HAZRETİ
MUSA
Hz. Musa ve İlim Sahibi Kişi
Kuran'da Hz. Musa'dan söz edilen bir büyük kıssa
da Kehf Suresi'nin içinde geçen kıssadır. Bu kıssaya baktığımızda,
Hz. Musa'nın hayatının tam olarak hangi döneminde bu olayların geçtiğini
anlayamıyoruz. Muhtemelen Hz. Musa'nın İsrailoğulları ile birlikte
Mısır'dan çıkmasından sonra gerçekleşen bir olay olabilir. Bu kıssanın
en önemli özelliği ise, sembollerle dolu bir anlatım olması, Allah
katından verilen bir ilim ve bu ilime sahip olan kişiyle Hz. Musa'nın
diyaloglarından söz etmesidir. Bu kıssanın başında Hz. Musa genç
yardımcısıyla bir yolculuk yapar:
Hani Musa genç yardımcısına demişti:
"İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim ya da uzun
zamanlar geçireceğim."
Böylece ikisi, iki (deniz)in birleştiği yere ulaşınca balıklarını
unutuverdiler; (balık) denizde bir akıntıya doğru (veya bir menfez
bulup) kendi yolunu tuttu.
(Varmaları gereken yere gelip) Geçtiklerinde (Musa) genç-yardımcısına
dedi ki: "Yemeğimizi getir bize, andolsun, bu yaptığımız-yolculuktan
gerçekten yorulduk."
(Genç-yardımcısı) Dedi ki: "Gördün mü, kayaya sığındığımızda, ben
balığı unuttum. Onu hatırlamamı şeytandan başkası bana unutturmadı;
o da şaşılacak tarzda denizde kendi yolunu tuttu."
(Musa) Dedi ki: "Bizim de aradığımız buydu." Böylelikle ikisi izleri
üzerinde geriye doğru gittiler. (Kehf Suresi, 60-64)
Üstteki ayetlerde önemli hikmetler yer almaktadır.
Dikkat edilirse, Hz. Musa, "yemeğimizi getir bize, andolsun, bu
yaptığımız-yolculuktan gerçekten yorulduk" demekle, yemek zamanını
dinlenme zamanına denk getirmektedir. Oysa bir başkası, yemek için
ayrı bir mola, dinlenmek için ayrı bir mola verebilirdi. Hz. Musa'nın
bu tavrı, Müslümanın vaktini çok iyi değerlendirmesi, bu amaçla
bir kaç işi aynı anda akılcı biçimde planlayarak yapması gibi dersler
içermektedir.
Bir başka önemli hikmet, yolculuk esnasında yemeğin
unutulması ve bu unutmanın sebebinin şeytan olduğunun açıklanmasıdır.
Burada, şeytanın insan üzerindeki önemli bir etkisi açıklanmaktadır.
Şeytan insanın unutkanlığına sebep olabilmektedir. Örneğin şeytan
dinin ve Müslümanların faydasına olan hayırlı bir işi unutturmak
suretiyle engellemeye çalışır. En büyük amacı da insana Allah'ı
unutturmak, Allah'ı anmasına ve düşünmesine engel olmaktır. Şeytanın
bu etkisine karşı iman eden bir insanın yapabileceği en iyi mücadele
ise sürekli olarak Allah'ı hatırda tutmasıdır.
Üçüncü bir hikmet, Hz. Musa'nın söz konusu unutma
olayını bir alamet olarak kabul etmesi ve bunun üzerine yolunu değiştirmesidir.
Bu da Hz. Musa'nın Allah'la sürekli bağlantı halinde olan, karşılaştığı
olayların O'nun yarattığını bilen ve dolayısıyla olaylardan sonuç
çıkarabilen çok akıllı ve basiretli bir insan olduğunun göstergesidir.
Hz. Musa ve genç arkadaşı yiyeceği unutmalarını
işaret olarak görüp izler üzerinden geri döndüler. Daha sonra Hz.
Musa bir kişiyle karşılaştı. Karşılaşılan bu kişinin ismi Kuran'da
bildirilmez, ancak yaygın olarak kendisinden "Hızır" diye söz edilmektedir.
Bu kişide Allah'ın verdiği özel bir ilim vardır. Hz. Musa bu kişiden
bu ilmi öğrenmek istemiş, fakat o kişi Hz. Musa'ya buna sabredemeyeceğini
anlatmıştır. Kıssa şu şekildedir:
Derken, katımızdan kendisine bir rahmet
verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan
bir kulu buldular.
Musa ona dedi ki: "Doğru yol (rüşd) olarak sana öğretilenden bana
öğretmen için sana tabi olabilir miyim?"
