HAZRETİ
MERYEM
Cahiliye Toplumunda Kadına Bakış Açısı
Cahiliye Toplumlarında Kadının Yeri
İnsanlara yaşamları boyunca ihtiyaç duyabilecekleri her konuda
gerekli tüm bilgileri Allah Kuran'da açıklamıştır. Dünya hayatının
gerçek yüzünü, insanların yaratılış amaçlarını, güzel bir hayat
yaşayabilmelerinin sırlarını, insan fıtratına en uygun olan ahlak
anlayışını insanlara bildirmiştir. Allah'ın bildirdiği bu gerçeklere
iman edip, hayatlarını bu doğrultuda yönlendiren insanlar dünyada
ve ahirette gerçek mutluluğu elde etmiş olurlar.
Cahiliye toplumlarında ise insanların hayatlarını
yönlendiren, mutlak doğru olduğundan emin olabilecekleri bir güç
yoktur. Tam tersine peşinden gittikleri kuralların büyük çoğunluğunun,
ne zaman, kim tarafından ve hangi bilgilere dayanarak konulduğu
dahi belirsizdir. Bu adı konulmayan, ama tüm cahiliye insanlarının
yıllar boyu topluca uydukları kurallar, atalarından kalan bir gelenek
olarak yaşanır. Cahiliye insanlarının yaşayış amaçları, idealleri,
değer yargıları, kısacası toplum düzeninin üzerine bina edildiği
tüm temeller hep bu anlayış ile oluşturulur. Toplumdaki her bireyin,
içerisinde bulunduğu konuma, sahip olduğu sosyal statüye, cinsiyetine,
inançlarına ve yaşam tarzına göre önceden belirlenmiş bir yeri vardır.
Kadının toplumdaki yeri de, insanların büyük bölümünün
etkisi altında kaldığı bu sabit bakış açıları ve değer yargıları
doğrultusunda belirlenmiştir. Kimi toplumlarda kadının, bedenen
erkekten daha güçsüz olması nedeniyle, ruhen de onlardan daha zayıf
bir yapıya sahip olmaları gerektiği şeklinde yanlış bir inanç hakimdir.
Kadının kişiliği, ahlaki özellikleri ve yeteneklerinin de, fiziksel
yapısıyla orantılı olarak daha sınırlı olduğuna inanılır. Örneğin
toplumda "erkek işi" ya da "kadın işi" diye ayırt edilen konular
vardır. Elbette ki fiziki güçleri ve yapıları bakımından kadının
yapabilecekleriyle erkeğin yapabileceği işler birbirinden farklıdır.
Ancak cahiliye toplumlarındaki bu ayrım, bunun dışında, kadının
akıl ve beceri yönünden de daha güçsüz görülmesine dayalı bir ön
yargıdan kaynaklanmaktadır.
Günümüzde kadınlar pek çok alandaki bilgi ve becerileriyle
bu ön yargının geçersizliğini ortaya koymaktadırlar. Ancak yine
de, toplumun bir kısmında kadının belirli işleri yapamayacağı ya
da en azından erkeğin bu işleri daha akılcı ve daha pratik bir şekilde
çözüme kavuşturacağı şeklinde bir inanç hakimdir.
