Bakteriler

Bakteriler bitkilerden ve hayvanlardan farklı olarak hızlı çoğalan ve biyokimyasal etkileri bakımından canlılar aleminin dengesini sağlamada çok büyük önem taşıyan bir grubu oluştururlar. Hemen hemen her yerde yaşayabilirler, bu nedenle de herhangi bir tür organizmadan çok daha fazla sayıdadırlar. Bu canlılar dünyanın en fazla sayıdaki üyeleridir. Tüm ekosistem, bakterilerin faaliyetlerine bağlıdır3 ve bakteriler insan yaşamını da pek çok şekilde etkilemektedirler.

germ

Bakteriler çok çeşitlidirler. Kimi bakteriler oksijeni bol ortamları tercih ederken, kimileri oksijensiz ortamlarda yaşamlarını sürdürürler. Bir kısmı fotosentez yoluyla enerji sağlarken, bir kısmı organik maddeleri ayrıştırarak besin elde ederler. Tek hücreden oluşmalarına rağmen, bazen metabolizmaları oldukça farklılık gösterebilir.

Şu anki teknolojiyi bile çaresiz bırakan bir çeşitlilikleri vardır. Her geçen gün yeni bir şekil alabilir ve dakikalar içinde sayıca milyarlara ulaşabilirler. Kimi zaman oksijeni bol ortamları tercih eder, kimi zaman da oksijensiz toprak altında yaşayabilirler. Bir kısmı besinini fotosentez yolu ile sağlarken, bir kısmı organik maddeleri ayrıştırarak enerji elde eder. Birbirlerinin aynı olduğu düşünülen bakterilerin bile metabolizmaları incelendiğinde, bunların aslında birbirlerinden farklı türler oldukları anlaşılmaktadır.

Bakteriler, canlılar aleminde "prokaryotlar" olarak adlandırılırlar. Sahip oldukları tek hücre içinde bir çekirdek ve serbest şekilde dolaşan bilgi bankaları -DNA- bulunmaktadır. Bu canlılar oldukça kompleks bir yapıda hücre zarına ve ribozoma sahiptirler. Yeryüzündeki tüm canlıların yaşamsal işlevlerinin birçoğu, daha sonra detaylarına değineceğimiz gibi, bu prokaryotik hücrelerin etkinliklerine bağlı olarak gerçekleşir.

Bakteriler iki hücre örtüsüne sahiptirler. İç kısımda hücre zarı bulunur. Hücre zarının üzerinde protein, karbonhidrat ve yağlardan oluşan bir hücre duvarı vardır. Bazı bakterilerde hücre duvarına ek olarak şeker moleküllerinden oluşan koruyucu bir kapsül bulunur. Bu hücrenin çevresinde özel hücre örtülerinin bulunmasının sebebi, bakteriyi dış etkilerden koruyabilmektir. Bizi korumak için derimizin üstlendiği görevi bakterilerde söz konusu hücre zarı üstlenmiştir. Ancak bu zarın koruyucu niteliği bizim derimizle kıyaslanmayacak kadar güçlüdür. Bakteriler bu dayanıklı hücre yapıları nedeni ile oldukça yüksek veya düşük sıcaklıklara uyum sağlayabilmekte, toprak altına girebilmekte, havada uçabilmekte, kimyasalların içinde ve okyanusun dibinde yaşayabilmekte ve hatta radyasyona dayanıklı hale gelebilmektedirler. Bakterinin hücre çeperi çok hassas bir yapıdan meydana gelmiştir. Bu çeper genellikle lipid + polisakkarit ve şekerle birleşmiş amino asitlerden oluşmuştur. Bu kompleks polimer madde, "peptidoglycan" olarak adlandırılır ve iki çeşit şekerden oluşmuştur. Bu yapının ince, kompleks örgüsü cinslere göre değişim gösterir. Bu yapı o kadar incedir ki, bazen mikroskop altında bile görmek mümkün değildir, çünkü 1 ila 3 nanometre (1 nanometre=0,000000001m) çapında ipliksi yapıların örülmesinden meydana gelmiştir.4 Bakterilerin sahip oldukları özelliklerin büyük bir kısmı halen bilinmemektedir. Çünkü bu canlıların boyutları (0,001 mm. civarı) iç yapılarının gerektiği gibi incelenmesini imkansız kılacak kadar küçüktür.

