İnsan Mucizesi
Vücuttaki Arıtma Tesisi: Boşaltım Sistemi 2/2Böbrekler Vücuttaki Sıvı Dengesini Nasıl Ayarlar?Bu sorunun cevabı incelendiğinde bir kez daha Allah'ın yaratmasındaki benzersizlik görülür. Vücuttaki dengelerin korunması için insan vücudunda birbiri içine girmiş ve kusursuz planlanmış bir sistem çalışmaktadır. Eğer terleme ya da bir süre su içmeme nedeniyle bir miktar su kaybına uğrarsak, kandaki su yoğunluğu düşer. Kan beyinde dolaşırken hipotalamus denen bölgedeki özel algılayıcılar harekete geçer ve hormonal sistemin büyük şefi olan 'hipofiz bezi'ne bir sinyal gönderir. Sinyali alan ve vücutta suyun azaldığını anlayan 'şef', böbreklere özel bir mesaj (antidiüretik hormon-ADH) gönderir. Bu mesaj borucuklardaki hücrelere, "vücutta su sıkıntısı var, fazla suyu geri çekin" emrini vermektedir. Borucuklar idrardan daha fazla su emerek kana karıştırırlar ve bu şekilde vücuttaki kriz atlatılmış olur.45 Eğer gereğinden daha fazla su içmişsek bu sefer yine aynı emir komuta zinciri içerisinde bir haberleşme yaşanır. Ancak bu sefer borucuklardaki hücrelere "vücutta fazla su var, gereksiz yere su çekmeyin" emri ulaşır. Beynin hemen altında bulunan hipofiz bezini oluşturan hücrelerin yaptıkları işi tekrar düşünelim. Burada bulunan hücreler kendilerinden çok uzakta bulunan böbrek hücrelerine özel bir mesaj gönderirler. Böbrek hücreleri de kendilerine ulaşan emre kayıtsız şartsız itaat ederler. Ardından böbrek hücreleri idrar sıvısının içinden su moleküllerini tek tek seçer ve bu karışık sıvının içinden tertemiz su elde ederek vücuda kazandırırlar. Beyin hücreleri ve böbrek hücreleri arasında bir iletişimin bulunması, böbrek hücrelerinin idrar sıvısını arıtarak içinden tertemiz su elde etmeleri şüphesiz bir akıl gösterisidir. Yeryüzündeki bütün canlıların varlığını basit tesadüflerle açıklamaya çalışan evrim teorisini, yalnızca bu sistemin varlığı bile temelinden çökertmek için yeterlidir. Çünkü boşaltım sisteminin çalışması için birbirinden bağımsız birçok parçanın aynı anda var olması ve bunların her birinin birbiriyle eksiksiz bir uyum içinde görev yapması gerekmektedir. Örneğin söz konusu sistemde hipofiz bezinden böbreklere emir götüren "antidiüretik hormon"un eksikliğinde çok ciddi bir hastalık ortaya çıkar. Bu hastalıkta günlük idrar üretimi 1.5 litre olması gerekirken 25-30 litreye çıkar ve ölümcül sonuçlar doğar.
