Kuran’da İşaret Edilen Akılcı Önlemler

Akıl, Kuran’da sık sık dikkat çekilen ve sadece müminlere ait olan bir özelliktir. Ancak insanlar akıl ile zekayı genellikle birbirine karıştırırlar. Zeki insanların aynı zamanda akıllı da olduklarını düşünürler. Oysa akıl, Allah’ın inananlara verdiği, doğruyu yanlıştan ayırmaya, her konuda en doğru teşhis ve çözümleri üretmeye yarayan bir anlayıştır. Zeka ile değil, kişinin imanının derinliği ile doğru orantılıdır. Allah pek çok ayetinde inkarcıların, “akletmeyen bir topluluk” olduklarından bahseder.

Aklın seviyesi ise özellikle ani olaylarda ve karmaşık durumlarda gösterilen tepkiyle açığa çıkar. Allah’ın varlığını ve dinini derinlemesine kavrayamayan, dolayısıyla akıl yönünden güçlü olmayan kişilerin bu tip durumlardaki tepkileriyle, güçlü imana sahip kişilerin tepkileri kıyaslandığında akıl farkı çok açık görülür. Müminler ani olaylar karşısında son derece itidalli tavırlar gösterir, karmaşık görülen olayları akıllarını kullanarak çok kısa sürede ve en güzel biçimde çözümlerler. Çünkü Allah’ın “doğruyu yanlıştan ayıran” bir kitap olarak indirdiği Kuran’ı çok iyi bilir ve yaşamlarının her aşamasında Kuran’daki hükümler doğrultusunda hareket ederler.

Kuşkusuz ki her insan, dikkat ve akıl kullanmayı gerektiren bir durumla karşı karşıya kaldığında çeşitli çözümler üretebilir ve muhtemel zararları önleyici tedbirler alabilir. Ancak bunların hiçbiri Kuran’da Allah’ın insanlara sunduğu çözümler kadar kesin, köklü ve kalıcı değildir. Çünkü Kuran'ı sonsuz ilim sahibi Allah indirmiştir. Kuran’da gösterilen doğrultuda hareket eden müminler ayetin ifadesiyle “sağlam bir kulba” tutunmuş olurlar ve her işlerinde isabetli sonuçlar elde ederler.

İşte bu bölümde, Kuran’da çeşitli işaretler şeklinde anlatılmış olan ve inananlara yol gösteren akılcı önlemleri inceleyeceğiz.

Başlanacak Bir İşin Her Aşamasının Önceden Düşünülmesi

Bir işe başlarken çok geniş düşünmek, birkaç aşama sonrasını, karşılaşılabilecek tepkileri, olası alternatifleri hesap edebilmek aklın bir göstergesidir. Akılsız insanlar bu ince hesaplamayı yapamaz, aldıkları bir kararın, giriştikleri bir uygulamanın bir sonraki adımda neler getirip, neler kaybettireceğini tahmin edemezler. Bunun sonucunda da yaptıkları birçok işte başarısız olurlar.

Müminlerin geniş düşünce kabiliyetinin bir örneği, İbrahim peygamberin, yaşadığı topluma dini anlatmak için izlediği yöntemde görülür: Taşlardan oyarak yapmış oldukları putların ilahi birtakım güçlere sahip olduğuna inanan bu topluluk, Hz. İbrahim’in tüm anlatımlarına rağmen, vicdanları kabul ettiği halde sapkın inançlarından vazgeçmemişlerdir. Bu durumda İbrahim peygamber de, kendilerine onların anlayabileceği bir başka yönden yaklaşmaya karar vermiş ve birkaç aşamalı bir plan izlemiştir.

Aslında hiçbir anlamı olmayan bu putların, birer taş parçasından ibaret olduğunu kavmine ispatlamak için, putları kırmaya karar vermiştir. Ve bunun için özel bir plan kurmuştur. Öncelikle, akılcı bir yol bularak, bu işi yaparken kendisini kimsenin görmemesini sağlamış ve kendisini güvenceye almıştır. Kalabalığı etrafından uzaklaştırmak için kullandığı yöntem ise ayetlerde şöyle haber verilir:

“Ben, doğrusu hastayım” dedi. Böylelikle arkalarını çevirip ondan kaçmaya başladılar. (Saffat Suresi, 89-90)

Görüldüğü gibi, Hz. İbrahim (as)’ın hasta olduğunu söylemesi üzerine halk, bir anda etrafından dağılarak uzaklaşmış ve böylece İbrahim peygamber de putlarla başbaşa kalmıştır. Bu aşamadan sonra gelişen olaylar ise Kuran’da şöyle bildirilmektedir:

“Andolsun Allah’a, sizler arkanızı dönüp gittikten sonra, ben sizin putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım.” Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye. (Enbiya Suresi, 57-58)

Kavminin büyük bir güce sahip olduklarını sanarak, kendilerine ilah edinmiş oldukları taştan putları kırmış, sadece bir tanesini sağlam bırakmıştır, ki, neler olup bittiğini merak ettiklerinde kendilerine anlatması için büyük puta başvurabilsinler! Ardından merak ve öfke içerisindeki halk Hz. İbrahim (as)’ın yanına gelerek olan biteni öğrenmeye çalışmışlardır:

Dediler ki: “Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?” “Hayır” dedi. “Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin.” Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; “Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)” dediler. (Enbiya Suresi, 62-64)

Bu konuyla ilgili ayetlerin bütünü incelendiğinde, Hz. İbrahim (as)’ın son derece akılcı bir şekilde aşamalı bir plana göre hareket ettiği ve sonunda da istediği sonuca ulaştığı açıkça görülmektedir. Gerçekten de, puta tapmakta olan bu topluluk, sağlam kalan putun hiçbir şeyle kendilerine yarar sağlayamayacağını açık bir biçimde anlamıştır. Çünkü bu put ve kırılmış olan diğer putlar birer taş parçasından ibarettirler ve ne görebilmekte, ne duyabilmekte, ne de konuşabilmektedirler. En önemlisi kendilerini bile paramparça edilmekten koruyamamışlardır. Hz. İbrahim (as)’ın kavmine anlatmak istediği gerçek de bundan ibarettir zaten. Hiçbir anlam taşımayan taş parçalarına ibadet etmekten vazgeçmeleri, tüm gücün ve tüm yaratılmışların tek sahibi olan Allah’a yönelmeleri.

Hz. İbrahim (as) birkaç aşama sonrasında gerçekleşebilecek ihtimalleri hesaplayarak hareket etmiş ve istediği sonuca ulaşmıştır. Bu ve bunun gibi Kuran’da verilmiş olan daha birçok hikmetli örnek bize içinde bulunulan şartları ve kişilerin psikolojilerini göz önünde bulundurmanın, sonuca ulaşmada son derece etkili olacağını gösterir. Akıllı bir mümin başladığı işin sonraki aşamalarını, hangi davranışın kendisine uzun vadeli bir başarı kazandıracağını mutlaka hesaplar. Ve faydalı gördüğü için yaptığı bir şeyin bir sonraki aşamada zarar getirmemesini sağlayacak her türlü tedbiri, Allah'ın Kuran’da işaret ettiği çözümler doğrultusunda düşünerek alır.

Güvenilir Bir Yardımcının Gerekliliği

Hz. Musa (as), firavuna dini tebliğ etmek için giderken, Allah’tan, kardeşini kendisine yardımcı kılmasını istemiştir. Bu gerçek ayette şöyle haber verilir:

“Ailemden bana bir yardımcı kıl”. “Kardeşim Harun’u”. “Onunla arkamı kuvvetlendir”. “Onu işimde ortak kıl”. “Böylece Seni çok tesbih edelim”. “Ve Seni çok zikredelim”. “Şüphesiz Sen bizi görüyorsun”. (Taha Suresi, 29-35)

Ayetlerden de anlaşıldığı gibi önemli bir görev söz konusu olduğunda müminin, yanına güvenilir bir yardımcı alması akılcı bir yöntem olur. Nitekim Allah Hz. Musa (as)’ın duasına, “(Allah) Dedi ki: “Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle bir ‘güç ve yetki’ vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz ve size uyanlar galip olanlarsınız.” şeklinde karşılık vererek, birlikteliklerinin hem fiziki hem de manevi hikmetine dikkat çekmiştir. (Kasas Suresi, 35)

Müminler Allah’ın dikkat çektiği bu yöntemi uyguladıkları takdirde, iki kişiden birinin hataya düşebileceği, eksik kalabileceği bir anda, diğer kişi devreye girerek yanındaki mümine fiziki ve akli bir destek sağlayacaktır. Yine iki kişi arasında hal, tavır ve sözlü olarak Allah’ın sürekli hatırlanması ve zikredilmesi için uygun bir ortam oluşması ise ayetin işaret ettiği sırlardan bir diğeridir.

Güvenilir bir yardımcının yararı bu kadarla sınırlı değildir elbette. Müminin can ve mal güvenliği bakımından da yalnız hareket etmemesi ve herhangi bir tehlikeye karşı yanına bir mümini alması büyük önem taşır. Böylece her iki taraf da bir diğerinin fark etmediği bir tehlikeyi tespit ederek, muhtemel olumsuzlukları önceden önleyebilme imkanını elde etmiş olurlar.

