Sağduyulu Yahudilerin İsrail'in Şiddet Politikalarına
Tepkileri
Bugün Filistin'de yaşananlar Siyonist ideolojiyi
benimsemiş liderlerin, bu ideoloji doğrultusunda yaptıkları uygulamalardan
başka bir şey değildir. Okul bahçesinde oynayan çocukların üzerine
füze yağdıran, bahçelerinde ürün toplayan kadınları kurşun yağmuruna
tutan, işkence, şiddet ve çatışmayı Filistin'de günlük hayatın bir
parçası haline getiren güç, Siyonist ideolojidir...
Bununla birlikte günümüzde dünya genelinde pek
çok düşünür, siyaset ve tarih bilimci de Siyonist ideolojinin karşısında
yer almaktadır. Siyonizme ve İsrail Devleti'nin Siyonist uygulamalarına
yönelik eleştirileri ile tanınan bu düşünürler ve yazarlar arasında
pek çok Hıristiyan gibi, Yahudi dinine mensup ve İsrail üniversitelerinde
görev yapan akademisyenler de bulunmaktadır. Kudüslü bir Hıristiyan
aileye mensup olan Edward Said, İsrail'in Filistin halkına karşı
uyguladığı şiddeti eleştiren ve bölgeye barışın getirilmesinin ancak
İsrail'in Siyonist ideolojiden vazgeçmesi ile mümkün olabileceğini
savunan ünlü Ortadoğu uzmanlarındandı. Kendisi de bir Yahudi olan
Noam Chomsky ise yazılarının ve kitaplarının büyük çoğunluğunda
Siyonizmi ve Siyonizme destek veren ülkelerin politikalarını eleştirmektedir.
İsrail Terörüne Sağduyulu
İsrailliler de Karşı
Kendilerine 'yeni tarihçiler' adını veren bir
grup Yahudi akademisyen ise, 80'li yılların başından bu yana İsrail
devlet politikasının üzerine kurulu olduğu sözde 'kutsal yalanları'
dile getirmekte ve bu yalanlarla ilgili gerçekleri açıklamaktadır.
Benny Morris, Ilan Pappe, Avi Shlaim, Tom Segev, Baruch Kimmerling,
Simha Flappan ve Joel Miqdal gibi akademisyenlerin oluşturduğu bu
grup, Siyonist düşünceye sahip Yahudilerden de tepki görmektedir.
Arapların Yahudilerden aşağı bir ırk oldukları, İsrail'in düşmanlarla
çevrili bir bölgede ayakta kalmaya çalışan küçük bir ülke olduğu,
Filistinlilerin İsrail’i yok etmek isteyen teröristler olduğu ve
bu gözü dönmüş teröristlerin her türlü müdaheleyi hak ettikleri
gibi sözde 'kutsal yalanlar', bu kişilerin yıllardır eleştirdikleri
konulardır. Örneğin yeni tarihçilerin en önemli isimlerinden Tom
Segev "Bizim gerçek bir tarihimiz yok, sadece mitolojimiz var"
şeklindeki sözleriyle İsrail Devleti tarafından oluşturulan tarihe
bakış açısını ortaya koymaktadır.1 Eskiden
sadece İslam dünyası tarafından dile getirilen bu haklı eleştiriler,
bugün tarihi tarafsız olarak değerlendiren pek çok Yahudi ve Hıristiyan
akademisyen tarafından da yüksek sesle ifade edilmektedir.
Siyonizmi 19. yüzyılın ırkçılığa dayalı sömürgeci
ideolojilerinden biri olarak gören ve Siyonist ideolojinin neden
olduğu vahşetin izlerine şahit olan bu kişiler, 'İsrail'in kendisini
yok etmek isteyen düşmanlarla çevrili, küçük ve yalnız bir ülke'
olduğu efsanesinin hiçbir gerçeklik payı içermediğini dile getirmektedirler.
Nitekim İsrail bugüne kadar uygulamaları ile pasif ve sadece kendisini
savunmaya çalışan küçük bir ülke değil, son derece saldırgan ve
baskıcı politikalar izleyen işgalci ve şiddet yanlısı bir devlet
olduğunu ispatlamıştır.
İsrail Ha'aretz gazetesi yazarlarından olan Gideon
Levy, Profesör Benny Morris'in Correcting A Mistake: Jews and Arabs
in Palestine/Israel, 1936-1956, (Bir Hatayı Düzeltmek: Filistin/İsrail'de
Araplar ve Yahudiler, 1936-1956) adlı kitabı üzerine yazdığı makalesinde,
İsrail'in 'kutsal yalanları'nın deşifre edilmesini savunmuştur.