Sodyum Kontrolüİnsanın varlığından bile haberdar olmadığı birçok maddenin vücut içindeki miktarını böbrekler ayarlar. Örneğin çoğu insan vücut dokularında veya kanında sodyum molekülleri bulunduğunu bilmez. Ancak böbrekler bu maddenin kandaki yoğunluğunu gece gündüz sürekli kontrol altında tutarlar. Böbreklerde kandaki sodyum miktarından sorumlu algılayıcı hücreler bulunmaktadır. Eğer sodyum miktarında bir düşüş olursa sodyum algılayıcı hücreler durumu derhal böbreklerde bulunan sodyum emici hücrelere haber verirler. Bir hücrenin kendisini belirli bir maddenin miktarını ölçmeye adaması oldukça şaşırtıcıdır. şaşırtıcı olan bir başka nokta hücrenin fark ettiği bir değişikliği başka hücrelere haber verme bilincine sahip olmasıdır. Sodyum emici hücreler kandaki sodyum miktarının azaldığını öğrendikleri anda çok önemli bir faaliyete başlarlar; İdrar olarak vücuttan atılacak olan sıvının içine, böbreklerdeki süzülme sırasında bir miktar sodyum karışmıştır. Söz konusu hücreler idrar sıvısının içindeki sodyum moleküllerini yakalar ve bu molekülleri vücuda geri kazandırırlar. Böylece kandaki sodyum miktarı normale döner. Bu hücrelerin üzerine sodyum moleküllerini yakalamaları için özel pompalar yerleştirilmiştir. Acil durumlarda bu pompalar devreye girer ve idrar sıvısında bulunan sodyum molekülleri vücuda geri kazandırılır. Eğer böbreklerdeki bu geri emilim mekanizması olmasaydı aşırı besin ve sıvı kaybından dolayı ölüm kaçınılmaz olurdu. Görüldüğü gibi insan vücudundaki bağlantılar kusursuzdur, denetim mekanizmaları, acil durumlar için alınmış önlemler benzersizdir. Kandaki hayati moleküllerde meydana gelen herhangi bir eksiklik hemen ilgili bölümlerce tespit edilir ve eksikliğin giderilmesi için gerekli çalışmalara başlanır. İlgili hücrelere hemen bir mesaj gönderilir, hücreler tıpkı şuurlu insanlar gibi bu emri anlar, itaat eder ve gerekli tedbirleri alırlar. Çok kısa zaman dilimleri içinde gerçekleşen bu kusursuz haberleşme sayesinde insan sağlığı güvence altına alınmış olur.
Böbreklerde bulunan hücrelerin her birinin teker teker ne yapacaklarını bilmeleri, diğer hücreler ile organize olmuş bir şekilde hareket etmeleri, kendilerine ulaşan mesajı okuyup anlayabilmeleri ve gerekeni yerine getirmeleri gibi detaylar düşünüldüğünde tüm bu olaylar zincirinin başlı başına bir mucize olduğu görülür. Böyle bir sistemin, bu sistemi oluşturan parçaların insan vücudunda tesadüfen oluşması ise kesinlikle imkansızdır. Verilen örneklerde de görüldüğü gibi böbreklerdeki bu sistemin tesadüfen oluştuğunu iddia etmek, Darwinistler'in mantık çöküntüsünü açıkça ortaya koymaktadır. Ancak mikroskopla görülen ve proteinlerden oluşan hücrelerin yaptıkları her hareket ayrı bir plan ve akıl gerektirmektedir. Hücrelerde böyle bir aklın bulunuyor olması elbette ki çok açık bir şekilde yaratılışı göstermektedir. Bu sistem, Allah'ın sonsuz ilminin, aklının ve gücünün göstergelerinden yalnızca biridir. Bu gerçekleri gören kişinin durup düşünmesi ve hiç vakit kaybetmeden davranışlarını herşeyin Yaratıcısı olan Allah'ın hoşnut olacağı şekilde değiştirmesi gerekir. Bu, hesap vermek için toplanacakları kıyamet gününde her insanın kendisine fayda verecektir. Allah hesap günü ile insanları şöyle uyarmaktadır: Gerçek şu ki, Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz’dir. Öyleyse O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur. İçlerinden (birtakım) gruplar ayrılığa düştüler. Artık büyük bir günü görmekten dolayı, vay inkar edenlere. Bize gelecekleri gün, neler işitecekler, neler görecekler. Ama bugün o zalimler apaçık bir sapıklık içindedirler. İş(in) hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar. (Meryem Suresi, 36-39) Damarlarınızdaki Basınç ve BöbreklerBöbreklerin çok önemli bir görevi de kan basıncını yani tansiyonu ayarlamaktır. Kan basıncını belirleyen en önemli faktörlerden biri damarların içinde bulunan sıvı miktarıdır. Damarların içindeki sıvı ne kadar fazla olursa tansiyon da o derece yükselir ve vücuttaki tüm organlara zarar verir. Vücudun damarlardaki fazla sıvıyı algılaması kalbin ön odacıklarına yerleştirilmiş algılayıcılar sayesinde olur. Kalbin içine giren fazla miktarda sıvıyla gerilmesi sonucunda kalpteki algılayıcılar beyne durumla ilgili sinyaller gönderirler. Beyin buna karşı böbreğe giden damarların genişliğini ayarlayarak kanın süzülmesini artırır.