Bakteriler, evrimcilerin arzu ettikleri gibi, ilkel bir yapıya değil, aşamalı bir evrimin olmadığını kanıtlayan kompleks yapılara sahiptirler.

germ_DNA

1. DNA
2. Ribozomlar

3. Kamçı
4. Gelişen tüycükler

5. Kapsül
6. Hücre duvarı

7. Plazma zarı

Bakteriler, meydana geldikleri tek hücre içinde bir çekirdek ve serbest şekilde dolaşan bir DNA'ya sahiptirler. Hücre zarları ve ribozomları son derece komplekstir.

 

germ_cell

1. Hücre zarı
2. Üst katman
3. Bakteri kamçısı

Bakterilerin sahip olduğu hücre zarının koruyucu niteliği bizim derimizle kıyaslanmayacak kadar güçlüdür. Dayanıklı hücre zarları nedeniyle çok farklı şartlara uyum sağlayabilirler.

Yukarıda anlatılan hücre zarına ek olarak, bakteriler hareket etmek için silia adlı tüycüklere ve kamçı adı verilen organlara sahiptirler. Bu mikroskobik tüyler yakından incelendiğinde bir mucizeyle daha karşı karşıya kalırız. Bakterinin kabuğunu ve siliayı oluşturan maddeden farklı bir moleküler yapıya sahip olan bu kamçı, bütün canlılar aleminde gerçek dönüş hareketi yapabilen tek organeldir. Silia tüyleri kökten uca doğru bir dalga meydana getirip hareket sağlarken, bakteri kamçısının sarmal (helezonik) lifleri, köklerindeki motor sayesinde, pervane gibi dönüş yapabilmektedirler.5 Bakterinin hareketini sağlayan motor iki farklı bölümden oluşmuştur. Ayrıca hücre içinde hazır halde bulunan enerji yerine, bakteri zarında meydana gelen asit akışı, enerji kaynağı olarak kullanılır. Kamçı kendi içinde de kompleks bir yapıya sahiptir. Organik yapısı 240 ayrı protein çeşidinden oluşur.

Bu kamçıda gördüğümüz kompleks yapı, bütün canlı sistemlerinin ortak özelliği olan indirgenemez kompleksliğe bir örnektir. Yani bakteri zarı, zarın altına monte edilmiş olan kimyasal motor ve kamçı, bakterinin hareket etmesi için özel olarak tasarlanmıştır. Bakteriyi basit bir canlı olarak gören evrimci bilim adamları için, bu kompleks yapıyı açıklayabilmek mümkün değildir.

panorama

Bakteriler, dayanıklı hücre yapıları nedeniyle yüksek ve düşük sıcaklıklara uyum sağlayabilmekte, toprak altına girebilmekte, havada uçabilmekte, kimyasalların içinde ve okyanus diplerinde yaşayabilmektedirler.

Uygun koşullarda bakteriler her 10-30 dakika içinde, sayılarını iki misli artırırlar. Tek bir bakterinin sayısı önce ikiye, sonra dörde, daha sonra sekize çıkarak çoğalır ve bu işlem bu şekilde devam eder. Bu yolla tek bir bakteri 10-12 saat sonra sayıca milyonlara ulaşabilir. Bakterilerin bazı çeşitleri hızlı sıcaklık değişimlerinden etkilenmezler. –2710C soğukta yaşayabilir ve birkaç saat içinde -1900C dereceden +250C'a geçiş yapan yerlere adapte olabilirler. Bazı türler ise insan için öldürücü dozun 2000 kat üzerinde olan bir atom radyasyonuna bile dayanmaktadırlar.6 Bazıları çeşitli hastalıklara neden olurken, bazıları insan ve bitki metabolizmasının yararlı bir üyesi olarak bulunmak zorundadır. Kimisinin besinleri okside etme özelliği vardır. Bu oksidasyon yöntemi ile bakteriler başka canlılara besin sağlarken, yeraltında da çeşitli kaynak ve madenlerin oluşumuna neden olurlar. Milyonlarca farklı görevin ortaya çıkardığı bir sonuç vardır:

Bütün bunlar, bakterilerin son derece detaylı özelliklere sahip olduklarını göstermektedir. Evrimci James A. Shapiro, bakterinin sahip olduğu bu özellikler nedeni ile kompleks bir canlı olduğunu şu şekilde itiraf etmektedir:

Bakteriler çok küçük olmalarına rağmen, bilimsel tanımlamanın çok ötesine giden biyokimyasal, yapısal ve davranışsal komplekslikler gösterirler. Günümüzün mikroelektronik devrimine uygun olarak, bakterilerin büyüklüğünü basitlikten ziyade komplekslikle eşit saymak daha mantıklı olabilir... Bakteriler olmaksızın yeryüzünde hayat şu anki haliyle var olamazdı.7

Avustralyalı Biyokimya Profesörü Michael Denton ise bir bakteri hücresinin çeşitli etkenlerle, tesadüflerin biraraya gelmesi ile kendi kendine oluştuğunu öne süren evrimci iddiaların tutarsızlığını ve imkansızlığını şu şekilde belirtmektedir:

Bilinen en basit hücre türünün kompleksliği o kadar büyüktür ki, böyle bir objenin oldukça imkansız ve acayip bir şekilde aniden biraraya getirilmiş olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Böyle bir oluşum, bir mucizeden ayırt edilemez.8

germ, silia

1. Dönme Ekseni
2. Kamçı

3. Dış zar
4. Taban

5. Hücre Zarı
6. Şaft

7. Dönme Halkası
8. Plazma Zarı

Bakteri, hareket edebilmek için çeşitli donanımlara sahiptir. Bu donanımlardan bir tanesi silia adı verilen tüycüklerdir. Bir diğer donanım olan kamçı ise, canlılar aleminde gerçek dönüş hareketi yapabilen tek organeldir.

Evrimcilerin iddia ettikleri böyle tesadüfi bir oluşumun gerçekleşmesi elbette imkansızdır. Tek bir bakteri, birazdan daha detaylı göreceğimiz gibi, gerek yapısı gerek özellikleri ile tesadüfen kendi kendine oluşma iddiasının yalnızca bir aldatmacadan ibaret olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Darwinistlerin "basit" olarak tanımladıkları bu canlı, İngiliz Zoolog Sir James Gray'in ifadesi ile bir laboratuvarın faaliyetlerinden çok daha fazlasını gerçekleştirmektedir:

Bir bakteri, insanın bildiği herhangi bir cansız sistemden çok daha karmaşıktır. Dünyada, en küçük canlı organizmanın biyokimyasal faaliyetiyle rekabet edecek bir laboratuvar yoktur.9

germ_reproduction

Bakteriler, uygun koşullarda her 10-30 dakika içinde bölünerek sayılarını iki misli artırabilirler. Tek bir bakteri, 10-12 saat sonra sayıca milyonlara ulaşabilir.

Bakterinin en gelişmiş laboratuvarlardan üstün olarak kabul edilen yapısı, temelde bir DNA molekülünü ve birkaç organeli içine almaktadır. Allah, gözle görülmeyen bir hücrenin oldukça küçük bir kısmını oluşturan tek bir DNA molekülüne, üstün bir teknik donanımı olan bu laboratuvarı ve içindeki sınırsız bilgiyi yerleştirmiştir. Şimdi, bakterinin kompleks olarak adlandırdığımız yapısının en önemli parçası olan DNA molekülünü inceleyelim.

