15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece sabaha kadar süren olaylarda Türk milleti 240 şehit verdi. Yaralı sayısı ise 2200 oldu. 35 uçak, 37 helikopter, 246 tank ve zırhlı araç, 3 gemi ve 4000’den fazla da hafif silahın kullanıldığı darbe girişimine 9000’in üzerinde de asker katıldı. Rütbesiz askerlerin büyük kısmı ya bir tatbikat ya da bir terör saldırısına karşı mücadele bahanesiyle kışlalarından çıkarılmışlardı. Bu karanlık gecede şehit olanlar bir silahlı çatışmada vurulmadılar. Tamamına yakını silahsız masum halktı. Kimisi tank altında ezildi, kimisi yakın mesafeden infaz edildi, kimisi helikopterlerden yağdırılan mermilerin hedefi oldu, kimisi de uçak bombalarının altında kaldı.
      
Adnan Oktar: PKK İngiliz derin devletinin Türkiye'yi yıkmayı amaçlamış ileri karakoludur. Biz bu karakolun ilimle irfanla yıkılması gerektiğini savunuyoruz. Kürt düşmanlığını asla kabul etmeyiz. Kürtler bu vatanın asil mübarek evlatlarıdır. Bizim karşıtlığımız PKK'nın alçaklığınadır. Türkler, Kürtler, Araplar, Çerkesler hepsi birleşecek, İslam Birliği oluşacak. Kürt kardeşlerimiz bizzat kendi elleriyle PKK'yı kaldıracaklar. Kürt kardeşlerimiz diledikleri yerde özgürce yaşayacaklar. Kızıl komünistlerin onları ezmelerine müsaade etmeyeceğiz.Türkiye için asıl tehlike PKK'dır. Türkiye sınırında kilometrelerce alan PKK'nın kontrolünde. Asıl önemli konu budur.
   
Hedeflediğimiz kitlenin hiçbir şekilde İngiliz halkı olmadığını da burada önemle belirtmek gerekmektedir. İngiliz halkı, kalitesi ve asaleti ile öne çıkan, bizim için oldukça değerli bir millettir. Halk, derin devletlerin gerçekleştirdikleri kirli planlardan uzaktır ve masumdur. Dolayısıyla izleyeceğiniz videolarda derin devletlere yöneltilmiş suçlamalardan İngiliz halkını tenzih ederiz. Gerçekte, derin devletin söz konusu uygulamalarından İngiliz halkı da rahatsızdır ve pek çok derin proje onlar da mağdur konuma getirmiştir. Dolayısıyla hem İngiltere’nin kendi halkının hem de diğer ülke halklarını rahatsız eden bu sinsi yapılanmanın oyunları mutlaka deşifre edilmelidir.
  
Münafıkların oyunlarına, kendilerini Müslüman gibi tanıtıp İngiliz derin devletine yancılık yapanlara, Rumi felsefeyi yayanlara, İslam'ın yerine Rumiliği yaymaya çalışanlara, homoseksüelliği meşru gibi göstermeye çalışanlara, Türkiye'yi bölmek isteyenlere, PKK ile işbirliği yapanlara, küfrün istilasını tehlikeli değil gibi göstermeye çalışanlara ilimle irfanla müsaade etmedik, etmeyeceğiz. İngiliz derin devletine teslim olan bazıları homoseksüel propagandası yapıyor, Darwinizmi anlatıp, Kuran’ı yaşanmayacak hale getiriyorlar. Rumiliği anlatıp, Kuran'ın yerine başka bir din getirmeye çalışıyorlar, asıl bunlar şeytanın hipnozudur.
  
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den rivayet edilen ve en büyük hadis imamlarından olan İmam Suyuti’nin naklettiği 8 sahih hadiste dünyanın ömrünün 7000 yıl olduğu, Peygamberimize kadar bu sürenin 5600 yılının geçtiğini haber verilmiştir.
7000’den 5600’ü çıkarttığımızda geriye 1400 sene kalmaktadır.
Başka bir hadiste ise Peygamberimiz “Ümmetin ömrünün 1500 seneyi pek geçmeyeceğini” haber vermiştir.1975 yılında Fırat'ın Suyunun Kesilmesi. Keban Barajı’nın yapılmasıyla bu durum gerçekleşti. . 1979 yılında Afganistan'ın İşgali...
   