Yeteneğin yanı sıra, kimi insanlarda kişilik konusunda
da kadının erkeğe göre daha zayıf bir yapıya sahip olduğuna dair
bir kanaat vardır. Örneğin erkeğin soğukkanlılıkla karşıladığı bir
olay karşısında, kadının paniğe kapılıp kontrolünü kaybetmesi ya
da erkeğin irade kullanarak karşı koyabildiği bir zorluk karşısında,
kadının iradesiz ve güçsüz davranması cahiliye toplumlarında bazı
kişiler tarafından olağan bir tavır olarak kabul edilir. Ve bu kabul,
çocukluk yıllarından itibaren, verilen eğitim ile kız çocuklarına
da aşılanır. Erkek çocuklarını olabildiğince güçlü bir karaktere
sahip olacak şekilde yetiştiren aileler, kız çocuklarına da tam
tersi bir telkin verirler. Herhangi bir zorlukla karşılaştıklarında
erkek çocuklarına 'erkekler ağlamaz, erkek gibi davran, cesur ol'
derken, çocukları aksi bir tavır gösterdiğinde bu durumu onlara
'kız gibi korkaklık yapma', 'kız gibi ağlıyorsun', 'kız gibi ürkek
davranıyorsun' gibi sözlerle anlatmaya çalışırlar. Aynı şekilde
kız çocuklarını yetiştirirlerken de onlara sürekli olarak erkeklerden
farklı oldukları, tavırlarını bu doğrultuda düzenlemeleri gerektiği
yönünde telkinler verirler.
Cahiliye ahlakının yaşandığı toplum içerisindeki
kadının tüm görev ve sorumlulukları bu bakış açısı doğrultusunda,
sadece belirli konularla sınırlandırılmıştır. Günümüz toplumlarının
büyük bir kısmında kadının pek çok alanda erkeğe göre daha geri
planda olması hep bu sabit değerlendirmenin bir sonucudur.
Kadınlara yönelik bu çarpık bakış açısı, tarihin
farklı dönemlerinde de çeşitli şekillerde ortaya çıkmıştır. Özellikle
geçmişte yaşamış olan, cahiliye inançlarını benimsemiş toplumlarda
bu düşünce son derece yanlış uygulamalara yol açmıştır. Allah Kuran'da
bu toplumlarda, insanların kız çocuklarını değersiz görerek doğar
doğmaz, diri diri toprağa gömdüklerini bildirmektedir:
"Ve 'diri diri toprağa gömülen kızcağıza'
sorulduğu zaman: "Hangi suçtan dolayı öldürüldü?" (Tekvir Suresi,
8-9)
Başka ayetlerde ise Allah, "Onlardan
birine kız (çocuk) müjdelendiği zaman içi öfkeyle-taşarak yüzü simsiyah
kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan
gizlenir; onu aşağılanarak tutacak mı, yoksa toprağa gömecek mi?
Bak, verdikleri hüküm ne kötüdür?" (Nahl Suresi, 58-59)
sözleriyle, kız çocuğu olacağını öğrenen kimselerin yüzlerinin öfkeyle
dolduğunu, içerisinde bulundukları bu durumdan dolayı çevrelerindeki
insanlardan utanıp gizlendiklerini bildirmektedir. Allah ayrıca
bu kimselerin kız çocuklarını "süs içinde yetiştirilmiş ve mücadeleye
açık olmayan kimseler" olarak değerlendirdiklerine de dikkat çekmektedir:
"Oysa onlardan biri, O, Rahman (olan
Allah) için verdiği örnek ile (kız çocuğunun doğumuyla) müjdelendiği
zaman, yüzü simsiyah kesilmiş olarak kahrından yutkundukça yutkunur.
Onlar, süs içinde büyütülüp de mücadelede açık olmayan (kızlar)ı
mı (Allah'a yakıştırıyorlar)?" (Zuhruf Suresi, 17-18)
Allah, İslam ahlakından habersiz olan bu toplumlara
gönderdiği peygamberleri ve indirdiği hak kitapları ile, kız çocuklarına
karşı olan bu bakış açısının yanlışlığını bildirmiştir. Peygamberlerin
tebliği ve İslam ahlakının insanlar tarafından öğrenilmesiyle birlikte,
kız çocuklarını bir utanç vesilesi olarak görme düşüncesi ve cahiliye
toplumlarında var olan bu uygulama büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.