Kalbin ön odacığında gerçekleşen basınç ölçümü ve bu ölçümlere göre vücutta yapılan düzenlemeleri hayali bir örnek üzerinde inceleyelim. Hayalimizde bir oda canlandıralım. Bu oda dış dünyadan tamamen tecrit edilmiş bir odadır. Odanın içinde bütün ömrünü bu odada geçirmek zorunda olan bir insan yaşar. Bu insanın aynı zamanda çok önemli bir görevi vardır. Odanın duvarlarındaki hava basıncı her an değişmektedir. Odanın içinde yaşayan insanın görevi ise her saniye bu basıncı özel aletler yardımıyla ölçmektir. Ayrıca yaptığı ölçümleri telefonla bir bilgi işlem merkezine haber vermek zorundadır. Her gün binlerce kez rapor vermeli, raporlarda hiçbir hata olmamalıdır. Eğer ölçüm yapmayı unutursa, uyuya kalırsa veya hatalı bir ölçüm yapacak olursa içinde bulunduğu oda, odanın içinde bulunduğu bina ve bütün şehir yok olacaktır. Elbette bütün yaşamını bir odanın duvarlarındaki basıncı ölçmeye adamış, tek bir saniye uyumadan görevini yapan, üstelik hiçbir hata yapmayan bir insan var olamaz. Böyle bir olayı insan hayal dahi edemez. Ancak insan bedeninde yaşanan gerçekler, insanın hayal gücünün sınırlarını aşar. Çünkü kalbin ön odacığının duvarlarında bulunan hücreler bütün yaşamlarını odacığın duvarlarındaki basıncı ölçmeye ve bu ölçüm sonuçlarını beyne bildirmeye adamışlardır. Hücrelerin böylesine önemli bir göreve sahip olmaları, görevlerini büyük bir fedakarlıkla ömür boyu sürdürmeleri, bu hücrelerin kalbin iç odacığına yerleştirilmiş olmaları, ölçüm yapma kabiliyetine sahip olmaları ve yaptıkları ölçümleri beyne bildirebilmeleri, hücrelerin özel olarak yaratılmış olduklarını gösterir. Kalp Liflerinin İçinde Saklı MesajKalp kası liflerinin derin bölgelerine, çok önemli bir mesaj taşıyan özel moleküller yerleştirilmiştir. Bu mesaj kalbi değil, çok uzaklarda bulunan başka bir organı ilgilendiren bir bilgi içermektedir. Ancak mesajı taşıyan moleküller, güçlü kalp kası lifleriyle çevrelendikleri için normal şartlarda bu bölgeden ayrılamazlar. Peki bu moleküllerin taşıdığı mesaj nedir ve bu moleküller niçin kalp dokusunun derinliklerine yerleştirilmişlerdirş Bu soruların cevabı incelendiğinde yine bir yaratılış mucizesi ile karşılaşırız. Bu molekül "atrial natriüretik faktör" isimli bir hormondur. İçindeki mesajı okuyabilecek tek yetkili de böbreklerdir. Mesaj böbreklere sodyumun vücuttan atılmasını emreder.46 Burada insanın aklına; "Niçin böbreklere gönderilecek bir mesaj kalbin derinliklerinde saklanıyor?", "Böbreklerin sodyumu vücuttan atmalarıyla kalbin ne ilgisi var?" gibi sorular gelebilir. Ancak Allah insan vücudunu birbiri içine girmiş binlerce sistemle var etmiştir. Kalbin derinliklerine böbreği ilgilendiren bir mesajın saklanması, bu kompleks ve kusursuz sistemlerden yalnızca biriyle ilgilidir. Yüksek tansiyon, yani damarlardaki sıvı miktarının artması, insan için oldukça tehlikeli bir durum oluşturur. Eğer bir önlem alınmazsa sonuç ölümdür. Artan kan basıncı kalbin daha fazla gerilmesine neden olur. Bu gerilmeyle kas liflerinin de araları açılır ve liflerin içine hapsedilmiş olan mesaj molekülleri serbest kalarak kana karışır. Ardından bu mesaj kan yoluyla böbreklere ulaşır. Böbrek kendisine ulaşan emre itaat eder ve vücuttaki sodyumu atmak için harekete geçer. Sodyumla beraber vücuttan atılan sıvı miktarı da artar. Böylece kan basıncı normal düzeye iner ve kalp sağlıklı olarak atmaya devam eder. Tansiyonunuz Düşünce Ne Olur?