Darwinistler İçin Açıklanması İmkansız Bir Gerçek: Bakteri DNA'sının Yapısı

Tek bir bakterinin DNA'sının içerdiği bilgi, her biri 100 bin kelimelik 20 romana denktir.10

Bakteri, sahip olduğu yüzlerce değişik özelliğin yanı sıra üstün yaratılışı sergileyen bir DNA'ya sahiptir. Bilinen en küçük bakteri olan theta-x-174'ün DNA'sında 5375 nükleotid bulunmaktadır. (Nükleotidler, canlılarda kalıtsal özelliklerin tümünü denetleyen nükleik asitlerin yapı taşlarıdır.) Normal boyutlardaki bir bakteride ise nükleotid sayısı 3 milyon kadardır.11 1900'lü yılların başından beri, üzerinde çeşitli çalışma ve araştırmalar yapılan bağırsak bakterisi Escherichia coli'nin ise tek bir kromozomunda 5.000 gen bulunmaktadır. Bakterinin tüm özellikleri bu 5.000 gen içinde kodlanmıştır. (Genler, bir organa veya bir proteine ait olan DNA üzerindeki parçalarının oluşturduğu özel bölümlerdir.)

escherichia coli

Escherichia coli bakterisinin tek bir kromozomunda 5.000 gen bulunmaktadır.

Kodlanmış bu bilgiler, bakterinin yaşaması için gereklidir ve bunlarda meydana gelebilecek en küçük bir değişiklik bile bakterinin ölmesine neden olacaktır. 2-3 mikron büyüklüğündeki bu hücrenin içinde bilgi taşıyan bu sarmalın uzunluğu ise 1400 mikrondur.12 Burada 1 mikronun, 0,001 mm. gibi çok küçük bir birim olduğunu unutmamak gerekir. Özel bir dizayn ile bu müthiş bilgi zinciri, kendisinden binlerce kat küçük bir organizmanın içine sığdırılmıştır. Bu yaratılış harikasının içinde gerçekleşen işlemler ise mükemmel bir organizasyonun varlığını ve şuurlu bir birlikteliği gösterir. Konuyla ilgili olarak antropolog Loren Eiseley şu açıklamada bulunmaktadır:

En basit olarak kabul ettiğimiz hücrenin içindeki fizyo-kimyasal organizasyonun detaylarını kavramak bizim kapasitemizi aşmaktadır.13

Şunu tekrar belirtmekte yarar vardır: Bu derece yüklü bir bilgi, sadece "tek bir" hücrenin yaşaması için gereklidir. Bakterilerin, dünyanın her yanına yayılmış organizmalar olduğu düşünüldüğünde, böylesine bir bilginin her bir bakteri hücresinde aynı özen ve sıralama ile var olduğunu bilmek oldukça hayret vericidir.

germ, DNA

1. Bakteri
2. Düzenleyici Gen

3. Düzenleyici
4. Operatör

5. Kodlama Bölgesi
6. Düzenleyici Gen

2-3 mikron büyüklüğündeki bir bakterinin içinde bilgi taşıyan DNA'nın uzunluğu 1400 mikrondur. Bu yaratılış harikasının içinde gerçekleşen işlemler ise mükemmel bir organizasyonun varlığını gösterir.

Böylesine bir sistem tesadüfen oluşabilir mi? Elbette ki hayır. Bu sistemin tesadüfen oluşamayacağını daha iyi görebilmek için bu DNA molekülünü daha yakından tanıyalım. Bakterinin genomunun içinde taşıdığı bilgiyi biyofizik uzmanı Dr. Lee Spetner şu şekilde açıklamıştır:

Genom (DNA molekülü) çok fazla bilgi taşıyabilmektedir. Örneğin bir bakterinin genomu, birkaç milyon sembolden oluşan bir dizidir. Bir memelinin genomu ise 2-4 milyar sembolden oluşmaktadır. Eğer bu sembolleri sıradan bir tür kitabın içerisine bassaydınız, bir bakteri için olan kitap yaklaşık olarak 1000 sayfa olacaktı. (…) Bu bilginin hepsi her bir hücrenin küçücük kromozomlarının içerisindedir.14