Morris'in kitabında dile getirilen ve şahitlerin ifadeleri ve gizli
tutanak kayıtları ile ispat edilen Siyonist vahşetin detaylarını
okuduktan sonra Levy duygularını şöyle dile getirmiştir:
Biz çok iyiyiz (ve çok kötü şeyler yaptık). Biz
çok haklıyız (ama pek çok haksızlığa sebep olduk). Biz çok güzeliz
(ama icraatlarımız pek çok çirkinliğe aracı oldu). Ve bizler çok
masumuz, ama çok fazla yalan söyledik - kendimize ve dünyaya yalanlar
ve sadece yarı doğru bilgiler aktardık. Bizlere gerçekler söylenmedi,
bize sadece iyi olan yönlerimiz öğretildi. Ama herşeyin ötesinde
bizim hiç haberimiz olmayan pek çok karanlık bölüm var.2
Polonya doğumlu bir Yahudi olan ve 40 yıldan uzun
bir süre İsrail'de yaşamış ve 2001 yılında hayatını kaybetmiş olan
kimya profesörü Israel Shahak da, İsrail'in insan haklarını ihlal
eden Siyonist uygulamalarını eleştiren ünlü yazarlardan birisidir.
Shahak, Jewish History, Jewish Religion and the Weight of Three
Thousand Years (Yahudi Tarihi, Yahudi Dini ve 3 Bin Yılın Ağırlığı)
adlı kitabında Siyonizmin tüm dünya halkları için nasıl büyük bir
tehdit unsuru olduğunu şöyle dile getirmektedir:
“Bir Yahudi devleti olarak İsrail sadece kendisi
ve komşuları için bir tehlike unsuru olarak kalmamakta, dünyadaki
tüm Yahudiler, Ortadoğu'da veya diğer bölgelerdeki tüm dünya ülkeleri
ve milletleri için büyük bir tehlike içermektedir.” 3
"İsrail'de en nefret edilen İsraillilerdenim"
diyen Ilan Pappe de yeni tarihçilerin görüşünü paylaşan ünlü Yahudi
akademisyenlerden birisidir. Kendisi ile yapılan bir röportajda,
İsraillilerin neden Filistin halkına yapılan zulmü fark edemedikleri
sorulduğunda verdiği cevap oldukça düşündürücüdür:
“Bu aslında daha çocuk yuvalarında başlayan, Yahudi
kız ve erkeklerini bütün hayatları boyunca takip eden, çok uzun
bir fikir aşılama sürecinin meyvesidir. Böylesine güçlü bir aşılama
mekanizması ile inşa edilen bir fikri söküp atmanız çok zordur.
İlkel, neredeyse henüz var olmamış ve düşman olan diğer insanlara
karşı faşist bir bakış açısı kazandırır. O bir düşmandır ve ilkel
olduğu, Müslüman ve antisemit olduğu için düşmandır, yoksa bizler
onun topraklarını işgal ettiğimiz için değil.” 4
Tüm bu düşünür, stratejist ve yazarların tek ortak
yönleri Siyonist ideolojiye karşı olan düşünce ve çalışmaları değildir.
Bu kişilerin en önemli ortak paydalarından birisi de hepsinin antisemit
olmakla suçlanmalarıdır. Bugüne kadar Filistin'de yaşananları tarihi
gerçekler ve belgelerle ele alan ve Siyonizmi eleştiren her türlü
makale, kitap ve bu çalışmaları yapan kişiler antisemit olmakla
itham edilmişlerdir. Bunun en son örneği de İngiliz BBC kanalı olmuştur.
1982 yılında Sabra ve Şatila kamplarında gerçekleştirilen katliamla
ilgili bir belgesel yayınlayan kanal yöneticileri ve programı hazırlayan
ekip, İsrail Devleti tarafından antisemitizmle suçlanmıştır.
Aslında bu, Siyonistler ve Siyonizme sempati duyanlar
tarafından kullanılan bir etkisizleştirme ve karalama yöntemidir.