Dedi ki: "Gerçekten sen, benimle birlikte olma sabrını göstermeye
güç yetiremezsin."
(Böyleyken) "Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?"
(Musa:) "İnşaAllah, beni sabreden (biri olarak) bulacaksın. Hiçbir
işte sana karşı gelmeyeceğim" dedi.
Dedi ki: "Eğer bana uyacak olursan, hiçbir şey hakkında bana soru
sorma, ben sana öğütle-anlatıp söz edinceye kadar."
Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim
bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi ki: "İçindekilerini
batırmak için mi onu deldin? Andolsun, sen şaşırtıcı bir iş yaptın."
Dedi ki: "Gerçekten benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle
güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?" (Musa:) "Beni, unuttuğumdan
dolayı sorgulama ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma" dedi.
Böylece ikisi (yine) yola koyuldular. Nitekim bir çocukla karşılaştılar,
o hemen tutup onu öldürüverdi. (Musa) Dedi ki: "Bir cana karşılık
olmaksızın, tertemiz bir canı mı öldürdün? Andolsun, sen kötü bir
iş yaptın. Dedi ki: "Gerçekte benimle birlikte olma sabrını göstermeye
kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi? (Musa:)
"Bundan sonra sana bir şey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık
etme. Benden yana bir özre ulaşmış olursun" dedi. (Yine) Böylece
ikisi yola koyuldu. Nihayet bir kasabaya gelip yemek istediler,
fakat (kasaba halkı) onları konuklamaktan kaçındı. Onda (kasabada)
yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu inşa etti. (Musa)
Dedi ki: "Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret alabilirdin.
Dedi ki: "İşte bu, benimle senin aranda ayrılma (zamanı)mız. Sana,
üzerinde sabır göstermeye güç yetiremeyeceğin bir yorumu haber vereceğim.
"Gemi, denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim,
(çünkü) ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral
vardı. Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü'min kimselerdi. Bundan
dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkâr zorunu kullanmasından
endişe edip-korktuk. Böylece, onlara Rablerinin ondan temiz olmak
bakımından daha hayırlısı, merhamet bakımından da daha yakın olanını
vermesini diledik. Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında
onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi. Rabbin diledi
ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar;
(bu,) Rabbinden bir rahmettir. Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm)
olarak yapmadım. İşte, senin sabır göstermeye güç yetiremediğin
şeylerin yorumu." (Kehf Suresi, 65-82)
Bu kıssadan çıkarılması gereken çok önemli bir
ders vardır: İnsanların şer olarak gördüğü olayların ardında, Allah
çok büyük hayırlar kılabilir. Bir geminin ortada hiçbir görünür
sebep yokken batırılması, bir çocuğun görünür bir suçu yokken öldürülmesi
gibi olaylar, zahiri (yüzeysel) olarak değerlendirilirse büyük bir
şer (kötülük) olarak görülürler. Oysa bu kıssada anlatıldığı gibi,
Allah'ın bu olayları yaratmasında insanın göremediği ve bilemediği
büyük hayırlar ve hikmetler vardır. Elbette Hz. Musa ile ilgili
bu kıssada anlatılan olaylar tamamen batıni bir durumdur. Yani günlük
yaşamda karşılaşılacak olaylar değildir. Burada Allah'ın görevlendirdiği
bir kişinin varlığı söz konusudur.
Ama insanlar günlük hayatta karşılaştıkları olayların
da bu yönde hayırlarını düşünmelidirler. Bugün dünyada gerçekleşen
ve insanlar tarafından "şer" olarak kabul edilip "neden bu kötülükler
yaşanıyor" gibi bir mantıkla değerlendirilen olaylar, kesinlikle
İlahi bir maksada yöneliktir. İnsan eğer sabreder ve kavramak için
samimi bir çaba gösterirse, Allah bu hikmetleri ona kavratabilir.

Nil Nehri
|
Sonuç
Buraya kadar yer verdiğimiz ayetlerde görüldüğü
gibi, Kuran'da Hz Musa'dan bir çok yerde çok yoğun bir şekilde söz
edilmiştir. Bu yüzden Hz. Musa'nın hayatı inananlar için çok güzel
öğüt ve hatırlatmalarla doludur. Bu öğüt ve hatırlatmaların bir
kısmını sitenin bu bölümünde Hz. Musa'nın doğumundan itibaren inceledik.
Bu dersleri bir kez daha özet olarak düşünürsek,
bir insanın yaşamındaki kaderin mutlak hakimiyeti ve inanan salih
kullar için kaderin mutlak güzelliği ile karşılaşırız.