Allah Kuran'ın "Göklerin ve
yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler
armağan eder, dilediğine de erkek armağan eder. Veya erkekler ve
dişiler olarak çift (ikiz) verir. Dilediğini kısır bırakır. Gerçekten
O, bilendir, güç yetirendir." (Şura Suresi, 49-50) ayetleriyle,
insanlara ulaşan her türlü nimeti onlara verenin Allah olduğunu
hatırlatmaktadır. Erkek çocuğu gibi, kız çocuğu da Allah'ın insanlara
lütuf olarak verdiği bir nimetidir. İnsanın sorumluluğu ise, Allah'ın
nimetine karşı nankörlük etmeden en güzel şekilde şükredebilmektir.
Görüldüğü gibi, tarihin çeşitli dönemlerinde kadınlar
hakkında farklı şekillerde ortaya çıkan yanlış bir bakış açısı hakim
olmuştur. Ancak bu noktada göz ardı edilmemesi gereken önemli bir
gerçek de vardır. Cahiliye toplumlarında görülen kadın karakteri,
bu bakış açısını bir anlamda desteklemekte ve doğrulamaktadır. Cahiliye
ahlakına sahip kimi kadınlar gösterdikleri karakter, ortaya koydukları
tavırlar ve benimsedikleri ahlak anlayışı ile, kendileri hakkındaki
bu sabit bakış açısının yanlış olmadığını ortaya koymaktadırlar.
Oysa gerçekte kadın olsun erkek olsun mümin olan
kimseler, keskin bir akla, derin bir kavrayış yeteneğine, güçlü
bir kişiliğe sahip olabilen, üstün bir ahlak sergileyebilen kimselerdir.
Allah'ın Kuran'da örnek vermiş olduğu Hz. Meryem ve Firavun'un hanımı
kadınların en güzel örneklerindendir. Ancak kimi kadınların din
ahlakından uzak bir hayatı benimseyerek cahiliye kurallarına göre
yaşamaları, onların bu üstün yönlerinin körelmesine neden olmaktadır.
İlerleyen satırlarda kadınların bu üstün ahlakı
yaşamalarına engel olan cahiliye karakterine kısaca değinerek, ideal
Müslüman kadın karakteri ile bu karakter arasındaki çarpıcı farklılıkları
ortaya koyacağız.
Cahiliye Toplumlarında Kadın
Karakteri
Cahiliye toplumlarında görülen kadın karakteri,
hangi kültür seviyesinden olursa olsun, toplumun hemen her kesimi
tarafından çok iyi bilinmekte ve kimi kadınlar tarafından titizlikle
uygulanmaktadır. Bunun önemli bir sebebi ise, toplumun tüm üyelerinin,
bu karakteri kız çocuklarına küçük yaşlardan itibaren olabildiğince
cazip gösterip özendirmeleridir. Çocukluk yıllarından itibaren çevrelerindeki
tüm insanlardan aynı telkinleri alarak yetiştirilen kız çocukları,
toplum tarafından kendileri için uygun görülen bu karakteri çoğu
zaman hiç sorgulamadan kabullenirler. Annelerini ve çevrelerindeki
diğer kadınları gözlemleyerek, yetişkin bir insan oldukları zaman
nasıl bir karakter sergileyecekleri ve yaşamlarını hangi idealler
üzerine kuracakları konusunda belirli bir kanaat edinirler. Çevrelerindeki
bu insanlardan duydukları sözleri tekrarlar, onlardan gördükleri
tavırları sergiler, onlar gibi olabilmek için çaba harcarlar. Sonuç
olarak da, daha farklı bir modelle karşılaşmadıkları için kendileri
için en ideal kimliğin bu olduğunu sanarak, büyüklerinden gördükleri
aynı kadın karakterinin kusursuz birer kopyası haline gelirler.
