HAZRETİ İSA ALLAH'IN OĞLU DEĞİLDİR
ALLAH'IN PEYGAMBERİDİR
HIRİSTİYANLAR BİR ASILSIZ İDDİAYI
NEDEN
ORTAYA ATMIŞ OLABİLİRLER
çleme
inancı ortaya çıktığı yıllardan günümüze kadar, hemen her dönemde
büyük tartışmalara neden olmuştur ve 18. yüzyıldan itibaren de bu
tartışmalar çok daha geniş alanlara yayılmıştır. Bu yıllarda başlayan
Kitab-ı Mukaddes araştırmaları, insanları, önce üçleme inancının
neden İncil'de açıkça yer almadığını, sonra da hangi şartlar altında
ortaya çıktığını sorgulamaya yöneltmiştir. Günümüzde de çeşitli
ilahiyatçılar, bilim adamları, araştırmacılar, yazarlar ve bağımsız
Hıristiyan akımları üçleme ve kefaret inancı başta olmak üzere birçok
geleneksel Hıristiyan inancını reddetmektedirler. Bir sonraki
bölümde örneklerini inceleyeceğimiz bu kişi ve akımların bir bölümü
üçleme inancının karşısında yer alan Ariusçuların anlayışını korumaktadırlar.
Düşüncelerini ise Kitab-ı Mukaddes ve ilk Hıristiyanlıktan kalma
eserlerle ilgili araştırmalara dayandırmaktadırlar.
Hz. İsa'dan birkaç yüzyıl sonra,
İznik ve Kadıköy Konsilleri'nde alınan kararların ardından, üçleme
inancı Hıristiyanlığın temeli haline getirilmiş, bu büyük yanılgıya
inanmamak ise imansızlık olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle de
üçleme inancının Allah'a bir ve tek olarak iman ile çelişen bir
öğreti olduğuna inanan, İncillerde üçlemenin yer almadığını savunan
ya da bu konuda şüpheleri bulunan insanlar ya susturulmuş ya da
baskı ile ikna edilmişlerdir. Theodore Zahn Articles of
Apostolic Creed (Havari İnançlarının Maddeleri) isimli eserinde
"MS 180-210 yılları arasında "Bir ve Tek olarak Allah'a iman" sözünün
başına "Baba" kelimesinin eklendiğini" söyler. Zahn, bu durumun
ilk başlarda birçok Kilise liderinin tepkisiyle karşılaştığını ve
bu liderlerin "yapılan şeyin kutsal metinlerde olmayan inançlar
türetmek olduğunu" söylediklerini belirtir.45
İncil araştırmalarıyla tanınan Duncan Heaster ise 1988 yılında üçleme
konusunda yapılan bir tartışmada görüşlerini şu şekilde ifade etmiştir:
Üçleme bize kavramanın imkansız
olduğu bir Tanrı inancı sunmaktadır. Ve bu inanç Tanrı'nın açık
ve anlaşılır sözleriyle tamamen çelişmektedir. Herhangi biriniz
Allah'ın aynı zamanda "hem üç hem de bir" olduğu yönündeki iddiayı
anlayabiliyor musunuz? Ya da "doğmadan önce de var olan bir oğul"
inancını aklınız alıyor mu? Ben, üçleme inancının Allah'ın sözünde
hiçbir şekilde yer almadığını söylüyorum. İncil'de "üçleme" ifadesi
bir kez dahi geçmez. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, bu inanç
Hıristiyanlığa 3. yüzyılda eklenmiştir... "Tanrı" kelimesi
İncil'de 1300 kez geçer ve bu İncil pasajlarının hiçbirinde "Tanrı"
ifadesi ile çoklu bir kişilik ya da üçleme kast edilmez, ima dahi
edilmez. Ama Allah'ın bir olduğu ifade edilir... Üçleme savunucularının
bahsettikleri inanç Eski Ahit metinlerinde de bilinmemektedir.46
Heaster'ın sözleri çok açıktır ve günümüzde onunla
aynı görüşleri dile getiren daha pek çok araştırmacı bulunmaktadır.
Örneğin John Hick, The Rainbow of Faiths (İnançların Gökkuşağı)
adlı eserinde şu sonuçlara ulaşır: (Aşağıdaki alıntıda yer alan
ifadelerden Allah'ı tenzih ederiz.)
1- Son yıllarda yapılan araştırmalara baktığımızda,
Hz. İsa'nın "kendisinin Tanrı veya Kutsal üçlemenin ikinci şahsı
olan Tanrı'nın oğlu" olduğunu öğretmediğini görürüz. O bu inancın
tam aksine, sürekli olarak kendisinin bir "insanoğlu" olduğunu insanlara
öğretmiştir.
2- Hıristiyan yetkililer ve teologlar, Hz. İsa'nın
hem tam bir Tanrı hem de tam bir beşer olduğu şeklindeki geleneksel
Hıristiyan inancını anlaşılabilir bir şekilde izah edememektedirler.
3- Enkarnasyon inancı Hıristiyanların
diğer dinsel geleneklerle ve onların mensupları ile olan ilişkilerine
tamir edilemez zararlar vermektedir. Çünkü bu inanç, Hıristiyanlığın
diğer dinlerden üstün olduğunu ima etmektedir.47
Burada bir hususu daha vurgulamak gerekir. Bizim
bu kitaptaki amacımız ne üçleme inancını ilk kez ortaya atan
kişileri, ne de üçleme inancına sahip olan samimi Hıristiyanları
yargılamak değil, üçleme inancı hakkındaki gerçekleri Kuran ayetleri
doğrultusunda ortaya koymak ve bu inanışın ortaya atılmasındaki
olası nedenleri belirtmektir. Unutmamak gerekir ki, gerçek Müslümanlar
Allah'ın gönderdiği tüm elçilere ve kitaplara iman eder, Hıristiyanların
inançlarına ve değerlerine saygı duyarlar. Allah'a gönülden iman
eden, Allah'tan korkan, Allah'a içten sevgiyle bağlanan ve O'nun
kutlu elçisi Hz. İsa'ya derin bir saygı besleyen tüm Hıristiyanlara
karşı Müslümanlar da büyük bir muhabbet duyar, onlara dostluk ve
hoşgörü ile yaklaşırlar.
Üçleme inanışının ortaya atılmasında da art niyetli
ve menfaatperest kimseler olabileceği gibi, halis bir niyete sahip
olup, zaman içinde farkında olmadan doğru yoldan uzaklaşan kimselerin
olması mümkündür. İlk başlarda farklı şekillerde ifade edilen söz
konusu inanç, zaman içinde çarpıtılmış olabilir. Üçleme benzeri
iddiaları destekleyen ve kabul görmesinde rol oynayan kişi ve toplulukların
da mutlaka birbirlerinden farklı düşünceleri olmuştur. Kimi Hz.
İsa'nın üstün ahlakını daha da vurgulamak amacıyla, kimi mecazi
ifadeleri yanlış yorumlayarak, kimi mevcut siyasi ve kültürel ortamdan
etkilenerek, kimi de Hıristiyanlığın daha da büyük bir hızla yayılmasını
sağlamak amacıyla bu gibi iddiaları kendilerince samimi niyetle
desteklemiş olabilir. Bu nedenle üçleme iddiasını reddederken, ilk
Hıristiyanların o dönemin tarihi, siyasi ve kültürel koşullarının
etkisi altında kalarak ya da karşı karşıya oldukları zorluk ve baskılardan
olumsuz yönde etkilenerek hataya düşmüş olabileceklerini de göz
önünde bulundurmak gerekir. Bu bölümde üçleme iddiasının ortaya
atılışında rol oynamış olabilecek muhtemel sebepler ortaya konacaktır.
(Bu bölümde Hıristiyanların yanlış inanışlarını ifade etmek amacıyla
kullanılacak olan her türlü batıl ifadeden Allah'ı tenzih ederiz.
Mübarek peygamber Hz. İsa'nın da tüm bu yakıştırmalardan uzak olduğunu
bir kez daha ifade etmek isteriz.)
İncil'de "Oğul" kelimesi üçlemeyi
destekleme amacıyla kullanılmamıştır
Üçleme inancının özünde Hz. İsa'nın "Allah'ın oğlu"
olduğu yönündeki yanlış inanç yatar. (Allah'ı tenzih ederiz.) Oysa
Hıristiyanlığın ilk doğduğu yıllarda ve daha önceki dönemlerde "oğul"
ifadesinin nasıl ve ne amaçla kullanıldığı incelendiğinde ortaya
çok daha farklı bir durum çıkmaktadır.
Oğul kelimesi İncil'de Hz. İsa için 4 farklı şekilde
kullanılmaktadır: Meryem oğlu, Davud oğlu, İnsanoğlu, Allah'ın oğlu.
"Meryem oğlu" ifadesi Hz. İsa'nın Hz. Meryem tarafından
dünyaya getirildiğini, "Davud oğlu" ise Hz. İsa'nın İncil'e göre
Hz. Davud'un soyundan geldiğini ifade etmektedir.
"İnsanoğlu" ifadesi hem Hz. İsa'nın kendisini nasıl
tanıttığının hem de çevresindeki kişilerin ona nasıl bir bakış açısına
sahip olduklarının anlaşılması açısından çok önemlidir. Çünkü bu
ifade İncil metinlerinde Mesih ve Allah'ın oğlu ifadelerinden çok
daha fazla kullanılmaktadır. "İnsanoğlu" Yahudi ilahiyatına özgün
bir ifadedir ve Eski Ahit'te -özellikle de Mezmurlar'da- çok fazla
kullanılmaktadır. Doğrudan insanları ifade eder ve çok alışılmış
bir tabirdir. Örneğin Hezeikel Peygamber'den bahsedilirken 90 kez
"İnsanoğlu" ifadesi kullanılmıştır ve o, insanlara ölümlü bir beşer
olarak tanıtılmıştır.
Bu tabirin Aramicesi olan "bar
nash(a)", Hz. İsa'nın döneminde de herkes için kullanılıyordu; ancak
İncil'de kullanılan "insanoğlu" tabiri, Yahudi kutsal kitaplarındaki
gibi, herkes için kullanılmamış, sadece Hz. İsa'ya işaret eden bir
ünvan olarak birçok kez kullanılmıştır.48
İnsanoğlu ifadesi Matta, Markos ve Luka'da 69 kez, Yuhanna İncili'nde
13 defa zikredilmektedir. Sadece bir yerde tüm insanlığı ifade etmek
için kullanılır. (İbranilere Mektup, 2/6-8). Bu tanım hem Hz. İsa
için hem de Hz. İsa tarafından birçok kez ve "ben" anlamında kullanılmıştır.
Bu İncil pasajlarından bazıları şu şekildedir:
Herkes Tanrı'nın büyük gücüne şaşıp kaldı...
Herkes İsa'nın tüm yaptıkları karşısında hayret içindeyken, İsa
öğrencilerine, "Siz şu sözlerime iyice kulak verin" dedi. "İnsanoğlu,
insanların eline teslim edilecek." (Luka, 9/44)
... Yunus nasıl Ninova halkına bir belirti olduysa,
İnsanoğlu da bu kuşak için öyle olacaktır. (Luka, 11/30)
.... Şimdi Kudüs'e gidiyoruz. Peygamberlerin
İnsanoğlu'yla ilgili yazdıklarının tümü yerine gelecektir. O,
diğer uluslara teslim edilecek..." (Luka, 18/31-32)
İnsanoğlu, belirlenmiş olan yoldan gidiyor. Ama
onu ele veren adamın vay haline!" (Luka, 22/22)
İsa daha konuşurken bir kalabalık çıkageldi.
Onikilerden biri, Yahuda adındaki kişi, kalabalığa öncülük ediyordu.
İsa'yı öpmek üzere yaklaşınca İsa ona, "Yahuda" dedi, "İnsanoğlu'nu
bir öpücükle mi ele veriyorsun?" (Luka, 22/47-48)
Yukarıda da belirttiğimiz gibi "insanoğlu" ifadesi
ilk Hıristiyanlar tarafından "beşer" anlamında kullanılıyordu. Çünkü
büyük bir bölümü Yahudi olan ilk Hıristiyanlar bu ifadeyi her zaman
bu anlamda kullanmışlardı ve bu tanıma "beşer" dışında başka bir
anlam yüklemiyorlardı. Eski Ahit'teki kullanımlar da bu görüşü desteklemekte,
Hz. İsa'nın Allah'ın var ettiği, Allah'ın rahmetine muhtaç bir beşer
olduğunu ortaya koymaktaydı.
İncil'de geçen "Allah'ın oğlu" ifadeleri ise üçleme
inancını savunanların sözde dayanaklarından birini oluşturmaktadır.