Hz. Musa ile ilgili ayetlerden çıkarmamız gereken
derslerin bir kısmını şöyle özetleyebiliriz:
1- Kader ve hikmetleri
Hz. Musa doğduğunda peygamber olacağı ve yapacağı
mücadele kaderinde belliydi. Hatta o doğmadan önce de bunlar belliydi.
Biz de kendimize baktığımızda belli bir kader üzerinde yaşadığımızın
farkına varmalıyız. Bu kader bizim için en iyi olanıdır. Bize bu
kaderi hazırlayan, Yaratıcımız ve Rabbimiz olan Yüce Allah'tır.
O, sonsuz ilim sahibi ve sonsuz merhamet sahibi olandır. Bu nedenle
biz kendimiz için yaratılan kadere razı olmalı, ne olursa olsun
yaşadığımız olayların bu kader doğrultusunda Rabbimiz tarafından
yazıldığını düşünüp sevinçle karşılamalıyız.
2- Haklının yanında olmak
Bu bölümün başlarında Hz. Musa'nın kendi taraftarlarından
olan bir kişinin tarafını tutup diğerini yanlışlıkla öldürmesinden
bahsetmiştik. Burada kendi tarafından (ailesinden, kabilesinden,
kavminden vs.) olan kişiyi tutmanın yanlışlığı vurgulanmaktadır.
İnsanların üstün olmasını sağlayan şey, herhangi bir aileye, kabileye
veya kavme mensup olmaları değil haklı olmalarıdır. Bu nedenle ortada
bizim davranışlarımızı düzenleyecek herşeyin üstünde bir adalet
anlayışı ve hissi olmalıdır.
3- Allah'a güvenmek ve tevekkül
Hz. Musa kıssasında en çok tevekkül kavramı işlenmektedir.
Hz. Musa'nın heyecanlı kişiliğine rağmen Allah onu tevekküllü olması
yönünde uyarıp eğitmiştir. Musa Peygamber yaşamı boyunca karşılaştığı
olaylarla, Allah'a mutlak güvenmesi gerektiğini ve O'nun herşeye
hakim olduğunu öğrenmiş, karşılaştığı pek çok zorlukta tevekkülün
en güzel örneklerini göstermiştir.
Allah'a güvenmek, O'na tevekkül etmek için Allah'ı
iyice tanımak ve O'nu gerektiği gibi takdir etmek gerekir. Allah'ın
sıfatları düşünüldüğünde O'nun tüm hayatın Yaratıcısı olduğu, canı
alan olduğu, mutlak güç sahibi olduğu, herşeyi kuşattığı, "ol" demesiyle
herşeyin olduğu, mülkün mutlak ve tek sahibi olduğu, merhamet sahibi
olduğu, dualara karşılık veren olduğu, dilediğine hidayeti vereceği
çok rahatlıkla anlaşılır. Bütün işler Allah'a dönecektir. Eğer Yaratıcımızı
daha iyi tanır ve O'nun kudretini gereği gibi takdir edersek, dayanılacak,
güvenilecek ve tevekkül edilecek tek varlığın Allah olduğunu anlayabiliriz.
4- Dünya hayatının ve mülkün geçici olması
Karun kıssasında detaylı olarak gördüğümüz gibi
insan öldüğünde hiçbir zaman bıraktığı mallar ona bir fayda getirmez.
Hatta o mallar Allah'ın rızası doğrultusunda kullanılmıyorsa dünya
ve ahiret azabının artmasına sebep olur. Mallar hiçbir zaman imrenme
vesilesi de olmamalıdır. Çünkü Allah dilediğine rızkı genişletip
yayar, dilediğinden de keser. Allah rızası için kullanılmadığı sürece
bir insanın çok malının olması ona bir fayda getirmediği gibi, Allah'ın
rızasına uyan insanların az malının olması da onlar için bir kayıp
değildir. Bu yüzden dünyadaki mal, mülk, zenginlik bir üzüntü veya
övünç kaynağı olmamalı, yalnızca Allah'ın rızasına yönelik yaşamak
ve takva ölçü olarak alınmalıdır.
5- Cahiliye düşüncesi ve insanın kendini arındırması
Burada örneklerini gördüğümüz gibi, İsrailoğulları
Hz. Musa gelince onun getirdiği dini kabul ettiler, ama etkilendikleri
cahiliye kültürünü de terk etmediler. Aksine cahiliye mantığını
hak dine taşımaya çalıştılar. Bu, tüm insanların çok dikkat etmeleri
gereken bir noktadır. Kişi, düşünce yapısının ve inançlarının gelişimi
esnasında birtakım yanlış şeyleri de kabul etmiş olabilir. Ya da
dinle daha sonradan tanışmış olup eski birtakım düşünceleri ve kabulleri
olabilir.