İş Bölümü ile Çalışmanın Yararları

Allah Kuran ayetlerinde bazı konular üzerine yemin ederek dikkat çekmiş ve bu konuların önemine işaret etmiştir. Bu konulardan biri müminler arasında iş bölümü yapılmasının önemi ile ilgilidir.

Allah, “Sonra iş(ler)i taksim edene andolsun” ayetiyle (Zariyat Suresi, 4) işlerini aralarında bölüşerek yapanlar üzerine yemin ederek, bu uygulamanın faydalarına işaret etmiştir. Kuran’ın bu tavsiyesine uyularak tüm gerekli işler müminler arasında paylaşıldığında öncelikle hız ve vakit kazanılacaktır. Nitekim bir kişinin 10 saatte gerçekleştirebileceği bir işin, on kişi tarafından 1 saatte tamamlanabileceği bilinen bir gerçektir.

İş bölümü yapmanın diğer bir avantajı ise, işe dahil olan herkesin akıl, bilgi, beceri ve tecrübelerinden ayrı ayrı yararlanma fırsatının doğması ve böylece yapılan işin kalitesinin artırılmasıdır.

Bunun yanında, bir işi aynı anda birçok kişinin üstlenmesi, aceleden kaynaklanabilecek potansiyel hata ve zarar riskini en aza indirmiş olacaktır.

Oysa cahiliye toplumunda insanlar mümkün olduğunca her işi tek başlarına yapmak isterler ki böylece elde edilen başarıyı da sahiplenebilsinler ve çevrelerinden de bu oranda takdir toplayabilsinler. İşte Kuran’da tavsiye edilen iş bölümü yönteminin bir başka faydası da kişilerin bu hırslarını kırması ve sahiplenme duygusunu ortadan kaldırmasıdır. Çünkü ortaya çıkan sonuç ve elde edilen verim sadece bir kişinin değil, çok sayıda müminin aklının, bilgi ve becerisinin bir göstergesi olacağından kişiler, nefisleri adına büyüklenecek, böbürlenecek, övünecek ve sahiplenecek bir malzeme bulamazlar. Herkes eşit oranda bir üstünlük göstermiş olur; ki müminler de zaten böyle bir arayış içinde değil, yalnızca Allah’ı razı etmenin kaygısı içindedirler.

İş bölümünün manevi anlamda kazandırdığı bir diğer fayda ise, aynı hedef doğrultusunda, ortaklaşa hizmet eden müminlerin arasındaki dostluğun, kardeşliğin ve bağlılığın pekişmesidir. Nefiste yaşanan hırsların kırılması, diğer kişilerde mevcut olan güzelliklerin ve üstün yeteneklerin daha kolay fark edilmesini sağlar ve alçak gönüllü bir yapı oluşur.

Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yapılan bir işi paylaşmak, temelinde yatan asil amaçtan dolayı, kişilerin birbirlerine olan saygılarını, sevgilerini ve bağlılıklarını arttıran bir başka unsurdur. Kişilerin o işi bitirmek uğrunda sarf ettikleri her çaba Allah’a olan bağlılıklarından ve sevgilerinden kaynaklanır. Bunu bilmek de kardeşlik duygularını besleyen bir başka önemli konudur.

Gecenin Dinlenme, Gündüzün ise Faaliyet Zamanı Olması

Kuran’da dinlenmek için gecenin kullanılmasına, gündüz saatlerinde ise faaliyet yapılmasına işaret edilmiştir:

O, dinlenmeniz için geceyi, gündüzü de aydınlatıcı (mubsir) olarak sizin için yaratmıştır. Şüphesiz işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır. (Yunus Suresi, 67)

Nitekim bu sistemi incelediğimizde, insan metabolizmasının geceleri uyumaya ve dinlenmeye, gündüzleri ise çalışmaya ve faaliyet yapmaya ayarlı bir biçimde işlediğini görürüz. Geceleri, karanlığın etkisi ile beyindeki epifiz bezinin harekete geçtiği ve vücudun, uyku düzenini ayarlayan doğal bir madde olan melatonin salgılayarak uykuyu oluşturduğu bilimsel bir gerçektir. Bu duruma ek olarak gece saatlerinde beyin fonksiyonları yavaşlar ve vücut ısısı da düşer. Vücudun karanlığa karşı verdiği tüm bu tepkiler, kişinin üretiminin ve veriminin belli bir oranda düşmesine neden olur.