Ancak bu yorum, Hıristiyan dünyasında asırlardır büyük tartışmaları
da beraberinde getirmiştir. Çünkü Yahudi kültürünü yakından bilen,
Hz. İsa'nın yaşadığı dönemde halkın kullandığı dilin özelliklerini
inceleyen her araştırmacı bu kullanımın mecazi bir anlam taşıdığını
ifade etmiştir. Yaygın görüş şudur: "Allah'ın oğlu" Yahudi toplumu
içinde zaten yaygın olan ve toplumdaki önemli şahsiyetler için sıkça
kullanılan mecazi bir ifade biçimiydi.
1977 yılında aralarında Anglikan teologların da
bulunduğu 7 İncil uzmanı "The Myth of God Incarnate" ("Tanrı
İnsan Şeklini Aldı" Efsanesi) isimli bir kitap yayınladılar. Bu
kitap çok büyük bir etki meydana getirdi. Önsözde editör John Hick
şunları yazıyordu:
Bu kitabın yazarları 20. yüzyılın
bu son döneminde büyük bir dini gelişmenin gerçekleşmesi gerektiği
konusunda hemfikirdirler. Bu ihtiyaç öncelikle Hıristiyanlığın
kökenleriyle ilgili bilginin artışından kaynaklanmaktadır. Ayrıca
Hz. İsa'nın Allah tarafından özel bir görev ve kutsal bir amaçla
gönderilmiş bir insan olduğunu kabul etmeye dayanmaktadır. Ve
Hz. İsa'nın Allah'ın enkarnasyonu (insan şeklini alması) ve üçleme
inancının ikinci kişisi olduğu yönündeki inancın, Hz. İsa'nın
bizim için ifade ettiklerinin şiirsel ve mitolojik bir ifade şekli
olduğunu kabul etmeye dayanır.49
John Hick'in kitabı boyunca çeşitli
delillerle üzerinde durduğu gerçek "Tanrı'nın oğlu" ifadesinin tamamen
Hz. İsa'nın ardından ortaya atılan bir inanç olması ve Hz. İsa'nın
hiçbir şekilde böyle bir inanışı tebliğ etmemesidir.50
Hz. İsa, daha sonra yaşayan
Hıristiyanların düşündükleri gibi, kendisi hakkında bir ilahlık
iddiasında bulunmamıştır. Kendisini Tanrı, Tanrı oğlu ya da enkarnasyonu
olarak görmüyordu... Hz. İsa'nın kendisini bu şekilde gördüğünü
düşünmek kesinlikle mümkün değildir. Üstelik o bu yöndeki bir
fikri inkar olarak görmüştür; ona ait olduğu söylenen şu söz bunu
açıkça ortaya koyar: "Neden bana Tanrı diyorsunuz? Allah'tan başka
Tanrı yoktur" (Markos, 10/18) Tabi ki Hz. İsa'nın ne söyleyip,
ne söylemediği ile ilgili kesin olarak konuşmak mümkün değildir.
Ancak eldeki deliller, tarihçilerin oybirliği ile Hz. İsa'nın
böyle bir iddiada bulunmadığını kabul etmelerini sağlamıştır.51
Yahudiler arasında çok yoğun bir şekilde kullanılan
"Allah'ın oğlu" ifadesi mecazi olarak "Allah'a ait" anlamına geliyordu.
Buna göre, bir kişiye Allah'ın oğlu dendiğinde, o kişinin Allah'a
yakın olduğu, Allah'a gönülden hizmet ettiği ve Allah'ın razı olacağı
gibi bir yaşam sürdüğü ifade edilmek isteniyordu. Hiçbir şekilde
o kişinin Allah'a benzer veya eşit vasıflara sahip olduğu ya da
ilahlık taşıdığı kast edilmiyordu. (Allah'ı tenzih ederiz) Nitekim
Yahudilikte de böyle bir inancın yeri yoktu.
Dolayısıyla ilk Hıristiyanların da bu tabirle,
Hz. İsa'ya duydukları saygıyı ve onun Allah'a yakın kılınan mübarek
bir kulu olduğuna dair keskin inançlarını ifade etmek istemiş olmaları
mümkündür. Nitekim birçok Hıristiyan ilahiyatçı da "Hz. İsa için
kullanılan "Allah'ın oğlu" ifadesinin, Hz. İsa'nın taraftarlarınca
kendisini şereflendirmek ve yüceltmek için ona verdiğini söyleyerek,
mecazi bir anlama sahip olduğunu" vurgulamaktadır.
Aslında "oğul" sıfatı İbranice'de yer alan özgün
bir ifade şekliydi ve başka kavramlarla birlikte de kullanılıyordu.
Bir insanın bir şeyin "oğlu" olarak anılması, onunla yakın bir ilişkisi
olduğu anlamına geliyordu. The Catholic Encyclopedia, bu
konuda şunları yazıyor:
"Oğul" kelimesi Samiler (Yahudiler
ve Araplar) arasında, yakın bir bağlantıyı ya da özel bir ilişkiyi
ifade etmek için kullanılırdı. Örneğin "kuvvetin oğlu" kahraman
bir savaşçı demekti; "kötülüğün oğlu" kötü bir adam, "gururun
oğlu" kibirli bir adam, "malın oğlu" çok zengin bir kişi, "fidyenin
oğlu" bir rehine, "yıldırımın oğlu" çok hızlı uçan bir kuş, "ölümün
oğlu" öleceği beklenen bir kişi, "yayın oğlu" ok, "Belilal'in
oğlu" lanetli bir adam anlamına gelirdi. "Peygamberlerin oğlu"
deyimi, o peygamberlere uyan öğrencileri ifade etmek için kullanılırdı.
"Tanrı'nın oğlu" sıfatı ise, Eski Ahit'te, Allah'la yakın bir
bağlantısı olan varlıklar için kullanılırdı. Melekler ya da sadece
dindar insanlar "Tanrı'nın oğlu" olarak anılıyorlardı.52
19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden Doç.
Dr. Mahmut Aydın, John Hick'in bu konudaki görüşlerini şu şekilde
aktarır:
... Bu tarz bir söylem, Hz.
İsa'nın geldiği dönemde zaten yaygın olarak var olan ve toplumdaki
önemli şahsiyetler için sıkça kullanılan bir ifade biçimiydi.
Dolayısıyla, Hz. İsa'nın havarileri de bu tabiri -yani "Allah
oğlu" sıfatını- benimseyerek, onu kolayca kendi efendileri (liderleri),
yani Hz. İsa için kullanmışlardır. Buna göre, Hz. İsa tıpkı Davut
soyundan gelen krallar ve Yahudi toplumunda yaşayan dini ve ahlaki
bakımdan son derece önemli şahsiyetler gibi Allah'ın oğlu olarak
betimlenmiştir. Hick'e göre Yahudi düşüncesinde kendilerine "Allah
oğlu" sıfatı verilen krallar ve önemli şahsiyetler hiçbir şekilde
kelime anlamı olarak Allah'ın oğulları olarak anlaşılmamışlardır.
Ancak onlar sahip oldukları özelliklerden dolayı sadece onurlandırma
ve yüceltilmek için Allah'ın oğulları olarak görülerek onurlandırılmışlardır.
Yani söz konusu bu sıfat Yahudi düşüncesinde hiçbir şekilde lafzi
anlamda kullanılmamıştır. Yahudi tarihi boyunca "Allah oğlu" tabiri
insanlar için kullanılmıştır. Örneğin Mesih, sülale krallarının
Allah'ın oğlu olarak kabul edildiği Hz. Davud'un sülalesinden
gelmesi gereken dünyevi bir kral olarak kabul ediliyordu... Hz.
İsa'nın taraftarları da mevcut olan bu söylemleri çok kolay bir
şekilde ona uygulamışlardır. Hz. İsa'nın ilahi özelliğe sahip
bir varlık olarak görülmesi ilk olarak onun yaşadığı kültürün
bir sonucudur. Buna göre Hz. İsa'nın geldiği dönemde bazı önemli
özelliklere sahip kişiler, mecazi anlamda ilahi özelliğe sahip
"Allah oğlu" olarak mütalaa edilmekteydi.53
Mahmut Aydın, John Hick'in bu konudaki görüşlerine
detaylı olarak yer verdikten sonra "Allah'ın oğlu" ifadesinin kullanımı
hakkında şu tespitlerde bulunur:
Ne Hz. İsa'nın bizzat kendisi
ilahi tabiata sahip olduğunu ileri sürmüş ne de onun havarileri
onun ilahiliğini ve tanrısallığını çağrıştıracak herhangi bir
atıfta bulunmuşlardır. Aksine Hz. İsa'nın ilahlığı düşüncesi ilk
Hıristiyan toplumu içinde ortaya çıkmış ve zamanla gelişip doktrinleşmiş
ve dogma haline getirilmiştir. Çünkü, ilahi oğulluk ifadelerinin
zamanla Yahudi bağlamından çıkıp Helenist Roma kültürü bağlamına
girmesi sonucunda olmuştur.54
Yeni
Ahit araştırmacılarından ve ilk Hıristiyanlığın kökenleri ile ilgili
çeşitli kitapları bulunan P. M. Casey ise "Hz. İsa onun özel ve
son derece dindar bir kişi olduğunu düşünenler tarafından Tanrı'nın
oğlu olarak adlandırılmış olabilir" der.55
Casey'nin dikkat çektiği bir diğer konu ise Yahudi geleneğinde kişisel
veya toplumsal olarak önemli kişi ve olayların, mitolojik ve mecazi
tabirlerle ifade edildiğidir.56
İşte Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız,
umulur ki dönerler. (Araf Suresi, 174)

|
Yahudi inanışlarında yer alan "Mesih" anlayışına göre bir kral olan
Mesih, Hz. Davud'un soyundan gelecekti. Hz. Davud'un soyundan gelen
krallar da "Krallık makamına atanmış olma anlamında Tanrı'nın oğulları
olarak" kabul edilmekteydiler...57 Hz. İsa'ya
"Mesih" olarak iman eden kişiler de bu inancın bir devamı olarak onu
bu tabirle anmakta bir sakınca görmemiş olabilirler.
Prof. E. P. Sanders da The
Historical Figure of Jesus (Hz. İsa'nın Tarihsel Portresi)
isimli eserinde Allah'ın oğlu ifadesinin Yahudi toplumunda hiçbir
zaman kelime anlamıyla kullanılmadığına dikkat çekmektedir. Sanders,
Yahudiler arasında kullanılan "Allah'ın oğulları" ifadesinin erkek
ve kadınları da içine alan manevi bir anlam ifade ettiğini söyler.
Yahudiler için bu mecazi bir anlam ifade etmektedir ve Allah'a bağlılığı
anlatmaktadır.58 E. P. Sanders ilk Hıristiyanlarda
"Allah'ın oğlu" ifadesinin kullanımını şu şekilde yorumlamaktadır:
... İlk Hıristiyanlar, Hz. İsa
için 'Allah'ın oğlu' kelimesini kullandılar, ancak onlar onun
yarı Tanrı yarı insan olduğunu düşünmemişlerdi. Onlar 'Allah'ın
oğlu' kelimesini yüksek bir görev olarak saymışlardı... Hz. İsa'nın
ilk taraftarları onu 'Allah'ın oğlu' olarak çağırdıklarında daha
soyut bir durumu ifade etmek istemiş olabilirler: çok önemli bir
işi başarması için kendisini seçen Allah ile özel bir iletişiminin
olması gibi. Yahudi olmayan Hıristiyanlar ise, bu dine ilk girdiklerinde
Allah'ın oğlu ifadesini Büyük İskender ile ilgili olan hikayelerin
ya da kendi mitolojilerinin ışığında anlamış olabilirler...59
Sanders'ın da ifade ettiği gibi, Hz. İsa'nın tebliğinin
Yahudilerden Yahudi olmayanlara, yani putperest Romalılara intikal
etmesiyle birlikte, mecazi olarak kullanılan bu tabirin anlamı değişmeye
başlamış ve Hz. İsa'nın sözde ilahlığını ifade eden bir anlamda
kullanılmaya başlanmıştır. Böylece ilk Hıristiyanlar tarafından
Mesih olarak bilinen ve tamamen beşeri tabiata sahip bir şahsiyet
olarak kabul edilen Hz. İsa, ilah olarak anılmıştır. (Allah'ı tenzih
ederiz.) William C. Varner, bir makalesinde bu terimin Hıristiyanlar
tarafından nasıl algılandığını inceler:
İncil'de Hz. İsa'ya inanan herkesin
de "Allah'ın oğlu" olarak tanıtıldığı inkar edilemez bir gerçektir.