Elbette, önceki satırlarda da değinildiği gibi,
cahiliye toplumunda yaygın olarak yaşanan bu karakterin yanlışlıklarını
gören ve bu karakteri benimsemeyen kadınlar da vardır. Ancak bu
çarpıklığı görebilmiş olmaları, yine de bu kimseleri temelde cahiliyenin
kadın karakterinden uzaklaştırmaya yetmemektedir. Belki bu tavır
bozukluklarının bir kısmından kurtulabilmektedirler ama kişiliklerini
belirleyen ölçüler yine Kuran ahlakının dışında ve cahiliye kurallarına
dayalı olduğu için, yaşadıkları karakter de yine kendi içerisinde
çeşitli çarpıklıklarla doludur. Dolayısıyla bu kimselerin cahiliye
toplumunda yaygın olarak yaşanan kadın karakterinden farklılıkları,
temelde onları küçük görüp kendilerini bu sınıflandırmanın dışında
tutmalarıyla sınırlı kalır. Çünkü Allah'ın Kuran'da bildirdiği Müslüman
kadın karakteri yaşanmadığı takdirde, ortaya çıkacak olan her kişilik
kesin olarak çarpıklıklarla ve yanlışlıklarla dolu olacaktır.
Cahiliye toplumlarındaki kadın karakterinin genel
özelliklerini incelediğimizde, adı her ne kadar "iş kadını" ya da
"ev kadını" olarak değişse de, bu kişilerin temelde ortak bir karakterin
çatısı altında birleştiklerini görürüz. Öyle ki, erkek ya da kadın
küçük ya da büyük, toplumun herhangi bir bireyine sorulacak olunsa,
kadın karakteri hakkında dile getirecekleri izlenimler hemen hemen
birbirinin aynı olacaktır. Bunlar arasında en belirgin olanlarından
biri ise, kadınların bir erkek gibi güçlü ve dayanıklı bir kişilik
gösteremeyeceklerine olan inançtır. Toplumun erkek bireyleri kadar,
kadınların bazıları da kendilerine yapılan bu yakıştırmayı kabullenmişlerdir.
Kendilerine yakıştırılan "korunup kollanan" karakter nedeniyle hiçbir
zaman "koruyan, kollayan" kimseler konumunda olabileceklerini düşünmemişlerdir.
Erkekten daha aciz ve daha beceriksiz oldukları şeklindeki inançları
nedeniyle, genellikle maddi manevi anlamda kendilerine bakabilecek,
insanların kendilerini ezme ihtimaline ve diğer tehlikelere karşı
onları koruyup kollayacak birilerine sığınma ihtiyacı duyarlar.
Gerek evliliklerinde eşlerine, gerekse de daha ilerleyen yaşlarında
oğullarına olan yaklaşımlarında hep bu düşünceyle hareket eder,
çevrelerinde de kendilerine bu imkanları sağlayabilecek birilerini
ararlar.
Bu zayıf karakter bu kimselerin "duygusallık, ağlama,
küsme, alınma, kıskançlığa kapılma, yakınma" gibi tavır bozukluklarına
yatkın bir ahlak geliştirmelerine neden olur. Bunlar genellikle
cahiliye toplumlarında kadın kavramı ile özdeşleşmiş ve "kadınların
özünde olan özellikler" olarak kabul edilen tavırlardır. Örneğin
kadının olaylar karşısında aşırı hassasiyet göstererek ağlaması
da son derece olağan bir tavır olarak kabullenilmiştir.
Erkek karakterinde genel olarak hakim olan tavır
kalenderlik ve mertlik olarak bilinirken, kadının da alıngan, duygusal
ve kırılgan bir yapısı olduğuna inanılır. Bunların yanı sıra, olaylar
karşısında hemen "ümitsizliğe düşmek, telaşa kapılmak, şikayetçi
bir üslup kullanmak ya da tartışmacı bir tavır sergilemek" de kimi
cahiliye kadınlarında sıkça görülebilen Kuran ahlakına aykırı özelliklerdendir.
