RADİKALİZM
TEHLİKESİNE
KARŞI BİRLEŞMEK
Radikal Yahudilerin Yanılgıları
25 Şubat 1994 günü, Batı Şeria'daki El-Halil (Hebron)
kentinde bulunan Hz. İbrahim Camisi'nde ibadet eden Müslümanlara
yönelik büyük bir saldırı gerçekleştirildi. Meir Kahane'nin izinden
gittiğini söyleyen ve radikal bir Yahudi örgütüne üye olan Yahudi
yerleşimci Baruch Goldstein, İsrail askerlerinin koruması altındaki
camiye elindeki M-16 silahıyla birlikte sabah namazı sırasında girdi.
Caminin orta yerine kadar yürüdü ve defalarca şarjör değiştirerek
namaz kılan 500'e yakın Müslümanı taradı. 67 Müslüman olay yerinde
şehit oldu, 300'ü yaralandı. İsrail yönetimi, eylemin bireysel bir
çılgınlık olduğunu ilan etti. Ancak Goldstein'in, elindeki M-16'yla,
camiyi koruyan İsrailli askerlerin arasından geçerek içeri girmesi
ve defalarca şarjör değiştirecek kadar uzun bir süre cemaati taraması,
durumun pek öyle olmadığını gösteriyordu. İsrail askerleri, en azından
pasif destek vermişlerdi.
Aslında bu olay, İsrailli radikal grupların gerçekleştirdiği
pek çok eylemden biriydi. Aynı gruplar, Süleyman Tapınağı'nı yeniden
inşa edebilmek için, 1980'li yıllarda Kudüs'teki Müslüman mabedlerini
(Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra) de havaya uçurmayı denemişlerdi.
Ellerinde sürekli taşıdıkları silahlarla Filistinlilere kanlı saldırılar
düzenleyen radikal Yahudi yerleşimciler de bu grupların üyeleriydiler.
Bu grupların en radikal olanı ise, El-Halil katliamını
gerçekleştiren Goldstein'in de bağlı olduğu Kahane fraksiyonuydu.
Haham Meir Kahane'nin kurduğu bu hareket, hem İsrail hem de Amerika'da
örgütlendi. İsrail'de "Kach", Amerika'da ise "Jewish
Defence League" adı altında faaliyet gösteren örgüt, Meir Kahane'nin
fanatik doktrinlerine tamamen bağlıydı. Kahane'nin düşünceleri arasında;
Yahudilerin tüm ırklardan üstün olduğu ve diğer ırkların ("goyim")
bir tür hayvan statüsü taşıdıkları; işgal altındaki topraklardaki
tüm Arapların "etnik temizliğe" tabi tutulması gerektiği
gibi fanatik fikirler vardı. Örgütün mantığı, "en iyi Arap,
ölü Arap'tır" şeklinde ifade ediliyordu. Kahane'nin 1990'da
New York'ta bir suikast sonucu öldürülmesinin ardından örgüt dağılmadı
ve "Kahane Chai" (Kahane Yaşıyor) gibi isimlerle özellikle
İsrail'de yeniden örgütlendi. El-Halil'in ve daha pek çok katliamın
sorumluları, söz konusu Kahane takipçileriydi.
El-Halil katliamının bir başka garip yönü, İsrail
toplumundaki bazı kesimlerden büyük bir onay görmesiydi. İsrail'in
eleştirel isimlerinden Israel Shahak, bir makalesinde Goldstein'in
eyleminin "rahatsız edici" oranda İsrailli tarafından
desteklendiğine dikkat çekmişti.16 Buna göre olaydan sonra yapılan
bir kamuoyu yoklaması, İsraillilerin %40'ının katliamı desteklediğini
ya da en azından "anladığını" gösteriyordu. Gençlerde
ise bu oran daha yüksekti; genç İsraillilerin %30'u Goldstein'i
desteklediklerini, %35'i ise "anladıklarını" belirtmişlerdi.
Shahak, bu desteğin yalnızca El-Halil katliamı ile sınırlı olmadığını,
genel olarak Kahane takipçileri tarafından savunulan doktrinlerin
ürkütücü bir toplumsal desteğe sahip olduğunu yazıyordu. Araştırmalar,
gençlerin %39'unun Kahane'nin düşüncelerini tamamen paylaştığını
gösteriyordu. Kahane'nin ismi söylenmeyip yalnızca görüşleri özetlendiğinde
ise, bu destek daha da artarak % 66'ya çıkıyordu. Bu çoğunluk, Arapların
işgal altındaki topraklardan göçe zorlanmaları gerektiğine inanıyordu.
