
mümkündür. Üstelik müminlere ait tüm özellikleri tek tek ayetlerden
tespit etmek de imkan dahilindedir. Bununla bağlantılı olarak Hz.
İsa'nın üstün iman özellikleri, Kuran'a bakılarak görülebilir. Dolayısıyla
Kuran'a uyan samimi müminler onda gördükleri bu üstün özellikleri
değerlendirip, onu tanıyabilirler. Ancak bu noktada unutulmamalıdır
ki, Hz. İsa'yı tanımak herkes için mümkün olmayabilir. Bu konu ile
ilgili Bediüzzaman Said Nursi şunları söylemektedir:
Hz. İsa (A.S) geldiği vakit, herkesin onun İsa olduğunu bilmesi
gerekmez. O'nun yakınları ve ileri gelen kişiler, imanın nuru ile
onu tanırlar. Yoksa açıkça herkes onu tanımayacaktır. (Mektubat,
s. 54)
Yukarıdaki sözünde görüldüğü gibi, Bediüzzaman da Hz. İsa'nın yeryüzüne
döndüğü ilk yıllarda ancak yakın çevresinin onu tanıyabileceğini
bildirmiştir. Yakınında bulunan bu insanların onu tanımasının ise
ancak 'imanın nuru' ile olabileceğini belirtmiştir. Elbette burada
'imanın nuru' ile ne kastedildiğine değinmek gerekir. 'İmanın nuru'
Allah'ın varlığına, birliğine inanan ve Kuran'a uyan insanlara Rabbimizin
verdiği bir anlayıştır. Müminler Allah'ın verdiği bu anlayışla,
olayları çok açık olarak değerlendirebilir, birçok konunun girift
noktalarını rahatça kavrayabilirler. Kuran'da bildirildiği gibi
müminler, çevrelerindeki herşey üzerinde derin derin düşünen, dolayısıyla
olaylardaki incelikleri, detayları gözden kaçırmayan insanlardır.
Nitekim bir ayette Allah, samimi kalple iman edip her olayın inceliğini
ve derinliğini kavramaya çalışan, gördükleri detaylarda kendilerini
Yaratanın büyüklüğünü, gücünü kavrayarak O'ndan korkanlara 'doğruyu
yanlıştan ayırma' konusunda anlayış vereceğini bildirmiştir:
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız,
size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir,
kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.
(Enfal Suresi, 29)
Bu ayet doğrultusunda düşünüldüğünde, Hz. İsa'yı yeryüzüne dönüşünde
tanıyıp ona itaat edecek olanların da, Allah'a ve Kuran'a iman eden,
her olayı derinlemesine düşünüp kavramaya çalışan insanlar olacağı
anlaşılmaktadır. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi bir başka sözünde
konuya şöyle dikkat çeker:
"Hatta Hazret-i İsa Aleyhisselam'ın nuzulü dahi ve kendisi İsa
Aleyhisselam olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez."
(Şualar, s.487)
HZ. İSA'YI HANGİ ÖZELLİKLERİYLE
TANIYABİLİRİZ?
Yukarıda belirttiğimiz gibi, bu sorunun cevabını bulmak için Kuran'a
baktığımızda karşımıza çıkan ilk işaret, ayetlerde anlatılan, peygamberlerin
sahip oldukları ortak özellikler olacaktır. Öyleyse birtakım alametlerle
kendini belli edip, dikkat çekecek olan Hz. İsa'yı tanımak için
Kuran'da bildirilmiş olan bu peygamber özelliklerinin neler olduğunu
incelemek gerekmektedir. Elbette peygamberlerle ilgili Kuran'dan
çıkarılabilecek yüzlerce alamet vardır. Ancak bu bölümde dışarıdan
bakan bir gözle değerlendirebilecek en belirgin özellikler ele alınacaktır.
1. Üstün ahlak özellikleri ile diğer insanlardan
ayrılır
Allah'ın seçip gönderdiği her peygamber gibi, Hz. İsa da tüm üstün
ahlak özelliklerini üzerinde taşır. Onu diğer insanlardan ayıran
en belirgin fark, yaşadığı toplum içinde alışılmadık bir şekilde
ortaya çıkan yüksek şahsiyetidir. Öyle ki halk arasında hiç rastlanmayan,
insanların alışık olmadığı ve görür görmez etkilenecekleri ahlaki
özelliklere sahiptir. Allah'a olan güveni ve imanı ile son derece
kararlı, cesaretli, toplumun etkisi altında kalmayan, aksine herkesi
etkileyen, güçlü bir insandır. Nitekim tüm peygamberlerin üzerlerinde
taşıdıkları bu üstünlük ayetlerde şöyle bildirilmektedir:
Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir.
Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz... Ve ona İshak'ı ve Yakub'u
armağan ettik, hepsini hidayete eriştirdik; bundan önce de Nuh'u
ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı
ve Harun'u hidayete ulaştırdık. Biz, iyilik yapanları işte böyle
ödüllendiririz. Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da (hidayete
eriştirdik.) Onların hepsi salihlerdendir. İsmail'i, Elyasa'yı,
Yunus'u ve Lut'u da (hidayete eriştirdik). Onların hepsini alemlere
üstün kıldık. Babalarından, soylarından ve kardeşlerinden, kimini
(bunlara kattık); onları da seçtik ve dosdoğru yola yöneltip-ilettik.
Bu, Allah'ın hidayetidir; kullarından dilediğini bununla hidayete
erdirir... (Enam Suresi, 83-88)
Allah, peygamberleri diğer insanlara göre üstün özelliklerle yarattığını
yukarıdaki ayetlerde açıkça bildirmiştir. Bu konu ile ilgili Kuran'da
geçen daha pek çok örnek vardır. Örneğin "...İbrahim
(tek başına) bir ümmetti." (Nahl Suresi, 120), "Güç ve basiret sahibi
olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u..." (Sad Suresi, 45),
"Ve gerçekten onlar, Bizim katımızda seçkinlerden ve hayırlı olanlardandır."
(Sad Suresi, 47), "... Bizi inanmış kullarından birçoğuna göre üstün
kılan Allah'a hamdolsun. dediler." (Neml Suresi, 15) gibi
ayetlerde bildirilen ifadeler, peygamberlere verilen üstünlükleri
bize bildirmektedir. Hz. İsa da Allah'ın seçkin kıldığı peygamberlerdendir.
Bir ayette şöyle buyrulur:
İşte bu elçiler; bir kısmını bir kısmına üstün
kıldık. Onlardan, Allah'ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle
yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa'ya apaçık belgeler verdik ve
O'nu Ruhu'l-Kudüs'le destekledik... (Bakara Suresi, 253)
2. Peygamberlere has yüz ifadesi ile tanınacaktır
Elçilerin üstünlüklerinin gerek bilgice, gerekse vücutça olduğu
da Kuran'da bildirilmektedir:
... O (şöyle) demişti: "Doğrusu Allah size onu
seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse
mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir."
(Bakara Suresi, 247)
Bilgice, akılca, vücutça, ahlakça üstün kılınmış bir insan olarak
Hz. İsa'nın yüzünde peygamberlere has bir ifade olacaktır. Sahip
olduğu güçlü Allah korkusunun ve derin imanının nuru, yüzüne yansıyacaktır.
Ve peygamberlere has olan nurlu ifade o derece açık olacaktır ki,
onu görenler diğer insanlara kıyasla çok üstün bir insanla karşılaştıklarının
farkına varacaklardır. Ancak unutmamak gerekir ki, elbette herkes
bunu kabul edecek değildir. Kimi insanlar içlerinde duyacakları
haset ve kin sebebiyle, bu ahlaki üstünlüğü gözardı edebilirler.
İçten içe farkında olsalar da, işlerine gelmediği için anlamazlıktan
gelebilirler. Yalnızca imanında samimi olanlar, bu üstünlüğü görüp
gereği gibi takdir edebileceklerdir.
Allah, Hz. İsa'nın hem dünyada hem de ahirette "... seçkin,
onurlu, saygın ve Allah'a yakın kılınanlardan..." (Al-i İmran Suresi,
45) olduğunu bildirmiştir. Allah'ın ayetinin bir tecellisi
olarak tüm peygamberler gibi Hz. İsa da çevresindeki insanlar arasında
saygınlığıyla, seçkin ve onurlu oluşuyla tanınacaktır.
