ORTAK MÜCADELE
Darwin'in Irkçılığı ve Sömürgecilik
Darwin'in yakın arkadaşı olan Prof. Adam Sedgwick,
evrim teorisinin gelecekte sebep olabileceği tehlikeleri görebilen
kişilerden biriydi. Türlerin Kökeni'ni okuduğunda, "Bu kitap toplum
tarafından genel bir kabul gördüğü takdirde dünyada daha önce hiç
görülmemiş şekilde insan ırklarında bir soykırım yaşanacaktır" demişti.7
Gerçekten de zaman, Sedgwick'in endişelenmekte haklı olduğunu gösterdi.
20. yüzyıl, insanların sırf ırkları veya etnik kökenleri nedeniyle
soykırımlara uğratıldığı kara bir çağ olarak tarihe geçti.
Elbette etnik ayrımcılık ve buna dayalı olarak
yapılan kırımlar, Darwin'den çok önce de insanlık tarihinde vardı.
Ancak Darwinizm bu ayrımcılığa sahte bir bilimsel saygınlık ve sahte
bir haklılık kazandırdı.
"Kayırılmış Irkların Korunması…"
Günümüzdeki Darwinistlerin çoğu, aslında Darwin'in
ırkçı olmadığını, ancak ırkçıların kendi görüşlerini desteklemek
amacıyla Darwin'in fikirlerini taraflı olarak yorumladıklarını iddia
ederler. Türlerin Kökeni kitabının alt başlığında yer alan "Kayırılmış
Irkların Korunması Yoluyla" ifadesinin ise sadece hayvanlar için
kullanıldığını iddia ederler. Ancak bu iddiaların sahiplerinin gözardı
ettikleri şey, Darwin'in İnsanın Türeyişi isimli kitabında, insan
ırkları için söyledikleridir.
Darwin'in bu kitapta ortaya koyduğu görüşlere göre,
insan ırkları evrimin farklı basamaklarını temsil ediyordu ve bazı
insan ırkları, diğer insanlara göre daha çok evrimleşmiş ve ilerlemişlerdi.
Bazıları ise, neredeyse hala maymunlarla aynı düzeydeydi.
Darwin, "yaşam mücadelesi"nin insan ırkları arasında
da geçerli olduğunu öne sürmüştü. "Kayırılmış ırklar" bu mücadelede
üstün geliyorlardı. Darwin'e göre kayırılmış ırklar, Avrupalı beyazlardı.
Asyalı ya da Afrikalı ırklar ise, yaşam mücadelesinde geri kalmışlardı.
Darwin daha da ileri giderek, bu ırkların dünya üzerindeki "yaşam
mücadelesi"ni yakın zamanda tamamen kaybederek yok olacaklarını
ileri sürmüştü:
Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte,
medeni insan ırkları, vahşi ırkları tamamen yeryüzünden silecekler
ve onların yerine geçecekler. Öte yandan insansı maymunlar da… kuşkusuz
elimine edilecekler. Böylece insan ile en yakın akrabaları arasındaki
boşluk daha da genişleyecek. Bu sayede ortada şu anki Avrupalı ırklardan
bile daha medeni olan ırklar ve şu anki zencilerden, Avustralya
yerlilerinden ve gorillerden bile daha geride olan babun türü maymunlar
kalacaktır. (Charles Darwin, The Descent of Man, 2. baskı, New York,
A L. Burt Co., 1874, s. 178)
Darwin, yine İnsanın Türeyişi isimli kitabının
başka bir bölümünde aşağı ırkların yok olmaları gerektiğini ve gelişmiş
insanların onları yaşatmak ve korumak için çalışmalarının gereksiz
olduğunu iddia etmiş ve bu durumu damızlık hayvan yetiştiricileri
ile karşılaştırmıştı:
Yabanıl insanların vücutça ve kafaca zayıf olanları
eleniverir; ve sağ kalanlar, çoğunlukla, gerçekten sağlıklı kimselerdir.
