İSLAM'I
YENİ ÖĞRENENLER İÇİN
Ilımlı İslam; Diğer Bir Deyişle Gerçek İslam
İslam dini Hz. Muhammed (sav)'e ilk ayetin vahyedilmesinden
sonra geçen yarım asırlık dönem içinde, tarihte eşine az rastlanır
bir gelişme göstermiştir. İslam'ın Arap Yarımadası'ndan çıkıp tüm
Ortadoğu, Kuzey Afrika ve hatta İspanya'ya yayılması, Batı'da yaşayan
pek çok insanın da dikkatini bu dine yöneltmiştir. Ünlü İslam uzmanı
John L. Esposito'nun ifadesiyle, "İslam'ın ilk yayılışı hakkındaki
en etkileyici şey, hızı ve başarısıdır. Batılı akademisyenler buna
hayran olmuşlardır."14 Aradan geçen 14 yüzyıl içinde İslam Endonezya'dan
Latin Amerika'ya kadar dünyanın her köşesine ulaşmıştır. Bugün Müslümanlar
1 milyarı aşkın nüfusları ile dünya nüfusunun yaklaşık 5'te birini
oluşturmaktadırlar ve İslam en hızlı büyüyen din olarak kabul edilmektedir.
Özellikle de 11 Eylül'deki terörist saldırıların ardından İslam'a
olan ilgi daha da artmış, İslam dininin mesajını anlamanın ne kadar
önemli olduğu anlaşılmıştır. (Detaylı bilgi için Bknz. İslam'ın
Yükselişi, Vural Yayıncılık, Harun Yahya)
Bugün Müslüman dünyasına bakıldığında İslami uygulamaların
geniş bir yelpaze içinde yer aldığını görürüz. Uygulamalardaki farklılıklar
toplumların örf ve adetlerine, kültür birikimlerine ve dünyayı algılayış
biçimlerine göre şekillenir. Bu çeşitlilik zaman zaman İslam'ı anlamaya
çalışan veya İslamiyet üzerine araştırmalar yapan kişilerin yanlış
kanaatlere kapılmasına neden olmaktadır. İslam ile ilgili doğru
kanaate ulaşmanın tek yolu ise bu farklılıkları bir kenara bırakıp,
İslam ahlakının özünün anlatıldığı Kuran'a ve Peygamber Efendimizin
uygulamalarına bakmakla mümkündür. Çünkü çoğu zaman söz konusu farklılıklar,
Kuran ahlakında olmayan, ancak o toplumun geleneksel değerlerini
simgeleyen unsurlar olabilmektedir.
Bir toplumun çoğunluğunun Müslümanlardan oluşması,
o toplum içinde alışılagelmiş hareket biçimlerinin, anlayışların
ve yargıların tam anlamıyla İslami olduğu veya bunların İslam adına
savunulması gerektiği anlamına gelmez. Bir grubun veya toplumun
İslam anlayışını değerlendirirken bu gerçeğin göz önünde bulundurulması
gerekir. Farklılıklar o kişilerin veya grupların içinde bulundukları
koşullara göre yaptıkları yorumlardan kaynaklanmaktadır. Bu yorumların
ve çıkarımların doğru olup olmadığı ise ancak, İslam'ı bize en doğru
şekilde aktaran kaynağa, yani Kuran'a ve Peygamberimiz (sav)'in
sünnetine bakılarak anlaşılabilir.
Kuran'ı incelemeden, yapılan uygulamaların Kuran'da
yeri olup olmadığını bilmeden, İslamiyet ve Müslümanlar hakkında
yorum yapılması son derece hatalıdır. Tek bir topluluğun veya toplumun
yaşam tarzını ele alarak, İslam'ı anlamaya çalışmak, İslam hakkında
kanaat belirtmek ve çeşitli öngörülerde bulunmak kişiyi çok yanıltabilir.
Öyleyse öncelikli olarak yapılması gereken gerçek İslam'ın öğrenilmesi
olmalıdır. İslam dinini gerçek kaynağından öğrendikten sonra dünyanın
farklı ülkelerinde yaşanan modellerin bu kıstaslara göre ele alınması
gerekir. İşte o zaman İslam dinini tanıdığını zanneden pek çok kişi
belki de hayatında ilk defa gerçek İslam'la tanışmış olacak ve bugüne
kadar kapıldığı tüm yanılgılar ortadan kalkacaktır.
İslam masum insanların öldürülmesini
yasaklar
İslam dinine göre suçsuz bir insanı öldürmek çok
büyük bir günahtır ve masum bir insanı öldüren kişi ahiret hayatında
çok büyük bir azapla karşılık görecektir:
... Kim bir nefsi, bir başka nefse
ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere)
öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu
(öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş
gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir.
Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.
(Maide Suresi, 32)
Yukarıdaki ayette de görüldüğü gibi, Kuran'da masum
bir kimseyi öldürmek, tüm insanları öldürmekle bir tutulmaktadır.
Müminlerin insan hayatına verdikleri önem Furkan Suresi'nde şu şekilde
bildirilir:
Ve onlar, Allah ile beraber başka
bir ilaha tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler
ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır.
(Furkan Suresi, 68)
Allah bir diğer ayetinde ise insanlara şu şekilde
emretmektedir:
De ki: "Gelin size Rabbinizin neleri
haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya
iyilik edin, yoksulluk-endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -Sizin
de, onların da rızıklarını Biz vermekteyiz- Çirkin-kötülüklerin
açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında,
Allah'ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte
bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz."
(Enam Suresi, 151)
Allah'a samimi bir kalple iman eden, O'nun ayetlerini
titizlikle uygulayan ve sonsuz ahiret azabından korkan bir Müslüman
tek bir insana bile zarar vermekten sakınır. Çünkü Allah'ın sonsuz
adalet sahibi olduğunu ve her yaptığının karşılığını mutlaka alacağını
düşünür. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde Allah'ın hoşnut olmadığı
insanları şu şekilde saymıştır:
Harem (Kutsal bölge) içinde zulüm ve haksızlık
eden, cahiliye adetini arzulayan ve haksız yere insan kanı akıtmak
isteyen olmak üzere üçtür.
İslam, adaletle davranmayı
emreder
İslam ahlakı iman edenlere; bir karar verirken,
bir söz söylerken, bir iş üzerindeyken, kısaca hayatlarının her
anında adaletli davranmalarını emreder. Allah'ın Kuran'da bildirdiği
emirleri ve Peygamberimiz (sav)'in sünneti bu adalet anlayışının
nasıl olması gerektiğini tüm detaylarıyla bizlere tarif eder. Kuran'da
bize bildirilen tüm elçiler, uyarıcı olarak gönderildikleri topluluklara
adalet ve barış getirmiş, peygamberlerin gelişi ümmetlerin üzerindeki
zulmün ve zorbalığın kalkmasına vesile olmuştur. Allah Yunus Suresi'nde
şu şekilde bildirir:
Her ümmetin bir resulü vardır. Onlara
resulleri geldiği zaman, aralarında adaletle hüküm verilir ve onlar
zulme uğratılmazlar. (Yunus Suresi, 47)
Müslümanın adalet anlayışının en önemli özelliği,
karşısındaki kişi kendi yakını da olsa, her durumda adaletle hükmetmesidir.