Shahak'ın söylediği gibi, aralarından Arapları "Amalek"
olarak algılayanların sayısı da hayli kabarıktı. Amalek, Eski Ahit'te
haklarında kadın-çocuk ayrımı yapmadan katliam emri verilen Arap
kabilesiydi. Amalek için şöyle deniyordu:
"Orduların Rabbi şöyle diyor: Amalek'in İsrail'e
yaptığını, Mısır'dan çıktığı zaman yolda ona karşı nasıl durduğunu
arayacağım. Şimdi git, Amaleki vur ve onların herşeylerini tamamen
yok et ve onları esirgeme ve erkekten kadına, çocuktan emzikte olana,
öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür." (I. Samuel,
Bap 15, 2-3)
Ve tüm bu olay ve yorumlar, "Yahudi radikalizmi"
diyebileceğimiz ciddi bir tehlikenin varlığına işaret etmektedir.
Bu radikalizmin ideolojisini ve acı sonuçlarını
şöyle özetleyebiliriz:
Bugün Yahudi dünyasının bir kısmında, Yahudi olmayan
insanlara karşı kin ve nefret telkin eden, özellikle de Filistinlilere
karşı olabilecek en sert ve acımasız yöntemlerin kullanılmasını
savunan radikal bir eğilim vardır. Bu eğilim İsrail devletinde de
önemli bir ağırlığa sahiptir ve İsrail'in yarım yüzyılı aşkın bir
süredir Filistinlilere ve diğer Arap komşularına karşı izlediği
saldırgan, işgalci, uzlaşmaz tutumun ortaya çıkmasında ve devam
etmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Kuşkusuz Kahane grubu ya
da Baruch Goldstein gibi militanlar, İsrail Yahudi toplumu içinde
(ve tüm dünya Yahudileri arasında) çok küçük bir azınlığı oluşturmaktadırlar.
Ama bu azınlığı, onlara kıyasla daha ılımlı olsalar da, fikren besleyen
bir radikalizm kültürü vardır ve bu da gerek Ortadoğu gerekse dünya
barışı için tehlike olmaya devam etmektedir.
Söz konusu radikal Yahudilerin, sözde dünyayı saran
bir "Yahudi komplosu"nun parçası olmadıklarını; Yahudilerin,
özellikle de İsrail dışındaki Yahudilerin büyük bölümünün bu eğilime
karşı olduklarını ve diğer inançlar ve uluslarla barış içinde yaşamak
istediklerini de hemen belirtelim. Çoğu zaman sözde dini açıklamalar
da kullanan bu radikal Yahudilere karşı çıkan pek çok Yahudinin
de dindar, hatta din adamı olduğunu da hatırlatalım.
Konuyu doğru analiz edebilmek içinse, öncelikle
söz konusu Yahudi radikalizminin kaynaklarını analiz etmek gerekir.
Buna baktığımızda, iki temel kaynak olduğunu görürüz:
1) Yahudi geleneği içinde yer alan, özellikle
Talmud'daki bazı hükümlerin yanlış yorumlanması neticesinde ortaya
çıkan , "Yahudi olmayanlara karşı düşmanlık" psikolojisi.
2) 19. yüzyıl sonunda doğan siyasi Siyonizmin,
dönemin Sosyal Darwinist, sömürgeci ideolojilerinden aldığı ilham.
Üstteki iki kaynaktan ilki, en kapsamlı olarak
Israel Shahak'ın Jewish History, Jewish Religion (Yahudi Tarihi,
Yahudi Dini) adlı kitabında incelenmiştir. Shahak'ın detaylı olarak
gösterdiği gibi, MS 1. yüzyıldan sonra diasporada yaşamaya başlamış
olan Yahudi halkı, Hıristiyan topraklarında asırlar boyu baskı ve
zulüm görmüş, buna bir tepki olarak da bazı çevrelerde "Yahudi
olmayanlara karşı düşmanlık" hissi gelişmiştir. Bu yanlış his
özellikle Yahudilerin geleneksel kaynaklarından Talmud'a yansımış,
Talmud yazarları, çoğu zaman Eski Ahit'teki hükümleri de çarpıtarak
veya yanlış yorumlayarak, Yahudi-olmayanlara karşı hile yapılabileceği,
zarar verilebileceği gibi hatalı hükümler vermişlerdir. Bu yanlış
hükümler ve oluşturdukları gelenek, günümüz Yahudi toplumu içindeki
bazı unsurların halen Yahudi-olmayanlara karşı büyük bir güvensizlikle
ve hatta nefretle bakmasına neden olabilmektedir.