3. Hikmet ve hitabet gücü çok yüksektir
Bunlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik
verdiklerimizdir... (Enam Suresi, 89)
Allah, çeşitli kavimlere tebliğ yapmaları, onları uyarıp korkutmaları
için gönderdiği peygamberlerini hikmet sahibi de kılmıştır. Hikmetli
bir anlatım, isabetli konuşmalar, doğruya davet edici ve kötülükten
menedici tavırlar, tüm peygamberlerin ortak özellikleridir. Nitekim
Kuran'ın daha pek çok ayetinde tek tek peygamberlere verilen hikmete
de dikkat çekilir. Örneğin, Hz. Davud için
"... ona hikmet ve anlatım çarpıcılığını vermiştik." (Sad Suresi,
20); Hz. Yahya için, "... daha çocuk iken ona hikmet verdik." (Meryem
Suresi, 12); Hz. Musa için, "O, erginlik çağına ulaşıp olgunlaşınca,
ona bir 'hüküm ve hikmet' ve ilim verdik..." (Kasas Suresi,14);
Hz. Lokman için, "Andolsun, Lokman'a "Allah'a şükret" diye hikmet
verdik..." (Lokman Suresi, 12); Hz. İbrahim için, "... Doğrusu Biz,
İbrahim ailesine Kitabı ve hikmeti verdik..." (Nisa Suresi, 54)
diye bildirilmiştir.
Allah'ın bize bildirdiği, "Kime dilerse hikmeti
ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da
verilmiştir..." (Bakara Suresi, 269) ayeti gereği, tüm peygamberlerin
hikmet verilerek ödüllendirildiğidir.
Hz. İsa'nın Allah'ın bir elçisi olarak hikmetle ödüllendirildiğine
ve bunu kendi kavmine de bildirdiğine Kuran'da şöyle dikkat çekilmiştir:
Allah şöyle diyecek: "Ey Meryemoğlu İsa, sana ve
annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim,
beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana
kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim... (Maide Suresi,
110)
İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki: "Ben size
bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını
size açıklamak için de. Öyleyse Allah'tan sakının ve bana itaat
edin." (Zuhruf Suresi, 63)
Bu ayetler doğrultusunda Kuran'a baktığımızda anladığımız, Hz.
İsa'yı tanımak için bir başka işaretin de, onun yapacağı "hikmetli,
isabetli ve çok etkili konuşmalar" olacağıdır. Diğer tüm konularda
olduğu gibi hikmetli konuşma da, peygamberlere has çok dikkat çekici
bir özelliktir. Kuran'ı kendilerine rehber edinmiş olan müminler
Hz. İsa'nın konuşmalarının diğer bir ayette de belirtildiği gibi
"özü kapsayan bir bilgi" (Kehf Suresi, 91)
içerdiğini ve bunun ancak Allah'ın seçtiği elçilere has olduğunu
anlarlar. Gösterdiği üstün akıl, yaptığı kusursuz teşhisler, getirdiği
çözümler her zaman çok isabetli olup Allah'tan özel olarak verilmiş
bir hikmetin en açık alametlerini oluşturacaktır. Böylece üstün
şahsiyeti ve aklı açıkça göze çarpacaktır.
4. Çok güvenilirdir
Her elçi gönderildiği topluluğa ilk olarak "Gerçek
şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim" (Şuara Suresi,
107) ifadesiyle söze başlayarak kendisini tanıtmıştır. Peygamberlerin
bu güvenilirlikleri, Allah'ın kitabına, dinine, gönderdiği şeriata
tam tamına uymalarından kaynaklanır. Hiçbir durumda doğru yolun,
hak dinin sınırlarının dışına çıkmazlar. Yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu
kazanmak istemelerinden dolayı kimseye boyun eğmezler. Kuran'da
hemen hemen tüm peygamberlerin bu özelliklerini ön plana çıkardıklarından
bahsedilmektedir. Örneğin, Hz. Musa'nın kendisini kavmine tanıtması
Kuran'da şöyle haber verilmektedir:
Andolsun, Biz kendilerinden önce, Firavun'un kavmini
de denedik. Onlara kerim bir elçi gelmişti; "Allah'ın kullarını
bana teslim edin; gerçekten ben, sizin için güvenilir bir elçiyim"
(demişti). (Duhan Suresi, 17-18)
Şüphesiz elçilerin bu önemli özelliklerini kavimleri her zaman
takdir edememişlerdir. Hatta çoğu zaman elçilerle ilgili yanlış
zanları olmuştur. Çünkü kendi cahiliye sistemlerini terk edip onların
davet ettiği hak dine uymak istememişlerdir. Ancak aradan belli
bir zaman geçtikten sonra elçilerin en güvenilir insanlar oldukları
kavim içinde de kabul görmüştür. Bu konuda örnek olarak Hz. Yusuf'u
verebiliriz. Hz. Yusuf, uzun bir süre kavmin içinde zorluklarla
denenmiş; önce köle olarak satılmış, sonra bir süre için hapiste
kalmıştır. Allah'ın dilediği zaman ise güvenilir bir insan olduğu
anlaşılmış, hükümdar tarafından devletin hazinelerinin başına geçirilmiştir:
Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin, onu kendime
bağlı kılayım." Onunla konuştuğunda da (şöyle) dedi: "Sen bugün
Bizim yanımızda (artık) önemli bir yer sahibisin, güvenilir (bir
danışman-yönetici)sin." (Yusuf Suresi, 54)
Kuran'da bildirilen peygamberlerin bu özellikleri kuşkusuz Allah'ın
bir elçisi olarak Hz. İsa'da da görülecektir. Hz. İsa dünyaya ikinci
gelişinde, Allah'ın değişmez bir kanunu olarak halk arasında güvenilirliği
ile dikkat çekecektir. Allah, Hz. Yusuf'a ve diğer tüm elçilerine
olduğu gibi, Hz. İsa'ya da yardım edecek ve onun ne kadar emin bir
insan olduğunu zamanı geldiğinde insanlara gösterecektir.
