

İlk dönemlerinden itibaren İslam tarihini,
İslam idaresi altındaki Hıristiyan ve Yahudilerin konumunu
ve bu toplumların Müslümanlarla ilişkilerini tarafsız bir
gözle inceleyen herkes açık bir gerçekle karşılaşacaktır:
Kitap Ehli, İslam idaresi altında her zaman huzur ve güvenlik
içinde yaşamıştır. Hatta, kimi zaman farklı dinlerden veya
mezheplerden idarelerin altında zulüm gören Hıristiyanlar
ve Yahudiler, İslam topraklarına sığınmışlar ve aradıkları
güveni Müslüman ülkelerde bulmuşlardır. Kitap Ehli'nin İslam
topraklarında bu derece rahat ve huzurlu bir yaşam sürebilmelerinin
en önemli nedeni ise, Müslümanların Kitap Ehli'ne karşı tavır
ve tutumlarını Kuran ahlakına göre belirlemiş olmalarıdır.
Barış ve hoşgörü dini olan İslam, iman edenlerin
tüm insanlara adaletle ve iyilikle davranmalarını gerektirir.
Salih Müslümanlar, Allah'ın emrettiği ahlaka uygun olarak,
hoşgörülü, affedici, mütevazı, anlayışlı, yumuşak huylu, içten
ve samimi insanlardır. Allah iman edenlere, kendilerinin veya
yakınlarının aleyhinde dahi olsa adil olmayı, kendileri ihtiyaç
içinde olsalar bile öncelikle yetimi ve esiri doyurmayı, fedakar
olmayı, sabırlı davranmayı, güzel ahlakta kararlı olmayı emretmiştir.
Bu ahlakı yaşayan bir mümin aynı zamanda farklı inançlara
ve düşüncelere mensup kişilere karşı da toleranslıdır. "Dinde
zorlama olmadığının" bilinci ile, iman etmeyen
insanları hak yola davet ederken de her zaman nezaketli bir
üslup kullanır, amacı doğru yolu göstermek, karşı tarafın
vicdanına hitap etmek ve onların güzel bir ahlak ile yaşamasına
vesile olmaktır. Bu ise ancak Allah'ın insanlara hidayet vermesi
ile mümkün olur. Allah, "... İman
edenler hala anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı,
insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu... " (Rad
Suresi, 31) ayetiyle Müslümanlara, kalplerin ancak
Allah'ın elinde olduğunu, bir kimsenin ancak O'nun dilemesiyle
hidayete erebileceğini hatırlatmaktadır. Bir başka ayette
ise şöyle buyrulur:
Gerçek şu ki, sen, sevdiğini
hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir;
O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir. (Kasas Suresi,
56)
Müslümanın görevi, sadece gerçekleri anlatmak,
insanları bu gerçeklere davet etmektir. İnsanların bunu kabul
edip etmemeleri, tamamen onların vicdanlarına kalmış bir meseledir.
Allah bu gerçeği Kuran'da haber vermektedir:
Dinde zorlama yoktur. Şüphesiz,
doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim
tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulba
yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.
(Bakara Suresi, 256)
Müslümanların bu ahlakları, doğal olarak
Kitap Ehli ile olan ilişkilerinde de geçerlidir. Üstelik Rabbimiz,
Kitap Ehli'ne karşı nasıl davranılması gerektiğini Kuran'da
iman edenlere detaylı olarak tarif etmiştir. Bu ayetler incelendiğinde,
Müslüman toplum içinde Hıristiyan ve Yahudilerin varlıklarının
tanınması ve onların tüm haklarının bizzat Müslümanlar tarafından
korunması gerektiği açıkça anlaşılmaktadır. Müslümanların
Yahudilere ve Hıristiyanlara bakışı son derece merhametli
olmalıdır. Samimi olarak iman eden Yahudiler ve Hıristiyanlar
–her ne kadar inanışlarında ve ibadetlerinde zaman içinde
bazı bozulmalar yaşanmışsa da- özünde Allah'ın varlığına ve
birliğine iman eden, meleklere, peygamberlere ve hesap gününe
inanan ve din ahlakının yaşanması gerektiğini düşünen kimselerdir.
Bu gerçek, Müslümanların onlara yaklaşımında da önemli bir
ölçüdür.
Allah bir ayette Allah'a ve ahiret gününe
iman ederek salih amellerde bulunan Yahudiler ve Hıristiyanların,
bu iyi ahlaklarının karşılığını en güzel şekilde alacaklarını
haber vermiştir:
Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler,
Hıristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah'a ve ahiret gününe
iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah
Katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun
olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 62)
Bu ayetin anlamı apaçıktır. Müslüman, Yahudi
veya Hıristiyan olsun, Allah'a ve ahiret gününe iman eden
ve salih amellerde bulunanlar müjdelenmekte; söz konusu müminlerin
kurtuluşa ve esenliğe kavuşacakları haber verilmektedir. Maide
Suresi'nin 48. ayetinde ise, insanlar için "farklı
bir şeriat ve yol-yöntem kılındığı", sorumluluklarının
ise "hayırlarda yarışmak" olduğu belirtilmiştir. Bu da ister Yahudi, ister Hıristiyan,
isterse Müslüman olsun samimi olarak Allah'a ve ahiret gününe
iman eden tüm inananların güzellikle davranmaları ve Allah
rızası için hayırlarda yarışmaları gerektiğini göstermektedir.
Bu durumda Müslümanların, kendileri gibi Allah'a iman eden,
salih amelde bulunan ve güzel ahlak gösteren kimselere katı
veya hoşgörüsüz davranmaları mümkün değildir. Nitekim, İslam
tarihi de bunu kanıtlar.
MAKALE 1: İslam
İdaresinde Din ve İbadet Özgürlüğü
MAKALE 2: Kitap
Ehli'nin İslam İdaresinde Bulduğu Huzur
MAKALE 3: Müslüman
Toplumlarda Ehl-i Kitap'ın Hukuki Statüsü
|