Gün ışığıyla birlikte ise melatonin adlı vücut salgısının azaldığını, çeşitli hormonların faaliyete geçtiğini, vücut ısısının arttığını ve beyin fonksiyonlarının da en üst seviyeye ulaştığını görürüz. Bu da kişinin uyanıklığını, dikkatini ve verimini olumlu yönde etkileyecek bir faktördür. Ayetlerde erken kalkmaya, gündüzün verimliliğine dikkat çekilmesi ve “geceyi dinlenmeniz için yarattık” denilmesinin hikmetini, bu bilgiler ile bir kez daha görmüş oluruz.

Önemli Bir Bilginin Kötü Niyetli Kişilere Bildirilmemesi

Kuran’da vurgulanan önemli bir başka detay da, art niyetli olabilecek kişilerden önemli bilgilerin itinayla saklanmasıdır. Çünkü art niyetli bir kimse, müminlere iyilik dokunmasını istemeyeceğinden, gerekirse elindeki tüm imkanları kullanarak bir hayrı engellemeye çalışacaktır. Eğer kötü niyet beslediği kişiye bir iyilik dokunacağından haberdar olursa da bu, onun kıskançlık duygularını daha da kabartarak karşı tarafa zarar verme ihtimalini doğuracaktır.

Kuran’da bahsi geçen Yusuf peygamberin kardeşleri, bu karakterin en çarpıcı örneklerini temsil ederler. Bu kimseler, babaları Hz. Yakup (as)’ın, Yusuf peygambere olan sevgisini kıskandıkları için, Hz. Yusuf’a karşı büyük bir öfke beslemektedirler. Hz. Yakup (as) ise bu durumu fark ettiği için, Hz. Yusuf (as) kendisine gördüğü bir rüyayı anlattığı zaman, bundan kesinlikle kardeşlerine bahsetmemesini söyler. Aksi takdirde kendisine bir kötülük yapabilecekleri konusunda da Yusuf peygamberi uyarır. Zira Yakup peygamber rüyanın yorumundan Hz. Yusuf (as)’ın Allah'ın seçtiği ve kendisine nimet verdiği bir insan olduğunu anlamıştır. Böyle bir bilgiyi öğrenmek ise kardeşlerinin kıskançlığını ve düşmanlığını kat kat artıracaktır. İlgili ayetler şöyledir:

Hani Yusuf babasına: “Babacığım, gerçekten ben (rüyamda) onbir yıldız, güneşi ve ayı gördüm; bana secde etmektelerken gördüm” demişti. (Babası) Demişti ki: “Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.” “Böylece Rabbin seni seçkin kılacak, sözlerin yorumundan (kaynaklanan bir bilgiyi) sana öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak’a (nimetini) tamamladığı gibi senin ve Yakup ailesinin üzerindeki nimetini tamamlayacaktır. Elbette Rabbin, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Yusuf Suresi, 4-6)

Bu ayetlerin devamında ise, Allah, “Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde soranlar için ayetler (ibretler) vardır” şeklinde bildirerek, müminleri bu kıssa üzerinde düşünmeye sevk etmiştir. (Yusuf Suresi, 7) Nitekim ayetin tavsiyesine uyarak ibret gözüyle baktığımızda da, ilk dikkatimizi çeken şey, bu tür kötü niyetli kişilere karşı son derece temkinli davranmak ve asla önemli bir konu hakkında onlara bilgi vermemek gerektiğidir.

Erken Davranmanın Önemi

Kuran’da güvenliğe dair dikkat çekilen önlemlerden bir başkası da, önemli bir olay söz konusu olduğunda ya da bir girişimde bulunulacağı zaman mümkün olduğunca erkenden harekete geçmektir. Kuran’da bu konuya, Peygamberimiz (sav)’in yaptığı bir uygulama anlatılarak dikkat çekilmiştir:

Hani sen, müminleri savaşmak için elverişli yerlere yerleştirmek için evinden erkenden ayrılmıştın. Allah işitendir, bilendir. (Ali İmran Suresi, 121)

Hz. Muhammed (sav)’in, müminlerin mücadele halinde olduğu bir zamanda, inananlar arasında iş bölümü yapmak, onlara uygulamaları gereken detayları haber vermek üzere “erkenden” hareket ettiği haber verilmiştir. Peygamber Efendimiz (sav)'in Kuran’da haber verilen bu tavrı, 1400 seneden beri Kuran’ı okuyan tüm inananlar için yol gösterici ve teşvik edici bir örnek oluşturmuştur.