Öte yandan biz uygar insanlar, elenme sürecini engellemek için elimizden
geleni yaparız; geri zekalılar, sakatlar ve hastalar için bakımevleri
kurarız; yoksulları koruma yasaları çıkarırız; tıp uzmanlarımız,
her hastayı yaşatmak için en son ana dek bütün ustalıklarını gösterir…
Böylece uygarlaşmış toplumların zayıf bireyleri kendi soylarını
sürdürmektedir. Evcil hayvan yetiştiriciliği yapmış hiç kimse bunun
insan ırkına büyük bir zarar vereceğinden kuşku duymaz. (Charles
Darwin, İnsanın Türeyişi, s. 171)
Görüldüğü gibi Darwin İnsanın Türeyişi isimli kitabında,
Avustralya yerlilerini ve zencileri gorillerle aynı seviyede görmüş
ve bu ırkların yok olacaklarını ileri sürmüştü. Diğer "aşağı" gördüğü
ırkların ise çoğalmalarının engellenmesi ve böylece bu ırkların
yokedilmeleri gerektiğini savunmuştu. İşte günümüzde halen kalıntılarına
rastladığımız ırkçı ve ayrımcı uygulamalar, Darwin tarafından bu
şekilde onaylanmış ve meşrulaştırılmıştır.
Darwin'in bu ırkçı fikirlerine göre "medeni insana"
düşen görev ise, ileride detaylarını göreceğimiz gibi, bu evrimsel
süreci biraz daha hızlandırmaktı. Bu durumda zaten yok olacak olan
geri kalmış ırkların şimdiden yok edilmelerinin "bilimsel" açıdan
hiçbir sakıncası kalmamıştı!
Darwin'in ırkçı yönü, birçok yazısında ve tespitlerinde
de etkisini göstermiştir. Örneğin, 1871'de çıktığı uzun gezide gördüğü
Tierre del Fuegolu yerlileri tanımlarken de ırkçı ön yargılarını
açıkça ortaya koymuştur. Yerlileri, "çırılçıplak, boyalara batmış,
yabanıl hayvanlar gibi ne yakalayabilirse yiyen, yönetimsiz, kendi
kabileleri dışındakilere karşı acımasız, düşmanlarına işkenceden
zevk alan, kanlı kurbanlar sunan, çocuklarını öldüren, karılarına
köle gibi davranan, ağır batıl inançlarla dolu" canlılar olarak
tasvir etmişti. Oysa aynı bölgeyi, ondan on yıl önce gezen W.P.
Snow isimli araştırmacı, aynı yerlileri "güzel, güçlü, çocuklarına
düşkün, bazı özgün el sanatlarına sahip, bazı eşyalarda özel mülkiyeti
tanıyan, en yaşlı birkaç kadının otoritesini kabul etmiş" insanlar
olarak anlatmıştı. (J.H.M. Beattie, R. Godfrey Lienhardt, Studies
in Social Anthropology: Essays in Memory of E.E. Evans Pitchard,
Oxford: Clarendon Press, 1975, s.10-11)
Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi Darwin tam bir
ırkçıydı. Nitekim What Darwin Really Said kitabının yazarı Benjamin
Farrington'ın ifadesiyle de, Darwin İnsanın Türeyişi kitabında "insan
ırkları arası eşitsizliğin apaçıklığı" hakkında birçok yorum yapmıştır.