(Yuhanna, 1/12) O halde benim Allah'ın oğlu oluşumla Hz. İsa'nın
Allah'ın oğlu oluşu arasında nasıl bir fark vardır? Allah'ın oğlu
ifadesi gerçekten Hz. İsa'nın ilahlığının bir ifadesi mi, yoksa
Hıristiyanlar İncil'in kast ettiğinden daha fazlasını mı okuyorlar?
Bu soruyu cevaplayabilmek için Hıristiyanlık mesajını ilk dinleyen
ve ilk okuyanların bu ifadeyi nasıl anladıklarını incelemek gerekir.
Peki bu kişiler kimdi? Bu kişiler genel anlamda alırsak Yahudiler
ve Yahudi olmayanlardı. Bu iki grup da "Allah'ın oğlu" terimini
1. yüzyılın dilbilimi ve kültürel ortamında her zaman kullanıyorlardı.60
Üçlemeyi savunanlar, İncil'de geçen "oğul" kavramını
onurlandırma ve saygı sunma ifadesi olarak yorumlamayı kabul etmezler.
Oysa İncil'in birçok yerinde, söz konusu kavram, açıkça bu anlamda
kullanılmıştır. Örneğin "Tanrı'nın oğulları" ifadesi Allah'a iman
eden ve Hz. İsa'nın yolundan giden tüm samimi iman sahipleri için
kulllanılmaktadır:
"Fakat ben size derim: Düşmanlarınızı sevin
ve size eza edenler için dua edin ki, siz göklerde olan Rabbinizin
oğulları olasınız; zira o, güneşini kötülerin ve iyilerin
üzerine doğdurur; ve salih olanlar ile olmayanların üzerine yağmurunu
yağdırır. Çünkü eğer sizi sevenleri severseniz, ne karşılığınız
olur? (Romalıların) Vergi mültezimleri de öyle yapmıyorlar mı?
Ve yalnız kardeşlerinizi selamlarsanız, fazla ne yapmış olursunuz?
Putperestler de öyle yapmıyorlar mı? Bundan dolayı, semavî Rabbiniz
kâmil olduğu gibi siz de kâmil olun." (Matta, 5/44-48)
Allah'ın Ruhuyla yönetilenlerin hepsi Allah'ın
oğullarıdır. (Pavlus'un Romalılara Mektubu, 8/ 14)
Gücü herşeye yeten Rab diyor ki, "Size Allah
olacağım, siz de oğullarım ve kızlarım olacaksınız." (Pavlus'un
Korintlilere İkinci Mektubu, 6/18)
Karşıtlığınız büyük olacak ve sizlere Yüce
olanın oğulları denecek. Çünkü o iyilik bilmezlere ve kötülere
karşı da iyi yüreklidir. (Luka, 6/35)
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi "Allah'ın
oğulları" ifadesi İncil pasajlarında birçok kez kullanılmaktadır.
Bu anlam ise Yahudi kültüründeki kullanım ile aynıdır: Allah'ı dost
edinmiş, Allah'a yakınlaşmak için çaba sarf eden, Allah'ın kanunlarına
göre yaşayan insanlar... Nitekim Luka İncili'nde Hz. Adem'den de
"Allah oğluydu" (Luka, 3/38) şeklinde bahsedilmektedir.
İncil'de olduğu gibi Eski Ahit'te de "Allah'ın oğlu" ifadesi birçok
kez kullanılmaktadır. Örneğin Eski Ahit'te İsrail milleti için "oğul"
tabiri kullanılır:
İsrail, çocukken onu sevdim, ve oğlumu Mısır'dan
çağırdım. (Hoşea, 11/1)
Bir diğer Tevrat alıntısında aynı ifade, melekleri
tarif etmek için kullanılmıştır:
Ve Allah oğulları Rabbin önünde kendilerini
takdim etmeye geldikleri gün vaki oldu ki, onların arasında şeytan
da geldi. (Eyüb, 1/6)
Çıkış bölümünün 6. babının başlangıcında "Allah
oğulları" ifadesiyle yeryüzünde çoğalan insanlar tarif edilmektedir.
Bu yöndeki diğer pasajlar şu şekildedir: (Alıntılardaki ifadelerden
Allah'ı tenzih ederiz.)
Ve Firavun'a diyeceksin: Rab şöyle diyor:
İsrail, oğlum, ilkimdir. (Çıkış, 4/22)
Ağlayışla gelecekler; yalvardıkça onlara yol
göstereceğim; onları sulu vadiler yanında, sürçmeyecekleri doğru
yolda yürüteceğim; çünkü Ben İsrail'e Rabbim, Efraim de ilk oğlumdur.
(Yeremya, 31/9)
Fermanı ilân edeceğim; Rab bana (Davud) dedi:
Sen Benim oğlumsun; Ben seni bugün tevlit ettim. (Mezmurlar,
2/7)
Tevrat'ta Hz. Süleyman için de "Allah'ın oğlu"
ifadesi kullanılmaktadır. İlgili bölüm şu şekildedir:
Ve vaki olacak ki, günlerin dolup atalarınla
beraber olmak üzere gittiğin zaman, senden sonra oğullarından
olacak zürriyetini durduracağım, ve onun kırallığını pekiştirecegim.
O Bana ev yapacak, ve onun tahtını ebediyen pekiştireceğim. Ben
ona Rab olacağım, ve o Bana oğul olacak; ve senden önce olandan
inayetimi geri aldığım gibi ondan geri almayacağım; ve onu Kendi
evimde ve Kendi kırallığımda daima durduracağım; ve onun tahtı
ebediyen pekişecektir. (1. Tarihler, 17/11-14)
"Allah'ın oğlu" sıfatıyla anılan bu mübarek kişi
Hz. Davud'un oğullarından biri olan Hz. Süleyman'dır.
(Ve Davud oğlu Süleyman'a dedi:) ...İşte,
sana bir oğul doğacak, o barış adamı olacak; ve ona çepçevre bütün
düşmanlarından rahat vereceğim; çünkü onun adı Süleyman olacak,
ve onun günlerinde İsrail'e selâmet ve sükûn vereceğim. Benim
ismime ev yapacak olan odur; ve o Bana oğul olacak, ve Ben ona
Rab olacağım; ve İsrail üzerinde krallığın tahtını ebediyen pekiştireceğim.
Şimdi, oğlum, Rab seninle beraber olsun; ve işin iyi gitsin, ve
Allah'ın Rabbin evini, senin hakkında söylediği gibi, yap.
(1. Tarihler, 22/9-11)
Yine aynı bölümde şu şekilde devam edilmektedir:
Bütün oğullarımdan (çünkü Rab bana çok oğul
verdi), Rabbin İsrail üzerinde krallığı tahtına oturmak için oğlum
Süleyman'ı seçti. Ve bana dedi: Oğlun Süleyman, evimi ve avlularımı
o yapacak; çünkü onu Kendime oğul seçtim, ve Ben ona Rab olacağım.
Ve eğer bugün olduğu gibi, emirlerimi ve hükümlerimi yapmak için
sebatlı olursa, onun kırallığını ebediyen pekiştireceğim.
(1. Tarihler, 28/5-7)
Yukarıdaki
tüm açıklamalar Yahudi geleneklerinde "Allah'ın oğlu" ifadesinin
"Allah'ı dost edinen, samimi ve takva sahibi" kullar için söylendiğini
tüm açıklığıyla göstermektedir. Dolayısıyla bu ifadenin Hz. İsa
için kullanılış amacı da aynıdır. Bu ifade, aynı Hz. Süleyman ve
Hz. Adem ile ilgili açıklamalarda da olduğu gibi, Yahudi geleneklerinden
kaynaklanan mecazi bir anlatımdır. Bu terim Yahudi kültürüyle yetişen,
Tevrat'ı bilen ve Hz. İsa'ya tabi olana kadar Yahudiliğin gereklerini
uygulayan ilk Hıristiyanlar tarafından da saygı, takva ve Allah'a
yakınlığı ifade etmek için seçilmiştir.
"Allah'ın oğlu" ifadesinin üçleme inancına bir
dayanak oluşturamayacağını gösteren bir diğer delil ise İncil'de
Allah'ın isminin kullanımıyla ilgilidir. Anthony Buzzard, İncil'de
Allah'ın isminin ne şekilde kullanıldığını "Who is Jesus? Do the
creeds tell us the truth about him?" (Hz. İsa Kimdir? İtikatler
bize onunla ilgili gerçeği söylüyorlar mı?) başlıklı makalesinde
şu sözlerle tarif eder:
Tanrı kelimesi Kitab-ı Mukaddes'te
binlerce defa tekil isimdeki şahıs zamirleriyle ifade edilmektedir:
Ben, Bana, Beni, Sen, Sana, Seni, O, Ona, Onu... Biri bu zamirlerin
11.000 defa geçtiğini hesaplamıştır. Tüm dillerdeki bu zamirler
3 kişiyi değil, tek şahısları ifade etmektedir. Allah'ın üç değil,
bir varlık olduğunu bize anlatan binlerce ayet bulunmaktadır.
Yeni Ahit'teki Allah isminin "Allah'ın üç kişide bulunduğu" anlamına
geldiğini ispatlayabilecek hiçbir yer yoktur. Bu yüzden Kitab-ı
Mukaddes'teki Allah ismi hiçbir zaman üçleme prensibindeki Allah
anlamına gelmemektedir.61
Bu bölüm boyunca vurguladığımız gibi "oğul" ifadesi
Yahudi kültüründe çok yaygın olarak kullanılan ve ilahlık anlamı
taşımayan bir ifadedir. Dolayısıyla bu ifadeyi Hz. İsa'nın Allah'ın
oğlu olduğunu düşünerek kullananlar, bu kutlu peygamberin Allah'a
eşit güçlere sahip olduğunu iddia edenler (Allah'ı tenzih ederiz),
Yahudi inanışlarına göre büyük bir hata işlemektedirler. İslam dininde
de bu ifadeyi Hz. İsa'ya ilahlık atfederek kullananlar Kuran ayetlerinde
birçok kez uyarılmaktadırlar. Bu yaptıkları Allah Katı'nda çok büyük
bir günahtır. Rabbimiz Maide Suresi'nde şu şekilde bildirilmektedir:
Andolsun, "Şüphesiz, Allah Meryem
oğlu Mesih'tir." diyenler küfre düşmüştür. De ki: "O, eğer Meryem
oğlu Mesih'i, onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak
(yok) etmek isterse, Allah'tan (bunu önlemeye) kim bir şeye malik
olabilir? Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü
Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah herşeye güç yetirendir.
(Maide Suresi, 17)
İncil'de "Baba" kelimesinin kullanılması

İşte böyle; hiç şüphesiz, inkar edenler batıl olana uymuşlar;
ve hiç şüphesiz, iman edenler Rablerinden olan hakka uymuşlardır.
İşte Allah, insanlara kendi örneklerini böyle vererek gösteriyor.
(Muhammed Suresi, 3)
|
İncil'de sıkça yer alan ve üçleme inancını savunan Hıristiyan ilahiyatçılar
tarafından önemli bir delil olarak kabul edilen ifadelerden biri de
"baba" kelimesidir. (Hıristiyanların yanlış inanışlarını yansıtmak
amacıyla bu bölümde kullanılan her türlü ifadeden Allah'ı tenzih ederiz.)
Oysa bu tabir de yine "oğul" ifadesi gibi mecazi bir anlam taşımaktadır.
Üstelik İncil'de bu kelimenin sadece Hz. İsa tarafından değil, iman
sahibi, Allah'tan korkan, Allah'a dua edip yardım dileyen tüm insanlar
tarafından da kullanıldığı görülmektedir. "Baba" ifadesiyle Allah'ın
bu insanların tek sahibi, tek dostu ve velisi olduğu ifade edilmektedir
ve üçleme inancını destekleyen bir anlam yoktur. Bu
kullanımlardan bazıları şu şekildedir: (Aşağıdaki ifadelerin tümünden
Allah'ı tenzih ederiz)
... Baba benden üstündür. (Yuhanna, 14/28)
Siz göklerde olan Babanızın oğulları olasınız.
