Pasifist İnsanların Amaçları Nelerdir?

Pasifizmin en önemli risklerinden biri, bu zihniyeti savunan insanların Müslümanlar arasında geliştirmeye çalıştıkları şevksiz, durağan yapıdır. Kendi menfaatlerini ve rahatlarını, dinin menfaatinden ve Müslümanlardan önde tutan bu gibi kişilerin en dikkat edilmesi gereken yönlerinden biri de, diğer insanlara özellikle de zayıf karakterli olan kimselere gizliden gizliye vermeye çalıştıkları olumsuz mesajlardır. Bu mesajın ne anlama geldiğini anlayabilmek için, pasifizmi savunan insanların karakterlerini ve zihniyetlerini iyi tahlil etmek gerekir. Zira bu insanlar çoğu zaman, Allah'ın adını kullanabilmekte, davranışlarını sözde dindar olduklarını öne sürerek açıklayabileceklerini sanmaktadırlar. Dolayısıyla Müslümanların bu konuda dikkatlerinin çok açık olması, pasifist insanların verdikleri telkinlerin nelere mal olabileceğini iyi teşhis ederek, gerekli tedbirleri almaları son derece önemlidir. Benzer ahlaktaki insanlar Peygamber Efendimiz (sav) döneminde de yaşamış ve kendileri müminlerle birlikte mücadele etmekten kaçtıkları gibi, diğer Müslümanları da mücadeleden alıkoymak için faaliyet göstermişlerdir. Bu insanların durumunu Rabbimiz şöyle bildirmiştir:

Gerçekten Allah, içinizden alıkoyanları ve kardeşlerine: "Bize gelin" diyenleri bilir. Bunlar, pek azı dışında zorlu-savaşlara gelmezler. (Ahzab Suresi, 18)

Kuran'da pek çok ayette tarif edilen bu karakterin en belirgin özelliği, inkarcı ideolojilere karşı yürütülen fikri mücadeleden olabildiğince kaçmak ve diğer müminleri de böyle bir mücadele içinde olmaktan alıkoymak için çalışmaktır. Bu kişiler hem tavırlarıyla hem de konuşmalarıyla, fikri mücadeleyi önemsiz gibi göstermeye, müminlerin dikkatini başka yerlere yoğunlaştırmaya çalışırlar. Fikri mücadelenin içinde yer almaktansa, geride kalmayı tercih ederler. Çıkarlarıyla çatışmayan konularda müminlerle beraber hareket edip en ufak bir menfaat çatışmasında hemen kenara çekilirler. Çıkarlarına zarar gelmemesi için azami dikkat sarf ederler. Oysa iman edenlerin, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, din ahlakından uzak kimselerin ideolojilerine karşı yürüttükleri fikri mücadele, tarihi bir mücadeledir. Kuran'da bildirilen Peygamber kıssalarında da bu fikri mücadelenin örnekleri görülmektedir.

Allah'ın varlığına ve birliğine iman eden, ahirette hesaba çekileceğinin bilincinde olan, Kuran ahlakını bilen insanların diğer insanlara da bu gerçekleri anlatmaları kuşkusuz çok büyük bir sorumluluktur. İnsanların bir kısmı bilgisizlik, bir kısmı da yanlış bilgilendirme nedeniyle Kuran ahlakını yaşamamaktadır. Bu durum, günümüzdeki yolsuzlukların, ahlaksızlıkların, çatışmaların, yoklukların temelinde yer alan asıl unsurdur. Öte yandan, dünyanın pek çok yerinde Müslümanlar da büyük sıkıntı ve sorunlarla karşı karşıyadırlar. Müslüman kadınlar ve erkekler "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için zulme uğratılmakta, masum çocuklar kurşunların hedefi olmakta, mülteci kamplarında binlerce Müslüman yokluk içinde hayatlarını devam ettirmeye çalışmaktadır. Bu manzara karşısında, yapılması gereken elbette yalnızca Müslümanlara değil, ihtiyaç içinde olan tüm insanlara aciliyetle yardım eli uzatmaktır. Üstelik, bu mazlum insanların sorunlarına geçici değil kalıcı çözümler üretilmesi de şarttır. Sorunun din dışı ideolojilerin telkinlerinden ve uygulamalarından kaynaklandığı gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, çözümün de Kuran ahlakının mümkün olduğunca hızlı bir şekilde yayılması olduğu açıkça görülmektedir. Bir ayette şöyle buyurulmaktadır:

Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)

Hal böyleyken, pasiflik taraftarı kişilerin, Müslümanları atıl bir yapı içine itmeye çalışmaları, onları son derece önemli olan bu fikri mücadeleden geri tutmak istemeleri, zayıf imanlı kimselere de mücadelenin gereksiz olduğu yanılgısını telkin etmeleri çok ciddi bir durumdur. İşte tüm bu nedenlerden dolayı bu kişilerin söz konusu amaçlarına ulaşmak için izledikleri yolların, gizli ve açık uyguladıkları yöntemlerin bilinmesi ve deşifre edilmesi hayati önem taşımaktadır. Bu kişilerin sahte telkinlerine, ağırlıklarına ve tembelliklerine karşı alınacak tedbir ise, müminlerin kendilerini ve mümin kardeşlerini teşvik edici bir tavır içinde olmaları, azimle, şevkle ve aşkla çalışmalarına devam etmeleridir. "Müminleri hazırlayıp teşvik etmek" (Nisa Suresi, 84) hem her Müslümanın sorumluluğudur, hem de söz konusu kişilerin fitnelerine karşı en önemli engellerden biri olacaktır.