Allah ayetinde şu şekilde buyurur:
Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız
ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti
ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü
Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza
uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz,
şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)
Şüphesiz
Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi
ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi
emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!..
(Nisa Suresi, 58) |
|
Ayette de görüldüğü gibi, iman eden bir insan için
karşısındaki kişinin maddi durumu ya da sosyal statüsü hiçbir önem
teşkil etmez. Önemli olan hakkın gerçekleşmesi, hiç kimsenin haksızlığa
uğramaması ve Allah'ın ayetlerinin kusursuz bir şekilde yerine getirilmesidir.
Maide Suresi'nde ise şu şekilde buyurulmaktadır:
Ey iman edenler, adil şahidler olarak,
Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi
adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan
korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi
olandır. (Maide Suresi, 8)
Yukarıdaki ayette ise Allah iman edenlere, kendi
düşmanları aleyhinde dahi olsa, her zaman adaletle hükmetmelerini
emretmektedir. Müslüman karşısındaki kişinin kendisine haksızlık
yaptığını, kendisini zor durumda bıraktığını veya kendisine düşman
olduğunu düşünüp ani kararlar vermez, her zaman vicdanıyla ve Kuran
ayetleri doğrultusunda düşünür. Karşı taraf gerçekten yanlış bir
tutum içinde olsa dahi, o iyilikle karşılık vermekle ve Allah'ın
emrettiği ahlakı göstermekle yükümlüdür.
Allah Mümtehine Suresi'nin 8. ayetinde ise "Allah,
sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara
iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz.
Çünkü Allah, adalet yapanları sever." şeklinde buyurmuş ve Müslümanların
diğer topluluklarla olan ilişkilerinin hangi sınırlar içinde olması
gerektiğini bildirmiştir. Bu ayetler iman eden bir insanın tüm insanlara
bakış açısının temelidir. Müslümanın tavrı karşısındaki kişiye göre
değil, Allah'ın Kuran'da bildirdiklerine göredir. Bu nedenle samimi
bir kalple iman eden Müslüman her zaman doğrulardan yanadır. İman
edenlerin bu konudaki kararlılıkları 'Yarattıklarımızdan, hakka
yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır."
(Araf Suresi, 181) ayetiyle de bizlere müjdelenmektedir. Kuran'da
adaletle ilgili diğer ayetler ise şu şekildedir:
Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline
(sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde
adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt
veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir. (Nisa Suresi, 58)
De ki: "Rabbim adaletle davranmayı
emretti. Her mescid yanında (secde yerinde) yüzlerinizi (O'na) doğrultun
ve dini yalnız Kendisine has kılarak O'na dua edin. "Başlangıçta
sizi yarattığı" gibi döneceksiniz." (Araf Suresi, 29)
Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara
vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden
ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt
alıp-düşünürsünüz. (Nahl Suresi, 90)
Kuran'da tarif edilen adalet anlayışına göre, karşı
tarafın hangi dine, ırka ya da cinsiyete sahip olduğu bir önem taşımaz.
Çünkü İslam ırklar, cinsiyetler arasında eşitliliği savunur. Her
türlü etnik ayrımcılığı reddeder. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)
"Bütün insanlar Hz. Adem'den, Hz. Adem ise topraktandır" şeklindeki
sözleriyle insanlar arasında hiçbir fark olmadığını vurgulamıştır.
Derinin rengi, sosyal statü, zenginlik gibi özellikler hiçbir insanda
bir üstünlük oluşturmaz.
Bugün dünyanın dört bir yanında insanlar ırkları,
dilleri ya da tenlerinin rengi nedeniyle zalimce muamelelere maruz
kalmaktadırlar. Kuran'da ise farklı halkların ve kabilelerin yaratılmasının
hikmetlerinden biri, insanların "birbirleriyle tanışmaları" olarak
bildirilir. Hepsi de Allah'ın kulu olan farklı milletler veya kabileler,
birbirleriyle tanışmalı, birbirlerinin farklı kültürlerini, dillerini,
örflerini, yeteneklerini öğrenmelidir. Farklı ırk ve milletlerin
bulunmasının bir amacı da, çatışma ve savaş değil, kültürel bir
zenginliktir. İman eden bir insan tek üstünlüğün takva ile, yani
Allah korkusu ve Allah'a imandaki üstünlükle olduğunu çok iyi bilir.
Allah Hucurat Suresi'nde şu şekilde bildirir:
Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir
erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi
halklar ve kabileler kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün
olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır.
Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
Bir diğer ayette ise Allah "Göklerin
ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması,
O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler
vardır." (Rum Suresi, 22) şeklinde bildirmektedir.
İslam tarihine baktığımız zaman iman edenlerin
farklı ırklara yönelik adaletli uygulamalarıyla ilgili pek çok örnek
görürüz. İslam, Afrika, Asya ve Avrupa'yı içine alan çok geniş bir
alanda çok müthiş bir hızla büyümüş ve bu fetihler aracılığıyla
İslam ahlakının güzellikleri de yayılmıştır. İslam her ırka, milliyete,
sosyal yapıya ve coğrafyaya yayılmış, dünyanın daha önce benzerini
görmediği bir kardeşlik bağı ile milyonlarca insanı birleştirmiştir.
İnsan ırkının kolları ve siyah ırkın diğer kültürlerle olan ilişkilerini
inceleyen ve bu konudaki önemli çalışmalarıyla tanınan araştırmacı
Joel Augustus Ragers ünlü kitabı Sex and Race (Cinsiyet ve Irk)
isimli eserinde İslam dininin dünya üzerindeki etkisini şu şekilde
tarif eder:
İslam'ın asırlardır parıltılı bir şekilde ayakta
kalmasının bir sebebi, bu dinde ırk ve sınıf peşin hükümlerinin
hemen hemen tamamıyla yok olması, derinin rengi veya sosyal durumu
hiç hesaba katılmaksızın, cemiyetin en yüksek basamaklarına kadar
yükselmenin yeteneğe bağlı bulunması yüzündendir… İslam, tarihinin
en büyük ve aynı zamanda en hür ırk potasını oluşturmuş ve bu ırklar
karışımı, dünyanın bir eşini daha görmediği en geniş İmparatorluk
bünyesi içinde gerçekleşmiştir. Gücünün doruğunda iken, İslam İmparatorluğu,
Batı'da İspanya ve Fransa ortalarından, Orta Asya bölgeleri de dahil,
Doğu'da Hint, Çin ve Pasifik Okyanusu'na kadar uzanıyordu. Bu geniş
toprakların sultanları çeşitli deri renklerine sahiptiler. Bir bahçenin
çiçeklerinin renklerinin başka başka oluşu, bu çiçekler açısından
ne kadar önemliyse, derilerinin renklerinin farklılığı, Müslümanlar
için bundan daha az önemliydi.