Zira O, güneşini kötülerin ve iyilerin üzerine doğdurur ve salih
olanlar ile olmayanların üzerine yağmur yağdırır. (Matta, 5/45)
... Kardeşlerime git ve onlara söyle, benim
Babamın ve sizin Babanızın, benim Tanrım'ın ve sizin Tanrınız'ın
yanına çıkıyorum." (Yuhanna, 20/17)
O vakit doğru kişiler Babalarının hükümranlığında
güneş gibi parlayacaklar... (Matta, 13/43)
Ama sen dua ederken "iç odana çekil, kapını
örtüp" gizlide olan Babana dua et. Gizlilikte gören Baban da sana
yaraşanı verecektir. (Matta, 6/6)
Babanız size gerekli olanı, siz daha O'ndan
dilemeden önce bilir. (Matta, 6/8)
... Göksel Babanız bütün bunlara gereksinmeniz
olduğunu bilir. Siz herşeyden önce Tanrı'nın hükümranlığını
ve doğruluğunu arayın, bunların tümü size sağlanacaktır. (Matta,
6/32-33)
"Sizin ışığınız insanların önünde böyle parlasın
da, sizin iyi işlerinizi görsünler, ve göklerde olan Babanıza
hamd etsinler." (Matta, 5/16)
"Sakının, insanlara salâhınızı onların önünde
gösteriş için yapmayın; yoksa göklerde olan Babanızın önünde
karşılığınız olmaz." (Matta, 6/1)
Şimdi siz şöyle dua edin: Ey göklerde olan
Babamız, İsmin mukaddes olsun." (Matta, 6/9)
"Çünkü insanlara suçlarını bağışlarsanız, semavî
Babanız da size bağışlar." (Matta, 6/14)
"Babanız nasıl merhametli ise, siz de merhametli
olun." (Luka, 6/36.)
İncil'den alınan yukarıdaki pasajlar dikkatle incelendiğinde,
Allah'ın Zatı'nı zikretmek amacıyla kullanılan "Baba" kelimesinin
bir saygı anlamı taşıdığı, bunu kullanan insana insan-üstü bir konum
vermediği ve tüm insanlar için geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Bu
ifade ile sadece Hz. İsa ile Allah arasındaki özel bir bağ ifade
edilmemiş, Allah'a teslim olup, Allah'ın razı olacağı şekilde yaşayan
tüm insanlara hitap edilmiştir. Nitekim bugün de Hıristiyanlar dualarına
pek çok kez "Baba" diye başlarlar. Hz. İsa'nın İncil'de geçen benzer
şekildeki dualarının da farklı bir şekilde yorumlanmaması gerekir.
Ancak tekrar vurgulamak gerekir ki, bu açıklamalar, Hz. İsa'ya ilahlık
atfetmek amacıyla "Baba" ifadesini kullanan kişilerin hatasını ortadan
kaldırmamaktadır. Bu yaptıkları Allah Katı'nda çok büyük bir hatadır
ve Kuran ayetlerinde bu kişilerin durumu şu şekilde haber verilmektedir:
Andolsun, "Şüphesiz Allah, Meryem
oğlu Mesih'tir" diyenler küfre düşmüştür. Oysa Mesih'in dediği
(şudur:) "Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz
olan Allah'a ibadet edin. Çünkü O, Kendisi'ne ortak koşana şüphesiz
cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere
yardımcı yoktur." (Maide Suresi, 72)

Şu halde bil; gerçekten, Allah’tan başka İlah yoktur…(Muhammed
Suresi, 19)
O Allah ki, O'ndan başka İlah yoktur. Gaybı
da, müşahede edilebileni de bilendir... (Haşr Suresi, 22)
|
Kitab-ı Mukaddes'te yer alan çeşitli açıklamalarda
Rabbimiz'in sonsuz güç ve kudreti, tüm eksik ve kusurlardan münezzeh
olduğu tüm açıklığıyla vurgulanmaktadır. John Hick bu konuyu bir
röportajında şu şekilde ifade eder:
Klasik Hıristiyan teolojisi,
Hz. İsa'nın vefatından uzun bir süre sonra geliştirildi. Çağdaş
tarihsel kritikçi Yeni Ahit çalışmaları, bizi, elimizde bulunan
Yeni Ahit metinlerinde Hz. İsa'ya atfedilen sözlerin hangilerini
Hz. İsa'nın gerçekten söylemiş olabileceği konusunda aydınlatmaya
çalışıyor... (İncillerde geçen) 'Baba' ifadesinin literal (kelime
manasıyla) olarak algılanması imkânsız. Aynı şekilde, Hz. İsa'nın
'Tanrı'nın oğlu' oluşu ifadesini de literal olarak algılayamayız.
Eski Ahit'te "Tanrı'nın oğlu" ifadesi çokça geçmektedir. Örneğin,
Adem, Tanrı'nın oğludur; melekler Tanrı'nın oğullarıdır; İsrail
kralları Tanrı'nın oğullarıdır ve nihayet İsrail milleti bir bütün
olarak Tanrı'nın oğullarıdır. Açıkça, bu ifadelerdeki 'Baba' ve
'oğul' kavramları, lafzi bir ilişkiselliği ifade etmemekte; sadece,
Tanrı-insan ilişkisinin metaforik bir ifadesini sembolize etmektedir.
Hemen ekleyeyim, bu ifadeleri lafzen anlamaya çalışmak, Yahudilik'te
büyük günah olarak nitelendirilir. Hz. İsa döneminde bu tür metaforik
ifadeler zaten mevcuttu. Herhangi bir Tanrı'ya adanmış herhangi
bir insanın metaforik olarak "Tanrı'nın oğlu" olarak ifade edilmesi,
o zamanki genel dinsel imgelemin bir parçası olarak algılanabilir.
Kısaca, 'oğul' ifadesi, Tanrı'ya yakınlığın sembolik bir ifadesi
olmuş oluyor. Anladığım kadarıyla, Müslümanları rahatsız eden,
bu ifadenin lafzi olarak algılanmasıdır. Aynı şekilde, bir Hıristiyan
olarak benim de bu şekildeki lafzi bir algıdan rahatsızlık duyacağımı
belirtmeliyim.62
İncil'de mecazi anlamlarıyla anlaşılması gereken
daha birçok açıklama vardır. "Allah'ın çocukları" ifadesi de bunlardan
biridir: (Aşağıdaki alıntılarda yer alan tüm ifadelerden Allah'ı
tenzih ederiz.)
... Dirilişin çocukları olarak Tanrı'nın çocuklarıdırlar.
(Luka, 20/36)
Ancak, kendisini kabul edip adına iman edenlerin
hepsine Tanrı'nın çocukları olma hakkını verdi. (Yuhanna,
1/12)
Bunu kendiliğinden söylemiyordu. O yılın başkâhini
olarak İsa'nın, ulusun uğruna, ve yalnız ulusun uğruna değil,
Tanrı'nın dağılmış çocuklarını toplayıp birleştirmek için
de öleceğine ilişkin peygamberlikte bulunuyordu. (Yuhanna, 11/51-52)
Ruh'un kendisi, bizim ruhumuzla birlikte,
Tanrı'nın çocukları olduğumuza tanıklık eder. Eğer Tanrı'nın
çocuklarıysak, aynı zamanda mirasçıyız. Mesih'le birlikte yüceltilmek
üzere Mesih'le birlikte acı çekiyorsak, Tanrı'nın mirasçılarıyız,
Mesih'le ortak mirasçılarız. (Pavlus'un Romalılara Mektubu, 8/16-17)
Yaradılış, Tanrı çocuklarının ortaya çıkmasını
büyük özlemle bekliyor. (Pavlus'un Romalılara Mektubu, 8/19)
Herşeyi söylenmeden ve çekişmeden yapın ki, yaşam
sözüne sımsıkı sarılarak aralarında evrendeki yıldızlar gibi parladığınız
bu eğri ve sapık kuşağın ortasında kusursuz ve saf, Tanrı'nın
lekesiz çocukları olasınız... (Pavlus'un Filipelilere Mektubu,
2/14-16)
Bakın, Rab bizi o kadar çok seviyor ki, bize
'Tanrı'nın çocukları' deniyor! Gerçekten de öyleyiz. Dünya
Rab'bi tanımadığı için bizi de tanımıyor. Sevgili kardeşlerim,
daha şimdiden Tanrı'nın çocuklarıyız, ama ne olacağımız henüz
bize gösterilmedi... (Yuhanna'nın Birinci Mektubu, 3/1-2)
Doğru olanı yapmayan ve kardeşini sevmeyen, Tanrı'dan
değildir. İşte Tanrı'nın çocukları ile İblis'in çocukları
böyle ayırt edilir. (Yuhanna'nın Birinci Mektubu, 3/10)
Tanrı'yı sevip buyruklarını yerine getirmekle,
Tanrı'nın çocuklarını sevdiğimizi anlarız. (Yuhanna'nın Birinci
Mektubu, 5/2)
Ne baba ifadesiyle ne de çocuk ifadesiyle insanlara
bir ilahlık atfedilmediği açıktır. (Allah'ı tenzih ederiz) Allah'a
itaatli, Allah'a sadık, Allah'ı dost edinmiş ve sadece Allah'ı razı
etmek için yaşayan insanlar İncil açıklamalarında "Allah'ın çocukları"
olarak ifade edilmiştir. Yahudi kültüründen kaynaklanan bu kullanımın
bir sonucu olarak da saygı ve sevginin belirtisi olarak insanlar
Allah'a "Baba" diyerek yakarmışlardır. Bu mecazi terimler, Yahudi
dininin temeli olan "Dinle ey İsrail, Rab bizim Allah'ımızdır ve
Rab tektir" (Tesniye, 6/4) hükmünün getirdiği tevhid inancı içinde
anlaşılmıştır.
"Allah tüm insanların sahibidir"
anlamında kullanmış olabilirler
Hz. İsa'nın havarileri ve ilk Hıristiyanlar, Hz.
İsa'nın eğitiminden geçmiş, derin iman sahibi, çok üstün ahlaklı
ve Hz. İsa'nın Allah yolunda yardımcılarıydılar. Bu nedenle de başlarına
gelen her olayı, Hz. İsa'nın tebliğini, derin imanlarıyla yorumluyorlardı.
Onlar Allah'ın sonsuz güç ve kudret sahibi olduğunu, tüm kainatın
tek sahibi olduğunu, Allah dilemedikçe hiçbir şeyin var olamayacağını,
hiç kimsenin hiçbirşeye güç yetiremeyeceğini çok iyi biliyorlardı.
Bu nedenle de sahip oldukları derin iman neticesinde, Hz. İsa için
"Allah'ın oğlu" ifadesini kullanırken aynı şekilde düşünmüş olabilirler.
Tüm babaları, tüm anneleri ve tüm oğulları Rabbimiz'in yarattığını
ve hepsinin tek sahibinin Allah olduğunu belirtmek istemiş olabilirler.
Hiç unutmamak gerekir ki, anne ve baba bir çocuğun var edilmesi
için Allah'ın vesile kıldığı sebeplerdir. Gerçekte ise kainattaki
tüm varlıkları var eden alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Bu anlamda
tüm anneler, tüm babalar, tüm oğullar Allah'a aittir. Çevremizde
gördüğümüz tüm canlı ve cansız varlıklar Allah'a aittir. Şu an üzerinde
oturduğunuz koltuk, içinde bulunduğunuz bina, şehirler, ülkeler,
milletler Allah'a aittir. Bir ırmak varsa, o Allah'ın ırmağıdır.
Allah'ın denizi, Allah'ın camisi, Allah'ın kilisesi, Allah'ın çeşmesidir.
Dolayısıyla tüm oğullar da Allah'a aittir. Rabbimiz'in bir insan
var etmek için bir anneye, bir babaya, ya da diğer başka bir sebebe
ihtiyacı yoktur. O'nun bir "Ol" demesi yeterlidir. Tüm fiziksel,
biyolojik, kimyasal kanunları yaratan Rabbimiz'dir. Dolayısıyla
bir insanın var olması için, "olması gerekli olduğu düşünülen" tüm
kanunları ve sebepleri de Rabbimiz yaratmıştır. Hz. Meryem'i de,
kainatta gelmiş geçmiş tüm anneleri de, tüm annelerin doğum sistemlerini
yaratan da sonsuz güç ve kudret sabihi olan Allah'tır. Her doğum
olayını meydana getiren Allah'tır. Anneyi yaratan, babayı yaratan
Allah'tır. Rabbimiz her türlü kusur, eksiklik ve ihtiyaçtan münezzehtir.
Ayetlerde şu şekilde bildirilmektedir:
O, sizin için kulakları, gözleri
ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz. O, sizi yeryüzünde
yaratıp-türetendir ve hepiniz yalnızca O'na (döndürülüp) toplanacaksınız.
O, yaşatan ve öldürendir; gece ile gündüzün aykırılığı (veya ardarda
gelişi) da O'nun (kanunu)dur. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız?