İkinci kaynak ise yukarıda belirttiğimiz gibi siyasi
Siyonizm ile ilgilidir. Bu hareket 19. yüzyılın sonunda, Yahudilerin
Filistin'de bir ulus-devlet kurması projesi olarak doğmuştur. O
dönemde dünya üzerinde hiçbir devletleri olmayan ve içinde yaşadıkları
ülkelerin çoğunda da ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören, antisemit
baskı ve saldırılara maruz kalan Yahudilerin böylesine bir proje
sahibi olmaları elbette meşru bir hak olarak değerlendirilebilir.
Ancak Siyonizm, bu meşru hakkın ötesine geçerek, "Filistin'de
bir Yahudi Vatanı kurmak"tan daha ileri gitmiş ve "tüm
Filistin'i, üzerinde yaşayan Arapları sürerek ele geçirme"
projesine dönüşmüştür. Bu, başta belirttiğimiz gibi Siyonizm'in
19. yüzyıl Avrupası'na egemen olan Sosyal Darwinist, sömürgeci ideolojilerden
etkilenmesinin bir sonucudur. 1920'lerde ve 30'larda, buna "Revizyonist
Siyonizm" eklenmiştir ki, Nazi Almanyası ve Mussolini İtalyası'ndan
ilham alan faşizan bir ideolog olan Vladimir Jabotinsky'nin liderliğini
yaptığı bu hareket, Siyonizme faşizan bir unsur katmıştır.
Ancak tüm bunlardan daha da tehlikelisi, bazı Siyonist
fikir adamlarının tüm dünya hakimiyetini hedefleyen ve bu hedefin
gerçekleşmesi durumunda Yahudi olmayanlara karşı zulmü savunan sapkın
yorumlar geliştirmiş olmalarıdır. Tekrar belirtmek gerekir ki, Yahudilerin
atalarının toprakları olan Filistin'de Müslüman ve Hıristiyanlarla
birarada, barış içinde yaşamayı istemeleri son derece meşrudur.
Ne var ki bu meşruiyet, Müslümanların ve Hıristiyanların bölgedeki
varlık ve yaşama haklarını gaspederek bir zulüm politkasına dönüşürse,
buna samimi dindar olan tüm Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların
itiraz etmeleri ve bu durumun telafi edilmesi için fikri alanda
çalışmalar yapmaları son derece doğaldır.
Yahudi radikalizminin tedavi edilmesi için gerekli
revizyonları şöyle sıralayabiliriz: :
1) Yahudi din adamları, Yahudi geleneğine
bazı çevrelerce dahil edilmeye çalışılan fanatik, yabancı düşmanlığını
teşvik eden batıl öğretileri temizlemeli, bunun yerine Eski Ahit'in
özünde var olan, sevgiye, saygıya, adalete, merhamete dayalı ahlak
anlayışını yerleştirmelidirler. Nitekim bu yönde çaba gösteren
pek çok Yahudi din adamı vardır. İsrail'in devlet terörünü eleştiren,
bunun Yahudiliğin ahlaki prensipleri ile uyuşmadığını vurgulayan
hahamlar, umut verici bir mesaj taşımaktadırlar.
2) Siyonizmin siyasi anlamda ılımlılaştırılması
sağlanmalıdır. İsrail'in var olma ve topraklarının güvenliğini
sağlama hakları kuşkusuz vardır, ama bir milleti yarım asırdır
işgal altında yaşatmaya hakkı yoktur. Unutmamak bu topraklar aynı
zamanda Filistinlilerin de atalarının topraklarıdır. Filistin
halkı asırlardır bu topraklarda yaşamaktadır. Bölgede Yahudiler
için olduğu kadar Müslümanlar ve Hıristiyanlar için de kutsal
mekanlar bulunmaktadır. Filistin topraklar tüm bu halkların birarada
huzur ve barış içinde yaşayabilecekleri kadar geniştir. Bu nedenle
Yahudi Devleti, 1967'den beri işgal altında tuttuğu tüm topraklardan
çekilmeli, Batı Şeria ve Gazze'de egemen bir Filistin devletinin
kurulmasını kabul etmeli, dahası bu devletle dostane ve yapıcı
ilişkiler içine girerek hem Filistinlilerle hem de tüm Arap dünyasıyla
barışmalıdır.
Tüm bunların yanında dindar Yahudilerin, Rabbimiz'in
Kuran'da da bildirmiş olduğu öğütlere uymaları ve tüm Yahudileri
Allah'ın emrettiği güzel ahlaka davet etmeleri büyük önem taşımaktadır.