Aynı şekilde I. L. Cohen, evrim teorisindeki çelişkileri ve imkansızlıkları sergilediği kitabı "Darwin Was Wrong"da (Darwin Yanıldı) bir bakteri DNA'sının tesadüfen meydana gelmesinin imkansızlığını şu şekilde belirtmiştir:

En küçük bakteri de dahil olmak üzere, bildiğimiz herhangi bir tür, 100 ya da 1000'den çok daha fazla nükleotide sahiptir. Gerçekten tek hücreli bakteriler, çok özel bir dizilimle sıralanmış olan yaklaşık olarak 3.000.000 kadar nükleotid sergilemektedirler. Bunun anlamı şudur: Bilinen herhangi bir türün, tesadüfi olayların -tesadüfi mutasyonların- ürünü olmasının matematiksel ihtimali yoktur.15

cell, DNA, chromosome

1. Genç hücre
2. DNA kopyalama
3. Kopyalar zara bağlanır.
4. Zar genişledikçe kopyalar birbirinden ayrılır.
5. DNA kopyalama
6. Zar gelişim bölgesi
7. Kopyalar arasında yeni duvar oluşur.
8. Yeni oluşan hücreler

Hücre bölünmesi sırasında DNA kopyalanması, kopya çıkartma, dönüşüm, hücre bölünmesi ve kromozom bölünmesi gibi kompleks işlemler tam olarak koordine olmaktadır.

Bakteriler çoğalmak için çeşitli mekanizmalar kullanırlar. Bu süreçte, ikiye bölünerek, spor haline gelerek veya eşeyli olarak üreyebilirler. Bu çoğalma işlemi de, bakterinin ne kadar kompleks bir yapıya sahip olduğunun diğer bir delilidir. Bakteri hücresi bölünmeden önce kromatin adı verilen yapı bölünür ve yavru hücreler 30 dakika içinde tam büyüklüğe ulaşarak yeniden bölünmek için hazır olurlar. Bakteriyel hücre bölünmesi sırasında akıllıca tasarlanmış bir sistem devrededir. Bu tasarım sırasında meydana gelen DNA kopyalanması ve hücre bölünmesi, indirgenemez kompleksliğe bir örnektir. Yani sistemin çalışabilmesi için, sistemi oluşturan bütün parçaların aynı anda ve eksiksiz olarak birarada bulunmaları gerekmektedir. Böyle bir durumda evrim teorisinin temel iddiası olan kademeli ve tesadüfi gelişim fikri, geçersiz bir hale gelmekte ve çürütülmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalar bu kompleks sistemin, tahmin edilenden çok daha karmaşık olduğunu ortaya koymaktadır.

Mesela, CtrA adı verilen bir "tepki düzenleyici" proteinin, DNA kopyalanmasını koordine ederek, C. crescentus adlı bakterinin hücre içindeki faaliyetlerini düzenlediği gösterilmiştir. Bir kopya çıkartma faktörü olan CtrA, hücre bölünmesini gerçekleştiren birçok yapıyı kontrol eder ve değiştirir. İlginç olan ise, CtrA'nın kendisi de hem fosforilasyon hem de proteoliz adı verilen iki unsur tarafından çeşitli kontrollere tabi olmasıdır. Yani böyle bir sistemde birbirinden bağımsız gibi görünen sistemler, aynı işin gerçekleşmesi amacıyla koordineli bir çalışmaya girerler. Örneğin DNA kopyalanması, kopya çıkartma, dönüşüm, hücre bölünmesi ve kromozom bölünmesi gibi kompleks işlemlerin, hücre bölünmesi sırasında tam olarak koordine olduğu görülür. Bu sistemlerin herhangi birisinin devreden çıkması, hücrede bölünme işleminin durmasına ve hücrenin yok olmasına yol açar. CtrA gibi, bakterilerde koordinasyonu sağlayan faktörlerin varlığı, bakteriyel hücre bölünmesinin indirgenemez kompleksliğinin önemli delillerinden biridir.