Hz. Mehdi (a.s.) ve talebeleri dinsizliğin beynini, yani fikir sistemini Kuran'la, bilimle, fenle, akılla, imanla yenecekler. İnançta, fikirde galibiyet oluşacak ve batıl düşünce, delalet, Darwinist, materyalist, ateist düşünce yok olup gidecek, inşaAllah.
4.14 --- Naim b. Hammad ve Ebil Hasenil Harbi Harbiyat isimli eserlerinin birinci faslında Ali b. Abdullah b. Abbas’dan tahric ettiler.
O dedi ki: Mehdi, güneş bir alamet olarak doğmadıkça çıkmaz.
  
Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez geleceği konusunda Kuran'da önemli deliller bulunmaktadır. Bunları sırasıyla şu şekilde inceleyebiliriz:
1. Delil "... sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim..."
Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne geleceğine dair işaretler taşıyan ayetlerden ilki Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetidir:
"Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim ve seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana'dır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim." (Al-i İmran Suresi, 55)
  
Türk İslam Birliği, Kuran ahlakını temel alan dolayısıyla her düşünceden, her inançtan, her milletten insana karşı şefkatle ve anlayışla yaklaşan, herkesin hakkını koruyan, herkesi rahat ettiren bir huzur ve barış birliği olacaktır. Türk İslam Birliği tüm çatışmalara, terör eylemlerine, anarşiye tam anlamıyla son verecek, Türk İslam Birliği'nin kurulmasıyla tüm fitneler sona erecektir. Bu güzel birliğin tesis edilmesiyle Museviler ve Hıristiyanlar da güvenlik içinde ibadet edebilecekleri, diledikleri gibi ticaretlerini yapacakları, istedikleri yerde istedikleri gibi yerleşebilecekleri, kendilerini tam anlamıyla güvende hissedecekleri bir ortama kavuşacaklardır.
  
“Benim dinime dön! Ya da öl!” Bağnazlığın sloganıdır bu. Bağnazlıkta demokrasi, fikir özgürlüğü, sevgi, saygı, şefkat, dostluk, fedakarlık gibi kavramlar yoktur. Bazı insanlar bağnazlığın ve onun ürünü olan radikalizmin bir hak dinin içine yerleşebileceğini düşünürler. Oysa bağnazlığın kendisi bir dindir.
Özellikle son dönemlerde bu tahammülsüz ve sapkın din, çoğunlukla İslam dini gibi anılmaya başladı. Bir kısım odaklar bağnazlık dinine İslam adını koydular. Bağnazlık dinine yönelik korkularını İslam’a yönelttiler. Öyle ki, bir İbrahimi din “korku” kelimesiyle birlikte anılır oldu. İslamofobia bütün dünyada zikredilir oldu. İnsanlar korkularının İslam’dan değil, bağnazlık dininden kaynaklandığının farkında bile olmadılar.
   
Bağnaz zihniyetin sevgisizliğini ve katılığını gözler önüne seren en çarpıcı örneklerden biri de kadınlara bakış açılarıdır. Kendilerince kadını bir tür aşağı varlık olarak gören bağnazlar, ortaya attıkları sayısız hurafeyle kadınları toplumun dışına iten, hatta sokakta görmeye dahi tahammül edemeyen bir zihniyete sahiptir. Kuran’da, kadının bahsinin geçtiği ayetlerde, kadına büyük bir ihtimamla değer verilmiş, kadın, tüm zor şartlarda özel bir himaye altına alınmıştır. Fakat bir yandan da sorumluluk olarak erkek ile eşit tutulmuştur. Dolayısıyla kadının korunması, bu korumaya muhtaç olduğu için değil, özel bir değere sahip olduğu içindir.
  