Kandaki basınç düzeyinin düzenlenmesinde böbreğin sahip olduğu rol bu kadarla da bitmez. Tansiyonun düşük olduğu durumlarda da böbrekteki çok özel yapıda bir hücre olan JGA'dan "renin" adlı bir madde salgılanır. Ancak bu maddenin doğrudan kendisinin tansiyon yükseltici etkisi yoktur. Bu madde üretildiği yerden çok daha farklı bir yerden, karaciğerden salgılanan "anjiotensinojen" adlı bir molekülle birleşerek "anjiotensin-1" molekülüne dönüşür. Ancak bu oluşan hormonların da tansiyon üzerinde çok ciddi bir etkisi yoktur. Kan dolaşımında bulunan bu hormon daha sonra yine farklı bir organda, akciğerde bulunan "ACE" adı verilen ve sadece "anjiotensin-1" molekülünü parçalamaya yarayan bir enzim sayesinde daha farklı bir molekül olan "anjiotensin-2" molekülüne dönüşür.47 İşte damarlar üzerinde etki gösterip tansiyonu normal seviyeye çıkaracak olan asıl hormon da son noktada üretilen bu moleküldür. Bu molekül oluşmazsa kendinden önce üretilmiş hiçbir hormonun tansiyon üzerinde bir etkisi olmayacaktır. Anjiotensin-2 molekülü yine sadece kendisiyle birleşmek üzere damar yüzeyinde bulunan algılayıcılarla birleştikten sonra damarların büzülmesini ve tansiyonun yükselmesini sağlar. Anjiotensin-2 molekülünün tansiyonu artırmak için yaptıkları bu kadarla da kalmaz. Anjiotensin-2 molekülü kan dolaşımı sayesinde böbreküstü bezlerinin çok özel bir bölgesine iletilir. Bu bölgede bulunan bazı hücreler sadece anjiotensin-2 molekülü ile birleştikten sonra ürettikleri aldosteron adlı molekülün kana karışmasını sağlar. Bu molekülün kana karışmasıyla birlikte kan basıncı bu defa daha farklı bir mekanizma ile yükselmeye başlar. Aldosteron molekülü, böbreğin toplama kanalları üzerinde bulunan kendine özel algılayıcılarla birleşerek idrarla atılmakta olan sodyum moleküllerinin, vücuda geri emilmesini sağlar.48 Sodyum molekülleri de kanın yoğunluğunu artırarak kan basıncının yükselmesini sağlar. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta kuşkusuz ki bu maddelerin etkilerinin birbirlerine bağlı oluşudur. Böyle bir durumda sadece tek bir tanesinin bile rastlantılarla oluşması mümkün olmayan böyle bir sistemin bütün elemanlarının aynı anda, aynı bünyede rastlantılarla oluşması defalarca imkansızdır. Rastlantıların böbreklere anlama kabiliyetini, önlem almak için gerekli olan insiyatifi kazandıramayacağı ise tartışılmazdır. Sadece kan basıncının düzenlenmesinde kullanılan onlarca madde ve bunların etki mekanizmaları düşünüldüğünde bile karşılaşılan tasarım ve düzenin kendiliğinden oluştuğunu iddia etmek şüphesiz evrim teorisine körü körüne bağlı ve bunu bir inanç sistemi olarak benimsemiş kişilere has bir davranıştır. Nitekim evrimciler de teorilerine bütün doğrulara rağmen bir inanç olarak inandıklarını çeşitli şekillerde itiraf etmişlerdir. Bunlardan biri şöyledir: Bir bilim adamı olarak aldığım eğitim boyunca, bilimin yaratılış kavramı ile uyuşamayacağına dair çok güçlü bir beyin yıkamaya tabi tutuldum. Bu kavrama karşı şiddetle tavır alınması gerekiyordu... Ama şu anda, yaratılışa inanmayı gerektiren açıklamaya karşı olarak öne sürülebilecek hiçbir argüman bulamıyorum… Biz hep açık bir zihinle düşünmeye alıştık ve şimdi yaşama getirilebilecek tek mantıklı cevabın yaratılış olduğu sonucuna varıyoruz, tesadüfi karmaşalar değil.49 Evrimcilerin de açıkça itiraf etmek zorunda kaldıkları gibi tüm bilimsel veriler herşeyin hakimi olan Allah'ın varlığını açık ve kesin olarak göstermektedir.