Benzer bir kompleks yapıya E. coli bakterisinde rastlarız. FtsZ adlı yapıya bağımlı hücre bölünme sistemi, indirgenemez kompleksliğin diğer bir örneğidir. E. coli bakterisi, bir makine gibi, sisteme bağımlı birçok yan parça içerir. Eğer herhangi bir parça sistemden çıkartılırsa ya da konsantrasyonu değiştirilirse, hücre bölünmesi biter ya da sapar. Bu yüzden, bu sistemin doğal seleksiyon yoluyla kademeli olarak ortaya çıkması muhtemel değildir.

ecoli_germ

E-coli bakterisinin bölünmesi

Serbest yaşayan birçok bakterinin çalışmasından elde edilen bilimsel deliller, bir ortak çekirdekli hücre bölünmesi sisteminin varlığını gösterir. Çekirdek sistemi, bölünme halkasını orta hücre bölümüne yönlendiren bir protein ve hücre halkasını orta hücre bölümüne yönlendiren bir bölünme halka proteini içerir. Buna ek olarak DNA şeritlerini bölen bir protein de bu mekanizmanın bir parçasıdır.16

Buraya kadar verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi, bakteriler, evrimcilerin iddia ettikleri gibi basit veya ilkel canlılar değildirler. Bütün canlı organizmalarda olduğu gibi, bakteriler de kompleks yapılara ve mekanizmalara sahiptirler. Hücre içinde gerçekleşen işlemler ve tek hücreli canlıların üstlendikleri görevler, büyük bir uyum içerisindedir. Yani bakteriler, yaptıkları işler için gerekli olan ideal tasarıma sahiptirler. Burada ortaya çıkan yanılgı, bakteri hücresini, insan hücresi gibi çok farklı amaçlarla donatılmış bir yapıyla kıyaslamaktan kaynaklanmaktadır. Bu karşılaştırma sonucunda bakteri hücresinin, insan hücresine göre daha ilkel olduğu ortaya çıkmaz. Çünkü iki sistem de kendi içlerinde en fazla kompleksliğe sahiptirler. Ancak üstlendikleri görevlere göre farklılaşmış durumdadırlar.

Bakteriler konusunda yaptıkları çalışmalarla tanınan, Eshel Ben-Jacob ve Herbert Levine'in, Scientific American dergisinin 1998 yılında yayınlanan 1098 numaralı sayısına kapak olan, The Artistry of Microorganisms (Mikroorganizmaların Sanatkarlığı) adlı çalışmaları, bakteriler ve diğer tek hücreli canlılar konusunda fazla bilinmeyen bir mucizeyi daha ortaya koymaktadır. Gözle görülmeyen bu canlıların herbiri, estetik açıdan çarpıcı güzellikte formlara sahiptirler. Diatom, bakteri, plankton gibi mikroorganizmalar, çeşitli renklerin, simetrinin ve geometrik şekillerin biraraya gelmesiyle, mikro dünyayı bir resim müzesine çevirmektedirler. Bu estetik formlar ise gelişigüzel tesadüflere bağlı olarak değil, o canlı içinde mevcut yapıların tabi oldukları çeşitli kurallara göre ortaya çıkmaktadır. Eshel Ben-Jacob ve Herbert Levine bu konuda şu yorumu yapmaktadırlar:

microorganism

Çeşitli mikroorganizmalar, birçok rengin, simetrinin ve geometrik şekillerin biraraya gelmesiyle mikro dünyayı bir resim müzesine çevirmektedirler.