Erken harekete geçen kişi, gerekli tüm faaliyetleri bir an önce organize edebilecektir. Bu tavsiyeye uyan kişi, herşeyden önce kendi lehinde kullanabileceği bir süre kazanacaktır. Böylece avantajlı konuma geçebilecek, beklenilmeyen bir durum ya da gecikme olduğunda bunu telafi etme imkanına sahip olacaktır.

Bunun yanında acele etmek durumunda olmamanın kişilere sağlayacağı psikolojik bir rahatlık da söz konusudur. Kısıtlı bir zaman kimi insanlar üzerinde panik ve heyecan türü etkilere neden olabilir ki bu da kişinin dikkatini, muhakeme, yargı ve çözüm üretebilme kabiliyetini olumsuz yönde etkileyebilir. Dolayısıyla acele etmekten ve panik halinden kaynaklanan dikkatsizlikler ve istenmeyen kazalar meydana gelebilir. Oysa daha geniş bir zaman dilimi içerisinde rahat ve sakin hareket edebilmek, bu durumun tam aksine, aklın ve dikkatin üzerindeki baskıyı tamamen kaldırır ve sağlıklı kararlar alınabilmesini sağlar.

Gece Vakti Tedbirli Olunmasına Yönelik İşaretler

Geceyi insanlar için bir dinlenme vakti kılan Allah, “De ki: Sabahın Rabbine sığınırım. Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden.” ayetiyle, gecenin aynı zamanda tedbirli olunması gereken bir zaman olduğuna da dikkat çekmiştir. (Felak Suresi, 1,3)

Havanın karanlık olduğu, özellikle de ayetlerde belirtildiği gibi etrafı örten koyu bir karanlık olduğu vakitler, insanların hareket kabiliyetinin kısıtlandığı, güvenlik önlemlerinin zorlaştığı, tehlikenin açıkça görülemediği ve dolayısıyla da gafletin daha yoğun olabileceği saatlerdir. Gecenin oluşturduğu bu şartları tehlikeli hale getiren esas sebep ise elbette yine insanlardır. Günaha düşkün olan inkarcılar, bu karakterlerini rahatça sergileyebilmek için kimliklerini büyük ölçüde gizleyen geceyi tercih ederler. Nitekim bu konuda yapılan araştırmalar da, cinayet, yaralama ve hırsızlık türü toplumsal suçları gerçekleştirmek için, insanların gece yarısıyla başlayan ve sabah gün ağarıncaya kadar süren bir zaman aralığını tercih ettiklerini ortaya koymaktadır.

Bunun yanında, Kuran’da geceye ve karanlığa ilişkin olarak dikkat çekilen bir başka konu da, müminlere karşı düşmanlık besleyen birtakım insanların, onlara zarar verebilmek için özellikle bu vakitleri tercih ettikleridir. Bu konuya işaret eden ayetlerden birinde, bu tarz kişilerin müminler aleyhinde planlar kurmak için özellikle geceyi tercih ettikleri belirtilmiştir:

Onlar, insanlardan gizlerler de Allah’tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi ‘geceleri düzenleyip kurarlarken,’ onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını kuşatandır. (Nisa Suresi, 108)

Bir başka ayette ise, Hz. Salih (as)’a kin duyan inkarcıların, ona karşı saldırı için de geceyi tercih ettikleri haber verilerek, müminlerin bu tarz olaylara karşı temkinli olması gerektiğine işaret edilmiştir:

Kendi aralarında Allah adına and içerek, dediler ki: “Gece mutlaka ona ve ailesine bir baskın düzenleyelim sonra velisine: Ailesinin yokoluşuna biz şahid olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz, diyelim. (Neml Suresi, 49)

Allah’ın karanlığın bu özelliğinden haberdar ettiği müminler, akılcılıklarının bir gereği olarak, her türlü tedbiri alırlar. Geceleri bir yerden bir yere hareket ederken, bir iş üzerindeyken ve hatta uyurken bile son derece dikkatli ve temkinli olurlar. Ancak bu tedirginlik anlamında bir dikkat sarf etme değildir. Çünkü müminler, her türlü akılcı tedbiri aldıktan sonra asla herhangi bir tedirginlik duymaz, Allah’a tevekkül ederler.