İslam’da kalite çok hayati bir konudur. Günümüzde birçok İslam ülkesinde sevgiden, anlayıştan, hoşgörüden, sanattan, güzellikten ve estetikten uzak bir yaşam tarzı hakimdir. Bu durum, Allah’ın Kuran’da bizlere tarif ettiği güzel ve temiz yaşam şekliyle tümüyle çelişmesine rağmen, yine de bu toplumlar tarafından oldukça makul karşılanmaktadır. Oysa kalitesiz bir yaşam tarzı ve estetikten uzak bir anlayış, bir Müslümana asla yakışmaz.
Kaliteden uzak bu yaşam tarzı, kişinin düşünce şeklinden, hayattan aldığı zevklere, hedeflerinden güzellik, estetik ve espri anlayışına, oturup kalkmasından konuşmalarına, yeme-içmesine kadar, tüm hayatını kapsayan çok geniş bir alana yayılır.
   
Rabbimiz’in hak peygamberler ve hak kitaplarla insanlığa rahmet olarak indirdiği üç kutsal dinin; İslam ve tahrif olmamış gerçek halleriyle Hıristiyanlık ve Museviliğin pek çok inançları ortaktır. Tevrat ve İncil zaman içinde bazı bozulmalara uğramış olmakla birlikte, Allah Katı'nda inen bu kitaplarda hak dinin inanç esasları ve ahlaki değerleri büyük ölçüde muhafaza edilmiştir. Kutsal Topraklarda Museviler bulunacaklar, Müslümanlar ve Hristiyanlar da bulunacaklar ve o bölgede hep birlikte barışı ve sevgiyi hakim kılacaklardır. Allah'ın bizden istediği ve bizim çaba göstermemiz gereken budur.
  
Peygamberler halka benzemez, çok heyecan verici bir heybete ve nura sahiptirler. Peygamberimiz (sav)’de de muazzam bir heybet vardı. İnsanlar kimi zaman nurundan yüzüne bakamıyorlardı. Dilleri lal oluyordu. Peygamberimiz (sav) üzerindeki heybetin şiddetini azaltmak ve insanları rahatlatmak için şakalar yapardı. Hassas olur peygamberler. Mehdilerde bir manevi hassasiyet olur. Çok duyarlılar. Renkleri daha iyi görürler, sesleri daha iyi duyarlar, üzüntüye daha açıktırlar, tedirgin olmaya daha açıktırlar. Onun için onların aldıkları sevap daha çok oluyor.
  
En büyük dileğimiz Suriye'deki krizin bir an önce barışçıl biçimde son bularak dünyanın dört bir tarafına dağılmış Suriyeli göçmenlerin doğup büyüdükleri topraklara yeniden kavuşması. Ancak bugün gelinen nokta, ülkemizdeki değerli misafirlerimizin belki daha uzun süreler bizlerle birlikte yaşamaları gerektiğini gösteriyor. Zira, Suriye'de kalıcı bir barış sağlansa bile ülkenin insani koşullara uygun hale gelmesi ciddi bir zaman alabilir. Ayrıca pek çok Suriyeli, Türkiye’yi ikinci vatanı kabul edip ülkemizde temelli kalmaya karar verebilir. Türk halkı olarak bu, her zaman gurur ve sevinçle karşılayacağımız bir karardır. Bu nedenle, mülteciler için çok daha uzun vadeli ve kalıcı tedbirler alınması, altyapı projeleri geliştirilmesi ve sığınmacıların yaşam standartlarını yükseltecek imkanlar sağlanması gerektiği açıktır.
   
Mülteciler için, AB ülkelerinin maddi imkanlarını seferber etmelerinin yanı sıra, köklü medeniyetlerine yakışacak bir kültürel eğitim seferberliği başlatmaları da son derece gereklidir. Böyle bir çalışma farklı kültürlerden gelen mültecilerle uyum sürecinin hızlanmasını sağlayacak ve ilgili tüm toplumları rahatlatacaktır. Mültecilerin sığındığı-sığınmadığı her ülkenin üzerine düşen sorumluluk büyüktür, mülteciler sadece belli ülkelerin değil tüm dünyanın sorumluluğundadır ve bu konudaki net çözümler ancak birlik olarak, her alanda ortaklaşa çalışmalar yürütülerek çözülecektir.
      
|