İlerleyen satırlarda din ahlakında çekimser davranan, pasif kalmayı tercih eden bu insanların asıl amaçlarını inceleyeceğiz:

Kalben İnanmadıkları Bir Hayat Yaşar Ve Sahte Bir Kişilik Gösterirler

Müminlerin arasında bulunup da amaçları aslında inananları pasifizme sürüklemeye çalışmak olan kişilerin aslında gerçek Kuran ahlakından tamamen uzak, son derece hatalı bir din anlayışları vardır. Bu anlayışlarının en belirgin özelliklerinden biri ise, dinin bir kısmını yaşayıp bir kısmını yaşamamaları ve aslında, "İnsanlardan kimi, Allah'a bir ucu ile ibadet eder..." (Hac Suresi, 11) ayetinde buyurulduğu gibi, tam anlamı ile iman etmemeleridir. Dolayısıyla bu kişiler gerçek anlamda dinin tüm hükümlerini yaşamazlar.

Ancak burada şu konuya açıklık getirmekte fayda var. Her insanın dini yaşama konusunda eksikleri, kusurları, günahları olabilir. Eksik veya kusurun olması o insanın Müslüman olmadığı anlamına gelmez. Kendisini Müslüman olarak tanıtan, iman ettiğini söyleyen her insanı Müslüman olarak kabul etmek İslam ahlakının bir gereğidir. Müslüman olup da İslam’ı yaşama konusunda çok fazla eksiği olan kişiler olabilir. Peygamberimiz (sav) döneminde de Müslümanlığı kabul eden ancak dini yaşama konusunda eksiklikleri ya da zaafları olan insanlar vardı. Peygamber Efendimiz bu kişileri her zaman doğruya davet etti ve merhametli tavrını hiç bir zaman bu insanlara karşı değiştirmedi. Çünkü İslam ahlakında bir insana günahlarından dolayı “Sen Müslüman değilsin” deme hakkı verilmemiştir. Bugün hatalı olan kişi yarın bir niyet değiştirerek son derece takva, herkesten daha üstün ahlaklı bir insan haline gelebilir.

Dolayısıyla bu kitapta tarif edilen pasifist karakterin eleştirilmesinin sebebi bu kişilerin dini yaşama konusundaki eksiklikleri değil, samimiyetsiz ve hain bir kişiliğe sahip olmalarıdır. İnanmadıkları halde “İnandım” diye ortaya çıkmaları, “Müslümanları seviyorum” dedikleri halde için için öfke duymaları, yapmayacakları şeyi söylemeleri, tutmayacakları sözler vermeleri gibi ikiyüzlü bir karakter göstermeleridir.

Samimi Müslümanların ise hayatlarının her anı samimi, açık, şeffaftır. Anlattıklarıyla, inançları ve yaşadıkları aynıdır. Yeme ve içmelerinden temizlik anlayışlarına, sevgi ve saygılarından vefalarına, fedakarlıklarına kadar yüzlerce mümin özelliğinin birarada bulunması ile kazanılan ortak bir ahlak yapıları ve yaşam tarzları vardır. Gerçek bir dindar, zaman zaman çeşitli hataları olsa da, bu özelliklerin tamamını -hiçbirinden taviz vermeksizin- yaşama gayretinde olur. Ancak pasifizmi savunan kişiler, kendilerini olduğundan farklı göstererek, sahte bir kişilikle ortaya çıkarlar.

Fedakar olmak gerektiğini anlatır ama fedakarlık yapmak gerektiğinde kendi rahatlarını tercih edip bundan kaçınırlar. Çünkü bir kişinin fedakar olması demek, kendi isteklerinden feragat edip karşı tarafın menfaatini ön planda tutması anlamına gelmektedir. Allah korkusu zayıf olan veya hiç olmayan bu kişiler için ise, bu çok zor, adeta can yakıcı olur. Bu nedenle genellikle fedakarlık yapmaları gereken durumlarda kendi menfaatlerindeni olabildiğince az ödün vererek, sadece göstermelik tavırlarda bulunmayı tercih ederler. Sadakat ve vefanın önemini anlatır ama zorluk anlarında birden ortadan kaybolup Müslümanları yüzüstü bırakırlar. Bunun gibi pek çok güzel ahlak özelliğini sadece sözlü olarak anlatıp bir türlü uygulamaya yanaşmazlar. Güzel konuşmalar yaparak kendilerini ön plana çıkarır ancak kimsenin görmediği yerlerde dini yaşamak istemezler. Kendilerince Allah’ı ve Müslümanları bu şekilde aldattıklarını sanırlar (Allah’ı tenzih ederiz).

Pasifistlerin bu taklidi imanı, tıpkı tertemiz ak bir sütün içine düşen bir çamur damlasının yarattığı kirli etki gibi kendisini gösterir. Her ne kadar dikkat çekmeden Müslümanların arasında yaşamaya gayret etseler de, samimiyetsizlikleri hemen anlaşılır.

Çünkü iman eden bir insan için ölçü Allah'ın rızasıdır. Pasiflik taraftarları içinse önemli olan insanlarla iyi geçinmek, kendi menfaatlerine bir zarar gelmeden, insanları aldatabilmeyi başarmaktır. Çevrelerinde sözde dindar olarak bilinmek ve bunun için de görünürde belli konulara dikkat etmek bu kişiler için yeterlidir. Bu amaçla 5 vakit namaz kılabilir, oruç tutabilir, zaman zaman fakirlere yardım edebilir, toplum içindeyken belirli kurallara uyabilirler. Ancak kötülüklere karşı fikri bir mücadele içinde olmaya asla yanaşmaz, akıl, feraset ve basiret gerektiren işlerden kaçınırlar.