Yalnız Hareket Etmemenin Önemi

Allah’ın emirlerini uygulama konusunda müminlere örnek oluşturan peygamberler, özellikle de önemli olaylar söz konusu olduğunda, yanlarında hep bir mümin ile birlikte hareket etmişlerdir. Bunun en belirgin örneklerinden biri Hz. Musa (as) ile Hz. Harun (as)’ın birlikteliğinde görülür. Hz. Musa, kendisine büyük bir düşmanlık besleyen Firavun’la görüşmeye giderken, Allah’tan kardeşi Hz. Harun’u kendisine yardımcı kılmasını istemiş ve gerekçesini de şöyle ifade etmiştir:

Ve kardeşim Harun; dil bakımından o benden daha düzgün konuşmaktadır, onu da benimle birlikte bir yardımcı olarak gönder, beni doğrulasın. Çünkü onların beni yalanlamalarından korkuyorum. (Kasas Suresi, 34)

Bu hikmetlerinin yanısıra, bir insanın yanında ikinci bir kişinin bulunması, şahitlik durumu oluşturduğu için, düşmanlık besleyenler açısından yıldırıcı ve caydırıcı bir unsurdur. Bir insanın yalnız hareket etmesi ise, her zaman art niyetli kişilere cesaret veren, yapmak istedikleri kötülüklere uygun ortam hazırlayan bir konum oluşturur.

Kuran’da bu konuya işaret eden bir başka ayette de, Musa peygamber ve yardımcısının yaptığı bir yolculuktan bahsedilir:

Hani Musa genç yardımcısına demişti: “İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim ya da uzun zamanlar geçireceğim.” Böylece ikisi, iki (deniz)in birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler; (balık) denizde bir akıntıya doğru (veya bir menfez bulup) kendi yolunu tuttu. (Kehf Suresi, 60-61)

Ayetten anlaşıldığı gibi Hz. Musa (as) uzak bir bölgeye doğru uzun bir yolculuğa çıkarken yanına ikinci bir kişiyi almıştır. Musa peygamberin yaptığı bu uygulamanın altında akılcı bir tedbir yatmaktadır. Çünkü bir kimsenin, hakkında hiçbir bilgisinin olmadığı yabancı bir bölgeye tek başına gitmesi beraberinde çeşitli sakıncalar da getirebilir. Ama yolculuk sırasında olsun, gittiği yerde olsun başına gelebilecek maddi manevi her türlü sıkıntıda ikinci bir kişi kendisine destek olabilecek ve yardım temin edebilecektir.

Kuran’da buna benzer bir başka örnek de Hz. Muhammed (sav)’in Mekke’den Medine’ye gidişiyle ilgili verilmiştir:

Siz O’na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O’na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O’nu (Mekke’den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: “Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.” Böylece Allah O’na ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirmişti, O’nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah’ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40)

Peygambere düşmanlık besleyen kimselerin asıl amacı, onu ele geçirerek öldürmek ve kavmin üzerindeki etkisini ortadan kaldırmaktır. Böylesine riskli ve tehlikeli bir ortamda, yalnız hareket etmek ise, müşriklerin arayıp da bulamadığı bir fırsat olacaktır. Bu yüzden de yanına bir kişi alarak tedbirli davranmıştır. Peygamberimiz (sav)’in bu tavrı, tüm müslümanlar için yol gösterici bir örnektir.

Müminlerin Güvenli Mekanları Tercih Etmeleri

Kuran’a baktığımızda tüm peygamberlerin ve beraberlerinde bulunan müslümanların sürekli olarak bir mücadele ortamında yaşadıklarını ve bu ortamın şiddetinden kaynaklanan bir şuur açıklığı ve dikkat içerisinde olduklarını görürüz. Dini yaşama ve anlatma konusunda gösterdikleri kararlı tutum nedeniyle, çoğu toplumlar peygamberlere tepki göstermişler ve hatta kendi menfaatlerine zarar gelmesinden endişe ederek peygamberi ve inananları öldürmeye kalkışmışlardır.

Müminler ise, Allah’ın dilemesi dışında kendilerine iyi ya da kötü hiçbir şeyin isabet etmeyeceğinin bilincindedirler. Eğer herhangi bir saldırıya maruz kalırlarsa da bunun kendi dünya ve ahiret hayatları açısından olabilecek en hayırlı sonuç olduğunun farkındadırlar. Bu sebepten Allah’tan başka hiç kimseden korkmazlar. Ancak bir yandan da akılcı ve aşılması güç tedbirler alarak, düşmanlarının kurduğu tuzakları bir bir bozarlar.

