HAZRETİ
MUSA
İsrailoğulları'nın Nankörlüğü
Büyücülerle olan karşılaşmasından sonra Hz. Musa
uzun bir süre daha Mısır'da kaldı. Bu süre içinde Firavun'un Hz.
Musa ve İsrailoğulları'na yönelik baskıları devam etti. Hz. Musa
bir yandan Firavun ve onun baskılarıyla uğraşırken diğer yandan
da İsrailoğulları'nı sabra davet ediyordu. İsrailoğulları'nın bir
kısmı ise Hz. Musa'dan önce de sonra da baskı olduğunu ve değişen
bir şey olmadığını söyleyerek, Hz. Musa'yı saygısız bir dille kendilerince
eleştiriyorlardı:
Musa kavmine: "Allah'tan yardım dileyin
ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah'ındır; ona kullarından dilediğini
mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir." dedi.
Dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete
uğratıldık." (Musa:) "Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek
ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl
davranacağınızı gözleyecek" dedi. (Araf Suresi, 128-129)
İsrailoğulları'nın Hz. Musa'ya karşı gösterdikleri
bu saygısız tavır, gerçekte bu kişilerin manen oldukça zayıf olduğunun
bir göstergesidir. Allah kendilerini Firavun zulmünden kurtarmak
üzere bir peygamber göndermiş ve onlardan sabretmelerini istemiştir.
İmanları zayıf olduğu ve akletmeyen kişiler oldukları için, bu sabrı
göstermemiş, nankörlük ederek Hz. Musa'ya karşı yakınmaya, söylenmeye
başlamışlardır. Oysa gerçek bir mümine yaraşan tavır, her şart ve
ortamda Allah'a şükretmek, Allah'ın çizdiği kaderin her anına razı
ve teslim olmaktır.
Bir mümin, Allah kendisine her neyi takdir ederse
etsin -bu, sıkıntı, zorluk, açlık, baskı, işkence de olabilir- hep
Bediüzzaman Said Nursi'nin 'elhamdülillahi ala külli hal" (her halde
iken Allah'a hamdolsun) sözleriyle ifade ettiği teslimiyetli ruh
hali içinde olmalıdır. Maddi sıkıntıları mümin için büyük bir manevi
lezzete çeviren de bu teslimiyet ve tevekküldür.
Hz. Musa kıssasında ise, Allah bizlere İsrailoğulları'nın
büyük kısmının bu şuurdan yoksun olduğunu göstermektedir. İsrailoğulları'nın
üstteki ayette belirtilen yakınmaları, ilerleyen sayfalarda inceleyeceğimiz
gibi, daha sonraki dönemlerde Allah'a karşı nankörlük ve isyanlarla
devam edecektir. Allah bunları bizlere birer ibret olması için öğretmektedir.
Firavun'un inkarı nasıl büyük bir ibret ise, o dönemde yaşayan İsrailoğulları'nın
zayıf imanları ve hastalıklı kalpleri de yine bizler için birer
ibret vesilesidir.

Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer
Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye
güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek
nankördür.(İbrahim Suresi, 34)
|
Musibetler Dönemi
ve Firavun'un Akılsızlığı
Allah, inkarda direten Firavun ve kavmine peş peşe
çeşitli belalar musallat etti. Öncelikle Mısır'da büyük bir kuraklık
dönemi başladı. Mısır için su son derece önemliydi. Kuraklık onların
hayatlarını da tehdit ediyordu. Dolayısıyla elde edilen tüm tarım
ürünlerinde büyük bir azalma ve kıtlık başgösterdi:
Andolsun, Biz de Firavun aile (çevre)sini
belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına
uğrattık. (Araf Suresi, 130)

Allah'ın Firavun ve kavmine takdir
ettiği felaketlerden biri de "kıtlık"tı. yanda,
açlık çeken Mısırlıları gösteren bir Eski Mısır freski.
|
Bu ayetten anlaşıldığına göre bu kıtlık dönemi yıllarca sürdü. Yani
Hz. Musa büyücülerle yaptığı mücadeleden sonra daha yıllarca Mısır'da
kalıp burada Allah'ın dinini anlattı. Bu dönem içinde Allah Hz.