Bu kişiler için amaç, minimum çabayla kendilerince maksimum fayda sağlamaktır. Çevrelerine de bunun telkinini yaparlar. Elbette kasdettikleri fayda dünya hayatına yönelik menfaatlerdir. Yoksa Allah rızası için fayda sağlamak isteyen insanın her an vicdanlı hareket edeceği açıktır. İnsanları aldatarak fayda sağlayacağını zannedenlerin büyük bir yanılgı içinde oldukları ise, Kuran'da bize bildirilmiş olan bir gerçektir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

(Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. (Bakara Suresi, 9)

Samimi olarak iman edenler ise, ellerindeki tüm imkanları kullanarak Allah yolunda güzel ahlakı yaymak için çaba gösterirler. Kişinin samimi imanının en önemli ölçülerinden biri, şevki, heyecanı ve özverisidir. Müminler asıl hoşnut edilmesi gerekenin Rabbimiz olduğunu bilirler ve uykularından yemeklerine, sevdikleri bir filmi seyretmekten alışverişe gitmeye kadar günlük hayatın her detayında, an an vicdanlarını kullanarak yaşarlar. Her zaman akıllı, tevekküllü, şefkatli, merhametli, ince düşünceli ve tevazulu olmak için çalışırlar. Kuran ahlakını hayatlarına geçirmekte pasif davranan ve güzel ahlakı yaşamaya önem vermeyen kişilerde ise bu özellikler dikkat çekici şekilde eksiktir. Onların seçimleri de çoğunlukla vicdanlarına göre değil, nefislerine göre olur.

Müslümanların Gücünü Kırmayı Ve Onları Yavaşlatmayı Amaçlarlar

Kuran’da münafıklara dair birçok ayet yer alır ve münafıkları bize tanıtan özellikleri anlatılır. Müslümanların arasında gizlenmeye çalışan münafık karakterli insanların ana amaçlarından biri kendilerince dine ve Müslümanlara olabildiğince zarar vermektir. Allah'ın "... onların 'hileli düzenleri' size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır" (Al-i İmran Suresi, 120) ayetinin hükmü gereği, gerçekte hiçbir zaman Müslümanlara zarar veremeyecek olsalar da, her fırsatı bu amaçlarına ulaşmak için kullanırlar.

Bu kitapta pasifist olarak tanımladığımız insanlar da münafık ahlakı gösterirler. Çünkü münafıkların en önemli özelliği içlerindeki hainliği, sevgisizliği, kötülüğü müminlerden saklamaları, Müslüman gibi görünüp aslında çok farklı bir inanç, düşünce ve ahlaka sahip olmalarıdır. İşte pasifistler de böyle hain bir ruhla hareket ederler. Müminlerden gördükleri iyilik, sevgi, saygı, vefa, merhamet onları hiç bir şekilde etkilemez. Vefaya vefayla ya da sevgiye sevgiyle karşılık vermezler. Zihinlerinde hep gizli bir plan, gizli bir amaç olur. Kendi ruhları kötü ve basit olduğu için müminlerin pırıl pırıl ahlakı, her zaman olumlu ve asil olan tavırları onları rahatsız eder. Suçluluk duygusu içten içe onlara gizli bir azap olur. Bu nedenle müminleri dağıtmak, onları başarısız kılmak, kendi ahlaklarına çekmek için ellerinden geleni yapmaya çalışırlar. Bunun için de kendilerince belirli yöntemler izlerler. Örneğin ağır ve uyuşuk davranmalarının Müslümanlara zorluk oluşturacağını, Müslümanların başarılı hizmetler yapmalarını engelleyebileceklerini, faaliyetlerini aksatabileceklerini düşünürler.

Sürekli hayırlı ve fayda getirecek işlerde bulunmak müminlerin önemli özelliklerindendir. Müminler bir işleri bittikten sonra hemen bir diğerine geçerek Allah'ın rızasını ve ahirette güzel bir makamı kazanma gayretinde olurlar. Onları pasifize etmeyi amaçlayan insanlar ise tam tersine, mümkün olduğunca ağır davranır, müminlere de engel olmaya çalışırlar. Müminlerin işlerine engel oldukları, onların vakitlerini alıp oyaladıkları takdirde kendilerince bir zarar oluşturabileceklerini, en azından yapılacak faydalı işleri geciktirebileceklerini düşünürler İlk bakışta onların oyalamaları ile müminlerin vakitlerinin boşa gittiği ve bu kişilerin de amaçlarına ulaştıkları düşünülebilir. Oysa Kuran ahlakına göre gerçek böyle değildir. İman eden bir insan için yaptığı işin içeriği değil, o işi yapış amacı önemlidir. Ayrıca bir işin sonucunu yaratacak olan Allah’tır ve Allah samimi insanların amellerini hep bereket, başarı ve güzellikle neticelendirir. Bu nedenle kendilerini engellemeye çalışanların meydana getirdikleri zorlukları aşmak Müslümanlar için bir ibadet ve ecir olmasının yanısıra yaptıkları işin sonucunu da etkilemez. Hatta zorluk mümini biler yani geliştirir, şevkini ve heyecanını arttırır. Bu nedenle onları yavaşlatmaya ve tökezletmeye çalışanların oluşturduğu sıkıntılı durum iman edenleri daha da atak ve heyecanlı yapar. Zorluğa sabretmelerinin karşılığını da hem dünyada hem ahirette alırlar. Bu nedenle pasifistler müminleri her ne kadar yavaşlatmaya çalışsalar da bu sadece kendilerine zarar verir.

Pasif karakterli kişilerin iman edenlerin vakitlerini almak için kullandıkları yöntemlerden biri de onları kendileriyle uğraştırmaktır. Amaçları dini yaymak için yapılan hizmetlere engel olarak Müslümanlar arasında ağır bir yapı meydana getirmektir. Bu nedenle, tüm güçlerini ve dikkatlerini İslam'ın hayrı, Müslümanların faydası için toplayan müminlerin karşısına, çoğu suni olarak oluşturulmuş şahsi sorunları ile çıkarlar. Ahlaki bozuklukları, Kuran'a aykırı tavırları, yaptıkları işlerdeki özensizlikleri ile ilgiyi kendi üzerlerine çekmek isterler. Özellikle çok kolaylıkla anlayabilecekleri konuları anlamazlıktan gelmeleri, duydukları bir sözü duymamış gibi davranmaları, hemen yapılıp bitirilmesi gereken bir işi olmadık detaylara girerek geciktirmeleri, her konuyu ağırdan almaları, cansız ve şevksiz olmaları ile kendilerince Müslümanların önüne engel çıkartmaya ve onların hızlarını kesmeye çalışırlar.

