İSLAM'DA
KİTAP EHLİ
İslam'da Ehli Kitaba Hoşgörü ile İlgili Hadisler
ve Alimlerin Yorumu
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir zimmiyi
(sorumluluk altına alınan kişi) haksız yere öldüren cennetin kokusunu
duyamaz. Halbuki onun kokusunu kırk yıllık yoldan duyabilir."
(Buhari, Cizye, 5)
"Kim bir muahime zulmeder veya gücünün üstünde
bir iş yükler ya da zorla ondan bir şey alırsa kıyamet günü ben
onun hasmıyım." (Ebu Davud, Harac, 31-33)
Kim bir zimmiye zulmetse veya gücünün üstünde bir
mükellefiyet yüklese, ben onun hasmıyım. (Ebu Yusuf, Kitabu'l-Harac,
Matbaatu's Selefiye, 1397 h. Kahire, s.135)
Onlara; Allah'ın zimmeti altında oldukları için
zimmi denmiştir. Bu konuda Peygamberimiz'in şöyle dediği rivayet
edilmiştir: "Kim bir zimmiye eziyet ederse ben onun davacısıyım.
Ben kime (bu dünyada) davacı olursam, kıyamet gününde de davacı
olurum." (Acluni, Keşfu'l-Hafa' II, 218)
Resulullah (S.A.V.) ordusunu savaşa gönderirken
şöyle tembih ederdi: "Allah adına çıkınız. Çünkü siz Allah
yolunda savaşıyorsunuz, zulmetmeyiniz. İnsanların organlarını kesmek
suretiyle işkence yapmayınız. Çocukları, manastırlarda oturan din
adamlarını öldürmeyiniz." (Ebu Davud, Cihad 120)
Hz. Peygamber buyuruyor: "Sakının! Kim, böyle
insanlara (yani kendileriyle anlaşma yapılmış olanlara) zalim ve
sert olursa, onların haklarını kısarsa veya tahammül edebileceğinden
fazlasını yüklerse veya hür iradeleri dışında onlardan bir şey alırsa,
hüküm günü onlardan ben davacı olacağım." (Ebu Davut, Cihat;
(İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A'la-El Mevdudi, Hilal Yayınları,
1967, s. 71)
Hz. Peygamber'in birtakım gayri müslim gruplarla
yaptığı anlaşmalarda da canları ve mallarının güvenlikte olduğu
hususu özellikle vurgulanmıştır. (Cüheyne kabilesi ile yapılan anlaşma
Hamidullah, Vesaik, no.151)
Hz. Peygamber tarafından Hıristiyanlara sunulan
mabet garantisine dair ilk ifadeleri Necranlılarla yaptığı anlaşmada
görüyoruz. Anlaşmada Allah'ın himayesi ve peygamberi Muhammed'in
zimmetinin Necranlıların mabetlerinin üzerine olduğu belirtilerek
ibadethaneler garanti altına alınmıştır. (İbn Sa'd, I, 288, 357-58)
Anlaşmanın Ebu Davud'daki rivayetinde ise kiliselerin
yıkılmayacağı ifadesi yer almaktadır. (Ebu Davud, Haraç, 29-30)
Hz. Peygamber (S.A.V.) Beni Haris b. Kab üskufu
ile Necran üskuflarına gönderdiği emannamede de mabetler hakkındaki
garantiyi tekrarlamıştır. (İbn Sa'd, I, 266)
Hayber Yahudileri bir defasında Hz. Peygamber'e
gelip ürünlerinin bazı müslümanlar tarafından izinsiz şekilde alındığını
söyleyerek şikayette bulunmuşlardır. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
müslümanları mescitte toplamış ve onlara kendileriyle muahede yapılanların
mallarının haram olduğunu ilan etmiş ve yaptıkları şeyin doğru olmadığını
açıklamıştık. (Müsned, IV, 89; Vakıdi, II, 691; Serahsi, Siyer,
I, 133, IV, 1530)
Hz. Ömer zamanında fethediler ülkelerin hiçbirinde,
tek bir ibadet yerine bile, hiçbir zaman saygısızlık ve tecavüz
edilmemiştir. Ebu Yusuf yazıyor: "Bütün ibadet yerleri olduğu
gibi bırakıldı. Ne onlar yerle bir edildi, ne de mağluplar eşya
ve mallarından yoksun bırakıldı." (Ebu Yusuf, Kitab-ül Haraç;
İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A'la-El Mevdudi, Hilal Yayınları, 1967,
s. 74)
Hz. Ali: "Her kim ki bizim zımmimizdir, onun
kanı bizimki kadar kutsaldır, malları bizim mallarımız kadar tecavüzden
masundur" dedi. Başka bir kaynakta, Hz. Ali'nin şöyle dediği
naklediliyor: "Zımmi durumunu açıkça kabul edenlerin malları
ve hayatları bizimki (yani Müslümanlarınki) gibi kutsaldır."
(İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A'la-El Mevdudi, Hilal Yayınları,
1967, s. 76)
Peygamberimiz, İslam davetini engellemeyen ve genel
kurallara uyan herkes ile iyi ilişkiler içinde olmuş ve hiçbir zaman
diğer din mensublarının dinlerine müdahale etmemiştir. Ehl-i kitabı
toplumun birer ferdi olarak kabul etmiş ve onların bazı davetlerine
icabet etmiştir.
Resulullah'ın ehl-i kitabın düğün yemeklerine katıldığına, cenazelerini
taşıdığına, hastalarını ziyaret ettiğine ve onlara ikramda bulunduğuna
dair rivayetler bulunmaktadır. Hatta Necran Hıristiyanları onu ziyaretlerinde
Resulullah onlara abasını sermiş ve oturmalarını söylemiştir. İslam,
müslüman olmayan toplulukların, dinlerini istedikleri gibi yaşamalarına
izin vermiş ve bunu engelleyenleri de cezalandırmıştır...
