Dünya Bir "İslam Birliği"ne Muhtaç
11 Eylül 2001'deki terör eylemleri, dünyanın siyasi
ve stratejik dengelerini tamamen değiştiren bir dönüm noktasıydı.
Bu nedenle bazı yorumcular siyasi anlamda 21. yüzyılın 11 Eylül'le
başladığını belirtmekteler. Geçtiğimiz 20. yüzyıla şekil veren en
önemli fikri unsur, ideolojiler ve ideolojiler arasındaki ilişkilerdi.
21. yüzyıla ise medeniyetler, inançlar ve onların arasındaki ilişki
yön verecektir.
Bazıları medeniyetler ve inançlar arasındaki bu
ilişkinin "çatışma" temelli olacağını iddia ediyorlar. Oysa olması
gereken ve bizim temenni ettiğimiz tablo, inançlar ve medeniyetler
arasında barış ve dostluğun hakim olmasıdır. Bir Müslüman olarak
bize bu konuda yol gösteren kaynak Kuran'dır. Allah Kuran'da insanlar
arasındaki farklılıkların bir "tanışma" vesilesi olması gerektiğini
bildirmiştir:
Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir
erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi
halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında
sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca
en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.
(Hucurat Suresi, 13)
Allah bir diğer ayetinde ise, Müslümanlara, Kitap
Ehli'ne, yani Yahudi ve Hıristiyanlara iyilikle davranmalarını emretmektedir:
İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere,
Kitap Ehline en güzel olan bir tarzın dışında karşılık vermeyin.
Ve deyin ki: "Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız
da, sizin ilahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz." (Ankebut
Suresi, 46)
Dolayısıyla Müslümanların yeryüzündeki farklı insan
gruplarına hoşgörü ile yaklaşması ve tüm bu farklı gruplar arasında
barış ve karşılıklı tolerans sağlanacak bir dünya düzeni kurulması
için çaba göstermeleri gerekir. Tüm insanları İslam'a davet etmek
elbetteki bir Müslümanın başta gelen görevlerinden biridir. Ama
bu davete icabet etsinler veya etmesinler, tüm insanlara karşı adalet
ve iyilikle davranılması şarttır. Allah'ın "Siz,
insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz..." (Ali
İmran Suresi, 110) ayetinde buyurduğu gibi, Müslümanlar tüm insanların
iyiliğini hedeflemelidirler.
Ancak 11 Eylül ve sonrasının ortaya koyduğu önemli
bir problem vardır: İslam adına ortaya çıkan, oysaki İslam'ın özünü
kavramaktan çok uzak olan bazı insanlar, "insanların iyiliği" için
değil insanlara azap vermek için çaba harcamaktadırlar. Masum insanlara
karşı düzenledikleri saldırılarla İslam'ın yasakladığı en büyük
günahlardan birini işlemekte, yani "yeryüzünde fitne" çıkarmaktadırlar.
Kullandıkları vahşi yöntemler, öfkeli ve saldırgan söylemler ile,
İslam adına İslam'a tamamen ters bir ahlak yapısı göstermektedirler.
Bu yüzden de dünyadaki 1 milyardan fazla Müslümanı gereksiz ve haksız
bir zan altında bırakmaktadırlar.
Dini çarpık yorumlayan, din adına ortaya çıkarak
terör uygulayan bu gibi kişilerin varlığına Kuran'da da dikkat çekilmiştir.
(Ali İmran Suresi, 7; Neml Suresi, 48-49) Allah, cehaletleri nedeniyle
dinin özündeki güzel ahlakı kavrayamayan, sert tabiatları nedeniyle
"inkar ve nifak" bakımından şiddetli olan kimselerin varlığına da
işaret etmiş ve bu konuda Müslümanları uyarmıştır. (Tevbe Suresi,
47; Hucurat Suresi, 14) Nitekim İslam tarihinde de bu gibi cahil
ve bağnaz kimselerin (örneğin Haşhaşiler ve Haricilerin) din adına
teröre başvurarak yeryüzünde fitne çıkardıklarının örnekleri görülmüştür.