Bu kişilerin ortak bazı tavır bozuklukları vardır. Bu ahlaki bozukluklar aslında onlar her ne kadar fark etmeseler de turnusol görevi görür ve müminlerden farklı olduklarının anlaşılmasına neden olur. Bazı kişilere ilk anda önemsiz gibi görünebilecek ama aslında çok büyük bir ahlak bozukluğunun belirtileri olan bu özelliklerden bazılarını inceleyelim.

Müminlerin içlerinde hep Allah için daha fazla şey yapma arzusu olur. Bunun kaynağı şiddetli Allah sevgisidir. Müslüman Allah’a öylesine aşık ve tutkundur ki, kendisine tanınmış olan kısa hayat süresinin içine Allah’ın hoşnutluğunu kazanacağını düşündüğü en fazla hizmeti sığdırmaya çalışır. Bu nedenle gözlerini açar açmaz güne “Bugün Allah için, İslam için, iyilik olarak ne yapabilirim?” diye düşünerek başlar. O sevgi ve şevk ona enerji, hız ve hareketlilik verir. Bu nedenle Müslümanlar yapmaları gereken hayırlı işleri ertelemeden, istekle ve süratle yaparlar. Ama pasifistlerde bunun tam aksi bir yapı görülür. Ne zaman İslam’ın ve Müslümanların menfaatine olan bir işi yapacak olsalar, hemen üstlerine bir durgunluk çöker. Normalde nefislerine ve çıkarlarına uygun olan her konuda son derece neşeli, enerjik ve hızlı hareket ederken, İslam’ın lehine olan bir işte balonun sönmesi gibi pasifleşirler. İçlerindeki bütün şevk bir anda yok olur. Bahanelerle yapacakları işi erteler, ne yapılması gerektiğini anlamadıklarını söyleyerek ardı ardına sorular sorar, kolaylıkla kavrayabilecekleri konuları anlamazlıktan gelirler.

Bütün bu tavırlardaki genel amaç, müminlerin vakitlerini almak, yapılacak hayır işlerini mümkün olduğunca geciktirmeye çalışmak ve kalbinde hastalık olan diğer kişilere de olumsuz bir örnek oluşturmaktır.

Bu kişiler Müslümanların işlerine engel olmayı amaçlayıp zorluk çıkarırlarken, bir yandan da mümin topluluğunun içindeki diğer kişilerin de kendileri gibi davranmalarını isterler. Onları da rehavete sürüklemeyi amaçlarlar. Böylece hem kendilerinin hem de mümkün olduğunca çok kişinin ağır davranmasını planlarlar. Onların gevşek tavırlarından güç alan zayıf karakterli diğer bazı kişiler de işleri ağırdan almaya, zorluk çıkartmaya, müminleri kendileri ile uğraştırmaya niyet edebilirler. Olayları Kuran ahlakıyla değerlendirmedikleri için, Müslümanları pasifize etmeye çalışanların yaptıkları olumsuz tavırları hatalı bulmaz, aksine onlar gibi davranmanın daha mantıklı olduğunu zannedebilirler. Oysa daha da önce de belirttiğimiz gibi gerek pasifize olmuş kişilerin gerekse onlardan etkilenenlerin kararları ve bu yöndeki çabaları zannettikleri gibi dine verilmiş bir zarar değil, aksine çok hayırlı bir durumdur. Bu kişilerin varlığı ve faaliyetleri hem samimi müminlerin daha çok şevklenmelerine, hem de yaptıkları işlerde daha azimli ve böylece daha başarılı olmalarına aracı olur. Kuran'da bildirildiği gibi, doğru yola uyanlara, sapanların zarar vermesi mümkün değildir:

“Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir. Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Maide Suresi, 105)

Kuşkusuz bu kişilerin en büyük yanılgılarından biri, içlerinde bulundukları durumun fark edilmediğini sanmalarıdır. Kuran'da karakterleri ve tavırları detaylı olarak tarif edilmiş bu tarz insanları, müminler kolaylıkla teşhis eder ve bunlara karşı gerekli tüm önlemleri en akılcı şekilde alırlar. Örneğin hiçbir zaman acil olarak yapılması gereken bir işi bu kişilere emanet etmezler. Allah'ın "Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor..." (Nisa Suresi, 58) ayeti gereği emaneti ehline verir, onları bilinçli olarak geri planda tutarlar. Ancak bu kişiler içinde bulundukları akılsızlık nedeniyle bu tür durumlarda sevinir ve kendilerince bunu bir kazanç olarak değerlendirirler. Allah'ın rızasını kazanmak onlara göre önemli olmadığı için, ne kadar az iş yaparlarsa o kadar kazançlı olduklarını sanırlar, oysa çok büyük zarardadırlar. Üstelik tüm yaptıklarıyla, Müslümanları pasifize etmenin aksine, onların dikkatlerini daha da açarak insan karakterlerini tanımak konusundaki tecrübelerine önemli bir katkıda bulunmuş olurlar. Müminlerin bu kişilere öğüt vermeye devam etmeleri, onları yaptıkları kötülüklerden sakındırmaya çalışmaları ise, bunun, Allah'ın kendilerine yüklediği bir sorumluluk olması nedeniyledir. Çünkü Allah iman edenlere iyiliği emretmeyi ve kötülükten sakındırmayı emretmiştir.