(Müminun Suresi, 78-80)
O'dur ki, sizi topraktan, sonra
bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo) yarattı; sonra sizi
bir bebek olarak çıkarmakta, sonra güçlü (erginlik) çağınıza erişmeniz,
sonra da yaşlanmanız için size (belli bir ömür vermektedir). Sizden
kiminin daha önce hayatına son verilmektedir; adı konulmuş bir
ecele erişmeniz ve belki aklınızı kullanmanız için (Allah sizi
böyle yaşatır). Dirilten ve öldüren O'dur. Bir işin olmasına hükmetti
mi, ona yalnızca: "Ol" der, o da hemen oluverir. (Mümin Suresi,
67-68)
Doğrusu, güldüren ve ağlatan O'dur.
Doğrusu, öldüren ve dirilten O'dur. Doğrusu, çiftleri; erkek ve
dişiyi, yaratan O'dur. Bir damla sudan (döl yatağına) meni döküldüğü
zaman. Gerçek şu ki, diğer diriltme (yeniden neş'et) de O'na aittir.
(Necm Suresi, 43-47)
Şuara Suresi'nde ise Hz. İbrahim'in şu şekilde
dua ettiği bildirilmektedir:
"Ki beni yaratan ve bana hidayet
veren O'dur; Bana yediren ve içiren O'dur; Hastalandığım zaman
bana şifa veren O'dur; Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da
O'dur, Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur."
(Şuara Suresi, 78-82)

Şüphesiz Rabbin, onlardan tümüne yapıp ettiklerini(n karşılığını)
onlara tastamam ödeyecektir. Çünkü O, yapıp-ettiklerinden
haberdar olandır. (Hud Suresi, 111)
|
Eğer yukarıdaki ayetler doğrultusunda düşünülürse
Hıristiyan kavramları da anlam kazanmaktadır. Hz. İsa, Hz. Musa,
Hz. Salih, Hz. Nuh, Hz. Hud ve Hz. Muhammed (sav) Allah'a ait kullardır.
Çünkü tüm peygamberler Allah'ındır. Ayetlerde Yahudilerin Hz. Üzeyir
için "Allah'ın oğludur" dedikleri bildirilmektedir. Yahudiler de
Hz. Üzeyir de Allah'a ait kullardır. Rabbimiz annesi ve babası olmadan,
Hz. Adem'i topraktan yaratmıştır. Melekleri yaratan da alemlerin
Rabbi olan Allah'tır. Hz. Yahya'yı mucizevi bir şekilde var eden
Allah'tır. Bunun aksini söylemek çok büyük bir yanılgı olur. Sadece
Hz. İsa değil, her anne, her baba, her oğul Allah'ındır. Hıristiyanlar
da ilk başlarda "Allah'ın oğlu" ifadesini bu anlamda kullanmış olabilirler.
Hıristiyanlara ait bir internet sitesinde de bu yönde bir açıklama
yer almaktadır:
"Hz. İsa Allah'ın oğludur" derken
kesinlikle fiziksel bir oğulluktan bahsetmiyoruz. Biz sadece Hz.
İsa'nın Allah'tan geldiğini söylüyoruz... "Oğul" günlük dilde
de çok sık kullanılır. Çoğu dilde bu kelime fiziksel bir bağı
ifade etmek için kullanılmaz. Örneğin öğrenciler için "bilginin
çocukları" şeklinde bir deyim vardır. Vatandaşlar "ülkelerinin
evlatları"dırlar. Mısır "Nil'in oğlu" olarak anılır. Bir Arap
"çölün oğlu" olarak tarif edilir. Kuran'ın Bakara Suresi'nde de
"yol oğlu" ifadesi kullanılmaktadır. Tefsirciler bu ifadenin gezgin
anlamında kullanıldığını söylerler. Görüldüğü gibi "Allah'ın oğlu"
kelimesi insanın anladığı anlamda bir akrabalığı ifade etmeyebilmektedir.63
Bazı Hıristiyanlar "Allah'ın oğlu" ifadesinin (Allah'ı
tenzih ederiz) bir tecelli olarak kabul edilmesi gerektiğini de
söylerler. Bu anlaşılır bir açıklamadır ve Rabbimiz'in Kuran ayetleriyle
bildirdiği gerçeklere de uymaktadır.
Allah tüm kainatı yoktan var eden, tüm kainat üzerinde
mutlak hakimiyet sahibi olandır. Göklerin ve yerin sahibidir. Allah
her yerdedir. Tüm anneler ve babalar Allah'ın tecellileridirler.
Tüm oğullar ve çocuklar Allah'ın tecellileridirler. Allah'ın Zatı
birçok yerde ve birçok şekilde tecelli edebilir. Nitekim Kuran ayetlerinde
de bunun çeşitli örnekleri bulunmaktadır. Araf Suresi'nde şu şekilde
bildirilmektedir:
Musa tayin edilen sürede gelince
ve Rabbi O'nunla konuşunca: "Rabbim, bana göster, Seni göreyim"
dedi. (Allah:) "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o
yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin." Rabbi dağa
tecelli edince, onu paramparça etti. Musa bayılarak yere düştü.
Kendine geldiğinde: "Sen ne yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim
ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi. (Araf Suresi, 143)
Ayette geçen tecelli etti ifadesi "zahir olmak,
belirmek, ortaya çıkmak, ifade edilmek..." gibi anlamlarda kullanılmaktadır.
Elmalılı Hamdi Yazır, Kuran tefsirinde bu ayeti şu şekilde açıklamaktadır:
Rabbi ona dedi ki, Beni katiyyen
göremeyeceksin, velâkin dağa bak, "eğer yerinde durabilirse sen
de Beni göreceksin. Bunun üzerine Rabbi, dağa tecelli edince,
ki bu bir izafi tecellidir yani, Zatı'ndaki bütün azamet ve kudret-i
mutlakası ile değil, azamet ve kudretinden bir lemha zuhur, emir
ve iradesinden bir parçasının dağa çarpmasıyla onu hurdahaş eyledi,
un ufak yapıp yerle bir etti. Hamze, Kisaî, Halef-i Âşir kırâetlerinde
okunduğuna göre, "dümdüz ediverdi", yani, dağ gidip, yeri dümdüz
oluverdi, hörgüçsüz bir deve gibi oluverdi... Söz konusu bu tecelli
ile iki olay meydana geldi: Biri dağın parçalanıp ufalanması,
diğeri de Hz. Musa'nın bayılıp yere düşmesi. Demek ki Hz. Musa,
dağ dolayısıyla olan bir izafi tecelliye bile dayanamayıp bayıldı,
tam ve mutlak bir Zatî tecelli olsaydı, bütün dünya ve muhtemelen
bütün kâinat bir anda yok olacaktı. İşte "Sen Beni katiyyen göremeyeceksin."
buyurulmasının esas hikmeti de bu idi...64
Bir diğer ayette ise şu şekilde buyurulmaktadır:
Ona, Tur'un sağ yanından seslendik
ve onu (kendisiyle) gizlice söyleşmek için yakınlaştırdık. (Meryem
Suresi, 52)
Nitekim ona gidince, kendisine seslenildi:
"Ey Musa." (Taha Suresi,11)
Derken oraya geldiğinde, o kutlu
yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: "Ey Musa, Alemlerin
Rabbi olan Allah Benim;" diye seslenildi. (Kasas Suresi, 30)

... Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip
tedbir edendi. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi
O'dur.”
(Yusuf Suresi, 100)
|
Ayetlerde de bildirildiği gibi Allah dilediği yerde,
dilediği şekilde tecelli edebilir. Ve tüm varlıklar da Allah'ın
tecellileridirler. İnsanlar Rabbimiz'in Hz. Musa'ya da bildirdiği
gibi, Allah'ın Zatı'nı göremezler. Ama tecellileri ile muhatap olurlar.
Örneğin ayetlerde Rabbimiz'in ağaçta tecelli ettiği bildirilmektedir.
Bu hiç umulmadık, hiç beklenmedik bir durumdur. Aynı şekilde Hz.
Musa'nın asasında tecelli eden de Allah'tır. Allah Zatı olarak tecelli
etmez, ancak dilediği varlıkta dilediği şekilde tecelli edebilir.
Allah'ın varlığı her yeri kuşatmıştır. Bu gerçeği Rabbimiz bir ayette
şöyle bildirir:
Allah... O'ndan başka ilah yoktur.
Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde
ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katı'nda şefaatte
bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar
ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar.
O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların
korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara
Suresi, 255)
İncil açıklamalarında da görüldüğü gibi, Hz. İsa
konuştuğu tüm insanları sadece Allah'a iman etmeye davet ediyordu.
Müşriklerin tüm sorularını çok güzel örnekler ve açıklamalarla cevaplıyordu.
Bu açıdan bakıldığında, "Allah'ın oğlu" ifadesinin, o dönem halkta
yaygın olan putperest üslup karşısında kullanılmış özel bir açıklama
olması da mümkündür. Kişilere herşeyin sahibinin, tüm insanların
tek dost ve velisinin Allah olduğunu anlatmak isteyen bir iman sahibi,
"Ben babamın değil, Allah'ın oğluyum" şeklinde bir ifade kullanmış
olabilir. Bu ifade, karşıdaki kişinin inkarcı üslubunu, putlarına
değer verip medet uman yaklaşımını ortadan kaldırmak için kullanılmış
olabilir. En doğrusunu Allah bilir.
"Allah'ın Kelimesi" Kavramının
Manası
Hz. İsa'ya ilahlık atfeden inancın temelsiz dayanaklarından
biri de, Yuhanna İncili'nin hemen girişinde yer alan "söz" (logos)
açıklamasıdır. Bu pasajda, Hz. İsa'nın Allah'ın Sözü olduğu ve Allah
ile birlikte sonsuzdan beri var olduğu ileri sürülür (Allah'ı tenzih
ederiz):
Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla
birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı. Başlangıçta O, Tanrı'yla birlikteydi.
Herşey O'nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O'nsuz olmadı.
Yaşam O'ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar
ve karanlık onu alt edememiştir. (Yuhanna, 1/1-5)
Bu pasajın devamında ise "Söz, insan olup aramızda
yaşadı. Biz de onun yüceliğini, Baba'dan gelen, lütuf ve gerçekle
dolu olan biricik oğulun yüceliğini gördük" denir. (Yuhanna,
1/14) Kısacası Hz. İsa'nın "Allah'ın Sözü" olduğu belirtilmekte,
buradan hareketle de ona sözde ilahlık atfedilmektedir. (Allah'ı
tehzih ederiz.)
Oysa Yuhanna'daki bu anlatım, bir gerçeğin yanlış
yorumlanmasına dayanmaktadır. Kuran'da şöyle bildirilir:
Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda
taşkınlık etmeyin, Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin.
Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu
('OL' kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur.
Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız; "üçtür" demeyiniz. (Bundan)
kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek ilahtır.
O, çocuk sahibi olmaktan yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa
O'nundur. Vekil olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 171)
Yuhanna'daki
yanılgı, "Söz Tanrı'ydı" ifadesindedir. Allah'ın Sözü ile Allah'ın
Zatı'nı birbirine eşit gibi gösteren bu ifade çok büyük bir yanılgıdır.
Yüce Rabbimiz'i bu gibi ifadelerden tenzih ederiz.
Sorun, "söz" (logos) kavramının
yorumundadır. Ve bu kavram Hıristiyanlıktan asırlar önce Yunan felsefeciler
tarafından geliştirilmiştir. MÖ 6. yüzyılda yaşayan Heraklitus,
evrende insan aklı gibi etkin bir zihin bulunduğunu savunarak, bunu
"logos" olarak tanımlamıştır. MÖ 4 ve 3. yüzyıllarda yaşayan Stoacılar
ise, logos'u "Tanrı, doğa ve evrenin ruhu" gibi anlamlarda kullanmışlardır.65
Yunanca yazılan ve Yunan bir kitleye hitap ettiği
açık olan Yuhanna İncili'nin logos kavramı ile başlaması ve bu kavramın
Yunan felsefesindeki manasıyla tanımlanması ise, elbette bir rastlantı
değildir. Britannica'da "Yuhanna İncili'nin yazarı, Helenistik (Yunan
kültürüne dayalı) dünyadaki okuyucular tarafından kolayca tanınacak
bu kavramı kullanarak, Mesih'in kurtarıcı karakterini vurgulamak
istemiştir" denmektedir.58 Bir başka deyişle Yuhanna İncili'nin
yazarı, "Hz. İsa Allah'ın Kelimesi'dir" gerçeğini eski Yunan felsefesiyle
karıştırarak yanlış bir anlam oluşturmuştur.