Hatta Siyonistler, Siyonizmi eleştiren Yahudileri karalamak için
de bir kavram üretmişlerdir: 'Self-hating Jew' (Kendi benliğinden
nefret eden Yahudi). İsrail’i eleştiren Yahudileri bu kavramla ifade
eder ve böylelikle onları psikolojik olarak sorunlu birer "vatan
haini" gibi lanse ederler. Bu suçlamaları öne sürerken Siyonistlerin
amacı, kuşkusuz Siyonizm karşıtı çalışmaları sindirmektir.
Oysa bu gibi 'ırkçılık' temelli suçlamalar, özellikle
Müslümanlara karşı yöneltildiğinde son derece yersiz ve mantıksız
bir suçlama halini almaktadır. Çünkü Müslümanların inançları gereği
herhangi bir ırkçı görüşü ve düşünceyi savunmaları mümkün değildir.
Nitekim tarih de bunun kanıtıdır. Avrupa tarihinde görülen ve dini
taassuptan kaynaklanan engizisyon uygulamaları veya ırkçı fikirlerden
doğan antisemitizm hiçbir zaman İslam dünyasında görülmemiştir.
Yahudilerle Müslümanlar arasında 20. yüzyılda Ortadoğu'da doğan
çatışma ve huzursuzluk ise, bazı Yahudilerin din dışı, ırkçı bir
ideoloji olan Siyonizmi benimsemelerinden kaynaklanmıştır ki, bunun
sorumlusu Müslümanlar değildir.
100 Bin Kişilik Barış Mitingi
Siyonizmin tezahürü olan şiddet politikalarına
tepkiler sadece sağduyulu Yahudi akademisyenlerden gelmekle kalmamış,
tepkinin boyutu meydanlara taşınmıştır.
İsrail vatandaşlarının kendi radikallerine gösterdiği
tepkilerin ilk büyük ifadesi, Lübnan işgali sırasında hükümeti (özellikle
Başbakan Begin ve Savunma Bakanı Ariel Şaron'u) protesto etmek için
düzenlenen gösteriydi. Kendi ordularının uyguladığı haksız işgal
ve şiddete karşı çıkan İsrailliler, "İsrail'in vicdanı"nı
temsil ediyorlardı.
Eski Başbakan Yitzak Rabin'in Filistin'le anlaşma
imzaladığı için öldürülmesinin ardından da, Rabin Meydanı'nda 100
bin kişinin katıldığı çok büyük bir barış mitingi yapıldı. Bu miting
İsrail halkının şiddet politikalarına karşı olduğunun haykırıldığı
bir miting oldu. Yapılan miting, 20 aylık İntifada'nın başlamasından
bu yana barış yanlılarının en geniş katılımlı gövde gösterisi oldu.
Mitinge katılan Meretz partisi lideri Yossi Sarid “Bu akşamdan itibaren
Başbakan Şaron emin olmalı ki Gazze operasyonu için İsrail toplumunda
görüş birliği yok. İsrail'de artık bir barış kampı var ve sesini
yükseltiyor” dedi.
Tel Aviv'de yapılan mitingte İsrail'in askeri
operasyonlarını 'terör' olarak niteleyen yaklaşık 100 bin barış
yanlısının, 'İsrail'in iyiliği için Filistin topraklarını işgale
son' çağrısı orduda bile yankı buldu.
İsrail Askerleri İşgal Altındaki
Topraklarda Görev Yapmayı Reddediyor
İsrail askerlerinin kendilerine verilen görevi
reddetmeleri Siyonist şiddete başkaldırı anlamına geliyor ve bu,
ordudaki sessiz kalmış barış yanlısı hareketin uyanmasına vesile
oluyor. Aynı zamanda da haksız bir mücadelede yer almanın, İsrail
askerlerini ne derece derinden etkilediğini, onların vicdanlarına
yaptığı baskının büyüklüğünü gösteriyor.
1967 Savaşı'ndan sonra İsrail'in önde gelen aydınlarından
Yeshayahu Leibowitz, İsrail'in işgal ettiği topraklardan mutlaka
çekilmesi gerektiğini, eğer bu gerçekleşmezse akan kanın hiçbir
zaman durmayacağını belirtmişti. Leibowitz'e göre, işgal altındaki
topraklarda görev yapan İsrail askerleri arasından 500 kişinin "biz
burada görev yapmak istemiyoruz" diyerek geri çekilmeye cesaret
edebilmesi, İsrail toplumuna yıkımdan başka bir şey getirmeyecek
olan bu işgali sona erdirmenin belki de tek yolu idi.5
Aksa İntifadası'nın şiddetlendiği günlerde bir
grup İsrail askeri, Leibowitz'in ortaya attığı bu fikri hayata geçirdi.