İmanı Zayıf Kişileri Kendi Yanlarına Çekmeye Çalışırlar

Bu insanların amaçlarından bir diğeri de, zayıf imanlı kimseleri etki altında bırakıp, kendi taraflarına çekmektir. Fakat pasifistler ancak kendi ahlaklarına benzer ahlaktakiler üzerinde olumsuz bir etki oluşturabilirler. Samimi müminlere hiçbir zarar veremezler. Çünkü Allah samimi olarak iman edenleri şeytanın ve şeytanın dostlarının telkinlerinden korur. Şeytanın samimi müminlerin üzerinde bir etkisinin olmayacağı Kuran'da Allah'ın bildirdiği bir gerçektir:

(Şeytan) Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." (Hicr Suresi, 39-40)

Öte yandan münafık karakterli, kalbinde hastalık olan veya zayıf imanlı kişiler, pasiflik telkinlerinin etkisi altında kalabilirler. Pasifist kişilerin yaptıkları işleri ağırdan almaları, mücadele şevklerinin olmaması, Allah'ı anmakta gösterdikleri gevşeklik, fedakarlıktan kaçınmaları, son derece yüzeysel insanlar olmaları, mümkün olduğunca az iş yaparak durumu idare etmeye çalışmaları, tembellikleri, her zaman her işte kolay olanı tercih etmeleri, cansız ve ruhsuz bakışlarla etrafı süzmeleri, dindar olmanın derin şevkinden ve neşesinden yoksun olmaları, daima uykulu ve bakımsız bir görüntü sergilemeleri zayıf imanlı insanlara birer mesajdır. Bu tavırlarıyla, onları da gevşekliğe sürüklemek, kendilerine benzetmek ve mümkün olduğunca çok kişiyi pasifize etmek isterler. Bu kişiler, etkileri altına alabilecekleri insanları tavırlarından ve üsluplarından tanır, öncelikli olarak bu tarz insanlara yönelirler. Kendi düşünce yapılarına uygun olduğuna inandıkları kişileri seçer, bu kişilere hiç kimsenin fark edemeyeceğini zannettikleri gizli mesajlar verir, gizli bir dil ile bu kişilerle anlaşırlar.

Ancak şu noktayı belirtmekte fayda var. Tüm bu saydığımız özellikler herhangi bir inanca, düşünceye ya da hayat tarzına sahip bir insanda da görülebilir. Sıradan bir insan da etrafa cansız bakışlarla bakabilir, karakter olarak tembel, uyuşuk veya şevksiz olabilir. Bu tip tavırların illa bir mesaj taşıması gerekmez. Ancak Kuran’da tarif edilen münafık karakterinde durum farklıdır. Münafığın gevşek davranmasının, neşesiz ve durgun olmasının altında Müslümanlara zarar verme amacı yani bir kasıt yatar. Münafık bütün olumsuz tavırları planlı yapar. Sonuçlarını hesap eder. Aşama aşama geliştirir. Hedefine uygun bir strateji içinde ilerletir. Allah Kuran’daki pek çok ayette münafıkların tavırlarının altındaki bu hainliğe dikkat çeker. Bu nedenle pasifist insanların yukarıda saydığımız tüm bu bozuk tavırlarının altında gizli bir mesaj vardır.

Peki gevşek tavırlarla verilmek istenen bu mesaj nedir? İslam’a, dine, Müslümanlara fayda sağlayacak hayırlı işler yapmak yerine, keyfi bir şekilde oyalanmak, işleri geciktirmek ya da ertelemekle ne amaçlanmaktadır?"Bu kadar gayret etmenizin bir anlamı yok, dünyayı siz kurtaracak değilsiniz ya, bırakın başkalarıyla ilgilenmeyi, başkalarının sorunlarına çözüm getirmek için gayret etmeyi, bakın ben nasıl keyfime bakıyorum, siz de benim gibi yapabilirsiniz." mesajıdır.

Örneğin fedakarlık yapılacak bir yerde bencillik yapmak, herşeyin en iyisini kendisine ayırmak, "başkalarını değil önce kendinizi düşünün" demektir. Dini bilmeyen bilgisiz bir insanla karşılaştıklarında dinden bahsetmek yerine onu dünyaya çekecek konuşmalar yapmak, “İslam’ı yaymak için gayret etmeyin siz de havadan sudan sohbet ederek vakit geçirin” mesajıdır. Dinin yayılmasında önemi olan ve acele bitirilmesi gereken bir çalışmayı ağırdan almak, “bunu yapacaksınız da ne olacak bırakın başkaları için gayret etmeyi keyfinize bakın” mesajıdır. “Siz de benim gibi dine o kadar önem vermeyin” mesajıdır...

Tabi ki tüm bu ağır tavırlar Kuran ahlakının tam zıddı bir ahlakın göstergelerindendir. Çünkü Müslüman Allah’ın emri gereği önce karşısındakini sonra kendini düşünür. İman eden bir insan Allah için yaşar ve İslam ahlakının yayılması için zorluğa ve çileye sabreder. Allah’ın rızasını herşeyin üzerinde tutar. Fedakardır, kanaatkar ve diğergamdır. Ayrıca Müslüman her zaman “gayret benden netice Allah’tan” düşüncesiyle hareket eder. Çünkü Allah Katında insanlar sadece samimi gayret etmekle yükümlüdürler.