İşte müminlerin ibadet olarak uyguladıkları bu akılcı tedbirlerden birisi de, yaşadıkları yerlerin korunmasına yöneliktir. Bu konuda Kuran’da yer alan işaretlerden biri, Hz. Davud ile görüşmek isteyen, birbiriyle davalı iki kişinin peygamberin yanına geldiklerini anlatan ayette saklıdır:

Sana o davacıların haberi geldi mi? Hani mihraba (Davud’un bulunduğu yere girmek için) yüksek duvardan tırmanmışlardı. (Sad Suresi, 21)

Söz konusu davacıların, Hz. Davud (as)’ın bulunduğu yere yüksek duvarları tırmanarak girdiklerini anlatan bu ayet aynı zamanda Davud peygamberin bulunduğu yerin şekli hakkında da bize bilgi vermektedir. Hz. Davud (as)’ın yaşadığı yerin, duvarları sağlam ve yüksek olabilir. Ayrıca burası güvenli ve savunmaya elverişli bir yer olabilir. Böyle bir mekan dışarıdan gelebilecek her türlü saldırıya kapalı, ulaşılması zor, dolayısıyla da güvenlik için ideal şartlar oluşturan bir yerdir.

Kuran’da haber verilen akılcı tedbir alma yöntemlerinden birisi de, müminlerin bulunduğu mekanların ya da evlerin önünde köpek bulundurulmasıdır. Bu konuya işaret eden ayetler Kehf Suresi’nde şöyle geçer:

Sen onları uyanık sanırsın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu. Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı. (Kehf Suresi, 18)

Kuran’da Kehf topluluğu olarak bilinen gençler, dönemin din düşmanı hükümdarından korunmak amacıyla bir mağaraya sığınmışlardır. Ayetlerde bildirildiğine göre Allah onları uzun bir süre bu mağarada uykuda bıraktıktan sonra uyandırmıştır. Yukarıda yer alan ayette ise, bu gençlerin uyudukları esnada yanlarında bir köpek bulundurduklarına ve bunun onlar için bir korunma sağladığına işaret edilmektedir.

Getirilen Çözümlerin Keskin ve Aşılamaz Niteliklerde Olması

Dediler ki: “Ey Zu’l-Karneyn, gerçekten Ye’cuc ve Me’cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?” Dedi ki: “Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan), daha hayırlıdır. Madem öyle, bana (insani) güçle yardım edin de, sizinle onlar arasında sapasağlam bir engel kılayım.” “Bana demir kütleleri getirin”, iki dağın arası eşit düzeye gelince, “Körükleyin” dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: “Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim.” Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne onu delmeye güç yetirebildiler.” (Kehf Suresi, 94-97)

Kuran’da yer alan bu ayetlerden çıkarmamız gereken hikmetlerden biri oldukça açıktır. Hz. Zülkarneyn topluluğu kurtaracak geçici ya da sıradan tedbirler yerine öyle bir tedbir almıştır ki, kullandığı malzemelerden, inşa etme yöntemine kadar dönemin her türlü imkanını kullandırtarak hiç kimse tarafından aşılamayacak bir set oluşturmuştur. Üstelik bu tedbirle yetinmeyip, üzerine bir kat daha eritilmiş bakır döktürmüş, böylece seddin aşılmasını imkansız hale getirecek ikinci bir önlem daha almıştır.

İşte Kuran’da müminlere tavsiye edilen tedbir alma yöntemleri de böyledir. Müminler küçük veya büyük her türlü olumsuz olayı tamamen engelleyecek, zarar verecek durumları köklü olarak ortadan kaldıracak, her biri keskin, delinmez ve kalıcı yöntemler kullanırlar.

Kötü Niyetli Kimselere Yol Gösterici İfadeler Kullanmamanın Önemi

Kalplerinde inananlara karşı kin ya da kıskançlık gibi duygular besleyen insanlar, bu hislerini tatmin etmek için sürekli olarak fırsat kollarlar. Müminlerin üzerine düşen görev de bir ibadet olarak bu insanlara aradıkları imkanı sunmamak, onların yollarını tıkamak ve bu girişimlerine engel olmaktır.

Allah bu konunun önemine Yusuf kıssasında dikkat çekmiştir. Babalarının Yusuf peygamberi kendilerinden daha çok sevdiğini düşünerek kıskançlık duyan kardeşleri, babalarının sadece kendileriyle ilgilenmesi için Hz. Yusuf (as)’ı öldürmeye karar vermişlerdir. Bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için de, Yusuf peygamberi kendileriyle birlikte gezmeye göndermesi yönünde babaları Hz. Yakup’u ikna etmeye çalışmışlardır. Yusuf Suresi’nde bu konuya şöyle yer verilmiştir:

(Bu karara vardıktan sonra) “Ey Babamız,” dediler. “Sana ne oluyor, Yusuf’a karşı bize güvenmiyorsun? Oysa gerçekte biz, onun iyiliğini isteyenleriz.” “Sen onu yarın bizimle gönder, gönlünce gezsin, oynasın. Elbette biz onu koruyup-gözetiriz.” Dedi ki: “Sizin onu götürmeniz gerçekten beni üzer ve siz ondan habersiz iken onu kurdun yemesinden korkuyorum.” (Yusuf Suresi, 11-13)