Dünyanın en tanınmış İslam uzmanlarından biri olan
Profesör Hamilton Alexander Rossken Gibb Whither Islam? (İslam Nereye?)
isimli eserinde İslam dininin farklı ırklara bakış açısını şu şekilde
ifade eder:
İnsanlığın bunca farklı ırkını statü, fırsat ve
girişim açısından eşit haklara sahip olacak şekilde biraraya getirmede
bu kadar başarılı olan başka bir toplum yoktur. İslam kesinlikle
bağdaşmayacak gibi görünen farklı ırkları uzlaştırma gücüne sahiptir.
Doğu ve Batı'daki büyük toplumların muhalefeti yerini işbirliğine
bıraktığı takdirde, İslam'ın uzlaştırıcı rolü kaçınılmaz olacaktır…
İslam ahlakı kardeşlik, barış, hürriyet ve huzur
temelleri üzerinde bir toplum hedefler. Bu nedenle de İslam'la tanışan
her toplum geçmiş dönemlerin baskıcı, zorba, çatışmacı anlayışlarından
sıyrılmış, yeniden barış temelli bir toplum inşa etmiştir. (Detaylı
bilgi için Bknz. Kuran'da Adalet ve Hoşgörü, Vural Yayıncılık, Harun
Yahya) Pek çok batılı tarihçi de bu gerçeği eserlerinde dile getirmiş,
İslam'la tanışmanın farklı toplumlar üzerinde çok derin ve olumlu
etki yaptığını ifade etmiştir. Profesör Robert Briffault, İnsanlığın
Gelişimi (The Making of Humanity) isimli eserinde Batı toplumunun
İslam ile olan ilişkisine şu şekilde değinir:
Bütün beşeriyet için hürriyet, insani kardeşlik,
insanların kanun önünde eşitliği, danışmayı ve genel seçimi kullanan
demokratik hükümet idealleri, Amerikan anayasasının hazırlanmasına
öncülük eden ve İnsan Hakları Beyannamesi'ni ilham eden idealler,
Batı'nın yenilikleri değildi. Bu ideallerin hepsinin temelleri Kutsal
Kitap Kuran'da bulunmaktadır. Bu idealler, Ortaçağ Avrupası'nın
aydınlarının Müslüman İspanya, Sicilya, Haçlılar ve İslami kardeşlik
derneklerini taklit yoluyla, Haçlılar sonrasında Avrupa'da gelişen
cemiyetler aracılığıyla İslam'dan öğrendiklerinin özüdür.
Yukarıdaki alıntıda anlatılan gerçekler, İslam
ahlakının tüm dünyaya asırlar boyunca barış, hoşgörü ve adalet dersi
verdiğinin ifadesidir. Günümüzde de tüm dünya insanları böyle bir
kültürün özlemi içindedirler ve böyle bir kültürün tekrar oluşmaması
için ortada hiçbir neden yoktur. Gereken tek şey insanların önce
kendilerinden başlayarak Kuran ahlakını yaşamaya niyet etmeleri,
daha sonra da insanlar arasında aynı ahlakı yaymak için gayret göstermeleridir.
Kuran'da emredilen ahlak yaşandığı zaman, en üst kademedeki yöneticiden
en alta kadar, herkes adaletli, merhametli, hoşgörülü, sevgi dolu,
saygılı, affedici, dürüst olacak, tüm toplumlara huzur ve barış
gelecektir.
Müslüman, İslam ahlakına güzel
sözle davet eder
İnsanları İslam ahlakına davet etmek ve onlara
Allah'ın varlığını ve yaratılış delillerini anlatmak her Müslümanın
sorumluluğudur. Allah "Sizden; hayra çağıran,
iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir
topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran
Suresi, 104) ayetiyle bu sorumluluğu tüm Müslümanlara bildirmiştir.
Allah ayetlerde bu davetin nasıl olacağını da bildirmektedir:
Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel
öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz
senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.
(Nahl Suresi, 125)
Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden
eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah hiçbir şeye ihtiyacı
olmayandır, yumuşak davranandır. (Bakara Suresi, 263)
Salih müminler "Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe
iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda
yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır." (Al-i İmran Suresi,
114) ayetiyle de dikkat çekilen bu görevin öneminin bilincindedirler.
Bu nedenle çevrelerindeki herkesi, yakınlarını, ailelerini ve ulaşabildikleri
tüm insanları Allah'a iman etmeye, korkup sakınmaya ve güzel ahlakı
yaşamaya davet ederler. Müminlerin bu güzel özellikleri Tevbe Suresi'nde
şu şekilde haber verilir:
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar
birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar,
namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne
itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır.
Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe
Suresi, 71)
Bu ayetten de anlaşıldığı gibi, iman eden her insan
dünya hayatı boyunca sürekli güzel ahlakı anlatmakla, bizzat kendisi
yaşamakla ve insanlara güzellikleri tavsiye edip, onları kötülüklerden
sakındırmakla yükümlüdür. Allah "Kullarıma, sözün
en güzel olanını söylemelerini söyle…" (İsra Suresi, 53) ayetiyle
iman edenlere güzel sözle konuşmalarını emretmiştir. Güzel söz ve
kötü söz, İbrahim Suresi'nde şu benzetmeyle tarif edilmektedir:
Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek
vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit,
dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah
insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler.
Kötü (murdar) söz ise, kötü bir ağaç gibidir. Onun kökü yerin üstünden
koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkanı) kalmamıştır.
Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle
sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp-saptırır; Allah dilediğini
yapar. (İbrahim Suresi, 24-27)
Güzel bir hayat isteyen insanın güzellikleri teşvik
etmesi, iyilik isteyenin iyiliği yaymak için çaba harcaması, vicdanlı
davranışlar görmek isteyen kişinin vicdanlı olmayı tavsiye etmesi,
zulme razı olmayanın zalimleri uyarması, kısacası doğruluk isteyen
insanın diğer insanları da doğruya davet etmesi şarttır. Bu daveti
yaparken aklından çıkarmaması gereken en önemli noktalardan biri
ise, hidayeti verecek ve güzel sözü karşı tarafta etkili kılacak
olanın ancak Allah olduğudur. Allah Peygamberimiz (sav)'in de yüksek
karakterinin ve üstün ahlakının bir neticesi olarak insanlara hep
güzellikle davrandığını bildirmiş ve O'nu tüm insanlara örnek kılmıştır.
İslam, insanlar arasında dayanışmayı
ve yardımlaşmayı emreder
Allah Kuran'da insanlara şu şekilde emretmiştir:
... İyilik ve takva konusunda yardımlaşın,
günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah'tan korkup-sakının.
Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.
(Maide Suresi, 2)
Ayette de açıklandığı gibi, müminler sadece iyilik
konusunda çaba sarf ederler. Onlar Allah'ın "Hayır
adına her ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir." (Nisa Suresi,
127) ayetini düşünür ve her yaptıklarının karşılığını Rabbimiz
katında mutlaka alacaklarını hiç unutmazlar. Yukarıdaki ayette Allah
makbul olan yardımlaşmanın "iyilik ve takva" konusunda olması gerektiğini
bildirmiştir. İyiliğin ne olduğu ise bize Kuran'da açıklanmıştır:
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz
iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere,
Kitaba ve Peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu
yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene
ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı
veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda,
hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum
ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar
da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
 |
İslam
ahlakının insanlara kazandırdığı en önemli özellikler sevgi,
merhamet, yardımlaşma, fedakarlık, hoşgörü ve affediciliktir. |
Görüldüğü gibi gerçek iyilik, toplumda algılanan
şeklinden farklıdır. Kuran ahlakını yaşamayan kimseler iyiliği,
insanın canı istediği zaman, karşı tarafa bir lütuf olarak bir yardımda
bulunması olarak algılarlar. Bu iyilikler ise genelde sadece yolda
görülen bir dilenciye para vermek, yolculukta yaşlılara yer vermek
gibi alışkanlıklarla sınırlıdır.
Oysa Bakara Suresi'ndeki ayette gördüğümüz gibi,
Kuran'ın bildirdiği iyilik müminin tüm hayatını kapsayan bir ahlak
şeklidir ve sadece kişinin canı istediğinde, aklına geldiğinde değil,
tüm yaşamı boyunca uyguladığı bir ibadettir. Müslüman kendisi ihtiyaç
içinde olsa dahi yoksula ve yetime yardımda bulunan, sevdiklerinden
infakta bulunan (İnsan Suresi, 8) ihlas sahibi bir kuldur. Çünkü
Allah "Onların mallarında dilenip-isteyen (ve
iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için de bir hak vardı."
(Zariyat Suresi, 19) ayetiyle yardımlaşmayı, infak etmeyi
ve iyilikte bulunmayı bir Müslüman vasfı olarak haber vermiştir.
Onların yardımı hiçbir şarta bağlı değildir. Mümin gerektiğinde
iyilik yapabilmek ve başkalarını iyiliğe teşvik edebilmek için her
türlü fedakarlığı göze alabilir. Yaptığı yardım karşılıksızdır,
sadece Allah rızasını hedefler. Allah İnsan Suresi'nde müminlerin
tavrını şu şekilde bildirir:
Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası)
için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür.
Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimizden korkuyoruz."
(İnsan Suresi, 9-10)
Müslüman Allah'ın sonsuz adalet sahibi olduğunu
bilir ve dünya hayatında yaptığı güzel davranışların mutlaka bir
karşılığı olacağını aklından çıkarmaz. Dünya hayatının geçici olduğunu,
asıl yurdun Rabbimiz katında olduğunu hiç unutmaz. Çünkü Allah insanları
bu kaçınılmaz sonla uyarmakta ve herkesi güzel davranışlarda bulunmaya
davet etmektedir:
Biz gökleri yeri ve her ikisinin arasındakilerini
hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o
saat de yaklaşarak-gelmektedir; öyleyse (onlara karşı) güzel davranışlarla
davran. (Hicr Suresi, 85)
Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir
şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara,
yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa
ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü
Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Nisa Suresi, 36)
Güzel davranışta bulunanların alacağı karşılığı
ise, Allah ayetlerde şu şekilde bildirmekte ve tüm insanlığa çok
güzel bir müjde vermektedir:
Şüphesiz iman edip salih amellerde
bulunanlar ise; Biz gerçekten en güzel davranışta bulunanın ecrini
kayba uğratmayız. (Kehf Suresi, 30)
(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz
ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda
bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva
sahiplerinin yurdu ne güzeldir. Adn cennetleri; ona girerler, onun
altından ırmaklar akar, içinde onların her diledikleri şey vardır.
İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir. (Nahl Suresi,
30-31)
İslam, iyiliği emredip, kötülüklerden
sakındırmayı emreder
İman edenler gerçek iyilik ve gerçek
kötülüğün ne olduğunu Allah'ın "doğruyu yanlıştan ayıran" bir kitap
olarak gönderdiği Kuran'dan öğrenirler. Kuran'da, doğru ve yanlış,
iyilik ve kötülük gibi kavramlar, örnekler verilerek her insanın
anlayabileceği gibi açıklanmıştır. Ayrıca müminlere, Allah'tan korkmaları
nedeniyle, iyiyi kötüden ayırt etmelerini sağlayan bir nur ve anlayış
da verilmiştir. (Enfal Suresi, 29)
Müslüman Kuran'da tarif edilen doğru ve yanlışları
çok iyi bilir ve tüm hayatında uygulamak için gayret eder. Ancak
onun üzerine yükletilen önemli bir sorumluluk daha vardır: İnsanları,
doğruları görmeye, yanlışlardan sakınmaya, Kuran ahlakını yaşamaya
davet etmek. Bu nedenle müminler bütün hayatları boyunca insanlara
iyiyle kötünün arasındaki farkı anlatırlar. Allah müminlere şöyle
emretmiştir:
Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu)
emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun.
Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-i İmran Suresi, 104)
Kuran'da ayrıca Allah'ın bu emrini yerine getiren
insanların diğer insanlar için ne kadar hayırlı kimseler olduklarına
da dikkat çekilmiştir:
 |
İslam ahlakı
yoksulu, yetimi ve ihtiyaç içinde olanı korumayı, yardımlaşmayı
ve iyilikte bulunmayı emreder. |
Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı
bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker
olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış
olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman
edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır. (Al-i İmran Suresi,
110)
Müminler, Kuran'ın iyiliği emretme hükmünü sadece
doğru ve yanlışı hiç bilmeyen ve dini hiç tanımayan insanlara değil,
aynı zamanda müminlere karşı da uygularlar. Çünkü insan sadece bilmediğinden
değil, bazen de unuttuğundan, yanıldığından ya da nefsinin telkinlerine
uyduğundan hata yapabilir. İşte bu durumda müminler birbirlerine
Kuran'ın hükümlerini hatırlatarak iyiliği emretmiş ve kötülüğü engellemiş
olurlar. Birbirlerine, dünya hayatında ancak iyilik yapanların ve
salih amellerde bulunanların cennetle müjdeleneceklerini, kötülükten
sakınmayanların ise cehennem azabıyla karşılık göreceklerini söyleyerek
uyarırlar. Bu güzel sorumluluk nedeniyle en ufak bir bıkkınlık ya
da sıkıntı duymaz, karşılarındaki insan ne kadar çok hata yaparsa
yapsın sabırla, şefkatle ve merhametle hatırlatmaya devam ederler.