Dolayısıyla bu gerçekten önemli bir meseledir ve
çözülmesi gerekir. Çözülmesi için de İslam dünyasının bu gibi çarpık
akımlardan kurtarılması, hurafelerden ve aşırılıklardan arındırılmış,
Kuran'a dayalı bir İslam anlayışı ile yeniden eğitilmesi, büyük
alim İmam Gazali'nin ifadesiyle "ihya edilmesi" gerekmektedir.
ABD Stratejisindeki Sorunlar
Bu meseleyi kısmen de olsa Batılılar, özellikle
11 Eylül saldırılarının hedefi olan ABD de fark etmiş durumdadır.
Bu nedenle de ABD yönetimi, önümüzdeki 10-15 yıllık dönemde "İslam
dünyasını düzenleme" gibi bir strateji içine girmiştir. Ancak
bu stratejide iki önemli sorun vardır:
1) ABD Askeri Yöntemleri Tercih Etmemelidir:
Afganistan'da yürütülen operasyon, bir askeri müdahaleler
devri başlatmıştır ve bunun daha da süreceği anlaşılmaktadır. Yaklaşan
Irak savaşı, bunun en önemli örneğidir. Bazı yorumculara göre ABD'nin
askeri müdahaleleri Irak'tan sonra diğer Ortadoğu ülkelerine de
yönelecektir. Oysa bu yöntem hem Amerika'nın umduğu sonucu meydana
getirmez hem de pek çok masum insanın hayatına mal olur. Askeri
yöntemler, ister istemez Müslüman kitlelerde "İslam'a karşı savaş"
olarak algılanmaya başlayacak, bu da gerilimin ve çatışmanın dozunu
daha da artıracaktır.
ABD yönetimi "teröre karşı savaş" verecekse, bunu
asıl olarak fikri düzeyde yürütmelidir. Terör, elle tutulur somut
bir düşman değil, bir takım insanların kapıldıkları yanlış fikirler
sonucunda başvurdukları bir yöntemdir. Yönteme karşı savaşılmaz,
bu yöntemi kullanan güce karşı savaşılır. Bu güç bir fikir olduğuna
göre de, bunun fikri düzeyde yenilmesi gereklidir. Terörü doğuran
ideoloji ve psikoloji ortadan kaldırılmalı, teröre yol açan yanlış
din anlayışlarının yerine insanlara Kuran'a dayalı gerçek din öğretilmelidir.
2) ABD Sorunu "Dışarıdan" Halletmeye Çalışmamalıdır:
Üstte açıkladığımız yöntem, ABD'nin sorunu "dışarıdan"
halletmeye çalışmasının da yerinde olmadığını göstermektedir. Sorun
İslam'ın bir takım insanlar tarafından yanlış anlaşılması veya çarpıtılmasından
doğduğuna göre, çözüm İslam dünyasının içinden gelmelidir. İslam'ın
doğru anlaşılması ve İslam'ı yanlış anlayıp uygulayanların bundan
men edilmesi, Müslümanlar tarafından yapılabilecek bir iştir. ABD'nin
bu konuda izlemesi gereken politika, İslam dünyasının içinden gelecek
bir çözümü desteklemesi, bunun yolunu açmasıdır.
Amerikan yaklaşımının bu yönde şekillenmesi, hem
ABD, hem İslam dünyası hem de tüm dünya açısından çok daha hayırlı
olacaktır. Bunun aksini savunanlar, dünyayı bir kan gölüne doğru
sürüklüyor olabileceklerini hesaba katarak bir kez daha düşünmelidirler.
Dahası ABD yönetimi, bir takım artniyetli güç merkezlerinin bu konudaki
yanlış telkinlerine de itibar etmeme konusunda dikkatli olmalıdır.