Neticeyi yaratacak olan Allah’tır. Netice zahiren olumlu ya da olumsuz olabilir ama batınında mutlaka hayır olarak yaratılır. Bu nedenle Müslüman hiç bir zaman “Bir tek kişinin yaptığından ne olacak, bir ben mi kaldım bu dünyada, benim etkim ne olabilir” düşüncesiyle hareket etmez. Çünkü Allah tek bir hayırlı kulunun hatırına ve sırf onun samimi imanı vesilesiyle tüm dünyayı değiştirebilir. Nitekim Allah samimi iman edenlerin her zaman azınlıkta olduğunu belirtmektedir. İyilerin az, kötülerin çok olması zaten Allah’ın bir kanunudur. Ancak Allah ayetlerinde iyilerin az sayıda olsalar da her zaman galip geleceğini, onların imanıyla tüm dünyanın değişebileceğini belirtir:

Hatırlayın; hani sizler sayıca azdınız ve yeryüzünde zayıf bırakılmıştınız, insanların sizi kapıp-yakalamasından korkuyordunuz. İşte O, sizi (yerleşik kılıp) barındırandı, sizi yardımıyla destekledi ve size temiz şeylerden rızıklar verdi. Ki şükredesiniz. (Enfal Suresi, 26)

Ayette de görüldüğü gibi Müslüman hiç bir zaman doğruyu savunma konusunda şartlara ve ortama bakmaz. Tek olması, kendisine destek olanların sayıca az olması ya da karşıt fikre sahip olanların daha güçlü, daha kalabalık olması onu olumsuz etkilemez. Her zaman Allah’a dayanıp güvenir ve vicdanına uygun hareket eder. Dolayısıyla dinde gevşeklik gösteren insanların savundukları bu yaşam tarzı, gerçek mümin ahlakı ile tamamen zıttır.

Zaten pasifliği yaymak isteyen kişilerin de amacı sabra, tevazuya, teslimiyete, çalışkanlığa, fedakarlığa dayanan güzel ahlakın değil, bencilliğe, tembelliğe, kibire dayalı kötü ahlakın yayılmasıdır. Zayıf imanlı bazı kimseler de bu tavırlara ve telkinlere kanarak, kibirli davrandıklarında onurlu görüneceklerini, fedakarlıktan kaçındıklarında zekice davranmış olacaklarını sanırlar. Oysa gerçekten akıllı ve zeki olan insan, Allah'ın kadrini takdir edebilen, Rabbimiz'in bize emrettiği ahlakı yaşayabilen insandır. Gerçekten onurlu olan kimse ise, Allah'a ve Resulüne iman ve itaat eden kimsedir. İnsana aradığı huzuru, şanı, şerefi verecek olan yalnızca Allah'tır. Allah'ın emrettiği ahlaktan kaçarak bunları kazanabileceklerini sananlar ise çok büyük bir kayıp içindedirler. Rabbimiz insanların ancak Müslüman olmakla, hak dini yaşamakla şerefli bir hayat süreceklerini, kendi heva ve isteklerine uyduklarında ise kayba uğrayacaklarını şu şekilde haber vermiştir:

Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar. (Müminun Suresi, 71)

Pasif insanların kendilerine taraftar toplama yöntemlerinden bir diğeri de kendileri gibi münafık karakterleri kişileri tespit edip onları Müslümanlara karşı kışkırtıcı konuşmalar yapmaktır. Bu konuşmalar kimi zaman açık açık Müslümanların, peygamberlerin ve İslam'ın aleyhine olan anlatımlardır. Kimi zaman da ima yollu eleştiriler, karşısındakini İslam’a, Allah’ın varlığına, müminlerin güvenilirliğine karşı kuşkuya düşürme amaçlı konuşmalardır. İma yollu üstü kapalı konuşmalar genellikle eleştiri adı altında yapılır. Bu konuşmalarda sürekli müminleri eleştirmeye, kendilerince haksızlığa uğradıklarını düşündükleri konuları dile getirmeye özen gösterirler. Samimi bir müminden ve yaptığı işten alaycı bir üslupla bahseder, bir yandan onun iyi bir insan olduğunu dile getiriyor gibi yaparken bir yandan da çalışmalarını kendilerince küçük görür, tavırlarını kınarlar. Böylece olumlu konuşuyormuş gibi gözükürken karşı tarafa sinsi bir taktikle olumsuz telkin yaparlar. Kuran'da münafıkların, müminlerin verdikleri sadakaları ve Allah yolundaki gayretlerini alay konusu edinmeleriyle ilgili bildirilen ayet, bu tavrın bir örneğidir. Allah münafıkların bu çirkin ahlakını ve asıl alay konusunun kendileri olduğunu şöyle bildirmiştir:

Sadakalar konusunda, mü'minlerden ek bağışlarda bulunanlarla emeklerinden (cehdlerinden) başkasını bulamayanları yadırgayarak bunlarla alay edenler; Allah (asıl) onları alay konusu kılmıştır ve onlar için acı bir azap vardır. (Tevbe Suresi, 79)

Tarih boyunca yaşamış mümin topluluklarının içinde rastlanan bu bozuk kişilikteki insanların asla açıkça dile getirmedikleri, ama gizli konuşmalarında telkinini verdikleri bir diğer önemli konu da elçilerle ilgilidir. Bu kişiler peygamberlerin yanında onların anlattıkları gerçekleri tasdik eder gibi davranırlar. Ama kendi yandaşları ile yaptıkları gizli toplantılarda aleyhlerinde konuşmalar yaparlar. Benzer ahlaktaki kişiler Peygamber Efendimiz döneminde de yaşamış, O'nun aleyhinde gizli toplantılar düzenlemiş, bu toplantılarda müminlerin ve Hz. Muhammed (sav)'in aleyhine planlar yapmışlardır. Ancak Allah'ın izniyle bu planları her zaman boşa çıkmıştır ve Rabbimiz'in bir kanunu olarak da hep boşa çıkacaktır. Allah bu gerçeği ayette şu şekilde bildirmektedir:

Şüphesiz 'gizli toplantıların fısıldaşmaları' (kulis), iman edenleri üzüntüye düşürmek için ancak şeytan (ürünü olan işler)dandır. Oysa Allah'ın izni olmaksızın o, onlara hiçbir şeyle zarar verecek değildir. Şu halde mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (Mücadele Suresi, 10)