Ayetlerde de görüldüğü gibi, oğullarındaki kıskançlığın farkında olan Hz. Yakup (as), Yusuf peygamberi onlarla birlikte göndermek istememiş ve sebep olarak da, kardeşleri farkında değilken onu bir kurdun yemesinden endişe ettiğini söylemiştir. Bunun üzerine Yusuf peygamberi yanlarında götürmeyi başaran kardeşleri, onu bir kuyuya atıp, gömleğine kan sürerek babalarının yanına gelmişler ve Yusuf peygamberi bir kurdun kaptığını söylemişlerdir:

Dediler ki: “Ey Babamız, gerçek şu ki, biz gittik, yarışıyorduk. Yusuf’u da yiyeceklerimizin (veya eşyamızın) yanında bırakmıştık. Fakat onu kurt yemiş. Ne var ki biz doğruyu söylesek bile sen bize inanacak değilsin”. Ve üzerine yalandan kan (sürülmüş) olan gömleğini getirdiler... (Yusuf Suresi, 17-18)

Ayetlerden de anlaşıldığı gibi Yusuf peygamberin kardeşleri, babalarının dile getirdiği bu endişeyi kullanarak, yaptıkları hainliği makul bir zemine oturtmaya çalışmışlardır. Aslında kurdun saldırması gibi bir olay belki hiç söz konusu olmayacaktır. Ama Hz. Yusuf (as)’ın kardeşleri babalarının bu yönde bir endişesi olduğunu bildikleri için, söylenebilecek en makul yalanın da bu olduğuna karar vermişler ve Hz. Yusuf’u bir kurdun kaptığını söylemişlerdir.

Tedbir Alırken Eldeki Tüm Alternatiflerin Değerlendirilmesi

Olaylar karşısında boşvermiş bir tavır göstermek cahiliye insanlarına özgü bir özelliktir. Cahiliye toplumunda hakim olan umursuz ve üşengeç yapı nedeniyle birçok olay, hiçbir tedbir alınmaksızın kendi gidişatına bırakılır. Bu nedenle günlük hayatın hemen her anında çeşitli zararlarla karşılaşılır.

Oysa Allah Kuran’da bu mantığın yanlış olduğuna dikkat çeker. Müminlerin, tedbir alma konusunda çok titiz davranmalarını emreder.

Mevcut tüm alternatifleri kullanarak ciddi tedbirler almanın en doğru davranış olduğuna işaret eden bir ayet şöyledir:

Ve dedi ki: “Ey çocuklarım, tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben size Allah’tan hiçbir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah’ındır. Ben O’na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O’na tevekkül etmelidirler.” (Yusuf Suresi, 67)

Hz. Yakup (as), Mısır’a gidecek olan oğullarına şehrin ayrı ayrı kapılarından girmelerini tavsiye etmiştir. Bu uygulama Yakup peygamberin, oğullarının hem can hem de mal güvenliklerini sağlamak için sunduğu son derece akılcı bir tedbirdir. Aksi bir durumda şehre tek bir kapıdan girmiş olsalar herhangi bir tehlike durumunda belki hepsi birden zarar görebilirler ancak zarar görmeseler bile asıl önemli olan Allah’ın bir nimet olarak verdiği aklı kullanmak ve her konuda en güvenli metodları seçip uygulamaktır. İşte bu nedenle her zaman geniş tedbirler almak Kuran’ın mantığına uygun bir harekettir. Müminin akılcılığı ile cahiliyenin tedbirsizliği arasındaki fark bu tür olaylar karşısında açıkça belli olur.

Unutmamak gerekir ki, sonuç alınan tüm tedbirler, Allah’a fiili bir dua niteliğindedir. Yoksa Allah’ın Kuran’da bildirdiği gibi, insanların yaptıkları hiçbir şey, aldıkları hiçbir tedbir başlarına gelecek olayın yani kaderlerinin önüne geçemez. Allah bu önemli gerçeğe Hz. Yakub’un oğullarına tavsiyesini bildiren ayetin devamında dikkat çekmiştir:

Babalarının kendilerine emrettiği yerden (Mısır’a) girdiklerinde, (bu,) -Yakub’un nefsindeki dileği açığa çıkarması dışında- onlara Allah’tan gelecek olan hiçbir şeyi (gidermeyi) sağlamadı. Gerçekten o, kendisine öğrettiğimiz için bir ilim sahibiydi. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Yusuf Suresi, 68)