Sözkonusu güç merkezleri, İslam'ı bir din ve medeniyet olarak "düşman"
sayan, Batı ile İslam dünyaları arasında kanlı bir savaş yaşanmasını
şiddetle arzu eden bazı ideologlar ve stratejistlerdir. Bunlar,
ABD yönetiminin terörle mücadele politikasını ısrarla "İslam'la
mücadele" gibi göstermek ve sonuçta da o hale getirmek çabası içindedirler.
Başta Başkan Bush olmak üzere Amerikan yönetiminin söz konusu "Batı-İslam
savaşı" senaryolarını kesin biçimde reddeden sağduyulu açıklamaları,
11 Eylül'den bu yana olumlu sonuçlar vermiştir. Ancak bu açıklamaların
uygulanan politikalara da yön verdiğinin dünya kamuoyu tarafından
fark edilecek şekilde belirginleşmesi gerekmektedir.
İslam Birliği Nasıl Olmalı?
"Teröre karşı mücadele"nin asıl olarak fikri boyutta
yürütülmesi ve bunun da İslam dünyasının içinden gelmesi gerektiğine
göre, ne yapılmalıdır?
Bu soruya cevap vermeden önce, son bir noktayı
daha belirtmek gerekir: İslam dünyasının parçalanmışlığı.
Bugün İslam dünyasının dört bir yanında birbirinden son derece farklı
dini yorumlar, görüşler ve modeller hakimdir. Neyin gerçekten İslam'a
uygun neyin de aykırı olduğunu belirleyecek, bu konuda dünya müslümanlarının
geneline yön verecek merkezi bir otorite yoktur. Katoliklerin Vatikan'ı,
Ortodoks Hıristiyanların Patrikhaneleri vardır, ama İslam dünyasında
dini bir birlik ve merkez bulunmamaktadır.
Oysa İslam'ın özünde böylesine bir dağınıklık ve
başıboşluk değil, birlik vardır. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.)
vefatının ardından, İslam dünyası hep Hilafet makamı tarafından
yönlendirilmiş, bu makam müslümanların dini konulardaki yol göstericisi
olmuştur.
Günümüzde de İslam dünyasının tümüne yol gösterecek
merkezi bir otorite kurulabilir. Nitekim Allah Kuran'da müslümanlara
"emir sahiplerine" itaat etmelerini emretmektedir (Nisa Suresi,
59); bu emir sahibinin nasıl belirleneceği [örneğin saltanat, atama
veya halkoyuyla] konusu ise, çağın şartlarına göre değişebilir.
Bu doğrultuda, demokratik esaslara ve hukukun üstünlüğü prensibine
dayanan merkezi bir İslami otoritenin ve bir "İslam Birliği"nin
kurulması mümkündür.
Sözkonusu İslam Birliği;
- İslam dünyasının tümüne hitap edebilmeli, dolayısıyla en
temel İslami değerlere ve esaslara dayanmalı, belirli bir mezhebin veya tarikatın temsilcisi
olmamalıdır.
- İnsan haklarına, demokrasiye,
serbest girişimciliğe destek vermeli, İslam dünyasının
ekonomik, kültürel ve bilimsel yönden kalkınmasını temel hedef
olarak belirlemelidir.
- Diğer ülkeler ve medeniyetlerle son derece barışçıl ve uyumlu ilişkiler kurmalı, kitle
imha silahlarının kontrolü, terörizm, uluslararası suç, çevre
gibi konularda uluslararası topluluk ve Birleşmiş Milletler
ile işbirliği yapmalıdır.
- İslam dünyasındaki azınlıkların (örneğin Yahudi
ve Hıristiyanların) ve İslam ülkelerine gelen yabancıların
haklarının korunması, kendilerine güvenlik sağlanması ve saygı
gösterilmesi gibi konuları öncelikli olarak ele almalı, dinlerarası diyalog ve işbirliğine önem
vermelidir.