(Benjamin Farrington, What Darwin Really Said, London: Sphere Books,
1971, ss. 54-56)
Ayrıca Darwin'in teorisinin Allah'ın varlığını
inkar ediyor olması, insanın Allah'ın yarattığı bir varlık olduğu
ve her insanın birbirbiriyle eşit olarak yaratıldığı gerçeğinin
de gözardı edilmesine neden oldu. Bu da ırkçılığın yükselişini ve
dünyada kabul görmesini hızlandıran etkenlerden biriydi. Amerikalı
bilimadamı James Ferguson, yaratılışın reddedilmesinin ırkçılığın
yükselişi ile doğrudan bağlantılı olduğunu şöyle açıklar:
19. yüzyıl Avrupası'nda gelişen yeni antropoloji,
insanın kökeni hakkındaki iki zıt düşünce ekolünün savaş alanı haline
geldi. Bunların daha eski ve köklü olanı, "tek kökenlilik"ti. Bu
görüş, tüm insanoğlunun renk ve özellik farkı olmadan, doğrudan
Adem'in soyundan geldiği ve Tanrı'nın tek bir fiili ile yaratıldığı
inancına dayanıyordu. Ancak bu dönemde "çok kökenlilik" olarak bilinen
ve dini inanca karşı koyuştan doğan rakip bir teori (evrim teorisi)
gelişti. Çok kökenlilik, farklı insan ırklarının farklı kökenleri
olduğunu savunuyordu. (James Ferguson, The Laboratory of Racism,
New Scientist, vol. 103, 27 Eylül 1984, s. 18)
Hintli antropolog Lalita Vidyarthi ise Darwin'in
evrim teorisinin, ırkçılığı sosyal bilimlere nasıl kabul ettirdiğini
şöyle açıklar:
Darwin'in ortaya attığı 'en güçlülerin hayatta
kalması' düşüncesi, insanoğlunun kültürel bir evrim sürecinden geçtiğine
ve en üst kademenin Beyaz Adam'ın medeniyeti olduğuna inanan sosyal
bilimciler tarafından coşkuyla karşılandı. Bunun bir sonucu olarak,
19. yüzyılın ikinci yarısındaki Batılı bilimadamlarının çok büyük
bir kısmı ırkçılığı şiddetle benimsediler. (Lalita Prasad Vidyarthi,
Racism, Science and Pseudo-Science, Unesco, France, Vendôme, 1983.
s. 54)
Darwin'den sonra gelen Darwinistler ise, onun ırkçı
görüşlerini ispatlama çabası içine girdiler. Bu uğurda birçok bilimsel
çarpıtma ve sahtekarlık yapmaktan ise çekinmediler. Çünkü bunu ispatladıkları
takdirde, kendi üstünlüklerini ve diğer ırkları ezme, sömürme ve
hatta gerektiğinde yok etme "haklarını" bilimsel olarak ispatlamış
olacaklarını düşünüyorlardı.
Stephen Jay Gould da The Mismeasure of Man isimli
kitabının 3. bölümünde, bazı antropologların, beyaz ırkın üstünlüğünü
kanıtlamak için verileri çarpıttıklarını belirtmektedir. Gould'un
belirttiğine göre, en çok başvurdukları yöntem, buldukları kafatası
fosillerinin beyin hacimleri konusunda çarpıtmalar yapmalarıdır.
Gould kitabında birçok antropoloğun, doğru bir ölçü olmamasına rağmen,
beyin hacmini zeka ile ilintili gösterdiklerini ve buna bağlı olarak,
özellikle Kafkasyalılar'ın beyin hacimlerini abarttıklarını ve zencilerle
kızılderililerin kafataslarını olduklarından daha küçük gösterdiklerini
anlatmaktadır. (Rebekah E. Sutherland, Social Darwinism, http://www.rebsutherland.com/SocialDarwinism.htm)
Gould, Ever Since Darwin isimli kitabında ise,
Darwinistler'in, bazı ırkları aşağı bir tür olarak göstermek için
giriştikleri akıl almaz iddiaları şöyle açıklar:
Haeckel (Alman Darwinist) ve çalışma arkadaşları
da, Kuzey Avrupalı beyazların ırksal üstünlüğünü göstermek için
rekapitülasyon teorisini (yinelemeli oluşum teorisi) kullandı. İnsan
anatomisi ve davranışına ilişkin bulguları tarayarak, beyinlerden