Çünkü Allah pek çok ayetinde sabredenleri sevdiğini bildirerek,
müminleri Kuran ahlakını uygulamakta sabırlı olmaya davet etmiştir.
Allah ayetlerde şu şekilde bildirir:
Ey iman edenler, sabırla ve namazla
yardım dileyin. Gerçekten Allah sabredenlerle beraberdir. (Bakara
Suresi, 153)
Sabredenler ve salih amellerde bulunanlar
başka. İşte, bağışlanma ve büyük ecir bunlarındır. (Hud Suresi,
11)
İslam, kötülüğe iyilikle karşılık
vermeyi emreder
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen,
en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün
ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir
dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü
gibi Allah müminlere, kötülüğe karşı en güzel tavırla karşılık verdikleri
takdirde hayırlı bir sonuç elde edeceklerini vaat etmiştir. Hatta
karşılarındaki kişiyle aralarında düşmanlık söz konusu olsa dahi
sıcak bir dostluk oluşabileceğine dikkat çekmiştir. Kötülüğe karşı
iyilikle karşılık vermek, inananların merhamet anlayışlarının da
bir gereğidir. Karşı tarafın Allah'ın beğenmeyeceği kötü bir tavır
içerisinde olduğunu gördükleri zaman, herşeyden önce bunun o kişinin
ahireti açısından önemli olduğunu düşünerek, kibir ve gurura kapılmadan,
ona hoşgörülü ve tevazulu bir biçimde yaklaşırlar.
İman edenler hayatları boyunca çok farklı karakterde
insanla karşılaşabilirler. Ama karşılarındaki insanların tavırlarına
göre, onlar da ahlak anlayışlarını değiştirmezler. Karşı taraf alaycı
konuşabilir, çirkin sözler sarf edebilir, öfkelenebilir, kötülükte
bulunabilir ya da düşmanca tavırlar sergileyebilir. Ancak müminin
efendiliği, tevazusu, merhametli ve yumuşak başlı tavrı hiçbir zaman
değişmez. Kendisine söylenen kötü bir söze bir benzeriyle karşılık
vermez. Alay edene alayla, öfkeye öfkeyle cevap vermez. Öfkelenen
bir insana karşı sakin ve itidalli olur. Sabreder ve müsamahakar
olur. Kırıcı bir tavra karşılık, onu yaptığından utandıracak, güzel
ahlaka özendirecek bir hoşgörü ve merhamet anlayışıyla hareket eder.
Bu, Peygamberimiz (sav)'in de bizlere tavsiye ettiği bir ahlaktır.
Peygamberimiz (sav) bir hadisinde "Müsamahakar ol ki, sana da müsamahakar
davranılsın"20 şeklinde buyurmuştur. Bir diğer hadisinde de müminlere
şu şekilde seslenmiştir:
Hiçbiriniz: "Ben insanlarla beraberim. İnsanlar
iyilik yaparsa ben de yaparım, kötü davranırsa ben de kötü davranırım"
diyen şahsiyetsiz kimselerden olmasın!' Aksine insanlar iyilik yaparlarsa
iyilik yapmak, kötü davranırlarsa, haksızlık etmemek için nefsinizi
terbiye edin.
Maide Suresi'nde Peygamberimiz (sav)'e bazı İsrailoğulları'nın
ihanetlerine karşı affedici olması gerektiği şu şekilde bildirilmiştir:
... Kendilerine hatırlatılan şeyden
(yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında onlardan
sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet aldırış etme.
Şüphesiz Allah iyilik yapanları sever. (Maide Suresi, 13)
Ayette de görüldüğü gibi Allah Peygamberimiz (sav)'e,
sürekli ihanet gördüğü bir kısım İsrailoğulları'na karşı dahi bağışlayıcı
olmasını emretmiştir. Ayrıca şunu da hiç unutmamak gerekir: Karşı
tarafın kötü bir ahlak göstermesi kişinin kendisinin de kötü ahlak
göstermesine bir gerekçe değildir. Her insan Allah'a karşı yaptıklarından
tek başına sorumludur. Dahası kötü bir tavra karşı şefkat, merhamet
ve güzel ahlak gösterebilmek Kuran'a göre üstün bir ahlakın göstergesidir.
Çünkü müminin bu güzel tutumu, onun Allah'a olan bağlılığının gücünü
ve şiddetini gösterir. Bu güzel tutumunun karşılığı ise Yunus Suresi'nde
şu şekilde haber verilir:
Güzellik yapanlara daha güzeli ve
fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet,
işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus
Suresi, 26)
6.7 İslam, müminlerin her zaman bağışlayıcı olmalarını
emreder
Merhametin önemli göstergelerinden biri de kişinin
affedici ve bağışlayıcı olabilmesidir. Allah Kuran'da iman eden
kullarını "affedici ve bağışlayıcı" olmaya şöyle çağırmaktadır:
Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse,
(İslam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir. (Araf
Suresi, 199)
Bu, insanın nefsine zor gelebilen, ama Allah katında
güzel karşılığı olan bir tavırdır. İnsan yapılan bir hata karşısında
öfkeye kapılabilir ya da affetmek istemeyebilir. Ama Allah müminlere
affetmenin daha güzel olduğunu bildirmiş ve onları bu ahlaka teşvik
etmiştir:
Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri)
olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa)
artık onun ecri Allah'a aittir... (Şura Suresi, 40)
Bir başka ayette Allah "Kim sabreder ve bağışlarsa,
şüphesiz bu, azme değer işlerdendir." (Şura Suresi, 43) şeklinde
bildirerek bunun üstün bir ahlak olduğuna dikkat çekmiştir. Allah,
"Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve
Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler
ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah,
bağışlayandır, esirgeyendir." (Nur Suresi, 22) ayetiyle müminleri
bağışlayıcı olma konusunda kendi durumlarını düşünmeye de teşvik
etmiştir. Çünkü gerçekten her insan Allah'ın kendisini bağışlamasını,
esirgemesini ve rahmet etmesini ister. Yine aynı şekilde bir hata
yaptığı zaman, çevresindeki insanların kendisini mazur görmesini
ve affetmesini diler. İşte Allah müminlere bu durumu hatırlatarak
kendilerine yapılmasından hoşlandıkları bir tavrı, başkalarına da
göstermelerini emretmiştir. Bu, müminler arasında merhameti teşvik
eden önemli bir hükümdür. Peygamber Efendimiz de bir sözünde "...
Bir haksızlığı, bir zulmü affeden hiçbir adam yoktur ki, Allah onun
izzetini artırmamış olsun."22 şeklinde buyurmuş ve müminleri bağışlayıcı
olmaya teşvik etmiştir.