Musa'dan kavmine rahat ibadet edebilmeleri için evler yapmasını
istedi. Bu şekilde inananlar hep birlikte olacaklardı:
Musa ve kardeşine (şöyle) vahyettik:
"Mısır'da kavminiz için evler hazırlayın, evlerinizi namaz kılınan
(ve kıbleye dönük) yerler yapın ve namazı dosdoğru kılın. Mü'minleri
de müjdele." (Yunus Suresi, 87)
Hz. Musa ve ona iman edenler burada ibadetlerini
yerine getiriyorlar, Allah'ı anıyorlardı. Mısır kavmi ise hala cehalet
ve akılsızlık içinde kendi kendilerini kışkırtmaya devam ediyorlar,
başlarına gelen belaların nedeninin ise Hz. Musa ve inananlar olduğunu
düşünüyorlardı:
Firavun'un kavmine isabet eden
felaketler, bazı Eski Mısır kaynaklarında da belirtilmektedir.
Üstteki ünlü Ipuwer Papirüsü'nde (2. Bölüm, 5-6) aynen şöyle
yazılıdır: "Felaketler tüm memleketi sarmıştı. Her
yerde kan vardı..." |
Onlara bir iyilik geldiği zaman "Bu
bizim için" dediler; onlara bir kötülük isabet ettiğinde (bunu da)
Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı.
Haberiniz olsun, Allah katında asıl uğursuz olanlar kendileridir;
ama onların çoğu bilmezler. (Araf Suresi, 131)
Felaketler tüm memleketi sarmıştı. Buna rağmen
Firavun ve yakın çevresi kendi sapkın çok tanrılı sistemlerine,
putperest inanışlarına yani "atalarının dini"ne öylesine koyu bir
taassupla bağlanmışlardı ki hiçbir şekilde bundan dönmeyi göze almıyorlardı.
Hz. Musa'nın getirmiş olduğu iki mucize yani elinin bembeyaz çıkması
ve asasının yılana dönüşmesi bile onları batıl inançlarından döndürmemişti.
Başka mucize getirse bile onu kabul etmeyeceklerini ve ona inanmayacaklarını
söylüyorlardı:
Onlar: "Bizi büyülemek için mucize
(ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak
değiliz" dediler. (Araf Suresi, 132)
Bu tutumlarının karşılığında Allah, onlara dünyada
da bir azap tattırmak için ayetin ifadesiyle "ayrı
ayrı mucizeler" (Araf Suresi, 133) olarak felaketler yolladı.
Bunlardan ilki, yukarıda da söz ettiğimiz gibi kuraklık ve dolayısıyla
elde edilen ürünlerin azalmasıydı.
Mısırlılar tarım sistemlerini Nil nehrine dayandırmışlardı
ve bu sayede doğal şartların değişimi onları etkilemiyordu. Mısır
topraklarına yağmur yağmasa da Nil nehri Afrika'nın içlerinden gelerek
en sıcak mevsimlerde bile bol su getiriyordu. Ancak Firavun ve yakın
çevresinin Allah'a karşı büyüklenmesi ve Allah'ın peygamberini tanımaması
sebebiyle kendilerine beklenmedik bir felaket olarak kuraklık geldi.
Bu kuraklık, kendi kavmine, "Ey kavmim, Mısır'ın
mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de
görmeyecek misiniz?" (Zuhruf Suresi, 51) diye seslenen Firavun'u
da en açık biçimde yalanlıyordu.