göbek deliklerine kadar bulabildikleri herşeyi kullandılar. Herbert
Spencer şöyle yazdı: 'İlkellerin zihinsel özellikleri(…) uygarların
çocuklarında görülen özelliklerdir.' Carl Vogt 1864'te aynı şeyi
daha güçlü bir şekilde ifade etti: 'Büyümüş zenci, zihinsel yetiler
yönünden çocuğun doğasını paylaşır. (…) Bazı kabileler kendilerine
özgü organizasyonlara sahip devletler kurmuşlardır. Ama geri kalanlara
bakarak, bu ırkın geçmişte ya da günümüzde, insanlığın ilerleyişine
hizmet etmiş ya da korunmaya değecek hiçbir şey yapmadığını çekinmeden
söyleyebiliriz.' Fransız tıbbi anatomi bilgini Etienne Serres gayet
ciddi bir şekilde, siyah erkeklerin ilkel olduğunu çünkü göbek deliklerinin
seviyesinin düşük olduğunu ileri sürmüştü. (Stephen Jay Gould, Ever
Since Darwin, W. W. Norton & Company, New York 1992, s. 217)
Darwin'in çağdaşı evrimci Havelock Ellis de 1894'de
"Birçok Afrikalı ırkta çocuklar, Avrupalı çocuklara göre belki biraz
daha az zekidir. Ama Afrikalı büyüdükçe aptallaşır ve bütün toplumsal
yaşamı dar görüşlü bir rutine dönüşür; oysa Avrupalı, canlılığını
korur." (Stephen Jay Gould, Ever Since Darwin, s. 218) diyerek,
üstün ve aşağı ırk ayrımını sözde "bilimsel" bir açıklamayla desteklemişti.
Fransız Darwinist antropolog Vacher de Lapouge
ise, Race et Milin Social Essais d'Anthroposociologie (Paris 1909)
adlı yapıtında beyaz olmayan sınıfların, uygar yaşama uyum sağlayamamış
vahşilerin çocukları ya da kanı bozulmuş sınıfların soysuz temsilcileri
oldukları görüşünü ortaya attı. Paris'in aşağı ve yukarı sınıflarının
mezarlıklarındaki kafataslarını ölçerek sonuçlar çıkardı. Bu sonuçlara
göre; insanlar kafataslarına göre zengin, kendilerine güvenli, özgürlük
eğilimli iken, diğer kısmı tutucu, azla yetinen, iyi uşak niteliği
taşıyan kimseler oluyorlardı; sınıflar toplumsal ayıklanmanın ürünleriydi;
toplumun yüksek sınıfları yüksek ırklarla çakışıyordu; zenginlik
derecesi ile kafatası endeksi orantılı gidiyordu. Lapogue en sonunda
bir kehanette bulundu: "Benim görüşüm odur ki, önümüzdeki yıllarda
insanlar birbirlerini kafatasları yuvarlak ya da sivridir diye boğazlayacaklar"
dedi ve bu kehaneti kitabın ilerleyen sayfalarında detaylarıyla
göreceğimiz gibi doğru çıktı ve 20. yüzyıl ırkçılık nedeniyle yapılan
katliamlara tanık oldu!…
Yalnız antropologlar değil, entomolojistler (böcek
bilimcileri) dahi Darwinizm'in körüklediği ırkçılık kervanına akıl
almaz iddialarla katıldılar. Örneğin, 1861 yılında, bir İngiliz
entomolojisti dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan insanların bedenlerinden
bit toplatıp bunları inceledikten sonra renklerinin ve büyüklüklerinin
farklı oldukları, bir ırkın bitinin bir başka ırkın bedeninde yaşayamayacağı
gibi bugünün bilim düzeyinden bakıldığında tek kelimeyle safsata
olan bir sonuca ulaşmıştı.17 Bilimadamı sıfatlı kişiler bile böyle
açıklamalar yaptıktan sonra, bazı dogmatik ırkçıların "zencilerin
bitleri dahi zenci" gibi akıl ve mantık dışı, hiçbir anlamı olmayan
sloganlar kullanmaları pek yadırganmadı.
Özetle, Darwin'in teorisinin ırkçı yönü 19. yüzyılın
ikinci yarısında kendine çok elverişli bir zemin buldu. Çünkü o
dönemde Avrupalı "beyaz adam", tam da böyle bir teorinin kendi suçlarını
meşrulaştırmasını bekliyordu.
|