Müminler her insanın hata yapabileceğini bildikleri
için, karşı tarafa hoşgörü ile yaklaşırlar. Zira Kuran'da yer alan
tevbe ile ilgili ayetlerde önemli olanın hata yapmak değil, hatayı
fark eder etmez bir daha tekrar etmeme gayretiyle vazgeçmek olduğu
bildirilmektedir. Bu ayetlerden biri şöyledir:
Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı
tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik
tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul
eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. (Nisa Suresi,
17)
Kişinin samimiyetini ifade eden bu şartlar oluştuğu
sürece müminler de birbirlerine karşı son derece bağışlayıcı ve
merhametli bir tavır gösterirler. Eğer hata yapan bir kişi yaptığından
samimi olarak vazgeçmişse, o kimseyi geçmişte yaptıklarından dolayı
yargılayamazlar. Ayrıca müminler kendileri tamamen haklı oldukları
ve karşı tarafın tümüyle haksız olduğu bir durumda bile hiç tereddütsüz
affedebilirler. Çünkü Allah bunun güzel bir ahlak özelliği olduğunu
bildirerek müminlere tavsiye etmiştir:
Onlar, bollukta da, darlıkta da infak
edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama
ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran
Suresi, 134)
Müminler affetme konusunda hataları büyük ya da
küçük diyerek ayırmaz ve hataya göre farklı bir affedicilik anlayışı
geliştirmezler. Hatayı yapan kişi istemeden büyük bir can ya da
mal kaybına neden olmuş ve bu da karşı tarafın menfaatlerine büyük
ölçüde zarar vermiş olabilir. Ancak meydana gelen her olayın Allah'ın
izni ile ve bir kader dahilinde geliştiğini bilen müminler, bu tür
bir olayı tevekkülle karşılar ve şahsi bir kızgınlık duymazlar.
Yine bu kişi cehalet sonucu Kuran'ın bir hükmüne
karşı gelmiş ve Allah'ın koyduğu sınırları aşmış olabilir. Ancak
bu tavırlarından dolayı kişiyi yargılayacak olan yalnızca Allah'tır.
Bu nedenle herhangi bir konuda bir insanı yargılamak ya da affetmemek
müminlerin sorumluluğunda değildir. Kişinin samimi olarak tevbe
edip bu tavrından pişman olması durumunda alacağı karşılık sadece
Allah katındadır. Nitekim Allah pek çok ayetiyle "Allah'a ortak
koşma" dışında müminlerin samimiyetle vazgeçtikleri hatalarını affedebileceğini
bildirmiştir. Müminler bunu bilemeyecekleri için onlar ancak Allah'ın
bildirdiği şekilde affeder ve eğer bu konuda Kuran'da bildirilen
bir açıklama varsa, hata yapan kişiye bu doğrultuda davranırlar.
İslam, İnsanlara Yumuşak Huylu
Olmalarını Emreder
Allah iman edenlere karşı sonsuz merhamet sahibi
olandır, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir, yumuşak olandır. O, kainattaki
tüm nimetleri insanın emrine veren, onları doğru yola ileten elçilerle
destekleyen, birer hidayet rehberi olan vahiyleriyle salih birer
kul olmaya yönelten, Rahman ve Rahim olandır. Rabbimiz, Halim (çok
yumuşak olan), Adl (sonsuz adalet sahibi olan), Afüvv (affı çok
olan), Asim (koruyan), Berr (kullarına karşı iyiliği çok olan),
Gaffar (bağışlaması çok olan), Hafiz (koruyan ve gözeten), Kerim
(ikramı bol ve cömert olan), Latif (lütuf sahibi), Muhsin (sonsuz
ihsan sahibi olan), Rauf (pek esirgeyen, çok acıyan), Selam (her
türlü tehlikeden kullarını emniyete çıkaran), Tevvab (tevbeleri
kabul eden) ve Vehhab (bağışı çok olan, karşılıksız armağan eden)
olandır.
İman edenler, Rabbimizin üzerlerindeki korumasının,
sonsuz fazl ve ihsanının farkındadırlar. Bu nedenle de Allah'ın
razı olacağı, sonsuz cennetine ve rahmetine layık bir kul olmak
için ciddi çaba gösterirler. İman edenlerin en belirgin özelliklerinden
biri -önceki sayfalarda da vurguladığımız gibi- sevgi dolu ve merhametli
olmalarıdır. Müslüman aynı zamanda çok yumuşak huylu olan ve insanlara
karşı hep güzel bir tutum içerisinde olan kimsedir. Allah Peygamberimiz
(sav)'in bu yumuşak huylu tavrını iman edenlere örnek vermiştir:
Allah'tan bir rahmet dolayısıyla,
onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar
çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için
bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen
artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.
(Ali İmran Suresi, 159)
Ayette Peygamberimiz (sav)'in yumuşak huylu ahlakının
insanlar üzerinde çok olumlu bir etki meydana getirdiği ve insanların
ona daha da bağlanmalarına vesile olduğu haber verilmektedir. Kuran'da
diğer peygamberlerin sevgi dolu ve yumuşak huylu ahlakları da insanlara
örnek olarak verilmiştir. Bu peygamberlerden biri Medyen halkına
elçi olarak gönderilen Hz. Şuayb'dır. Ayette kavminin Hz. Şuayb
için "… sen gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın."
(Hud Suresi, 87) şeklinde söyledikleri haber verilmektedir. Hz.
İbrahim de üstün ahlakıyla tüm insanlar için örnektir. Allah Kuran'da
Hz. İbrahim'in duygulu, yumuşak huylu ve sevgi dolu olduğunu bildirir.
Ayetler şu şekildedir:
İbrahim'in babası için bağışlanma
dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine,
onun gerçekten Allah'a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı.
Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu. (Tevbe Suresi, 114)
Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu
ve gönülden (Allah'a) yönelen biriydi. (Hud Suresi, 75)
Allah iman edenlere hep güzel davranışlarda bulunmalarını,
güzel söz söylemelerini ve insanlara iyilikte bulunmalarını emretmiştir.
Allah'ın elçileri de insanlara Allah'ın emrettiği şekilde davranmış
ve güzel ahlaklarından asla taviz vermemişlerdir. Örneğin dönemin
en azgın ve en zalim yöneticisi olan Firavun'a giden Hz. Musa'ya
Allah şu şekilde seslenmiştir:
"Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin
ve Beni zikretmede gevşek davranmayın. İkiniz Firavun'a gidin, çünkü
o, azmış bulunuyor. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür
veya içi titrer-korkar." (Taha Suresi, 42-44)
Yukarıdaki ayetler tüm insanlar için çok önemli
hatırlatmalar içermektedir. Her insan Allah'ın Kuran'da bildirdiği
bu güzel ahlakı eksiksiz bir şekilde yaşamakla, peygamberlerin ahlakını
kendine örnek almakla yükümlüdür. Kuran'da Allah'ın yarattığı tüm
varlıklara karşı çok büyük bir muhabbet duyan, sevgisini en güzel
şekilde ifade eden, her zaman uzlaşmadan ve hoşgörüden yana olan,
en zor durumda dahi güzel sözden asla vazgeçmeyen, isteyerek ve
zevk alarak fedakarlıkta bulunan, insanlar için hep güzellik ve
iyilik isteyen, şahsi menfaatlerini her zaman geri plana atan, kendi
için istemediğini başkası için de istemeyen, ihtiyaç içinde olanın
hemen yardımına koşan, zulme kesinlikle rıza göstermeyen bir insan
modeli insanlara sunulmaktadır. Bu ise, hiç şüphesiz tüm insanların
özlemini duydukları ve ihtiyacını hissettikleri bir modeldir.