Ocak ayının ortalarında, yaklaşık 25 askerin ortak imzası ile İsrail
basınında yer alan bir açık mektup, bu askerlerin işgal altındaki
topraklarda görev yapmayı reddettiklerini bildiriyordu. Aslında
askerlerin bu çıkışı, İsrail ordusunda ilk defa rastlanılan bir
durum değildi. 1982 yılında Lübnan'ın işgali sırasında yine bir
grup -ancak sayıca bugünkünden daha az- asker Lübnan'da sivil halka
karşı girişilen soykırımın bir parçası olmak istemediklerini söyleyerek
İsrail ordusunda görev yapmayı red etmişlerdi. Hareketlerini Yesh
Gvul (Herşeyin Limiti Var) olarak adlandıran bu askerlerin girişimleri
askeri cezaevine gönderilmeleri ile neticelenmişti. 2002 yılı Ocak
ayında açıklamalarını yapan askerler ise henüz bir cezai müeyyide
ile karşılaşmadılar ve Şubat ayı itibarı ile sayıları 250'yi buldu.
Üstelik bu defa barış hareketlerinden, sivil toplum örgütlerinden,
din adamlarından, İsrail ve Filistin halkından da büyük destek gördüler.
Askerler yaptıkları açıklamada İsrail ordusunun
işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinlilere acımasızca ve
insafsızca davrandığını, yaşananların insanlık onuruna aykırı olduğunu
ve üstelik bunun İsrail’i savunmakla hiçbir ilgisinin olmadığını
söylüyor ve şöyle devam ediyorlardı: "1967'den sonra belirlenen
sınırların ötesinde, işgal etmek, insanları yurdundan sürmek, onları
açlığa mahkum etmek ve bir toplumun tümünü aşağılamak için görev
yapmayacağız."
Açıklamaya imza atan askerlerden Shuki Sadeh,
bir İsrail gazetesine yaptığı açıklamada İsrail askerlerinin Filistinli
çocuklara öldürmek için ateş ettiklerine şahit olduğunu anlatıyor
ve bu olayı yaşarken hissettiklerini şu şekilde dile getiriyordu:
"Beni asıl kızdıran şey, askerlerin 'İşte bir Arap daha temizlendi'
demeleri oldu."
Teğmen Ariel Shatil de, "önce Filistinliler
ateş ediyor, İsrail askerleri ise kendilerini korumak için ateş
ediyorlar" iddiasına, yaşadığı olayları anlatarak şöyle cevap
vermekteydi: "Ateşi biz başlatıyorduk, onlar da cevap vermek
zorunda kalıyorlardı." Askerler bölgede görev yapmaya devam
eden arkadaşlarını uyarmak için hazırladıkları broşürde ise onlara
şöyle sesleniyorlardı:
“Yargısız infazlara (ordudaki deyimi ile buharlaştırmaya)
dahil olduğunuz zaman, halkın evlerini yıktığınız zaman, sivil ve
silahsız kişilere ateş açtığınız zaman, zeytin ağaçlarını söktüğünüz
zaman, yiyecek ve ilaç teminine engel olduğunuz zaman, uluslararası
kanunlarca suç olarak belirlenmiş eylemleri yapmış oluyorsunuz.”
6
Görev yapmayı reddetme kararını vermesi oldukça
uzun bir süre alan Assaf Oron adlı asker ise, bu topraklarda görev
yaptığı müddetçe çok vahşi uygulamalara tanıklık ettiğini belirtmekteydi.
Oron yaşadıklarını ve çözümün ne olduğunu şöyle anlatmaktaydı:
“Gazze'ye giderken askerler otobüste, birbirlerine
'kahramanlık' hikayeleri anlatıp İntifada'da hangisinin en iyi dayağı
attığı konusunda (unutanlar için hatırlatmakta fayda var, dayak
öldürüne kadar dövmek anlamına gelmektedir) birbileri ile yarışıyorlardı.
