İnsan, hayatı süresince türlü olaylarla karşılaşır. Kimi olaylar hafızada kazınıp yıllarca unutulmazken, kimi yakın geçmişte yaşanmasına rağmen hemen unutulur. Bilim insanları bu durumu, yaşanan olaya verdiğimiz önem veya onu zihnimizde ne kadar çok tekrar ettiğimizle ilişkilendiriyorlar. Hayatımız, hiç önem vermediğimiz, üzerinden 24 saat geçtiğinde unutulup giden nice olayla dolu. Peki ama bunların hepsi gerçekten önemsiz, öylece geçip giden şeyler mi?

Mesela bir gece masanızda çalıştığınız sırada odanızda bir gece kelebeğinin uçtuğunu fark ettiniz. Onu bir peçete ile yakalayıp incitmeden dışarı saldınız. Bilgisayarın başına döndüğünüzde bu kez de etrafta uçan yeni bir gece kelebeği fark ettiniz. Onu da ilki gibi yakalayıp dışarı salmak istediniz. Çok çabaladınız ama bu seferki gece kelebeği her defasında kendini kurtardı. Girişimleriniz sonuç vermedi; masa lambasının ışığını açtınız ve kelebek gelirse yakalamak üzere kağıt havluyu yanınıza koydunuz. Aradan 10-15 dakika geçmesine rağmen kelebeğin ne lambanın ışığına geldiğini ne de odada uçtuğunu görmediniz. Bunun şaşırtıcı olduğunu düşünürken gözünüz masanın üzerindeki kağıt havluya ilişti. Etrafta uçmasını beklediğiniz böceğin havlunun üzerinde uslu uslu durup beklediğini gördünüz. Onu da incitmeden kağıdın içine sarmalayıp dışarı saldınız.
Belki de üzerinden beş dakika geçtikten sonra bir daha aklınıza gelmeyecek gayet sıradan bir olay. Ancak sıradan gibi görünen pek çok olayda çıkarılacak dersler vardır. Dolayısıyla olayları “hatırlıyorsam önemlidir, hatırlamıyorsam önemsizdir” şeklinde tasnif etmek pek doğru değildir.
Öncelikle, hiçbir olay tesadüfen yaşanmaz. İlk kelebeğin uçmasının nedeni bir arayış ile sebeplendirilse de, onda size gösterilmek istenen bir şey vardır. İkincisinde bu şey, bu defa uçmadan öylece oturup bekleyen gece kelebeği yoluyla gösterilmiştir. Gösterilen şey; hayatın içindeki her olayı ve her detayı Allah’ın özel olarak yarattığı ve bizim için hikmetlerle donattığı gerçeğidir. Bu gerçek bize, “O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez” (Enam Suresi, 59) ayetiyle açıklanmıştır. İlk kelebeği hemen yakalamak da, çok çaba sarf etmememize rağmen ikincisini yakalamaya muvaffak olmamız da Allah’ın dilemesidir. Kelebeğin yakalanışı, sarf edilen çaba ile alakalı değildir. İkinci kelebeğin, hiçbir çaba sarf etmediğimiz halde güvenle ve teslim olmuşçasına beklemesi buna bir işarettir.
Hayatımızda karşılaştığımız her olay, her detay, her an, aslında Allah’ın özel olarak yarattığı ve bizim için hikmetlerle donattığı birer tecellidir. İnsan çoğu zaman yaşadığı olayları rastgele gelişen, sıradan tesadüfler olarak görür. Bu bakış açısı da olayların arka planındaki derin anlamı ve onları şekillendiren ilahi iradeyi gözden kaçırmaya sebep olur. Oysa Allah, “Yerde ve gökte zerre ağırlığınca bir şey bile O’ndan gizli kalmaz.” (Yunus Suresi, 61) ayetiyle, her şeyin O’nun kontrolünde olduğunu bildirir. Allah, bazen bir kelebeğin uçuşunda, bazen bir yaprağın düşüşünde, bazen de hiç beklenmeyen bir anda yaşanan küçük bir olayda bize bir mesaj verir. Bu mesaj kimi zaman sabrı, kimi zaman şefkati, kimi zaman da tevekkülü öğrenmemiz içindir. Bu nedenle olayları, sınırlı bakış açımıza göre hayırlı veya kötü olarak değerlendirmek, çoğu zaman doğru bir sonuca götürmez. Çünkü olayların nasıl gelişeceğini, ne hikmetler taşıdığını asıl bilen yüce Allah’tır. Bu nedenle, yaşadığımız hiçbir olayı küçümsememeli, “bu önemsiz bir şeydi” diyerek geçiştirmemeliyiz. Önemli olan, olaylardaki dersleri görebilmek, Allah’ın bize gösterdiği işaretleri fark edebilmek, ibret almak ve bu derslerden kazandıklarımızı hayatımıza yansıtabilmektir. Çünkü insan, ancak bu şekilde gerçek anlamda olgunlaşır, derinleşir ve Rabbine yakınlaşır.

Üstat Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı’nda bu konuya çok güzel bir kıssa ile değinmiştir. Bediüzzaman, Sözler isimli eserinin 23. Söz bölümünde bir gemide yolculuk eden iki adamın hikayesini şöyle anlatır:
Bir zamanlar iki adam hem beline hem de başına ağır yükler alıp, büyük bir gemiye bilet alarak bindiler. Bunlardan biri gemiye biner binmez yükünü gemiye bıraktı, üzerine oturup sadece göz kulak oldu. Diğeri ise hem akılsız hem de kibirli olduğu için yükünü yere bırakmadı. Ona şöyle denildi:
- “Ağır yükünü gemiye bırak, rahat et.”