5. Allah'ın koruması altındadır
Andolsun, (peygamber olarak) gönderilen kullarımıza
(şu) sözümüz geçmiştir: Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım
ve zafer) bulacaklardır. Ve hiç şüphesiz; bizim ordularımız, üstün
gelecek olanlar onlardır. (Saffat Suresi, 171-173)
Allah her zaman elçilerini diğer insanlardan üstün kılmıştır. Tarih
boyunca gönderilen her peygamber, Allah'ın yardımıyla düşmanlarına
karşı üstünlük kazanmış, onların kurdukları tuzaklardan korunmuştur.
Aldıkları her karar, uyguladıkları her yöntem hep hayırla ve başarıyla
sonuçlanmış, Rabbimiz onları her durumda desteklemiştir.
Dolayısıyla Allah'ın elçisi Hz. İsa'yı bekleyen müminler için yol
gösterici bir başka işaret de onun her işinin başarı ile sonuçlanması
olacaktır. Öyle ki aldığı her karar, uyguladığı her yöntem kendisi
ve etrafındaki müminler için hayırlı sonuç verecektir. Hatta ilk
bakışta aksilik gibi görünen olaylar dahi bir süre sonra onların
hayrına dönecektir. Ve Hz. İsa'nın aldığı tüm kararların en doğrusu,
en akılcısı olduğunu bu olaylar ispat edecektir. Çünkü Allah Kuran'da
elçilerinin her ne olursa olsun tüm zorluklara rağmen üstün geleceklerini,
onları kesin olarak yardımıyla destekleyeceğini vadetmiştir.
Allah'ın bu vaadiyle Hz. İsa'ya küçük büyük her işte gelen başarı
ve bereket hem düşmanlarının, hem de yanındaki inananların dikkatini
çekecek kadar açık olacaktır. Düşmanları da, bu durumun olağanüstülüğünü
fark edecek ancak bunun Allah'tan gelen bir yardım olduğunu takdir
edemeyeceklerdir. Her işinin başarılı olmasına, attığı her adımın
doğru olmasına bir anlam veremeyeceklerdir. Çünkü onların amacı,
'kendileri gibi bir beşer' olarak gördükleri bu mübarek insana karşı
üstün gelmektir. Ancak "Sonra Biz, elçilerimizi
ve iman edenleri böyle kurtarırız; müminleri kurtarmamız Bizim üzerimize
bir haktır." (Yunus Suresi, 103) ayetinde de bildirildiği
gibi, Allah bu konuda yaptıkları herşeyi sonuçsuz çıkaracak ve elçisine
yardım edecektir. Ona kurulan tuzaklar, açılan savaşlar hiçbir zaman
başarılı bir sonuca ulaşamayacaktır.
6. Yaptıkları için karşılık beklemez
Tüm elçilerin taşıdığı ortak bir özellik de, yaptıkları hiçbir
şey için ücret beklememeleridir. Yaptıkları büyük hizmetler karşılığında
bekledikleri tek şey Allah'ın rızasıdır. Çevrelerindeki hiç kimseden
bir ücret, bir fayda talep etmezler. Nitekim Kuran'a baktığımızda
da, tüm elçilerin bu özelliği üzerlerinde taşıdıklarına ve bunu
sözle de dile getirdiklerine şahit oluruz:
Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir
ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait
değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 51)
Elçilerin taşıdıkları bu üstün özellik Hz. İsa'da da görülecektir.
Allah'ın peygamberi olarak tüm insanları İslam Dinine davet edecektir.