İslam, inanç özgürlüğünü savunur
İslam inanç konusunda insanlara kesin ve açık bir
dille, tam hürriyet tanır. İslam'ın vahyedildiği dönemden günümüze
kadar geçerli olan bu anlayış, İslam ahlakının da temelini oluşturur.
Bu konudaki ayetler çok açıktır.
Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz,
doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu
tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır;
bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi,
256)
İslam ahlakına göre insan istediği inancı seçmekte
özgürdür ve hiç kimse bir diğerini inanç konusunda zorlayamaz. Müslüman
İslam olmasını talep ettiği kişiye sadece tebliğ yapmakla, Allah'ın
varlığını, Kuran'ın Allah'ın hak kitabı olduğunu, Hz. Muhammed (sav)'in
O'nun elçisi olduğunu, ahiretin ve hesap gününün varlığını, İslam
ahlakının güzelliklerini anlatmakla yükümlüdür. Ama bu yükümlülüğü
sadece dini anlatma ile sınırlıdır. Allah Peygamberimiz (sav)'in
de sadece bir tebliğci olduğunu Nahl Suresi'nde şu şekilde bildirir:
Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel
öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz
senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.
(Nahl Suresi, 125)
 |
İslam
ahlakına göre insan istediği inancı seçmekte özgürdür |
Bir diğer ayette ise "... Hak
Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin...'
(Kehf Suresi, 29) şeklinde buyurulmakta ve Rabbimiz Peygamberimiz
(sav)'e "Onlar mü'min olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin
(öyle mi?)' (Şuara Suresi, 3) şeklinde seslenmektedir. Kaf Suresi'nde
ise Allah Peygambere şu hatırlatmada bulunmaktadır:
Biz onların neler söylediklerini daha
iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde,
Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver. (Kaf Suresi,
45)
Kendisine Allah'ın, katından bir hidayet olarak
indirdiği İslam dini anlatıldığı zaman kişi kendi isteğiyle iman
eder, hiçbir baskı ya da zorlama altında kalmadan karar verir. İnsan
doğruyu ya da yanlışı seçmekte özgürdür. Eğer yanlış seçimi yaparsa
ahirette bunun karşılığını alacaktır. Kuran ayetlerinde bu konuyla
ilgili çok açık emirler ve hatırlatmalar bulunmaktadır:
Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin
tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar
insanları sen mi zorlayacaksın? (Yunus Suresi, 99)
Örneğin bir müminin tebliği karşısında bir kişi
derhal iman ederken, diğer bir kişi inkar ederek alaycı ve saldırgan
tavırlarla karşılık verebilir. Başka bir kişi vicdanını kullanıp,
hayatını Allah'ın razı olacağı şekilde geçirmeye karar verirken,
diğer kişi ise inkarcılardan olup, güzel söze kötülükle karşılık
verebilir. Ancak bu inkar, daveti yapan kimseyi hiçbir şekilde umutsuzluğa
ya da üzüntüye düşürmez. Allah Yusuf Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:
Sen şiddetle arzu etsen bile, insanların
çoğu iman edecek değildir. Oysaki sen buna karşı onlardan bir ücret
de istemiyorsun. O, alemler için yalnızca bir 'öğüt ve hatırlatmadır.'
(Yusuf Suresi, 103-104)
Burada önemli olan Kuran'a uymaya davet eden kişinin,
karşılaştığı tepkiler ne olursa olsun her zaman için Allah'ın razı
olacağı ahlakı göstermesi, güzel ahlakından kesinlikle taviz vermemesi,
tevekküllü davranmasıdır. Nitekim Allah 'İçlerinde zulmedenleri
hariç olmak üzere, Kitap Ehli'yle en güzel olan bir tarzın dışında
mücadele etmeyin. Ve deyin ki: "Bize ve size
indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir
ve biz O'na teslim olmuşuz." (Ankebut Suresi, 46) ayetiyle
dinin nasıl anlatılacağını da bizlere bildirmiştir: "En güzel tarzda."
Şunu hiç unutmamak gerekir ki, yeryüzündeki küçük
büyük her olay Allah'ın yarattığı kader doğrultusunda gelişmektedir.
Ve iman etmeye davet edilen bir kişiye hidayeti veren de Allah'tır.
Bu nedenle müminler, inkarcıların davranışları ile ilgili olarak
hiçbir sıkıntı duymazlar. Kuran'da bu konuyla ilgili pek çok örnek
verilmiştir. Allah "Şimdi onlar bu söze (Kur'an'a)
inanmayacak olurlarsa sen, onların peşi sıra esef ederek, kendini
kahredeceksin (öyle mi)?" (Kehf Suresi, 6) ayetiyle Peygamberimiz
(sav)'e Kuran'a davet ettiği insanların iman etmemelerinin onda
bir sıkıntı oluşturmaması gerektiğini bildirmiştir. Bir başka ayette
ise; "Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin,
ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları
daha iyi bilendir." (Kasas Suresi, 56) şeklinde bildirilmiştir.
Dolayısıyla bir insanın yaptığı davet, söylediği güzel sözler, anlattığı
her ayrıntı ancak Allah'ın dilemesiyle karşıdaki kişi üzerinde etki
eder.
İman eden kişinin tek sorumluluğu Kuran'a davet
etmektir. İnkarcıların inkarda diretmelerinden ve bu yaptıkları
nedeniyle cehennem azabını hak etmelerinden yana hiçbir yükümlülüğü
yoktur. Rabbimiz "Şüphesiz Biz seni bir müjdeci
ve bir uyarıcı olarak, hak (Kur'an) ile gönderdik. Sen cehennemin
halkından sorumlu tutulmayacaksın." (Bakara Suresi, 119)
ayetiyle bu gerçeği Peygamber Efendimize de bildirmiştir.
Allah insana akıl ve vicdan vermiştir. Elçileri
ve elçilerine vahyettiği kutsal kitaplarıyla hak yolunu göstermiştir.