O ise şöyle cevap verdi:
- “Hayır, bırakmayacağım. Belki kaybolur. Ben güçlüyüm. Malımı belimde ve başımda koruyacağım.”
Yine ona şöyle denildi:
- “Hem bizi hem de sizi taşıyan bu güvenli sultanın gemisi daha güçlüdür, daha iyi korur. Belki başın döner, yükünle birlikte denize düşersin. Ayrıca zaman geçtikçe gücün azalır. Bu bükülmüş belin, bu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan bu yükleri taşıyamayacak. Kaptan da seni bu halde görse, ya ‘deli’ deyip seni gemiden atacak ya da ‘bu adam hain, gemimizi suçluyor, bizimle alay ediyor, hapsedilsin’ diye emredecek. Ayrıca herkesin maskarası olursun. Çünkü dikkatli insanlar zayıflığını gösteren kibirinle, acizliğini gösteren gururunla, riyakarlığını ve zilletini gösteren yapmacıklığınla seni komik bulurlar; herkes sana gülüyor.”
Bunlar söylendikten sonra, o zavallının aklı başına geldi, yükünü yere koydu, üzerine oturdu. “Oh! Allah senden razı olsun. Zahmetten, hapisten, maskara olmaktan kurtuldum” dedi.
İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Böylece bütün kainata el açıp dilenmekten, her olay karşısında titremekten, kendini beğenmişlikten, maskara olmaktan, ahiret sıkıntısından ve dünyanın baskı ve sıkıntı hapishanesinden kurtulursun.
Bu hikayeden de anlaşılacağı gibi Allah'a teslimiyet insana ihsan edilmiş büyük bir konfordur. Biz ne kadar çabalarsak çabalayalım, olması gereken neyse, o olur. Olmamız gereken zamanda, olmamız gereken yerde olur ve yaşamamız gerekenleri yaşarız. Yaşadıklarımızı değiştirmek kastıyla gösterdiğimiz çabalar bile aslında kaderimizin bir parçasıdır. Kuran’da tevekkül edenlerin Allah tarafından sevildiği ve korunduğu bildirilmiştir:
“Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter.” (Talak Suresi, 3)
Hz. Musa’nın yaşamı inananlar için bu konuda büyük örnekler içermektedir. Henüz bebek iken bir sandığın içine konup bırakılması, saraya kabul edilip orada bakılıp büyütülmesi, güçsüz iken güç sahibi olması ve Yahudilere liderlik edip onları kurtarması, Allah’a teslim olmanın önemini gösterir. Hz. Musa’nın karşısında yer alan Firavun ise, her zaman kendi nefsini ve kendi imkanlarını gözeterek yaşayan insanları temsil eden bir semboldür. Ancak tüm güç ve ihtişamına rağmen Firavun isteklerine kavuşamamıştır. Hz. Musa ise, hayatının her anında Allah’a teslim olmanın karşılığını, Firavun’a üstün gelerek almıştır.
Her varlık, hatta milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki bir atom dahi, kendisi için belirlenmiş kadere tabidir. Bazen bir kelebeğin sakince bekleyişi insana sabrı ve tevekkülü öğretir. Bazen de bir kelebeğin yakalanmaktan defalarca kurtulması, insanın gösterdiği azim ve çabanın başarı için yeterli olmayabileceğini hatırlatır. Olacaklara direnmek boşunadır. Hayatımızda yaşadığımız her olay, ister büyük ister küçük olsun, ister olumlu görünsün isterse olumsuz görünsün, Allah’ın bize olan sevgisinin ve ilgisinin bir tecellisidir. Allah, kullarını türlü olaylarla terbiye ederek eğitir, olgunlaştırır, güzelleştirir.
Bakara Suresi 216. ayette Allah, olumlu veya olumsuz görünen tüm olayların ardında, bizim için hazırladığı hayır ve hikmetler bulunduğunu şöyle hatırlatmaktadır:
“Hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olabilir; hoşunuza giden bir şey de sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216)
Bu ayet mucibince, gece kelebeği örneğinde olduğu gibi, olayın kendi çabamız doğrultusunda sonuçlanacağını düşünmek Kuran’a uygun olmayacaktır. Nitekim Kehf Suresi’nde Hz. Musa ve ilim sahibi kişinin yaşadıkları olayların bilinmeyen, tahmin edilemeyen yönlerinin olduğu anlatılmaktadır. Bu teslimiyet, insanın “her şey olacağına varır” deyip hiçbir şey yapmaması anlamına gelmez. Hz. Nuh'un gemi inşa etmesi, Hz. Yusuf'un kardeşini geri almak için plan yapıp uygulaması, Hz. Peygamber (sav)'in hicrette bir mağaraya sığınması, peygamberlerin sebepleri ihmal etmeyip çaba sarf ettiklerini, fiili olarak gayret gösterdiklerini ortaya koymaktadır. Önemli olan bu gayreti ilahlaştırmamak, diğer bir deyişle, olayların seyrini ve sonucunu kendi çabamıza bağlamamaktır.
Unutmayalım ki, Allah’ın yarattığı hiçbir şey amaçsız, başıboş ve tesadüfi değildir. Her şeyde bir hayır, bir güzellik ve bir hikmet vardır. Yeter ki doğru yöne bakmasını ve görmesini bilelim. O zaman hayatımızdaki en küçük olaylar bile bizim için büyük birer nimete, ilahi birer derse dönüşür. Ve insan, Allah’ın kendisine olan yakınlığını, sevgisini ve rahmetini daha derinden hisseder.