Ters gelişim koşullarıyla uğraşan "basit" bakteri, hiç beklenmedik şekilde, yüksek bir komplekslik sergilemektedir. Yakından incelendiğinde, bu davranış daha da etkileyicidir. Öyle görünüyor ki, bakteri kolonisi sadece sahip olduğumuz en iyi paralel bilgisayarlardan daha iyi hesap yapmakla kalmıyor, ayrıca sanki düşünüyor...17

Görüldüğü gibi, bakteriler ve ilerki bölümlerde inceleyeceğimiz diğer mikroorganizmalar, evrim teorisinin anlattığı hikayelerin canlı inkarcıları durumundadırlar. Çünkü bu organizmalar canlıdır ve evrim teorisi canlılığı açıklayamaz. Bu organizmalar, DNA'ya, yani bir bilgi bankasına sahiptirler, ancak evrimciler bu bilginin nereden geldiğini de açıklayamazlar. Bu organizmalar birarada çalışan kompleks sistemlere sahiptirler ve evrimciler bu kompleks sistemlerin nasıl bir anda ortaya çıktığını açıklayamazlar. Bu organizmalar, kar taneleri gibi estetik formlara sahiptirler, ama evrimciler, sanatın, bu canlıların yapısında neden bulunduğuna da anlam veremezler. Bu kadar bilinmeze ve cevapsız soruya rağmen, evrimciler dogmatik anlayışları çerçevesinde, hikayeler, senaryolar, teoriler ortaya koymuşlardır. Ancak bunların bilimsel gerçeklerle hiç ilgileri yoktur. Tek bir hücrede sergilenen akıl ve sanat, kuşkusuz, küçücük bir varlığa bu muhteşem özellikleri veren Allah'ın yarattığı mucizeleri ve O'nun sonsuz ilmini görmek için büyük bir fırsattır. Bir ayette şöyle buyrulur:

Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır." (Sebe Suresi, 3)

microorganism

... O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)

Henüz mikroorganizmaların yapısına açıklama getiremeyen evrimciler, bu canlıların yapılarında bulunan estetik görünüme hiçbir anlam veremezler.

Tek Bir Hücrede Sergilenen Şuur

Bakterilerin yeryüzünde her yerde bulunduklarını biliyoruz. Sadece evimizin bahçesinde bile milyonlarca tür içinde milyarlarca bakteri bulunabilir. Bakterilerin varlıklarının çok çeşitli sebepleri ve bulundukları yerlere çeşitli etkileri vardır. Ama bunların çoğunun genellikle farkında bile olmayız. Bunun sebebi bu mikro alemin içinde sergilenen üstün aklı ancak elektron mikroskobu altında fark edebilmemiz, açıkça göremiyor oluşumuzdur. Oysa göremediğimiz bu büyük alem, kendi görevlerini kusursuzca yerine getiren, gerektiğinde veya herhangi bir tehlike baş gösterdiğinde tedbir alan, son derece karmaşık kimyasal işlemler gerçekleştiren şuurlu bireylerden oluşmaktadır. Çünkü her biri Allah'ın üstün yaratışının bir eseri olarak mükemmel bir şekilde tasarlanmışlardır. Şimdi bu üstün tasarım özelliklerini, başlıklar altında görelim.

chemicalprocess_microworld

Mikro alem, kendi görevlerini kusursuzca yerine getiren, gerektiğinde veya bir tehlike baş gösterdiğinde tedbir alan, son derece karmaşık kimyasal işlemler gerçekleştiren şuurlu bireylerden oluşmaktadır.

Bakteriler Güçlenebilmek İçin Sporlar Üretirler

panorama

İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir.(Enam Suresi, 102)

Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın her şeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle her şeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)

Bakteriler biçimce çok değişiktirler ve yaşadıkları ortama göre bir görünüm edinirler. Bir çoğunun "spor" denen dirençli biçimleri vardır ve bu biçime girdiklerinde aşırı sıcağa, soğuğa veya kuraklığa dayanabilirler. Bazı bakterileri yok etmenin güçlüğü bu sebepten kaynaklanır. Peki sporlanma dediğimiz şey ne demektir?