Müteşabih ifadelerin ve mecazi
anlatımların yanlış yorumlanması
İncil üzerine araştırmalar yapan kişilerin, üzerinde
önemle durdukları konulardan biri de, İncil'de geçen ifadelerin
düz anlamları ile değil, mecazi birer ifade olarak yorumlanmaları
gerektiğidir. Bu açıdan bakıldığında söz konusu ifadelerin farklı
anlamlar içerdikleri görülmektedir. Kuran'da da birçok müteşabih
(Zahiri manası kast edilmeyen ve teşbih ve temsil yoluyla hakikatlerin
beyanında kullanılan ifade) açıklama bulunmaktadır. Nitekim
birçok Hıristiyan araştırmacı bu yorumları yaparken Kuran ayetlerinde
geçen ifadeler ile İncil'de yer alan bazı ifadeler arasında ilişki
kurmaya çalışmaktadır. Carlos Madrigal, Üç Tanrı mı Tek Tanrı
mı? Tevhit'te Teslis isimli kitabında şu yorumlarda bulunur:
Tanrı Kendini tanımlarken insanoğlunun
kolay anlayacağı sembolik ifadeler kullanır. Buna "insan benzeyişi"
(antropomorfik) terimler denir. Kutsal Kitap'ta da Kuran'da da
Tanrı'dan söz etmek için yüz, eller vb fiziksel sıfatlar kullanılıyor.
"Ona benzer birşey yoktur" (Şura Suresi, 11) ifadesi bir gerçeği
dile getirir. Ama bunu, Tanrı'nın Kendisi'nin, O'nu anlamamız
için kullandığı benzetmelerle karıştırmamamız gerek. Kuran'da
da Allah'ın eli, Allah'ın avucu, Allah'ın yüzü, Allah'ın gözleri
gibi ifadelere rastlanır... Bu ifadeleri bir mecaz olarak anlamakta
kimse zorluk çekmez. Peki Baba veya oğul ifadelerini mecaz olarak
kabul etmeyecek miyiz? Tanrı'ya atfedilen insana özgü terimler
bize gerçek bir tasvir değil, fakat yalnızca imalar ve telkinler
vermektedir. Bu yüzden bunlar tasvir edici benzetmeler değil,
çağrıştırıcıdırlar. Kimsenin Tanrı'yı, fiziksel bir anlam vererek
birşeye benzetmeye hakkı yoktur. (Bu putperestlik olurdu)... Ama
buna karşın O kendini, uygun gördüğü her simgeye benzetebilir.
Tanrı herşeyi sevgiyle yarattı. O herşeyin kaynağıdır. Herşeyin
O'nun sevgisiyle var edildiğini dile getirmek için "baba" çok
güzel bir tanımdır.66
Bu yorum İncil'de kullanılan mecazi ifadelerin
anlaşılması için önemlidir. Rabbimiz Kuran için, "...Biz Kitabı
sana, herşeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet
ve bir müjde olarak indirdik." (Nahl Suresi, 89) şeklinde buyurmaktadır.
Enam Suresi'nde ise, "... Biz Kitap'ta hiçbir şeyi noksan bırakmadık,
sonra onlar Rablerine toplanacaklardır." (Enam Suresi, 38) şeklinde
bildirilmiştir. Kuran'da herşey en mükemmel, en hikmetli ve en özlü
şekilde açıklanmıştır. Rabbimiz bazı ayetlerde bizlere çeşitli müteşabih
ve mecazi anlatımlarla da yol gösterir. Ayetlerde şu şekilde buyurulmaktadır:
"Allah'ın eli"
Şüphesiz sana biat edenler, ancak
Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin
üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi
aleyhine ahdini bozmuş olur... (Fetih Suresi, 10)
... De ki: "Şüphesiz 'lütuf ve ihsan
(fazl)' Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah
(rahmeti) geniş olandır, bilendir." (Al-i İmran Suresi, 73)
Yahudiler: "Allah'ın eli
sıkıdır" dediler. Onların elleri bağlandı ve söylediklerinden
dolayı lanetlendiler. Hayır; O'nun iki eli açıktır, nasıl dilerse
infak eder... (Maide Suresi, 64)
Öyle ki, Kitap Ehli (Yahudi ve Hıristiyanlar)
Allah'ın fazlından hiçbir şeye 'güç yetirip-sahip olmadıklarını'
ve fazlın muhakkak Allah'ın elinde olduğunu, onu dilediğine verdiğini
bilip-öğrensin. Allah, büyük fazl (üstün lütuf ve ihsan) sahibidir.
(Hadid Suresi, 29)
"Allah'ın avucu"
Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla
takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu
(kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür.
O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir. (Zümer Suresi, 67)
"Allah'ın yüzü"
Ve Allah ile beraber başka bir İlah'a
tapma. O'ndan başka İlah yoktur. O'nun yüzünden başka herşey
helak olucudur. Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz.
(Kasas Suresi, 88)
(Yer) Üzerindeki herşey yok olucudur;
Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü baki kalacaktır.
(Rahman Suresi, 26-27)
Doğu da Allah'ındır, batı da. Her
nereye dönerseniz Allah'ın yüzü orasıdır. Şüphesiz ki Allah,
kuşatandır, bilendir. (Bakara Suresi, 115)
Enfal Suresi'nde ise şu şekilde buyurulmaktadır:
Onları siz öldürmediniz, ama
onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı.
Mü'minleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.)
Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir. (Enfal Suresi, 17)
Bu ayetle, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbimiz'in,
tüm eylemleri, tüm fiilleri meydana getiren tek güç olduğu belirtilmiştir.
Allah dilemedikçe insanın hiçbir şeye güç yetirmesi, hiçbir harekette
bulunması, ağzını açıp konuşabilmesi mümkün değildir. İnsanların
tüm yaptıkları, tüm söyledikleri ve tüm düşündükleri Allah'a aittir.
Hiçbir insan kendisini yaratan Rabbimiz'den bağımsız olarak bir
güç ve iradeye sahip olamaz. Allah İnsan Suresi'nde "Allah
dilemedikçe siz dileyemezsiniz..." (İnsan Suresi, 30) şeklinde
buyurmaktadır.
Yukarıdaki ayetlerde geçen ifadelerin her biri
insanlara Allah'ın sonsuz güç ve kudretini en güzel örneklerle haber
veren ayetlerdir. Müteşabih ifadeler içeren bu ayetlerde derin düşünen
insanlara çok güzel ve hikmetli öğütler bulunmaktadır.
Hz. İsa'nın çok üstün bir kul olduğunu,
Allah'a yakınlığını vurgulamak amacı ile kullanılmış olabilir
Havariler ve ilk Hıristiyanlar, Hz. İsa'nın Allah'a
olan bağlılığına, samimiyetine, derin imanına, sabrına, cesaretine,
Allah'ın vahyini uygulamadaki kararlılığına, Allah'ın lütfuyla gerçekleştirdiği
mucizelere ve üstün ahlakına şahit olmuşlardır. Hz. İsa'nın doğumundan
Allah Katı'na alınışına kadar hayatının her aşaması çok büyük mucizelerle
doludur. Hz. Meryem'in hamile kalışı ve Hz. İsa'nın doğumu, bebekken
konuşup tebliğ yapması, hastaları iyileştirmesi, ölüleri diriltmesi,
Allah Katı'na alınışı onun ne kadar olağanüstü bir konuma sahip
olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. İncil'de çok detaylı olarak
yer alan bu gibi bilgiler Kuran ayetleriyle de tarif edilmekte,
Rabbimiz; Hz. İsa'nın, annesi Hz. Meryem'in ve İmran ailesinin seçkin
kimseler olduğunu vurgulamaktadır.
De ki: "O'nun dışında (ilah olarak)
öne sürdüklerinizi çağırın, onlar sizden ne zararı uzaklaştırabilirler,
ne de (onu yararınıza) dönüştürebilirler. (İsra Suresi,
56)

|
İlk Hıristiyanların
Hz. İsa'dan bahsederken kullandıkları coşkulu üslup pek çok Hıristiyan
ilahiyatçı tarafından dile getirilmiştir. Yeni Ahit uzmanlarından
John Marsh, Jesus in his Lifetime (Hz. İsa'nın Hayatı) adlı eserinde,
"Hz. İsa'nın ilk takipçilerinin 'Allah'ın oğlu' sıfatını, onun Allah
tarafından çok özel bir görev için seçildiğini ve bu nedenle de
Allah ile çok özel bir bağı olduğunu anlatmak için kullandıklarını"67
vurgular. E. P. Sanders ise Hz. İsa'nın "Allah'ın oğullarının oluşturduğu
bir milletin içinde, özel bir görev için seçilmiş olan bir Allah
oğlu" olduğunu belirtir.68
Paul Knitter, No Other Name (Başka Adı
Yok) adlı eserinde bu üsluptan şu şekilde bahseder:
Yeni Ahit yazarları Hz. İsa'dan bahsederken analitik
felsefecilerin değil, coşkun inançlıların, bilim adamlarının değil,
sevgi dolu kişilerin dilini kullanırlar. Krister Stendahl'ın ısrarla
üzerinde durduğu nokta, bunun "dinsel dil" -yani "sevgi dili,
şefkat dili" olduğudur. Hıristiyanlar Hz. İsa'yı "tek" olarak
tarif ederken metafiziksel bir ilkeyi kastetmiyor, Hz. İsa ile
kişisel bir ilişki kurmaya ve ona bağlılıklarını detaylandırmaya
çalışıyorlardı. Hıristiyan tanımları, anlaşıldığı ve kullanıldığı
şekilde ancak kilisenin sevgi lisanıdır. Kalbin ve beynin dilleri
muhakkak birbirine zıt değildir, fakat her ikisi de farklıdırlar.
Ve bu farklılıklara saygı gösterilmelidir.
Aynı zamanda Hz. İsa'nın "Allah'ın
oğlu" hatta tek oğlu (Yuhanna 1: 14) olduğunu ifade eden birçok
metin de farklı anlam ifade edecektir. Onların esas niyeti...
Hz. İsa'yı duyanların onu otorite sahibi biri olarak ciddiye almalarını
sağlamaktı. Bu metinlerdeki ifadeler... Hz. İsa'nın da Allah'ın
güvenilir vahyi olduğunu ifade etmek içindi. Yunanca Uios
tou Theou (Allah'ın oğlu) tercüme edildiğinde İngilizcedeki
"the" sözcüğü üzerinde ısrarcı davranmayız. "The" orijinal Yunanca'da
yoktur ve dolayısıyla ifade aynı zamanda "Allah'ın bir oğlu" olarak
tercüme edilebilir. "Allah'ın edindiği tek çocuk" ifadesinin nitelendiricisi,
İbrani kullanımına göre "ilk doğan" ya da sevgili olarak tercüme
edilebilir. Buralarda Allah'ın aracısı olarak ayrıcalıklılık değil,
güvenilirliğin kastedildiği anlaşılabilir.69
Üçleme inancını savunmadaki bu ısrarın arkasında,
Hz. İsa'ya atfedilen sözde üstün konuma gölge düşürme endişesi olması
muhtemeldir. Oysa üçleme inancı olmadan da Hz. İsa'nın ne kadar
üstün ve hayırlı bir insan olduğu vurgulanabilir. Nitekim Kuran
ayetlerinde Hz. İsa'nın mucizevi yönleri, Allah Katı'na alınışı
detaylı olarak tarif edilir, onun ve ailesinin alemlere üstün kılındığı
bildirilir. Hz. İsa Kuran'da "seçkin, onurlu ve saygın" olarak zikredilir.
Hani melekler, dediler ki: "Meryem,
doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun
adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin,
onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır." (A-li
İmran Suresi, 45)
Hıristiyanlığın daha çabuk yayılmasını
sağlamak amacıyla kullanılmış olabilir
Hz. İsa din ahlakını yaymaya başladığı ortamda
çok büyük zorluklarla karşı karşıyaydı. Yahudi toplumunun içinde
dini farklı şekillerde yorumlayan Saddukiler, Ferisiler, Zelotlar,
Esseniler gibi birçok mezhep bulunmaktaydı ve bunlar, özellikle
ilk üçü, farklı yanılgılar içindeydiler. Hz. Musa'nın getirdiği
hak dinden uzaklaşılmış, batıl gelenekler ve çeşitli çarpık inanışlar
türetilmişti. Bunlara ek olarak putperest Helen kültürü de insanlar
arasında yaygınlaşmıştı. Bu kültürün etkisi altındaki bazı Yahudiler
ise sahip oldukları tevhid inancından taviz vererek bazı putperest
inançları benimsemeye başlamışlardı.
Hz. İsa tüm bu hurafeleri arkasında bırakarak,
İsrailoğullarını saf ve samimi bir imana davet etti. Yerleşik düzenlerini
korumaktan yana olan tüm din adamları Hz. İsa'nın tebliğ ettiği
hak dinden şiddetle rahatsız oldular. Çünkü Hz. İsa insanlara Allah
korkusunu, Allah'ı sevmeyi öğütlüyor, dine sonradan eklenen batıl
kuralları ve bağnaz uygulamaları terk etmelerini söylüyordu.