Taklit BöbrekGünümüz teknolojisinin sağladığı imkanlarla gerektiği gibi işlememeleri durumunda, organlarımızın yerini tutabilecek suni organlar ve cihazlar tıbbi kullanıma sunulmuştur. Böbreklerin fonksiyonlarını kaybetmeleri ya da yetersiz kalmaları durumunda da yerine vücudun arıtma sistemi olarak çalışmak üzere diyaliz makineleri geliştirilmiştir. Boyutları böbreklerle kıyaslanamayacak kadar büyük olan bu makinelerde kan, belli düzeneklerden geçirilir ve içerdiği üre, ürik asit gibi zararlı maddelerden ve fazla sıvılardan arındırılır.
Bu alet basit difüzyon (bir maddenin çok yoğun bir ortamdan, az yoğun bir ortama geçmesi) yöntemiyle çalışmaktadır. Atardamardan alınan bir hortum ilk önce bir pompaya gelir. Bu pompa kanı diyaliz aletine pompalar. Diyaliz sıvısı oksijence zengin ve tuz konsantrasyonu yönünden de kan plazmasına eşittir. Kan, diyaliz sıvısı içinde bulunan diyaliz tüplerinden geçirilir. Kandaki üre gibi artık maddeler difüzyonla diyaliz sıvısına geçerken, alyuvar ve protein gibi gerekli maddeler diyaliz tüplerinde kalır. Bu işlem esnasında diyaliz sıvısı alet içinde hafifçe çalkalanır. Bu sayede kandaki artık maddeler arındırılır ve kan geri dönecek hale getirilir. Eğer besleme yapılmak istenirse diyaliz sıvısına glikoz ilave edilir ve yine difüzyon yöntemiyle kana geçirilir. Temizlenmiş kan bir hortumla toplardamara verilir. Bütün bu işlemler sırasında diyaliz sıvısı sürekli yenilenir ve her defasında vücut sıcaklığına eşdeğer bir sıcaklıkta tutulur. Aksi halde, hasta çok fazla ısı kaybeder. Tam bir diyaliz işlemi 4-6 saat alır ve diyaliz sıvısı pek çok defa değiştirilir. Bu işlem çoğu hastaya haftada iki veya üç defa uygulanır. Ancak diyaliz hiçbir şekilde böbreğin yerini tutmamaktadır.50 En etkili şekilde çalışan diyaliz makinelerinde bile hastanın yaşamı ancak birkaç sene kadar uzatılabilmekte ve hastaların çoğu belli bir zaman sonra hayatlarını kaybetmektedirler. İnsan vücudundaki herşey olabilecek en mükemmel şekilde tasarlanmıştır. Teknoloji kullanılarak yapılan tüm araştırmalarda ulaşılmaya çalışılan sonuç, insan vücudundaki tasarımın bir benzerini üretebilmektedir. Ancak vücudumuzda olduğu kadar küçük alanlara, aynı özelliklere sahip teknolojinin yerleştirilmesi mümkün olmamaktadır. Allah'ın insan vücudunda kurduğu sistem her yönden benzersizdir. İnsana düşen bunu Allah'tan bir nimet olarak görüp, yaşadığı her an için Allah'a şükretmektir. Allah, kendisinde sükun bulmanız için geceyi, aydınlık olarak da gündüzü sizin için var etti. şüphesiz Allah, insanlara karşı (sınırsız) bir fazl sahibidir. Ancak insanların çoğu şükretmiyorlar. İşte bu, sizin Rabbiniz Allah'tır; herşeyin Yaratıcısıdır; O'ndan başka İlah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz, İşte, Allah'ın ayetlerini inkar edenler böyle çevriliyorlar. (Mü'min Suresi, 61-63)
Dipnotlar45- Arthur C. Guyton, M.D., Text Book of Medical Physiology, W.B. Saunders Company, 7th Edition,1986, s.613-614 46- Prof. Dr. Ahmet Noyan, Yaşamda ve Hekimlikte Fizyoloji, s.623-627 47- Montgomery, Conway-Spector-Chappel, Biochemistry, Mosby-Year Book, Inc., 1996, s. 604 48- Arthur Guyton-John Hall, Text Book of Medical Physiology, Guyton & Hall, 9th edition, s. 345 49- Chandra Wickramasinghe, London Daily Express ile bir röportajından, 14 Ağustos 1981 50- Guyton and Hall, 9. Basım, s.420 |