Ancak yaptığı şeylerin karşılığında hiçbir maddi çıkar, bir ücret
talebi olmayacaktır. Kuran'da bildirilen tüm elçiler gibi yaptığı
herşeyin karşılığını Allah'tan bekleyecek ve bu özelliğiyle de gerek
yakın çevresinde, gerekse içinde bulunduğu toplumda dikkat çekecektir.
Ancak şu nokta unutulmamalıdır ki, diğer konularda olduğu gibi
bu konuda da onu ancak inananlar takdir edebilirler. İçinde bulunduğu
toplum Hz. İsa'nın bu özelliğini farketse bile, kimi düşmanları
onu engellemek için diğer tüm peygamberlere yapıldığı gibi çeşitli
iftiralarda bulunabilir. Bu iftiraların arasında kuşkusuz onun "yaptıkları
karşılığında bir çıkar sağlamaya çalıştığı, menfaat gözettiği" gibi
suçlamalar da olması muhtemeldir. Ancak Allah her konuda işinin
hayırla sonuçlanmasına izin verdiği gibi, bu konuda da inkarcıların
iftiralarının asılsızlığını tek tek ortaya çıkarır ve elçisine yardım
eder.
7. Müminlere karşı şefkatli ve merhametlidir
Peygamberlerde görülen en önemli özelliklerden biri de "merhamet
ve şefkat"tir. Peygamberler her zaman yanlarındaki müminlere karşı
çok şefkatli ve merhametli olmuşlar, onların dünyadaki ve ahiretteki
durumlarını düzeltmek için çalışmışlardır. Hz. İsa'nın ahlakının
en belirgin özelliklerinden biri de müminlere karşı olan bu şefkati
ve merhameti olacaktır. Allah, gönderdiği elçilerde çok yoğun olarak
görülen bu özelliği Kuran'da şöyle tanıtmıştır:
Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz onun
gücüne giden, size pek düşkün, müminlere şefkatli ve esirgeyici
olan bir elçi gelmiştir. (Tevbe Suresi, 128)
İşte Hz. İsa da bu ayette belirtildiği gibi çevresindeki müminlere
karşı son derece "müşfik ve koruyucu" bir tavır içerisinde olacak
ve bu benzersiz samimiyet ve candanlık onun Hz. İsa olduğunun en
anlaşılır delillerinden birini oluşturacaktır.
DÜNYA ÜZERİNDE HİÇBİR AKRABASI,
TANIYANI, AİLESİ OLMAMASIYLA TANINACAKTIR
Hz. İsa Kuran'da geçen peygamber özellikleri ile tanınabilecektir.
Ancak bunlar dışında onu insanlara tanıtan başka etkenler de olacaktır.
Şüphesiz bunlardan en önemlisi Hz. İsa'nın dünyada bir ailesinin,
hiçbir akrabasının, eskiden tanıdığı tek bir kişinin olmamasıdır.
Gerçekten de, Hz. İsa yeniden yeryüzüne geldiğinde çevresinde kendisini
tanıyan hiç kimse olmayacaktır. Onun fiziksel özelliklerini, simasını
ya da ses tonunu bilen tek bir kişi dahi çıkmayacaktır. Dünya üzerinde
tek bir kişi "ben onu daha önceden tanıyorum, filanca zaman görmüştüm,
onun ailesi ve yakınları şu kimselerdir" gibi bir iddiada bulunamayacaktır.
Çünkü onu tanıyan tüm insanlar bundan yaklaşık olarak 2000 sene
kadar önce yaşamış ve ölmüşlerdir. Annesi Hz. Meryem, Hz. Zekeriya,
onunla yıllarını geçirmiş olan havarileri, dönemin Yahudi önde gelenleri
ve bizzat Hz. İsa'dan tebliğ almış olan insanlar vefat etmişlerdir.
Dolayısıyla ikinci kez yeryüzüne gelişinde, onun doğumuna, çocukluğuna,
gençliğine ve yetişkinliğine şahit olmuş tek bir kimse olmayacak
ve onun hakkında hiç kimse hiçbir şey bilmeyecektir.
Kitabın önceki bölümlerinde de açıkladığımız gibi Hz. İsa Allah'ın
"OL" emriyle babasız olarak dünyaya gelmiştir. Aradan yüzyıllar
geçtikten sonra ise bilinen hiçbir akrabası olmaması çok doğaldır.