Hz. Musa kıssasında da kavim, puta tapan kişileri
görünce cahiliye zihniyetinden tam temizlenmediği ve imanı çok zayıf
olduğu için putperestlere özenip onlar gibi olmak istemiştir. Bu
örnek bizlere, insanın eski düşüncelerini veya inançlarını devam
ettirebilmekteki tek ölçüsünün Kuran olması gerektiğini gösterir.
Bu şekilde yapıldığında yanlış inançlar ve düşünceler temizlenecek
ve insanlar gerçek Kuran ahlakına ulaşacaklardır.
6- Münafıklar ve tavırları
Hz Musa kıssasında, bir topluluk içinde bulunan
münafıkları ve onların verebilecekleri zararları da görmekteyiz.
Münafık tavrı olarak Samiri çok önemli özellikleri bize göstermektedir:
Münafıklar inananların içinden çıkar. Hz. Musa
döneminde de Samiri İsrailoğulları arasından çıkmıştır. Münafıklar
nifak çıkarmak için kavmin en zayıf anını kollarlar. Başarıya en
çok yaklaşacaklarını hissettikleri anda harekete geçerler. İnsanların
zaafını kullanıp onları saptırmaya çalışırlar. Bunu yaparken saptıracakları
insanların nefislerine hitap ederler. Onların hoşuna gidecek söz
ve vaadler kullanırlar. Doğrudan Allah'ı ve dini inkarla ortaya
çıkmazlar, aksine inançlı oldukları, hatta dini herkesten daha iyi
bildikleri ve insanlara yardımcı olacakları iddiasıyla yola çıkarlar.
Münafıklar konusunda dikkat edilecek çok önemli bir nokta da tek
başlarına bütün bir kavmi etkileyebilmeleridir. İşte Samiri tüm
bu özellikleri bünyesinde barındıran tarihi bir münafıktır.
7- İsrailoğulları ve onların genel tavrı
Hz. Musa ile ilgili ayetlere baktığımızda onun
mücadelesinde kendi kavminin büyük yer tuttuğu görülmektedir. Bu
kavmin genel karakterinde küstahlık, putperest düşünce, peygambere
isyan vardır. Allah'ın kendilerine verdiği peygamberlere, kitaplara
ve türlü nimetlere layık olmayan kavim, bu nedenle bu şeref ve nimetlerden
yoksun bırakılmışlardır. Bu da tüm inananlar için bir ibret vesilesidir.
8- Buzağı kıssası ve insanın teferruata düşkünlüğü
Bu kıssada genel bir bakış açısı anlatılmaktadır;
insanın teferruata düşkünlüğü... Dinin kolay, açık ve yalın haline
rağmen insanlar onu zorlaştırmaya, teferruata boğmaya, asıl önemli
olan noktalarından çıkartmaya çalışırlar. Oysa Allah, hak dinin
Hz. İbrahim'in dini gibi kolay olduğunu açıklar. Buzağı kıssasında
da bu teferruat isteğinin yanlışlığı vurgulanmaktadır. Teferruat
isteğinin aslında insanları zora soktuğu ve onların Allah'ın isteklerinden
uzaklaşmasına sebep olabileceği gösterilmektedir.
9- Hızır kıssası ve Allah katından bir ilim
Bu kıssada bize olayların görünen yönü dışında
başka bir gerçeğinin olabileceği anlatılmaktadır. Bu, Allah katından
verilen özel bir ilimdir. Bizim dış görünüşüyle kötü olarak gördüğümüz
şeylerin aslında kötü olmayabileceği, aksine çok farklı bir görüntüsünün
olabileceği örneklerle açıklanmaktadır.
Sonuçta inananlara örnek olarak kalan en büyük
ders de Hz. Musa ve Hz. Harun'un imanları ve güzel ahlaklarıdır.
Her ikisi de kendilerine kitap verilen İslam peygamberleridir. Hz.
Musa'nın mücadelesi belki de binlerce yıl önce olmuştur. Fakat gösterdiği
davranışlar, söylediği sözler bizim için hala güzel birer örnektir.
Allah onu Kendisi için seçmiş, onunla konuşmuş, sözlerini insanlara
ulaştırması için bir elçi olarak göndermiştir. Her iki kutlu insandan
da Allah Kuran'da şöyle bahseder:
Sonra gelenler arasında da ikisine
(hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık.
Musa'ya ve Harun'a selam olsun.
Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.
Şüphesiz ikisi, Bizim mü'min olan kullarımızdandılar. (Saffat Suresi,
119-122)
Allah onlardan ve diğer elçilerinden razı olmuştur.
Rabbimiz bize de elçilerinin yaşamlarını daha iyi kavramayı ve onlar
gibi razı olunan kullardan kılınmayı nasip etsin.
|