Bunun için öncelikle üzerinde durulması gereken,
bazı Yahudilerin öne sürdükleri "seçilmişlik iddiası"ndan
vazgeçilmesidir. Kuran'da da Allah'ın bir dönem Yahudilere nimetler
verdiği ve yine bir dönem onları diğer milletlere hakim kıldığı
anlatılmaktadır. Bu konuyla ilgili Kuran ayetlerinden bazıları şu
şekildedir:
Ey İsrailoğulları, size bağışladığım
nimetimi ve sizi (bir dönem) alemlere üstün kıldığımı hatırlayın.
(Bakara Suresi, 47)
Andolsun, Biz İsrailoğulları'na Kitap,
hüküm ve peygamberlik verdik, onları temiz ve güzel şeylerle rızıklandırdık
ve onları alemlere üstün kıldık. (Casiye Suresi, 16)
Ancak bu ayetlerde radikal Yahudilerin anladığı
anlamda bir 'seçilmişlik' ifade edilmemektedir. Birçok peygamberin
bu soydan gelmiş olmasına ve Yahudilerin bir dönem geniş topraklarda
hakimiyet kurmuş olmalarına işaret edilmektedir. Ayetlerde yönetimde
olmaları nedeniyle 'bir dönem alemlere üstün kılınmaları' anlatılmaktadır.
Hz. Davud ve Hz. Süleyman'ın dünya üzerinde kurdukları hakimiyetlerinin
daha sonraki dönemlerde sona ermesiyle, Yahudilerin de bu özellikleri
sona ermiştir.
Ancak radikal Yahudiler, Tevrat'ta bulunan bazı
açıklamaları yorumlayarak, seçilmişliği bir ırk özelliği gibi görme
yanılgısına kapılmışlardır. Bunun sonucunda da, her Yahudinin doğuştan
bir üstünlük sahibi olduğuna ve İsrailoğulları' nın tüm diğer kavimlerden
ebediyen üstün sayıldıklarına dair çarpık bir anlayış geliştirmişlerdir.
Bu bakış açısının doğurduğu daha da büyük bir yanılgı ise, bazı
radikallerin -örneğin namaz kılan Müslümanları silahla tarayan Baruch
Goldstein gibilerin- söz konusu üstünlük iddiasından 'diğer milletlere
vahşet uygulama emri' çıkarmasıdır. Radikaller bunun için de kimi
zaman Tevrat'ta yer alan bazı açıklamaları kaynak olarak kullanmaktadırlar.
(Önceki sayfada belirttiğimiz Amalek örneğinde olduğu gibi.) Buna
göre Yahudilerin diğer milletlerden ve dinlerden insanları aldatmaları,
mallarını ve mülklerini yağmalamaları ve hatta gerektiğinde kadınlar
ve çocuklar da dahil olmak üzere onları katletmeleri olağandır.
Oysa tüm bunlar gerçek din ahlakına aykırı zulümlerdir. Allah Hıristiyanlara
ve Müslümanlara olduğu gibi Yahudilere de adaleti, dürüstlüğü, mazlumun
hakkını korumayı, barışı ve sevgiyi emretmiştir. Bu nedenle kadınların,
çocukların ve yaşlıların katledilmelerine yönelik bir tavır Kuran
ahlakına kesin olarak aykırıdır. Allah Kuran'da, İsrailoğulları'nın
güzel ahlak göstermek ve yeryüzünde kargaşa çıkarmamak için verdikleri
sözü şöyle bildirmiştir:
Hani İsrailoğulları'ndan, "Allah'tan
başkasına kulluk etmeyin, anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve
yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı
dosdoğru kılın ve zekatı verin" diye misak almıştık. Sonra
siz, pek azınız hariç, döndünüz ve (hala) yüz çeviriyorsunuz. Hani
sizden "Birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi yurtlarınızdan
çıkarmayın" diye misak almıştık. Sonra sizler bunu onaylamıştınız,
hala (buna) şahitlik ediyorsunuz. (Bakara Suresi, 83-84)
Ayrıca unutmamak gerekir ki radikal Yahudilerin
söz konusu fanatizmi, yine Tevrat'ta yer alan diğer açıklamalarla
da çelişmektedir. "Kan dökenlerin telkinlerini
dinlememek" ve "kötülük görmeye dayanamamak" Tevrat'ta
Yahudilere bildirilen hükümlerdir. (İşaya, Bap 33, 15) Fanatikler,
Tevrat'ta şiddetin ve zulmün kınandığına dair açıklamaların hepsini
göz ardı ederek, kin ve öfkeye dayalı bir inanış oluşturmuşlardır
ve bu yolla dünya hakimiyetine ulaşacaklarını sanmaktadırlar. Oysa
şiddet ve saldırganlık içeren, huzuru ve düzeni bozan hiçbir ideolojinin
başarıya ulaşması mümkün değildir. Şiddet, her zaman için yalnızca
yıkım getirir. Bu yıkımın önlenmesinde fanatiklerin çarpıtma ve
yanılgılarının deşifre edilmesi, daha fazla insanı etkileri altına
almalarını engelleyecek ve hatta kendilerinin de doğruyu görmelerine
aracı olabilecektir.