Peygamberimiz (sav) döneminde yaşayan zayıf imanlı kişilerin ve münafıkların, Hz. Muhammed (sav)'in emir ve tavsiyelerini uygulamamakta direndikleri, bu tavsiyeler hakkında saygıya uygun olmayan yorumlar yaptıkları bilinmektedir. Kendilerine belki de defalarca tarif edilen bir konuyu sanki hiç duymamış gibi davranmaları, sonra kendilerine hatırlatıldığında bunu hiç bilmediklerini söylemeleri, bilseler ona göre davranacakları yalanını ortaya atmaları ve bu konuda çekinmeden yemin etmeleri bu yapıdaki insanların bilinen özelliklerindendir. Allah bir ayetinde söz konusu insanlar hakkında inananları şöyle uyarmıştır:

Onlar, yeminlerini bir siper edindiler, böylece Allah'ın yolundan alıkoydular. Artık onlar için alçaltıcı bir azap vardır. (Mücadele Suresi, 16)

Rabbimiz bir başka ayetinde de ikiyüzlü insanlarla ilgili şöyle buyurmuştur:

Ey peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "İnandık" diyenlerle Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, "Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının" derler. Allah, kimin fitne(ye düşme)sini isterse, artık onun için sen Allah'tan hiçbir şeye malik olamazsın. İşte onlar, Allah'ın kalplerini arıtmak istemedikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette onlar için büyük bir azap vardır. (Maide Suresi, 41)

Karışık ve her anlama çekilebilecek üsluplar kullanmak, sorulduğunda "iyilikten başka birşey amaçlamadığını" iddia etmek, pasifizm uygulayan kişilerin sıkça başvurdukları bir sahtekarlıktır. Kendilerince sahtekarlıklarını bu üsluplarının altına gizler, anormalliklerinin fark edilmeyeceğini, fark edilse bile durumu kolayca tevil edebileceklerini sanırlar. Elçinin aldığı kararlara karşı hoşnutsuzlukları, itaatsizlikleri ve teslimiyetsizlikleri hissedilmesine rağmen, mümkün olduğunca ahlaksızlıkları ile ilgili net delil vermemeye gayret ederler. Böylece bir yandan iyi niyet iddiasında bulunarak Müslümanları pasifize etmeyi, bir yandan da zayıf imanlı insanları ortaya attıkları fitne dolu sözlerle etkileyip kendilerine taraftar yapmayı hedeflerler. Ancak onların bu tavırlarının asla başarıya ulaşmayacağını ve boşa çıkacağını Allah bir ayetinde şöyle bildirmektedir:

Şüphesiz inkar edenler, Allah'ın yolundan alıkoyanlar ve kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra 'elçiye karşı gelip zorluk çıkaranlar', kesin olarak Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler. (Allah,) Onların amellerini boşa çıkaracaktır. (Muhammed Suresi, 32)

Müslümanları Da Kendilerine Benzetmek İster, Onları Olumsuz Yönde Etkilemeye Çalışırlar

Bu kişiler genellikle hak olmayan, sapkınca yorumlanmış, çarpık bir din anlayışı ile ortaya çıkarlar. Bu çarpık anlayışta, Kuran ahlakı insan hayatında olabildiğince az yer kaplamakta, sadece şekli olan ibadetler ön plana çıkmaktadır. Oysa, "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır" (Enam Suresi, 162) ayetiyle bildirildiği gibi Müslümanın her dakikası, yaşamının her anı Allah'ın emrettiği şekildedir. Diğer bir deyişle, din ahlakı iman eden bir kimsenin tüm hayatını kapsar.

Ancak yukarıda da bahsettiğimiz gibi pasifist kişiler, şekli ibadetlere kısmen de olsa önem verirken, dinin özünü teşkil eden ahlaki esasları neredeyse tamamen yok sayarlar. Bu kişiler için ölçü Allah rızası ve Kuran ahlakı değildir. Genellikle olayları, kendi cahil mantıklarına göre ve "bence" diye başlayan cümlelerle toplumun geneline hakim bazı batıl ve temelsiz inanışlara göre değerlendirirler. Kuran’a göre hiç bir dayanağı ve kaynağı olmayan, kimden ve nerden çıktığı bilinmeyen ancak kimileri tarafından genel olarak kabul gören bu yanlış inanışlara cahiliye hükmü adı verilir. Bu mantığa sahip kişilerin bakış açısı ayette şu şekilde bildirilmiştir:

Onlar hala cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir? (Maide Suresi, 50)

İşte pasifist yapıdaki kişilerin ilk hedeflerinden biri de dine bakışlarındaki bu sapkınlıkları ve kalitesiz yaşam tarzlarını müminlere benimsetmektir. Pasifistlerin gözleri hep dünyada olur. Dünya hayatındaki çıkarları, keyifleri, kazanımları onlar için ahiretten ve Allah’ın rızasını kazanmaktan daha önemlidir. Bu nedenle üslupları, tepkileri, istekleri hep dünyevidir. Samimi iman edenlerin ise aklı, kalbi, düşüncesi hep Allah’ın rızasını kazanmaya ve ahirete dönüktür. Hayatlarının her aşamasında tek bir ölçüleri vardır. “Allah bundan razı olur mu?” Her konuda kendilerine bu soruyu sorar ve adımlarını ona göre atarlar.

Pasifistler ise her adımlarında kendilerine şu soruları sorarlar. “Benim bundan çıkarım nedir? Ben bundan ne kazanırım? Benim dünyama bu ne kadar fayda sağlar?”. Örneğin bir yardımda bulunacaklarında, “Ne infak etsem bana en az kayıp getirir?” diye düşünmeye başlarlar. Müslüman ise tam tersine, “ Ne infak etsem de Allah benden en çok razı olsa?” sorusuna göre hareket eder. Birisine yardım edeceklerinde “Benim bundan kazancım ne olur?” diye hesap yaparlar. Müslümanlar ise “Bu yardım Allah’ın rızasına uygun mu?” düşüncesi içinde olurlar.

Pasifistler bir sorumluluk alacaklarında “En az emekle en fazla ne çıkar sağlarım?” diye düşünürken, Müslümanlar “Allah için bu konuda en fazla ne yapabilirim?” fikriyle yola çıkarlar.