Fakat ayette de belirtildiği gibi inkarcı kavim,
"öğüt alıp düşünmeleri" gerekirken bu olanları Hz. Musa'nın ve İsrailoğulları'nın
getirdiği bir uğursuzluk olarak kabul ettiler. Batıl inançları ve
atalarının dini sebebiyle böyle bir düşünceye saplanmışlardı. Bu
yüzden de büyük sıkıntılar çekmeye mahkum oldular. Ancak başlarına
gelecekler bununla sınırlı değildi. Bu, daha başlangıçtı. Allah,
üzerlerine bir seri felaket gönderdi. Bu felaketler Kuran'da şöyle
bildirilmiştir:
 |
Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler
(ayetler) olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday
güvesi, kurbağa ve kan musallat kıldık. Yine büyüklük
tasladılar ve suçlu-günahkar bir kavim oldular.
(Araf Suresi, 133) |
 |
|
|
Onlar ise bu azaba rağmen inkara devam
ettiler. Hatta bu azabın, inkarları dolayısıyla Allah'tan gelen
bir bela olduğunu anladıklarında dahi inkarı sürdürdüler. Firavun
ve yakın çevresi Hz. Musa'yı ve dolayısıyla Allah'ı (Allah'ı tenzih
ederiz) kandırmayı denediler. Korkunç azaplar üstüste üzerlerine
gelince Hz. Musa'yı çağırarak, kendilerini bundan kurtarmasını istemişlerdi:
Başlarına iğrenç bir azap çökünce,
dediler ki: "Ey Musa, Rabbine sana verdiği ahid adına bizim için
dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden çekip giderirsen, andolsun
sana iman edeceğiz ve İsrailoğulları'nı seninle göndereceğiz." Ne
zaman ki, onların erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı
çekip giderdik, onlar yine andlarını bozdular. (Araf Suresi, 134-135)
Dikkat edilirse burada inkarcı kavmin kullandığı
sözler, şeytanın inkarına benzemektedir. Şeytan Allah'ın varlığını
bilmesine rağmen O'na itaati reddetmiştir. Firavun kavmi ise, belaları
"Musa'nın Rabbi" olarak tanımladıkları Allah'ın verdiğini anlamalarına
rağmen, Allah'a ve elçisine itaati reddetmiştir. Allah'ın varlığını
anlayıp idrak etmişler, fakat kibirleri, inatçılıkları ve atalarının
dinine körü körüne bağlılıkları nedeniyle inkarı sürdürmüşlerdir.
Hz. Musa ise uzun bir zaman kavmini uyarmış, onlara
dini anlatmıştır. Allah'ın delili olan pek çok mucizeyi göstermiştir.
Allah bu inkarcı kavmi belki doğru yola dönerler diye musibetlere
uğratmıştır; fakat hiçbiri putperest dinlerini bırakıp kendilerini
yaratmış olan gerçek Rabbimiz olan Allah'a dönmemişlerdir. Allah,
Kuran'da Hz. Musa'nın Firavun'a herşeyi anlattığını, onun ise tüm
gücü ile peygambere karşı geldiğini şöyle haber verir:
Musa (olayın)da da (düşündürücü ayetler
vardır). Hani Biz onu açık bir delille Firavun'a göndermiştik; Fakat
o, 'bütün kişisel ve askeri gücüyle' yüz çevirdi... (Zariyat Suresi,
38-39)
Bu katı inkar karşısında Hz. Musa, Rabbimize bu
inkarcı kavme azap vermesi için dua etmiştir:
Musa dedi ki: "Rabbimiz, şüphesiz
Sen, Firavun'a ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik
(güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları
için (mi?) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalblerinin
üzerini şiddetle bağla; onlar acı azabı görecekleri zamana kadar
iman etmeyecekler." (Allah) Dedi ki: "İkinizin duası kabul olundu.
Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın."
(Yunus Suresi, 88-89)
Allah Hz. Musa'nın bu duasına icabet etmiştir.
Kendilerine yapılan tüm uyarılara karşı hak dine yönelmeyen Firavun
ve yakın çevresi "acı azapla" karşılaşıp mallarıyla birlikte yerin
dibine geçmişlerdir.
|