Bu nedenle samimi olarak Allah'a iman eden Yahudilerin,
şiddet yanlısı, radikal Yahudileri de bu tehlikeden koruyabilmek
için, kitaplarında yer alan hak hükümlere uymaları ve barışın savunucuları
olmaları gerekmektedir. Tevrat'ta barışın, sevginin, merhametin
ve güzel ahlakın övüldüğü açıklamalardan bazıları şu şekildedir:
Hükümde haksızlık etmeyeceksiniz;
fakirin hatırını saymayacaksın ve kudretlinin hatırına itibar etmeyeceksin;
ve komşuna adaletle hükmedeceksın. Kavminin arasında çekiştiricilik
edip gezmeyeceksin; komşunun kanına karşı ayağa kalkmayacaksın...
Öç almayacaksın ve kavminin oğullarına kin tutmayacaksın ve komşunu
kendin gibi seveceksin... (Levililer, Bap 19, 15-18)
Ey adam, iyi olanı sana bildirdi;
ve hak olanı yapmak ve merhameti sevmek ve Allah'la alçakgönüllü
olarak yürümekten başka Rab senden ne ister? (Mika, Bap 6, 8)
Katletmeyeceksin. Zina etmeyeceksin.
Çalmayacaksın. Komşuna karşı yalan şehadet etmeyeceksin. Komşunun
evine tamah etmeyeceksin... (Çıkış, Bap 20, 13-17)
Günümüzde gerek barış yanlısı İsrail vatandaşlarının,
gerekse dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan Yahudilerin önemli bir
kısmının radikalizme karşı çıkmaları, İsrail'in devlet terörünü
şiddetle eleştirmeleri çok önemli bir gelişmedir. Samimi olarak
iman eden Yahudilerin, "katletmemenin", "hükümde
haksızlık etmemenin", "öç almamanın", "kan dökmemenin"
Tevrat'ta yer alan emirler olduğunu göz önünde bulundurarak, Yahudilik
adına sürdürülen fanatizme karşı yürütülecek kültürel ve fikri mücadelenin
ön saflarında yer almaları, bu konuda vicdan sahibi Hıristiyan ve
Müslümanlarla ittifak etmeleri şarttır. Yahudi radikalizmine karşı
yürütülecek fikri mücadele, yarım yüzyılı aşkın bir zamandır süregelen
Filistin sorununun kalıcı ve adil bir çözüme kavuşturulmasının da
önemli yollarından biri olacaktır. Ancak o zaman Yahudilerin ve
Müslümanların -ve elbette Hıristiyanların- bölgede huzur içinde
birarada yaşayabilecekleri bir ortam oluşturulacaktır. Filistin
ve İsrail topraklarına huzuru, sevgiyi, hoşgörüyü, anlayışı emreden
gerçek din ahlakının yaşanması ile gelecektir. Unutmamak gerekir
ki, hem Yahudiler hem de Müslümanlar tarih boyunca en büyük zulmü
din ahlakına uygun olmayan ideolojilerin savunucularından görmüşlerdir.
Kitab-ı Mukaddes, putperestlerin Yahudilere yaptıkları korkunç zulümleri
anlatan pasajlarla doludur. Ateist ve dinsizlerin (örneğin Nazilerin,
antisemit ırkçıların veya Stalin Rusyası gibi komünist rejimlerin)
Yahudilere uyguladıkları soykırım ve zulümler de ortadadır. Söz
konusu dinsiz güçler, Yahudilerden Allah'a inandıkları için nefret
etmişler ve bu yüzden onlara zulmetmişlerdir. Hem Müslümanlara hem
de Yahudilere düşman olan bu din aleyhtarı güçlere karşı, iki dinin
mensupları aynı safta yer almalı, bu birlikteliği engelleyebilecek
radikal görüşlerin telkinlerine aldanılmamalıdır.
GERİ
 |