İşte pasifistlerin hayat felsefelerinin temeli bu sisteme yani şahsi kazanım ve çıkar sistemine dayandırılmıştır. Böyle bir düşüncenin ise Kuran’da yeri yoktur. Çünkü Müslüman yaptığı hiç bir şeyin karşılığını insanlardan ya da dünyadan beklemez. Her yaptığı Allah için olur. Allah kendisine dünyada ve ahirette ne karşılık verirse ondan da hoşnut ve razı olur. Ancak Müslümanların bu güzel ve teslimiyetli ahlakı pasifistlerin çıkar anlayışlarıyla çatışır. Bu nedenle onları da kendilerine benzetmeye ve her işten bir maddi kazanım elde edecek, dünyada olabildiğinde keyif sürecek, hiç bir fedakarlıkta bulunmayıp hiç bir zarara girmeyecekleri bir sistem oluşturmaya çalışırlar.

Cahiliyenin basitliğini yansıtan bu yaşam şeklini kendilerince Müslümanların da çekici göreceği bir hale getirmek isterler. Cahiliye yaşantısının o bozuk ve kirli düzenine hayranlıkları bir türlü bitmek bilmez. Akılları zayıf olduğu için Müslüman asaleti ile cahiliye basitliği arasındaki farkı göremezler. Cahiliyenin Allah’ı, ölümü ve dini unutma üzerine kurulmuş basit konuşma üsluplarını, samimiyetsiz mimiklerini, sevgisizliğe ve bencilliğe dayalı tepkilerini, kısaca manevi cahilliğin ve yüzeyselliğin kirli kültürünü olduğu gibi taklit etmeye çalışırlar.

Nitekim pasifistlerdeki inanç bozukluğunu en çok ele veren yönlerden biri, dinden uzak yaşayanlara duydukları bu hayranlığı gizleyememeleridir. Bu taklit etme isteği ve özenme duygusu hayatlarının hemen her anına yansır. Kendilerini “Kuran ahlakını yaşayan Müslümanlar” olarak tanıtır ancak Kuran ile cahiliye ölçüsünün çatıştığı yerde cahiliye ölçüsünü tercih ederler. Örneğin Allah insanlarda üstünlüğün takva ve güzel ahlakla olduğunu belirtir. Ancak pasifistler kişinin mesleğine, kariyerine, ailevi ve sosyal konumuna bakıp ona göre değer verirler. Allah Kuran’da iman edenlerin eninde sonunda inkar edenlere karşı galip geleceğini belirtir. Ancak pasifistler Allah’ın bu vaadine iman etmek yerine karşılarındaki topluluğun fiziki gücüne bakarlar. Müslümanların az olması ve küfrü yaşayanların çok olması onları küfre adeta “yancı” yapar. Zenginliği ve sayıca üstünlüğü galibiyet sebebi olarak görürler. Halbuki kaderde iman edenler galip yaratılmışlardır. İnkarcı ideolojileri savunanların ne sayıca üstünlüğü ne de maddi üstünlükleri hiç bir anlam ifade etmez. Asıl güç ve iktidar sahibi olan sadece Allah’tır ve Allah salih kullarını zaferle müjdelemiştir. Ancak bu zafer ifadesi yanlış anlaşılmamalıdır. Müslümanların zaferi İslam ahlakının, sevginin, merhametin, barışın, kardeşliğin dünyaya hakim olmasıyla gerçekleşir. Ayrıca Müslüman dinin hakimiyetinde de hep adil, hep mütevazi, hep Allah’a ve Müslümanlara hizmetkar olmaya devam eder.

Şunu da belirtmek gerekir ki güzel bir kıyafet tarzına, güzel bir tavra ya da görünüme özenmekte bir sakınca yoktur. Hatta güzel olan şeylere özenip, kişinin kendisini geliştirmeye çalışması faydalıdır da. Ancak burada pasifistlerin asıl olarak özendikleri ve taklit ettikleri bazı güzel özellikler değil, cahiliyenin zihniyetidir. Düşünce yapıları, cahiliye mantıklarıyla şekillenmiştir. Neyin önemli neyin önemsiz olduğunu, nerede nasıl davranılması gerektiğini, hangi tavırların doğru hangilerinin yanlış olduğunu Kuran'a göre değil, cahiliyenin kurallarına göre belirlerler. Bu özenti nedeniyle, salih Müslümanlık gayretinde olmaz ve cahiliye tarafından değer verilen vasıfları edinmeye çalışırlar.

Herhangi bir konuda değerlendirme yaparken, Allah'ın varlığının farkında olan bir insan gibi değil de, bu gerçekten tamamen gafil biri gibi yorumlar yaparlar. Ayrıca kendilerince bir üstünlük olduğuna inandıkları geçici değerlerle, müminlerin arasında da itibar kazanacaklarını zanneder ve bunlarla kibirlenirler. Ancak samimi müminler için insanların dünyevi özelliklerinin bir anlamı yoktur. Ancak bir kişi bilgisini, kültürünü, imkanlarını İslam'ın hayrı, Müslümanların yararı için kullanıyorsa muhakkak ki bu güzel bir davranış olacak ve ahirette de bunun karşılığını Allah'ın izniyle en güzel şekilde alacaktır. Fakat Allah'ın rızasını gözetmeyip, geçici bazı özelliklerden dolayı kibirlenen kişilere bu özellikleri, dünyada da ahirette de bir kazanç getirmeyecektir. Ayette de bildirildiği gibi, mümin kimse için "... azığın en hayırlısı takvadır..." (Bakara Suresi, 197) Bir başka ayette ise, ölçünün sadece takva olduğu ve insanların dünyada edindikleri maddi özelliklerin Allah Katında bir değerinin olmayacağı şu şekilde bildirilmiştir:

... Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)