Zaman geçtikçe mantıksızlıklar, nefret ve kışkırtma daha tırmanıyor,
bunlar tırmandıkça İsrail ordusunun generalleri orduyu tam bir terör
organizasyonuna çeviriyorlardı... Bir müddet sonra yalnız olmadığımı
fark ettim... Bizler Allah'a inanıyoruz. Irk ayrımının dinde yeri
olmadığını düşünüyoruz, ırk üstünlüğüne inanmak puta inanmak gibidir
ve puta tapmak din dışıdır. Böyle bir puta tapanların saptıkları
yol en sonunda kendilerini ateşe götürecektir.” 7
Kara kuvvetlerine bağlı İsrail askerlerinin söz
konusu tepkilerinden yıllar sonra askeri kanattan yine İsrail terörünü
eleştiren benzer hareketlenmeler başlamıştır. Özellikle son dönemdeki
bu kıpırdanmalar içinde en ciddi olanı ve kamuoyuna yansıyanı İsrail
Genel Kurmay Başkanı’nın açıklamaları olmuştur.
İsrail Genelkurmay Başkanı’ndan
Önemli Açıklamalar
Son dönemdeki şiddet politikalarına en büyük tepki,
İsrail Genelkurmay Başkanı’ndan geldi. Genelkurmay Başkanı Korgeneral
Moşe Yalon, Ariel Şaron hükümetinin Filistinlilere yönelik sert
politikasını ciddi bir şekilde eleştirdi.
Moşe Yalon, Filistin halkını çevreleyen güvenlik
duvarına da muhalefet etti ve Filistinlilerin yaşamını “katlanılmaz”
hale getireceğini kaydetti. İsrail Genelkurmay Başkanı’nın Şaron
hükümetini eleştirmesi ülkede geniş yankı buldu. Korgeneral Yalon,
Filistin topraklarında uygulanan sokağa çıkma yasağının ve seyahat
özgürlüğüne getirilen kısıtlamaların, İsrail’in güvenliğini de tehdit
ettiğini söyledi. Yalon, bu uygulamalar nedeniyle Filistinliler
arasında İsrail’e yönelik nefretin arttığına ve radikal örgütlerin
daha fazla güçlendiğine dikkat çekti.
İsrail Genelkurmay Başkanı’nın bu çıkışı, İsrail
ordusu içindeki bastırılmış vicdanı harekete geçirdi ve yeni tepkileri
ateşledi.
İsrail Askeri 27 Pilotun Sağduyulu
Çıkışı
İsrail Genelkurmay Başkanı Korgeneral Moşe Yalon’un,
İsrail’in şiddet yanlısı politikalarına yönelik eleştirel açıklamaları
üzerine harekete geçen 27 İsrailli pilot, Hava Kuvvetleri Komutanı
General Dan Halutz’a bir dilekçe ile başvurarak “Filistin topraklarına
hava saldırısı yapmayı reddettiklerini” bildirdiler. Pilotlar kendilerine
verilen görevi reddettiklerini belirten dilekçelerinde şöyle diyorlardı:
“Bizler, emekli ve aktif pilotlar. İsrail'in, yabancı topraklarda
sürdürmek için verdiği ahlak ve yasadışı saldırı emrine karşıyız.
Ayrıca sivillere saldırılara devam etmeyi reddediyoruz.”
Bu açıklamalarından sonra işlerinden olan pilotlardan
Yüzbaşı Alon R., İngiliz The Guardian Gazetesi’ne verdiği demeçte,
“Düşman tanklarını yok etmek için tasarlanmış F-15 ve helikopterlerle
dünyanın en yoğun yerleşim alanlarından birinde araçlara ve evlere
saldırmak yasal mıdır? Terörizm yüzünden, yüzümüzdeki kendi kanımızdan
gözlerimiz körleşti’’ diyordu.
Bu gelişmeler, barış hareketinin ordu içinde de
güçlendiğini göstermektedir. Askeri hizmeti reddetmenin vatan hainliğiyle
bir tutulduğu İsrail'de yaşanan bu gelişme, İsrail'in barışa doğru
yürüyebileceğini gösteren güzel bir işaret.