Hz.
İsa'nın Allah Katı'na alınışının ardından da bu mübarek insanın
talebeleri, onun mesajının yayılması için tüm imkanlarını kullandılar.
Köy köy, kasaba kasaba gezen Hıristiyanlar her türlü zorluğa, yokluğa
karşı çok üstün bir sabır gösteriyor ve insanlara Allah'ın varlığını
ve Hz. İsa'nın Allah'ın elçisi olduğunu anlatıyorlardı. Nitekim
Hıristiyanlık kısa zamanda çok büyük bir coğrafyaya yayıldı. Putperest
Roma İmparatorluğu'nun tüm baskı ve işkencelerine karşın insanlar
akın akın Hz. İsa'nın getirdiği hak dine giriyorlardı. Ancak bu
yeni dine girenlerin bir kısmı, yerleşik pagan inançlarından tam
kurtulamıyorlardı. İşte batıl "Allah'ın oğlu" kavramı bu ortamda
ortaya çıktı ya da ilk anlamından farklı bir anlam kazandı.
E. P. Sanders, The Historical Figure of Jesus
(Hz. İsa'nın Tarihi Portresi) isimli eserinde ilk Hıristiyanların
Hz. İsa'nın tebliğini yayma yöntemlerini şu şekilde yorumlar:
Başkalarını ikna etmeye çalışırken,
havariler bazen Hz. İsa'nın söylediği ve yaptığı şeyler ile ilgili
hikayeler anlatmış olabilirler. İlk yıllarda bu materyaller büyük
olasılıkla yazılmamıştı, ancak sözlü olarak iletilmişti. Havariler,
Hz. İsa'nın hayatındaki olayları kullanırken, o zaman önemli olan
noktaları örneklerle açıklamak istemişlerdi... Yeni taraftarlar
kazanmanın yanı sıra havariler hem birbirlerine hem de gittikçe
artan sayıdaki din değiştiren yeni taraftarlarına Hz. İsa'nın
hayatında geçen olayları hatırlayarak öğretmişlerdir. Bazen Hz.
İsa'yı kabul etmeyen Yahudi öğretmenler ile tartışmışlardır. Bu
tartışmalar da Hz. İsa ile ilgili materyalin kullanıldığı üçüncü
bir içeriği sağlamıştır.70
Hz. İsa'nın yaşadığı dönemde olduğu gibi Hz. İsa'nın
ardından da Hıristiyanlığa karşı tepki gösteren birçok kişi ve grup
olmuştur. Hz. İsa'nın Allah Katı'na alınmasının ardından havarilerin
çabalarıyla Hıristiyanlığın büyük bir hızla yayılması onlarda büyük
bir tepki oluşturmuş, bu nedenle de çeşitli asılsız iddialarda ve
Hıristiyanlığın yükselişinin önünü kesmek için türlü girişimlerde
bulunulmuş olabilir. Paul Knitter, kitabında ilk Hıristiyanların
hangi koşullar altında yaşadıkları üzerinde durur. Knitter, onların
"hayatta kalmak" ve "topluluklarını devam ettirebilmek" için farklı
bir üslup geliştirdiklerini vurgular:
Geleneksel Kilise anlayışının
ortaya çıktığı tarihsel bağlamla ilgili dikkate alınması gereken
bir diğer nokta da Hıristiyanların hem geniş Yahudi toplumu hem
de tehditkar Roma İmparatorluğu bünyesinde azınlık durumunda olmalarıydı.
Kültürel ve dini çoğulculuk günümüzdekinden çok daha farklı bir
şekilde anlaşılıyordu. O dönemde Hıristiyanlar iki büyük tehlikeyle
karşı karşıyaydılar; ya çoğunluğu oluşturan toplumlar tarafından
yok edilecekler ya da dinsel gelenekleri onlarınkiyle karışıp
farklı bir yapıya bürünecekti. Hıristiyanların kendilerini bu
tehlikelere karşı korumak için çok açık bir kimlik belirlemeleri
ve tamamen inançlarına bağlanmaları gerekiyordu. Bunu da inançlarıyla,
özellikle de Hz. İsa üzerinde yoğunlaşan inançlarıyla yaptılar.
Bu doktrinel ifadeler, "Hayatta kalma ifadeleri" olarak tanımlanabilir
ve topluluğun devamlılığını sağlayabilmek için geliştirilmiştir.
İlk Hıristiyanlar Hz. İsa'yı mutlak terimlerle tanımlayarak, onu
tek ve yegane kurtarıcı olarak ilan ederek tüm rakiplerinden ve
muhaliflerinden farklı bir kimlik kazandılar. Bu dilin ortaya
çıkardığı güçlü bağlılık, zulümlere ve alay edenlere karşı onlara
büyük bir güç vermişti... Bu dil metafizik bir anlamdan ziyade
ahlaki bir dildi. Hz. İsa'nın tüm çağlar için geçerli olan kimliğini
tanımlamaktan ziyade, toplum içindeki kimliği tanımlama amacını
taşıyordu.71
Mevcut siyasi ve kültürel ortamın
etkisi
Üçleme inancının oluşumuyla ilgili çalışmalarda,
üzerinde durulan bir diğer konu o dönemin siyasi ve kültürel ortamdır.
Daha önce de vurguladığımız gibi Hz. İsa döneminde toplum hem Yahudi
hem de Yunan kültürünün etkisi altındaydı. Akdeniz tümüyle Roma
İmparatorluğu'nun egemenliği altındaydı. Roma büyük askeri fetihlerle
topraklarını genişletmiş, Akdeniz'i bir iç göl haline getirmişti.
İmparatorluk askeri alanda olduğu kadar kültürel alanda da en güçlü
dönemlerinden birini yaşıyordu. Eski Yunan medeniyetinin kültürel
mirasını devralmış ve onu yeni eklemelerle ilerletmişti. Helenizm
adı verilen bu akım, din dahil olmak üzere hayatın bütün alanlarına
hakimdi. Romalılar kendilerini diğer toplumların çok üzerinde görüyor
ve kendi hayat şekillerini işgal ettikleri topraklar üzerinde de
yaygınlaştırmaya çalışıyorlardı.

De ki: "Şüphesiz ben, ancak sizin benzeriniz olan bir
beşerim; yalnızca bana sizin İlahınızın tek bir İlah olduğu
vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık salih
bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak
tutmasın."
(Kehf Suresi, 110)
|
Roma'nın dini, Akdeniz çevresinde yaşayan tüm toplumlarda
olduğu gibi, çok tanrılıydı. Yunan mitolojisinin hayali tanrıları,
farklı isimler altında, Roma mitolojisinde de kullanılmaktaydı.
En büyükleri Jüpiter olarak adlandırılan ve heykellerle sembolize
edilen birçok puta tapınılıyordu. Bazı Roma İmparatorları ise kendilerini
de bu sahte ilahlar arasına dahil eden kanunlar çıkarmışlardı. Öte
yandan Yunan dini ve bu inanışa ait sahte ilahlar da yaygındı: Zeus,
Hermes, Venüs gibi Yunan putlarının heykelleri büyük kentlerin meydanlarında
yer alıyordu. Tapılan putlar bunlarla sınırlı değildi. Her şehirde,
her mahallede hatta her evde büyüklü küçüklü farklı putlar, onlara
ait heykeller, resimler, özel tapınma ve adak bölümleri yer alıyordu.
Romalı yöneticiler bu çok tanrılı dinleri, kendi hakimiyetlerini
yaygınlaştırma konusunda bir araç olarak kullanıyorlardı. Roma,
hakimiyetini tehdit etmediği sürece kimsenin dinine karışmıyor,
bilakis bu sapkın inançları teşvik ediyor, her tarafa tapınaklar,
sunaklar, heykeller inşa ederek putperest inanışları körüklüyordu.
Onlar için din, sözde kitlelere sadakati telkin etmenin ve onları
denetlemenin bir yoluydu, soyut ve bu dünyayla doğrudan ilgisi olmayan
bir alana aitti.
Romalılar başka bir kültürle karşılaştıklarında,
o toplumda kendi sahte ilahlarının benzerlerini arar ve böylece
üstünlük sağlayacak bir bağlantı kurmaya çalışırlardı. Bu yüzden
özellikle IV. Antiyokus Epifanes zamanında, bir ve tek olarak Allah'a
iman eden Yahudilere, Zeus adlı baş tanrılarını sapkınca benimsetmeye
çalışmışlar, ancak bu durum aralarında büyük mücadelelere yol açmıştır.
Dindar Yahudiler, kutsal toprakları manevi olarak kirleten bu Roma
putlarına karşı sert tepkiler göstermişler ve Romalıların putperest
inançlarını yaygınlaştırma çalışmalarına şiddetle direnmişlerdir.
Ancak yine de Yunan kültürünün etkisi Yahudi toplumu üzerinde çok
derin olmuştur.
Hz. İsa da Helen kültürünün etkisi altındaki bu
Yahudi toplumuna tebliğ yapmıştı. Havariler ve ilk Hıristiyanlar
aynı toplum içinde büyümüş ve Helen kültürü ile hayatlarının her
anında içiçe olmuşlardı. E. P. Sanders, "Jesus in Historical Context"
(Tarihi Bağlamda Hz. İsa) başlıklı makalesinde, Helen kültürünün
Hz. İsa'nın yaşadığı Celile bölgesi üzerindeki etkilerini inceler.
Makalesinde birçok farklı akademisyenin görüşlerine de yer veren
Sanders şu yorumda bulunur:
Mevcut yorumlara göre, Celile
kentleşmiş, kozmopolit ve refah içinde bir yerdi. Burton Mack'in
görüşüne göre Celile aslında Helenistik kültürün bir simgesiydi...
Celile halkı komşu bir kasabaya gittiklerinde Yunan oyunlarını
ve felsefecilerini izleyip dinleyebiliyorlardı. Tatillerde Suriye'deki
büyük şehirlere gidiyor ve Yunan kültürü ile içiçe olabiliyorlardı.
Roma da bu etkileşimde çok büyük bir rol oynuyordu. Celile'de
çok sayıda Romalı asker bulunuyordu. Yöneticiler, resmi görevliler
vardı... Sadece tiyatrolar değil, Sepphoris'te Augustus ve Roma'ya
adanmış bir pagan tapınak bulunuyordu. Çiftçiler pagan törenlerinde
kurban edilmek üzere hayvanlar yetiştiriyorlardı.72

Herodes tarafından yeni baştan yaptırılıp genişletilen
Tapınak, İncil metinlerinde Hz.İsa'nın tebliğ yaptığı
yerlerden biri olarak zikredilir. Hz. İsa'nın yerine ona
benzeyen bir başka kişinin çarmıha gerildiği yerin de
yine bu tapınak olduğu kabul edilmektedir.
|
Yunan kültürü mitolojik bir kültürdü.
Konuşmalarda, kullanılan tabirlerde mecazi ifadelere, mitolojik
anlatımlara sıkça rastlanmaktaydı. Mitoloji ile gerçek hayat adeta
birbirine karışmış gibiydi. İşte Hz. İsa için kullanılan "Allah'ın
oğlu" terimini inceleyen Kitab-ı Mukaddes uzmanları da Yunan kültürünün
bu terimin yerleşmesindeki etkisine dikkat çekerler. Yunan mitolojisi,
sözde tanrıları insanlarla arkadaşlık eden, sonunda da birlikte
yeni nesiller üreten varlıklar olarak tasvir ediyordu. Örneğin Büyük
İskender, Zeus'un oğlu olarak kabul edilirdi. Sanders, Yunan geleneğinin
o dönemde İmparatorluk topraklarında oldukça yaygın olduğunu belirtir
ve bu nedenle Hz. İsa için "Allah'ın oğlu" ifadesinin (Allah'ı tenzih
ederiz) kullanımının bu etki ile daha da yaygınlaştığını ifade eder.73
Nitekim araştırmacılar tarafından, eski Yunan'daki Zeus-Hera-Apollo
üçlüsü ile üçleme inancı arasında birçok paralellikler ortaya konmaktadır.
"Üçleme" inancı putperest (pagan) toplumlarda oldukça yaygındı.