Ayrıca İslam, ehli kitabın yemeklerinden yemenin
caiz olduğunu söylemiş, kestiklerinin helal olduğunu söylemiş ve
onların kadınlarıyla müslüman erkeklerin evlenebileceğini söylemiştir.
Evlendikten sonra da kadının kendi dinini serbestçe yaşayabileceğini
ve ona herhangi bir baskı yapılamayacağını belirtmiştir. (Yrd.Doç.Dr.Yusuf
Ziya Keskin, Nebevi Hoşgörü, s.77-78)
Necran, Mekke ile Yemen arasında bir yerdir. Necran
Hıristiyanlarının temsilcileri Medine'ye geldiklerinde Hz. Peygamber
(S.A.V.) ve ashabı henüz ikindni namazını kılmışlardı. Onlar da
ibadet vakitleri geldiği için, mescide girip doğu istikametine yöneldiler
ve ibadet etmeye hazırlandılar. Ashab-ı kiram onlara mani olmak
istedi. Ancak Resulullah (S.A.V.) onların serbest bırakılmalarını
ve ibadetlerini yapmalarına müsaade edilmesini emretti. Onlar da
doğuya doğru yönelerek ibadetlerini yaptılar. (İbn Hişam, I, 574;
İbn Sa'd, I, 357)
...Müslümanlar gayrimüslimlerden herhangi birisini
himaye edebileceği gibi, kendisi de onlardan himaye talebinde bulunabilir.
Nitekim Taif dönüşü Hz. Peygamber'in Mut'im b. Adiyy'in, Habeşistan'a
ilk hicret esnasında Hz. Ebubekir'in İbn'd-Dağinne'nin, Habeşistan'Dan
ilk dönme sırasında ise Osman b. Maz'un'un azgın müşrik Velid b.
Muğire'nin himayesine girdikleri bilinmektedir. (İbnu'l Esir, İbn
Kesir, Doğu Batı kaynklarında birlikte yaşama, s.83)
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ve onu izleyen Raşid
Halifelerin çeşitli hıristiyan, yahudi ve diğer dini gruplarla yaptığı
anlaşma metinleri bugün birer vesika olarak korunmaktadır.... Mesela,
Hz. Peygamber (s.a.v.), hıristiyon olan İbn Harris b. Ka'b ve dindaşlarına
yazdırdığı anlaşma metninde: "Şarkta ve Grapta yaşayan tüm
hıristiyanların dinleri, kiliselerei, canları, ırzları ve malları
Allah'ın, Peygamber'in ve tüm müminlerin himayesindedir. Nasraniyet
dini üzere yaşayanlardan hiç kimse kerhen İslam'a icbar edilmeyecektird.
Hıristiyanlardan birisi herhangi bir cinayete veya haksızlığa maruz
kalırsa müslümanlar ona yardım etmek zorundadırlar" maddelerini
yazdırdıktan sonra: "Ehl-i Kitap ile ancak en güzel yöntemlerle
mücadele edin...(Ankebut, 29/46) ayetini okudu. (İbn Hişam, Ebu
Muhammed Abdulmelik, (v.218/834), es-Siretü'n-Nebeviyye, Daru't-Turasi'l-Arabiyye,
Beyrut, 1396/1971, IV/241-242; Hamidullah, el-Vesaik, s.154-155,
No.96-97; Doğu Batı kaynaklarında birlikte yaşama, s.95)
Medine Site Devleti Sözleşmesinin 17. maddesi:
"Yahudilerden bize tabi olanlara yardım edilip iyi davranılacaktır.
Onlar hiçblir haksızlığa uğramayacak, düşmanlarına yardım edilmeyecektir."
25. madde: *Beni Avf yahudileri müminlerle birlikte
tek bir ümmettirler. Onlar kendi dinlerine, müslümanlar da kendi
dinlerine göre yaşayacaklardır".
36. madde: "Müslümanlarla yahudiler arasında
yardımlaşma, nasihat ve iyilik olacaktır" (İbn Kesir, es-Sire,
II/322; Hamidullah, el-Vesaik, s.44-45; Doğu ve Batı kaynaklarında
birlikte yaşama, s.285)
Taberi ve Zemahşeri'nin değişik rivayetelrel naklettikleri
haberlere göre, Mekke'de demircilik yapan, İncil ve Tevrat'ı çok
iyi bilen ve Hz. Peygamber'in kendisiyle görüşüp sohbet ettiği hıristiyan
bir adam yaşıyordu. (et-Taberi; Doğu ve batı kaynaklarında birlikte
yaşama, s.306)
"Zımmiler diye İslam Devletine sadık kalacağını
ve itaat edeceğini söyleyerek burada yaşama niyeti gösteren bütün
güyrimüslimlere denir... İslam, bütün bu çeşit vatandaşlara, hayatlarının,
bedenlerinin, mallarının, kültür, inanç ve namuslarının korunacağına
dair bir garanti verir. Onlara da ssadece memleket kanunları uygulanır
ve bütün medeni meselelerde Müslümanlarla eşit haklara sahip kılınır.
(İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A'la-El Mevdudi, Hilal Yayınları,
1967, s. 58)
Ünlü müfessir Fahreddin-i Razi, Tefsir-i Kebir'inde:
"Din ve iman müstesna tutulmak kaydıyla, bir
Müslümanın bir gayr-i müslimi hafife almasını, ona karşı böbürlenmesini
caiz görmemekte ve insanların iman veküfür haricinde diğer övülen
sıfatlar itibarıyla müşterek olduğu" ifade etmektedir. (Fahreddin-i
Razi, Tefsir-i Kebir, c. 28, s.138)
|