Bu nedenle de insan kendi seçimlerinden sorumludur. İslam ahlakı
ancak samimi kararla, Allah'a teslimiyetle ve her zaman doğruları
emreden vicdanın sesini dinleyerek yaşanabilir. Bir kişiyi ibadet
etmeye zorlamak İslam ahlakına tamamen aykırıdır. Çünkü önemli olan
kişinin kalben Allah'a teslim olması, samimi olarak iman etmesidir.
Eğer bir sistem insanları inanca ve ibadete zorlayacak olursa, bu
durumda insanlar o sistemden korktukları için dindar olurlar. Din
açısından makbul olan ise, vicdanların tamamen serbest bırakıldığı
bir ortamda Allah rızası için dinin yaşanmasıdır. Allah Ğaşiye Suresi'nde
Peygamberimiz (sav)'e şu şekilde buyurmaktadır:
Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen,
yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı'
kullanacak değilsin. Ancak kim yüz çevirir ve inkar ederse Allah,
onu en büyük azab ile azablandırır. Şüphesiz onların dönüşleri Bizedir.
Sonra onları hesaba çekmek de elbette Bize aittir. (Ğaşiye Suresi,
21-26)
İslam dini, yukarıda da üzerinde durduğumuz gibi,
insanları dini inançlarını seçmede özgür bırakırken, onların diğer
dinlere saygılı olmalarını emreder. Bir insan Kuran'da batıl olarak
tarif edilen bir inanca sahip olsa dahi, İslam topraklarında huzur
ve barış içinde yaşayabilir, ibadetlerini özgürce yapabilir. Allah
Peygamberimiz (sav)'e inkar edenlere şu şekilde söylemesini emretmiştir:
Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim
taptığıma siz tapacak değilsiniz. Ben de sizin taptıklarınıza tapacak
değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz
size, benim dinim bana. (Kafirun Suresi, 2-6)
İslam ahlakına göre her insan kendi inançlarına
göre ibadetlerini özgürce yerine getirebilir. Hiç kimse bir diğerini
kendi dininin ibadetlerini yerine getirmekten alıkoyamaz. Ya da
bir insanı istediği şekilde ibadet etmeye zorlayamaz. Bu İslam ahlakına
aykırıdır ve Allah'ın razı olmadığı bir davranış biçimidir. İslam
tarihini incelediğimizde herkesin özgürce ibadet edebildiği, inançlarının
gereklerini yerine getirebildiği bir toplum modeli görülür. Kuran'da
Ehl-i Kitab'ın ibadet yerleri olan manastır, kilise ve havralardan
da Allah'ın koruduğu ibadet mekanları olarak söz edilir:
... Eğer Allah'ın, insanların kimini
kimiyle defetmesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve
içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır
giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım
eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır. (Hac Suresi,
40)
Peygamberimiz (sav)'in hayatı da bu gibi örneklerle
doludur. Hatta Peygamberimiz (sav) kendisiyle görüşmeye gelen Hıristiyanların
kendi mescidinde ibadet etmelerini söylemiş ve bu iş için mescidi
onların kullanımına bırakmıştır.23 Peygamberimiz (sav)'den sonraki
halifeler devrinde de bu hoşgörülü anlayış korunmuştur. Şam fethedildiği
zaman, camiye çevrilen bir kilise ikiye bölünmüş, bir yarısında
Hıristiyanlar, öbür yarısında Müslümanlar ibadet etmişlerdir.24
İslam, zulme rıza gösterilmemesini
emreder
Müminler şahit oldukları, duydukları, hatta dolaylı
yoldan haberdar oldukları hiçbir zulme karşı duyarsız kalmazlar.
Kuran ahlakından kaynaklanan merhametleri onları, her türlü zorbalığa,
kötülüğe ve zulme karşı tavır almaya, mazlumların hakkını korumaya
ve onlar için fikri mücadele etmeye yöneltir. Karşılarında en yakın
dostları da olsa, hiç tanımadıkları ve hiçbir menfaatlerinin olmadığı
yabancı biri de olsa, yapılan zulmü engelleme konusunda kararlı
davranırlar. Bu durumun Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak ve Kuran
ahlakını uygulamak için değerli bir fırsat olduğunu düşünürler.
Müminin vicdanı çok duyarlı olduğu için merhamet anlayışı en küçük
bir haksızlığa ya da zulme göz yummasına kesinlikle izin vermez.
En başta kendisi kimseye karşı zulmedici, haksızlık edici bir tavır
göstermeyerek bu ahlakın öncüsü olur. Başkalarında şahit olduğunda
ise bu durumu ortadan kaldırmak için elinden gelen en son noktaya
kadar çaba sarf etmedikçe vicdanı rahat etmez. Çünkü gerçek merhamette
zulmü görmezlikten gelme, unutma ya da ona aldırış etmeme gibi bir
durum söz konusu olmaz.

İslam ahlakının yaşandığı bir toplumda ise barış, hoşgörü,
uzlaşma, affedicilik, sevgi, şefkat, yardımlaşma, fedakarlık
ve neşe hakimdir.
|
Cahiliye insanları ise zulüm kapılarına gelene
kadar harekete geçmezler. "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın"
atasözü bu yaklaşımı en güzel şekilde vurgulamaktadır. Bu onların
yapılan iyiliklerin ve gösterilen güzel ahlakın ahirette karşılarına
çıkacağını unutmalarından veya bunu inkar etmelerinden kaynaklanır.
Mümin ise bu durumun bilincindedir; bu nedenle de tanımadığı bir
insana bile merhametle yaklaşıp onu zulümden kurtarmaya çalışır.
Kimse destek olmasa bile tek başına, tüm imkanlarını seferber ederek
kötülüğü engellemeye çalışır. Aksi şekilde davranan insanlar çoğunlukta
da olsalar, onların vicdansızlıkları ve umursuzlukları inananları
gevşekliğe sürüklemez. Müslümanlar, ahirette her şahit oldukları
olayda haktan yana nasıl bir çaba harcadıklarından sorguya çekileceklerini
ve bu zulmü engellemek için ne yaptıklarının kendilerine sorulacağını
bilirler. Dünyada pek çok insanın yaptığı gibi "görmedim, duymadım
ya da fark etmedim" diyerek sorumluluktan kaçamayacaklarını, sadece
vicdanlı davrananın kazançlı olacağını unutmazlar. Çünkü insan tek
başına imtihan olmaktadır ve "... o Bize, 'yapayalnız tek başına'
gelecektir" (Meryem Suresi, 80) ayetinde de belirtildiği gibi, tek
başına Allah'ın huzuruna gidip, dünyada yaptıklarının hesabını verecektir.
İyi ve güzel davranışlarla bulunup, her türlü zulmün karşısında
yer alanlar ve kötülüklere karşı Allah yolunda güzel bir mücadele
gösterenler, amellerinin karşılığında Allah'tan güzel bir ecir umabileceklerdir.
Allah bir ayetinde bu konudan şöyle bahsetmektedir:
Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte
bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi katında
ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.
(Bakara Suresi, 112)
|