Özellikle de Yunan kültürü, çok sayıda sözde "baba tanrı" ve "oğul
tanrı" içeriyordu. Platon, bu üçlemeyi formüle etmiş ve sözde tanrılarının
"logos" (söz) diye bir oğlu ve "sophos" (bilgelik) diye bir kızı
olduğunu savunmuştu. Platon'a göre sözde tanrı, logos ve sophos,
bir "üçleme" oluşturuyorlardı. Hıristiyanlık, üçleme inancını ve
bugün sahip olduğu daha pek çok inanç ve uygulamayı, söz konusu
Yunan kültüründen ya da diğer putperest kültürlerden aldı. Bu nedenle
de giderek Hz. İsa'nın getirdiği saf dinden ayrıldı, Hz. Musa Şeriatı'nın
temeli olan "Tek Tanrı" inancından uzaklaştı.

Putperest Yunan kültürünün, özellikle de Platon'un, üçleme
inancının oluşmasında çok büyük bir etkisi olduğu kabul
edilmektedir. Raphael'in, Atina Okulu isimli tablosunda
Platon ve Aristotle görülmektedir. (1509-1510), Vatikan.
|
From Jesus to Christ, The Origins of the New Testament,
Images of Jesus (İsa'dan Mesih'e, Yeni Ahit'in Kökenleri, İsa'nın
Suretleri) kitabının yazarı Paula Fredriksen, İncillerin ve İncillerin
yazıldığı toplumların Yunan olduklarını vurguladıktan sonra şu yorumu
yapar:
Hıristiyanlık Helen dünyası
içinde var olmuştu... İncillerde kullanılan dil de yazan kişilerin
kendi alışkın oldukları dil üzerine kurulmuştu. Bu dil pagan geleneklerini,
Helen inanışlarını yansıtıyordu. Bu nedenle de Hz. İsa için "Tanrı",
"Kurtarıcı", "Tanrı'nın Oğlu" ve "logos" gibi tanımlar kullanıyorlardı.
Kullanılan "Davud'un Oğlu", "İnsanoğlu", "Tanrı'nın Krallığı",
ve "Mesih" gibi tanımlar ise İncil yazarları için çok tanıdık
değildi. Bu ifadeler İncilleri kaleme alan kişiler tarafından,
Hz. İsa'nın yaşadığı Filistin topraklarındaki mevcut kültürden
alınmıştı.74
Dr. Paul R. Eddy de "Was Early Christianity Corrupted
by Hellenism?" (Erken Hıristiyanlık Helenizm tarafından bozuldu
mu?) başlıklı makalesinde şu yorumlarda bulunmuştur:
Babil'e kadar uzanan eski dünya
boyunca, üçlü gruplamalarla putperest tanrılara tapmak yaygın
idi. Bu etki, Hz. İsa'dan önceki ve sonraki yüzyıllarda Mısır'da,
Yunanistan'da ve Roma'da da fazlasıyla görülüyordu. Havarilerin
ölümünden sonra, bu tip putperest inançlar Hıristiyanlığı istila
etmeye başladı... Plato, üçlemeyi şu anki şeklinde öğretmemiş
olsa da, onun felsefeleri bu doktrin için birer ön hazırlık niteliğindeydi.75

Colosseum, önünde Traianus Sütunu, arkada Konstantin Takı.
Giovanni Paolo Pannini, Roma Kapriçyosu.
|
Oscar Cullmann da The Christology
of the New Testament (Yeni Ahit'in Hz. İsa teolojisi) adlı
önemli çalışmasında, "Allah'ın oğlu" ifadesinin İncil döneminde
Doğu'da ve Helen kültüründe ne şekilde kullanıldığını detaylı olarak
inceler. Özellikle de Mısır'da, Babil'de ve Asurlular'da kralların
kutsal kimseler olarak görüldüklerini ve "Allah'ın oğlu" olarak
isimlendirildiklerini belirtir. Yunan dinlerinde ise kutsal güçleri
olduğuna inanılan her insan için "Allah'ın oğlu" ifadesinin kullanıldığına
dikkat çeker.76 Hz. İsa'nın gösterdiği mucizeler
ise onun halk tarafından bu şekilde tanımlanması için yeterli gözükmektedir.
Varner, Hz. İsa'nın tebliğiyle muhatap olan Gentilelerin (Kitab-ı
Mukaddes'te Yahudi olmayanlar için kullanılan bir tabirdir. Hz.
İsa dönemindeki Romalılar için kullanılır) bakış açılarının
bu fikirler çerçevesinde şekillendiğini söyler ve şöyle devam eder:
(Alıntıdaki ifadelerden Allah'ı tenzih ederiz.)
Onların Allah'ın oğlu fikirleri
çok tanrılı düşünce üzerinde kurulmuştu. Bu nedenle de bu görüşlerini
Hz. İsa ve havarilerinin Tek Tanrı'lı inanışlarına dönüştürmeleri
oldukça zordu. Doğu ve Helen düşüncelerinin hakim olduğu, dolayısıyla
kralların ve diğer kutsal kişilerin Allah'ın oğlu olarak isimlendirildiği
bu bölgede Hz. İsa da Allah'ın oğlu olarak ilan edildi.77
Pagan inançlarındaki insanları
sözde ilahlaştırma eğilimi
Roma İmparatorluğu'nun sınırları içinde yaşayan
putperest toplumların dinlerindeki temel özelliklerden bir tanesi,
sözde insan-tanrı kavramıydı. Zeus, Hermes, Venüs, Jüpiter gibi
hayali Roma ve Yunan tanrıları, insanlar şeklinde tasvir edilirler,
bu tanrıların heykelleri tapınakların merkezinde ya da büyük şehirlerin
meydanlarında yer alırdı. Putperestler hayali tanrılarını "elle
tutulur, gözle görülür" varlıklar olarak düşünüyor, söz konusu tanrıların
birer insan şekline girerek kendilerine görünmesini de doğal bir
olay olarak kabul ediyorlardı.
Paganlardaki
bu insan-tanrı kavramı o kadar yoruma açıktı ki, kendisini "keramet"
sahibi gibi gösteren ve dini konularda vaaz eden insanlar kolaylıkla
bu konuma sahip olabiliyordu. Yeni Ahit'in Elçilerin İşleri kitabında
bu konuda ilginç birkaç örnek aktarılır. Buna göre Pavlus ve Barnaba
bugünkü Konya yakınlarındaki Listra kentinde hasta bir adamı tedavi
etmişler, buna şaşan halk da onları sözde tanrı sanmıştır:
Pavlus'un ne yaptığını gören halk Likavonya dilinde,
"tanrılar insan kılığına girip yanımıza inmiş!" diye haykırdı.
Barnaba'ya Zeus, konuşmada öncülük eden Pavlus'a da Hermes adını
taktılar. Kentin hemen dışında bulunan Zeus tapınağının kahini
kent kapılarına boğalar ve çelenkler getirdi, halkla birlikte
elçilere kurban sunmak istedi. (Elçilerin İşleri, 14/11-13)
Benzer bir olay Malta'da da yaşanmış, Pavlus'la
konuşan paganlar, onun zehirli sandıkları bir yılan tarafından sokulup
da ölmediğini görünce, yine insan-tanrı fikrine varmışlardır:
Halk, Pavlus'un bedeninin şişmesini ya da birdenbire
ölü olarak yere yıkılmasını bekliyordu. Ama uzun süre bekleyip
de ona bir şey olmadığını görünce fikirlerini değiştirdiler. "Bu
bir ilahtır!" dediler. (Elçilerin İşleri, 28/6)
İşte Hz. İsa'nın takipçileri bu anlayıştakı insanlara
hitap ediyorlardı. Bu insanlara, mucizeler gösteren, hastaları iyileştiren,
ölüleri dirilten bir Mesih'ten bahsediyorlardı. Bu insanlar da,
Allah'ın üstün mucizelerle lütufta bulunduğu bu kutlu elçisini,
Zeus ya da Hermes gibi bir ilah olarak görüyorlardı. (Allah'ı tenzih
ederiz.)
Nitekim Allah Kuran'da, üçlemeyi savunanların "Mesih
Allah'ın oğludur" şeklindeki ifadelerini bildirirken, "bundan önceki
inkar edenlerin sözlerini taklit ettiklerini" haber verir. (Tevbe
Suresi, 30) Yani Hıristiyanlar bu kavramı, kendilerinden önce bu
kavrama sahip olan birtakım inkarcı toplumlardan devralmışlardır.
--------------------------------------------------------------------------
45. Thedore
Zahn, The Articles of Apostles' Creed, 1899, s. 33-37
46. Duncan Heaster, Jesus Christ and the Trinity, What Does the
Bible Say? The Transcript of A Debate, 1988, http://www.carelinks.net/books/dh/dbb/1-1.htm

47. Mahmut Aydın, İsa Tanrı mı İnsan mı?, Dinler Arası Diyalog Bağlamında
İsa-Mesih'in Konumu Sorunu, İz Yayıncılık, s.118, John Hick, The
Rainbow of Faiths, s. 95-99
48. Maurice Casey, From Jewish Prophet to Gentile God, The Origins
and Development of New Testament Christology, s. 47
49. John Hick, The Metaphor of God Incarnate, Christology in a Pluralistic
Age, Westminster/John Knox Press, 1993, Önsöz
50. John Hick, The Metaphor of God Incarnate, Christology in a Pluralistic
Age, s. 2
51. John Hick, The Metaphor of God Incarnate, Christology in a Pluralistic
Age, s. 27
52. "Son of God". The Catholic Encyclopedia, copyright
© 1913 by the Encyclopedia Press, Inc. Electronic version copyright
© 1996 by New Advent, Inc. http://www.newadvent.org/cathen/14142b.htm
53. Mahmut Aydın, İsa Tanrı mı İnsan mı?, Dinler Arası Diyalog Bağlamında
İsa-Mesih'in Konumu Sorunu, s. 123. John Hick, Jesus and the World
Religions, s. 175
54. Mahmut Aydın, İsa Tanrı mı İnsan mı?, Dinler Arası Diyalog Bağlamında
İsa-Mesih'in Konumu Sorunu, s. 123. John Hick, Jesus and the World
Religions, s. 176
55. Maurice Casey, From Jewish Prophet to Gentile God, The Origins
and Development of New Testament Christology, s. 46
56. Maurice Casey, From Jewish Prophet to Gentile God, The Origins
and Development of New Testament Christology, s. 52
57. Mahmut Aydın, Yahudi Bir Peygamberden Gentile Tanrıya: İsa'nın
Tanrısallaştırılma Süreci, İslamiyat III (2000), sayı 4, s. 68
58. E. P. Sanders, The Historical Figure of Jesus, s. 243
59. E. P. Sanders, The Historical Figure of Jesus, s. 244-245
60. William C. Varner, "Jesus the Son of God", http://www.foigm.org/IMG/sonofgod.htm
61. Anthony Buzzard, "Who is Jesus? Do the creeds tell us the
truth about him?" http://www.mindspring.com/~anthonybuzzard/jesus.htm
62. İslamiyat Dergisi, 15 Ağustos, 2003, Abdullah Şahin'in John
Hick ile söyleşisi, http://www.islamiyatdergisi.com/b0704.asp
63. Archpriest Zachariah Butrus, "God is one in the Holy Trinity",
http://www.the-good-way.com/eng/article/a06.htm#3.2
64. Kuran-ı Kerim Tefsiri, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, http://www.kuranikerim.com/telmalili/araf.htm
65. Encyclopedia Britannica, Ultimate Reference Suite DVD 2004,
"Logos"
66. Carlos Madrigal, Üç Tanrı mı Tek Tanrı mı? Tevhit'te Teslis,
Bütün Dünya Kitaplığı, 2002, s. 29-31
67. John Marsh, Jesus in his Lifetime, Sidgwick and Jackson Published,
s. 44-46
68. E. P. Sanders, The Historical Figure of Jesus, s. 245
69. Paul F. Knitter, No Other Name? A Critical Survey of Christian
Attitudes Toward the World Religions, American Society of Missiology
Series, No. 7, Orbis Books, New York, 2003, s. 185
70. E. P. Sanders, The Historical Figure of Jesus, s. 58
71. Paul F. Knitter, No Other Name? A Critical Survey of Christian
Attitudes Toward the World Religions, s. 184
72. E. P. Sanders, Jesus in Historical Context, http://theologytoday.ptsem.edu/oct1993/v50-3-article8.htm
73. E. P. Sanders, The Historical Figure of Jesus, s. 161
74. Paula Fredriksen, From Jesus to Christ, The Origins of the New
Testament, Images of Jesus, s. 18
75. Dr. Paul R. Eddy, Was Early Christianity Corrupted by ‘Hellenism'?,
http://www.xmark.com/focus/Pages/hellenism.html
76. William C. Varner, "Jesus the Son of God", http://www.foigm.org/IMG/sonofgod.htm
77. William C. Varner, "Jesus the Son of God", http://www.foigm.org/IMG/sonofgod.htm
|