Allah, Hz. İsa'nın bu durumunu Kuran'da Hz. Adem'in yaratılışına
benzetmekte ve şöyle buyurmaktadır:
Şüphesiz, Allah katında İsa'nın durumu Adem'in
durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle
o da hemen oluverdi. (Al-i İmran Suresi, 59)
Ayette de belirtildiği gibi Allah Hz. Adem'e "Ol" demiştir ve Hz.
Adem yaratılmıştır. İşte Hz. İsa'nın ilk yaratılışı da Allah 'ın
"Ol" demesiyle gerçekleşmiştir. Hz. Adem'in anne ve babası yoktur,
Hz. İsa'nın ilk dünyaya gelişinde ise sadece annesi Hz. Meryem vardır;
fakat yeryüzüne yeniden geleceği ikinci seferde onun annesi de hayatta
olmayacaktır.
Kuşkusuz bu durum, dönem dönem ortaya çıkan "sahte Mesih" tehlikesini
de tamamen ortadan kaldırmaktadır. Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden
gelişinde, onun Hz. İsa olduğundan şüphe edilebilecek bir durum
oluşmayacaktır. Hiç kimse "bu kişi Hz. İsa olamaz" diyecek bir sebep
bulamayacaktır. Çünkü Hz. İsa, dünyadaki tüm diğer insanlardan ayrılabilecek
bu çok önemli özellikle, yani yeryüzünde kendisini tanıyan tek bir
kişi bile olmamasıyla hemen tanınabilecektir.
SONSÖZ
Hz. İsa'nın Allah katından dünyaya yeniden gönderilişi kuşkusuz
insanlık tarihinde çok az kişiye nasip olabilecek ilahi bir müjdedir.
O, Allah'ın tüm insanlara "kurtarıcı" olarak gönderdiği mübarek
bir kişidir. Nitekim dünya üzerindeki kargaşa ve zulüm ortamının
arttığı dönemlerde insanlar daima Allah'tan bir "yardım eden" talep
etmişler; Allah da onlara icabet etmiştir:
Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz,
bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu,
sahib) gönder, Bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler,
kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?
(Nisa Suresi, 75)
Daha önce de belirttiğimiz gibi, içinde yaşadığımız dönemde bizler
için bu kurtarıcı, Kuran ahlakının hakimiyetidir. Hz. İsa geldiği
dönemde ise Allah'ın emrettiği bu ahlakı sahiplenecek, onu dünya
üzerindeki tüm insanlara duyurmak için çaba harcayacaktır.
Bu mübarek dönemi ve insanı bekleyen kişilere düşen; Hz. İsa, nasıl
ki tüm müminleri sahiplenecekse, onu sahiplenmeleri, ona tabi olup,
kendisinin destekçisi ve savunucusu olmaları, ilk gelişinde olduğu
gibi, "Allah yolunda benim yardımcılarım kim?" sorusunu kesinlikle
tekrar kendisine sordurtmamalarıdır. Aksi takdirde, bunu uygulamayan
kişilerin dünyada ve ahirette onulmaz bir pişmanlık ve çok acıklı
bir azapla karşılaşmaları muhtemel olur. Allah'ın Kuran'da nankörlük
yapan kullarına yönelttiği tehdidi son derece açıktır:
Sonra birbiri peşi sıra elçilerimizi gönderdik;
her ümmete kendi elçisi geldiğinde, onu yalanladılar. Böylece biz
de onları (yıkıma uğratıp yok etmede) kimini kiminin izinde yürüttük
ve onları (tarihin anlatıp aktardığı) bir olay kıldık. İman etmeyen
kavim için yıkım olsun. (Müminun Suresi, 44)
Öte yandan; onu izleyenler, candan savunup destekleyenler ve onun
ahlakıyla ahlaklananlar ise Allah'ın rızasını, rahmetini ve sonsuz
cennetini umabilirler. Bu da Allah'ın iman edenlere kesin bir vaadi
ve müjdesidir:
İman edip salih amellerde bulunanları karanlıklardan
nura çıkarması için Allah'ın apaçık ayetlerini size okuyan bir elçi
de (gönderdik). Kim iman edip salih bir amelde bulunursa, (Allah)
onu içinde süresiz kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan
cennetlere sokar. Allah, gerçekten ona ne güzel bir rızık vermiştir.
(Talak Suresi, 11)
Dilediği kullarını böylesi büyük bir olayla şereflendiren ve ahiretleri
için bu büyük fırsatı yaratan Allah'a şükürler olsun.
Gönderilmiş (peygamber)lere selam olsun.
Ve alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun. (Saffat
Suresi, 181-182)
|