Kadın karakterine dair tüm özelliklerin ortak olan
yanı ise, her birinin, bu kişilere sadece sıkıntı ve mutsuzluk getiriyor
olmasıdır. Gösterdikleri ahlak nedeniyle bu kimseler yaşamlarını
sürekli gerilim, sıkıntı ve zorluk içerisinde geçirirler. Yaşadıkları
ahlakın ve mutsuzluklarının temel nedeni ise, dünya hayatına bakış
açılarının, yaşama amaçlarının, kendileri için seçtikleri ideallerin
yanlışlığında gizlidir.
Cahiliye toplumunun diğer bireyleri gibi kadınlar
da tüm yaşamlarını "dünya hayatı" ve "bu hayatın süsleri" üzerine
kurmuşlardır. Dünya hayatının insanlara sunduğu menfaatlerden olabilecek
en fazlasıyla yararlanabilmek, sürekli olarak yaşam standartlarını
yükseltecek imkanlar elde edebilmek, toplum nazarında iyi bir isim,
iyi bir itibar elde edebilmek, sahip olduklarıyla çevrelerinin hayranlığını
ve övgüsünü kazanabilmek bu kimselerin önde gelen ideallerindendir.
Tasalandıkları konular ise, bu idealleriyle bağlantılı
olarak, gelecek endişesi, mal ve can kaygısı gibi temel konular
üzerine kuruludur. Toplum tarafından kendilerine telkin edilen görev
gereği, amaçları genellikle sadece "iyi bir ev kadını, iyi bir anne
ve iyi bir eş olabilmek"tir. Bunun dışında kendilerinden en fazla
beklenen ise, maddi bağımsızlıklarını elde edebilecekleri bir meslek
ve iyi bir kariyer sahibi olmalarıdır.
Elbette 'iyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir ev kadını
olmak ya da kişiye maddi anlamda fayda sağlayacak bir yetenek kazanmak'
gibi isteklerin hiçbirinde bir yanlışlık yoktur; bunlar insanların
dünya hayatında elde etmek isteyebilecekleri meşru isteklerdir.
Yanlış olan, kadının böylesine kısıtlı bir dünyada yaşamaya teşvik
edilmesi, ideallerinin sadece bu amaçlarla sınırlandırılmasıdır.
Tüm insanlar, ölümden sonra karşılaşacakları hesap gününde, dünya
hayatında Allah'ın rızasını kazanmaktan yana gösterdikleri çabalarına
göre sonsuza dek mükafatlandırılacak ya da cezalandırılacaklardır.
İşte diğer cahiliye karakterlerinde olduğu gibi,
kadın karakterinde de asıl hatalı olan yön, bu kimselerin sadece
dünya hayatını kazanmaya yönelik bir kişilik göstermeleri, bu hayata
göre bir yaşam tarzı geliştirmiş olmalarıdır. Çünkü insanın dünya
hayatında sahip olduğu mallar da, kazandığı itibar da, yakınları,
ailesi ya da çocukları da bir gün mutlaka yok olacaktır. Sonsuza
kadar var olacak olan yalnızca Allah'tır. Bu nedenle insanın kişiliğini,
ahlakını, yaşam tarzını, ideallerini tümüyle Allah'ın rızasını kazanmayı
amaçlayarak belirlemesi gerekmektedir. Aksinde kişi, yaşamını sadece
sınırlı ve küçük bir dünyada sürdürmekle kalmayacak, ahirette de
sonsuza dek büyük bir pişmanlık ve sıkıntıyla karşılaşacaktır.
Bu noktada şunu da eklemek gerekir ki elbette toplum
içerisinde bulunduğu konumdan memnun olmayan, bu karakteri sorgulayan
ve toplumdaki bu yaygın kanaatin dışına çıkmak için çabalayan pek
çok kadın vardır. Hatta bu kimseler çoğu zaman pek çok alanda elde
ettikleri başarılarla ön plana çıkmakta ve kadınlar hakkındaki bu
düşüncelerin yanlışlığını ortaya koymaktadırlar. Ancak tüm bu başarıları
elde ederken dahi cahiliye ölçülerine dayalı bir karakteri yaşamaya
devam ettikleri ve yine Allah'ın rızasına uygun bir karakter sergilemedikleri
için, istedikleri sonuca ulaşamamakta, toplum nazarında aradıkları
gerçek saygı sevgi ve güveni kazanamamaktadırlar. Kimi zaman bu
isteklerine ulaşmış gibi görünseler de, tüm bunları gerçek ve kalıcı
şekilde elde edemediklerini bildikleri için yine de mutlu ve huzurlu
olamazlar.