- Filistin, Keşmir, Moro gibi, Müslümanlar ile Müslüman olmayan
halkları karşı karşıya getiren sorunlara; her iki taraf için
de bazı kazançlar ve bazı tavizler öngören, adil
ve barışçıl çözümler getirilmesine önem vermelidir. Hem
Müslümanların haklarını savunmalı hem de söz konusu sorunların,
İslam dünyasındaki bazı radikal unsurlar tarafından çözümsüzlüğe
itilmesine mani olmalıdır.
İslam dünyasının böylesine akılcı, sağduyulu ve
adil bir liderliğe kavuşması, hem bugün pek çok sorunla karşı karşıya
bulunan 1.2 milyar Müslüman için, hem de dünyanın tüm diğer insanları
için çok hayırlı olacaktır. Dünya, bugün bu birliğe muhtaçtır. Müslümanlar,
peygamberimiz Hz. Muhammed'in devrinden bu yana, insanlığa; akıl,
bilim, düşünce, sanat, kültür, medeniyet gibi alanlarda öncülük
etmiş, "insanların hayrı"na dev eserler ortaya koymuşlarır. Avrupa
Ortaçağ'ın karanlığında iken, dünyaya bilimi, akılcılığı, tıbbı,
sanatı, temizliği ve diğer pek çok hasleti Müslümanlar öğretmiştir.
Kuran'ın nurundan ve hikmetinden kaynaklanan bu İslami yükselişi
tekrar başlatmak için de, geçmişte olduğu gibi bugün de Müslümanların
Kuran ahlakını temel alan bir yol göstericiliğe ihtiyaçları vardır.
Bu proje nasıl hayata geçirilebilir? Bu konuda
tüm İslam ülkelerinin yanında Türkiye'ye
büyük bir rol düşmektedir. Çünkü Türkiye, sözünü ettiğimiz manada
bir İslam Birliği'ni kurmuş ve 5 yüzyıldan fazla bir süre başarıyla
idare etmiş olan Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısıdır. Bu sorumluluğu
tekrar üstlenebilecek bir toplumsal altyapıya ve devlet geleneğine
sahiptir. Dahası Türkiye, İslam dünyasının Batı ile ilişkileri en
gelişmiş ülkesidir ki, bu Batı ile İslam dünyasındaki sorunların
çözümünde arabuluculuk yapabilmesine olanak sağlar. Türkiye'nin
tarihsel olarak hoşgörülü ve mutedil bir anlayışa sahip olması;
Türkiye'nin İslam dünyasında dar bir mezhebi değil, dünya müslümanlarının
büyük çoğunluğunun izlediği Ehli Sünnet inancını temsil etmesi de,
önemli bir noktadır.
Son olarak belirtmek gerekir ki, burada
belirtilen çözümün ivedilikle hayata geçirilmesi son derece önemlidir.
Çünkü İslam dünyası ile Batı arasında bir "medeniyetler çatışması"
tehlikesi her geçen gün büyümektedir. Irak Savaşı kapıdadır ve eğer
durum değişmezse onu yeni savaşlar izleyecektir. Bunların pek çok
masum insanın hayatına mal olması kaçınılmazdır. İslam ve Müslümanlar
hakkındaki bazı yanlış anlama ve önyargılar devam etmekte, ve bu,
Batılı ülkelerde yaşayan Müslümanlar için bir takım sıkıntılar doğurmaktadır.
Batılılar ise, terörizm kabusu nedeniyle sürekli tedirgin yaşamakta,
kendi ülkelerinde güvenlikten mahrum kalmaktadırlar. Tüm bu sıkıntıları
ortadan kaldıracak bir çözüme çok acil olarak ihtiyaç vardır.
Çözüm ise tüm bu sorunları barışçı ve kalıcı bir
biçimde çözecek bir İslam Birliği'nin kurulmasındadır.
|