Askerlerin
Açıklamasından Bir Bölüm
İşgal topraklarında görev yapan biz komandolar
ve erlere verilen emirler ve direktiflerin ülkemizi korumakla
veya ülkemizin güvenliği ile hiçbir ilişkisi yoktur. Bunlar
tamamen Filistin halkı üzerindeki kontrolümüzü ölümsüz kılmak
için verilen emirlerdir. Bizler bu işgalin her iki taraf için
de kanlı neticelere sebep olduğunu gördük,
Bizler, bu ülkede büyürken öğrendiğimiz
tüm değerlerin işgal altındaki topraklarda görev yaparken
verilen emirler ile çeliştiğini fark ettik,
Bizler, işgali devam ettirmenin bedelinin
İsrail ordusunun insani değerlerini kaybetmesi ve İsrail toplumunun
çöküntüye uğraması olduğunu anladık,
Bizler, bu toprakların İsrail'e ait olmadığını
ve yasa dışı yerleşim yerlerinin en sonunda mutlaka boşaltılacağını
biliyoruz,
Bizler, bu açıklama ile, yerleşimi sürdürme
savaşına katılmayacağımızı deklare ediyoruz,
Bizler, 1967'de belirlenen sınırların ötesinde
savaşmayı, işgali, insanları yurtlarından sürmeyi, onları
açlığa mahkum edip aşağılamayı reddediyoruz,
Bizler, bu görev dışında İsrail ordusunun
vatanımızı savunmak için bize vereceği herhangi bir görevi
yerine getireceğimizi bildiriyoruz, ancak işgali ve baskıyı
devam ettirmenin bu misyonla hiçbir bir alakası olmadığını
biliyoruz ve bunun bir parçası olmayacağız. |
İshak Alaton’un İsrail Politikalarına
Tepkisi
Alarko Holding ve Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler
Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton, ülkemizdeki Yahudi cemaatinin
önde gelenlerinden bir isim. Alaton, Zaman Gazetesi yazarlarından
Nuriye Akman’la yaptığı söyleşide, İsrail’in şiddet politikalarını
en çarpıcı bir şekilde eleştiren biri olarak dikkatleri çekti.
Alaton, İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un sertlik
yanlısı politikasını ağır bir şekilde eleştirerek, İsrail'in baskıcı
politikasının terörizmin gelişmesinde önemli bir faktör olduğunun
altını çizdi ve Şaron'un politikalarını 'çıkmaz sokak' olarak nitelendirdi.
Dahası İshak Alaton, dünyada giderek artan Yahudi
düşmanlığında ise İsrail'in ve Başbakan Ariel Şaron'un ayrımcı politikasının
rolü olduğunu belirtti. ‘İsrail'in izlediği politika fevkalade yanlış'
diyen Alaton, şöyle devam etti: “Bir defa Filistinliler'i iş
yapmaktan alıkoyuyor. Eskiden Filistinliler tarımda, endüstride,
turizmde çalışan insanlardı. Ne zaman ki Filistinliler'e İsrail'e
girme yasağı konuldu, iki toplum birbirinden ayrıldı, terör olayları
arttı. Çünkü adamlar aç. Umudunu kaybeden insan terörizme gider,
kaybedecek başka şeyi yoktur çünkü. 'Ölürken düşmanlarımdan elli-yüzünü
de götüreyim' der. İsrail'in ayrımcı politikasının terörizmin gelişmesinde
önemli bir faktör olduğunu bütün dünya idrak ediyor. Ben de bu idrak
içindeyim. İsrail'in politikası çıkmaz sokak politikasıdır.”
İshak Alaton’un, İsrail’in şiddet politikalarını
eleştirdiği, gazeteci Nuriye Akman’la yaptığı röportajdan bazı dikkat
çekici noktalar da şöyle:
İshak Alaton: 30’lu, 40’lı yıllarda
zulüm görmüş Yahudilere duyulan sevgi, rikkat, sarkacı bir uca
götürdü ve bunun neticesinde İsrail devleti doğdu. Sonra orada
bir çekişme başladı Filistinlilerle. O zaman bir uçta bulunan
o sevgi sarkacı yavaş yavaş ortayı buldu ve bugün sarkaç ortayı
geçti, o eski kalıntı Yahudi düşmanlığına doğru tekrar yükselmeye
başladı.
Nuriye Akman: Çünkü herkes gördü ki
İsrail’in kendisi zulüm yapıyor.
İshak Alaton: Tamam. Bravo. Çok doğru.
Haklılık unsurları zayıfladı. Sarkacı diğer uca giderken durdurmamız
ve tekrar ortaya getirmemiz lazım. Sarkacın daha ileri gitmesini
önleme ve mantıkla, sevgiyle ortada durması yolunda Türkiye’nin
büyük bir rolü var. …Amerika’daki Yahudi lobisinin en az yarısından
fazlası, bugün İsrail’in politikasının değişmesi gerektiğini düşünüyor.