Kendilerinden beklenen karakteri sorgusuzca kabul
eden kimselerin ise, bu tavırlarını dayandırdıkları bazı mazeretler
vardır. Öncelikle insanların kendi aralarında "toplum kuralları"
adını verdikleri ölçülerin, kadınların toplumun kendilerinden beklediği
karakterin dışına çıkmalarını engellediğini düşünürler. Böyle bir
durumda toplum tarafından kınanma, eleştirilme ve hatta dışlanma
tehlikeleriyle karşı karşıya kalma ihtimalinden çekinirler. Bu gibi
bir risk altına girmek istemedikleri için, toplumun tüm bireyleri
tarafından yıllardır tasdik gören bir karakteri yaşamayı daha uygun
görürler.
Kimi kadınların söz konusu ortak kadın karakterinin
dışına çıkmaktaki çekimserliklerinin ikinci bir nedeni ise, böyle
bir girişimde bulunduklarında kendi üzerlerinde etki ve otorite
sahibi olan, yakın çevrelerindeki insanların baskılayıcı tavırlarıyla
karşılaşmalarıdır. Bu bakış açısı, bu kimselerin, yanlış yönlerini
açıkça gördükleri halde, bu karakterden uzaklaşmak için gereği gibi
bir atılım yapmamalarına neden olmaktadır.
Ancak tüm bunlar arasında, bu kimselerin söz konusu
cahiliye karakterinden kurtulamamalarının en önemli sebebi ise,
yaşadıkları karakteri terk ettiklerinde, kendilerini topluma kabul
ettirebilecekleri, yeni ve ideal bir kişiliği nasıl kazanacaklarını
bilmemeleridir. Bu bilinçsizlikleri nedeniyle çözümü hep yanlış
odaklarda ararlar. Örneğin bir ev kadını toplumda daha iyi bir yer
edinebilmesinin, çevresindeki insanlardan daha çok saygı ve sevgi
görebilmesinin 'ev kadını' kimliğinden kurtulup, 'iş kadını' kimliğini
kazanmasıyla mümkün olabileceğini sanır. Bir iş kadını ise, aynı
sonucu kariyerini artırdığında ya da daha itibarlı bir meslek edindiğinde
elde edebileceğine inanır.
Oysa bu ve benzeri düşüncelerin tümü yanlıştır.
İnsanları hem dünyada hem ahirette, gerek insanların gözünde gerekse
Allah Katında onurlu ve üstün konuma getirebilecek tek bir yaşam
şekli, tek bir karakter ve tek bir ahlak anlayışı vardır. Kuran'a
göre yaşamak insanlara en güçlü karakteri ve en güzel ahlakı kazandırır.
Bu da kişinin hem Allah'ın rızasını hem de insanların sevgisini
ve saygısını kazanmasını sağlar.
Dolayısıyla, kadın olsun erkek olsun her insanın
asıl yapması gereken, kendisinden beklenen kişiliğe bürünmesi değil,
doğru olanı araştırıp bulması ve bu kişiliği benimsemesi olmalıdır.
Allah, tüm insanların yaşaması gereken en güzel kişiliği ve en doğru
karakter özelliklerini Kuran ile bizlere bildirmiştir. Kuran'da
gösterilen bu yol en sade, en kolay ve en mükemmel olanıdır. Allah,
bu gerçeği bizlere şu sözlerle bildirmektedir:
Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa,
onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını
söyleyeceğiz." (Kehf Suresi, 88)
|