Herşeye rağmen ABD’deki Yahudi lobisinin dikkatli bir politika
güderek İsrail’in barışçı bir mesafe alması yolunda efektif olacağını
ümit ediyorum. Özellikle İzak Rabin’in fanatik bir Yahudi tarafından
öldürülmesinden sonra fanatizm İsrail’in yönetiminde hızla yükseldi.
(Zaman Gazetesi, 23/11/2003)
Sonuç:
Siyonizmin sebep olduğu insanlık suçlarına karşı
çıkan, bunları kıyasıya eleştiren, İsrail'in tüm işgal ettiği topraklardan
derhal çekilmesini savunan, İsrail'in ırkçı bir "Yahudi devleti"
değil, her türlü milletin ve kimliğin birarada ve eşit olarak yaşayabileceği
özgür bir devlet olmasını savunan pek çok Yahudi vardır.
Bugün pek çok Yahudi, bu Siyonist ideolojiyi eleştirmektedir.
Dindar Yahudilerin önde gelen isimlerinden biri olan Haham Hirsch,
Siyonizmi tanımlarken “Siyonizm, Yahudi halkını milli bir antite
(varlık) olarak tanımlamak ister... Bu, dinen bir sapmadır”8
ifadesini kullanmıştır.
Yine, Amerika'da yayınlanan Tikkun dergisinin
editörlüğünü yapan Haham Micheal Learner, ılımlı görüşleri ile tanınan
ünlü din adamlarından birisidir. İsrail işgalinin ahlak dışı olduğunu
ve yalnızca Filistinlileri baskı altına almakla kalmayan aynı zamanda
Yahudi inancına da zarar veren bir eylem olduğunu söyleyen Haham
Learner, Ortadoğu'ya barışın gelmesinin hiç de zor olmadığı görüşündedir.
Gerçekten de Ortadoğu'da akan kanların sorumlusu,
çatışmayı ve kan dökmeyi meşru sayan radikal ideolojilerdir ki bunlar
Haham Hirsch’in belirttiği gibi dini sapmalardır.
Çözüm ise söz konusu dini sapmalardan arınmak
ve dinin emri olan güzel ahlakı yerleştirmekle mümkün olacaktır.
Ortadoğu'ya barış getirecek insanların, farklı insanları ve kavimleri
Allah'ın yarattığı eşit kullar olarak gören, insanlar arasında adaleti
gözeten kararlılıkta ve ahlakta insanlar olması şarttır. Bu anlayış
her üç İlahi dinin özünde vardır. Allah'a iman eden ve Allah'ın
kendileri için koyduğu sınırları koruyan insanların ittifakı yalnız
Filistin'e değil, dünyanın sorun olan tüm bölgelerine huzur ve istikrar
getirecektir.
Bunun için yapılması gereken, olayların kontrolünü
radikal gruplara bırakmak yerine ılımlıların işbirliği yapmasıdır.
Söz konusu ılımlılık İslam'ın da bir gereğidir. İslam'a göre yeryüzünde
farklı hakların, kültürlerin ve soyların var olması; bir çatışma,
savaşma sebebi değil, Rabbimiz’in Kuran’da hikmetle belirttiği gibi
“tanışma”, ilişkileri geliştirme sebebidir. Rabbimiz bir ayetinde
şöyle bildirir:
“Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi
bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için
sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. şüphesiz, Allah Katında
sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca
en ileride olanınızdır. şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.”
(Ankebut Suresi, 13)
Bu İlahi sır Müslümanlar tarafından tam olarak
anlaşıldığında ve Yahudiler de kendi dinlerinin özü tevhid olan
gerçek Musevi ahlaki meziyetlerini tam olarak izlediklerinde, Ortadoğu
barışının da yolu açılmış olacaktır.
Kaynaklar:
1- http://www.linguafranca.com/9708/mahler.9708.html
2- Gideon Levy, Ha'aretz Book Review, 3 Kasım 2000
3- Israel Shahak, Jewish History, Jewish Religion
and the Weight of Three Thousand Years, AMEU, 1994, s. 5
4- Badouin Loos, An Interview With Ilan Pappe, 29
Kasım 1999, www.msanews.mynet.net
5- The Nation, An Antiwar Movement Grows in Israel,25
Şubat 2002
6- The Nation, An Antiwar Movement Grows in Israel,25
Şubat 2002
7- http://lists.econ.utah.edu/pipermail/rad-green/2002-February/
003007.html
8- Washington Post, October 3, 1978
|