Türlerine göre farklı koşullarda yaşayabilen bakteriler, koşullar bozulunca bölünmeye başlarlar. Normal şartlarda bu bölünme sonucunda ana hücreden kalıtsal özellikleri tamamen aynı olan iki yavru hücre meydana gelir. Ancak, koşullar bozulduğunda ya da besin azaldığında vazgeçilen ilk şey bu "aynılık" olur. Bir başka deyişle bakteri, şartların güçleştiğini fark ederek bir karar verir ve soyunu devam ettirmek için önlem alır. İkiye bölünme yine gerçekleşir, ama bu kez birbirine eşit olmayan iki hücre meydana gelir. Bu eşitsizliğin nedeni hücrelerden sadece bir tanesinin yaşayacak olmasıdır. Bunlardan büyük olan ana hücredir ve adeta bir koruyucu gibi küçük "kardeşini" içine alır. 10 saat süresince tüm enerjisini kullanarak onu besler ve küçük hücrenin korunmasına yardım edecek olan özel bir protein kılıfının oluşmasını sağlar. Böylece, ikiye bölünen parçalardan birinin içinde gelişen bakteri dayanıklı ve kendini koruyabilen nitelikteki bireyleri oluşturur. Diğeri ise koruyucu özelliklerini diğer kardeşine vererek ölür ve koruyucu bir kılıf haline gelir. İşte meydana gelen bu dayanıklı yapıya "spor" adı verilir.18 Dolayısıyla bakteriler, normal bölünmelerinin dışında, sporlar yoluyla dünyanın her yerine kolayca yayılırlar.

Burada tek hücreli canlıların kendi soylarını devam ettirmek için sahip oldukları özel üstün tasarım örneği ile karşı karşıyayız. Şartların yaşamaya uygun olmadığını "sezinleyen" bakteri hem bir an önce ikiye bölünmesi gerektiğini düşünmekte hem de özverili bir iş gerçekleştirmektedir. Sporu oluşturan ana hücre hiç tereddüt etmeden, adeta soyunun devamını "düşünüp" ya da bu yöntemin kendi neslini kurtaracağını daha önceden "bilip", bir protein kılıfı olmayı kabul eder. Peki bakteri bu kararı nasıl verir? Diğer bakteriyi dolayısıyla neslini kurtarmak için ölmesi gereken bakteri neye göre seçilir? Bu bakteri şartların kötüleştiğini ve bunun karşılığında diğer bakteriyi güçlendirmesi gerektiğini nasıl öğrenir? Bunları hangi işbölümü, hangi emir komuta zinciri, daha da önemlisi hangi bilinçle yapar? Gözle görülmeyen bir canlının, böylesine akılcı ve özverili bir davranışta bulunup, gerçekten de hayret verici bir kararla hareket etmesi kuşkusuz onun "yaratılmış" olduğunu anlamak için yeterli bir delildir. O yalnızca Allah'tan kendisine ilham edileni uygulamaktadır.

Sporlanma adındaki bu şuurlu işlemi gerçekleştirdiklerinde bakteriler çok çeşitli ortamlara rahatça girebilir ve geniş alanlara yayılabilirler. Nitekim radyoaktif uranyum madenlerinde bile canlı bakteriler bulunmaktadır. 3400 yıl önce yapılmış olan Mısır'daki Luksor tapınağının dış cephe tuğlalarında canlı bakterilere rastlandığı gibi, 200 milyon ve 320 milyon yıllık, hatta 720 milyon yıllık kaya tuzu bloklarında da canlı bakteriler bulunmuştur. 20.000 metre yükseklikte bile bakterilere rastlanmıştır.19 En şaşırtıcı örnek ise çam ağacı reçinesi içinde yakalanmış ve bugüne kadar korunmuş 25 milyon yıllık bir arı fosilinin içinden çıkan bakteri sporlarıdır. Laboratuvarda steril koşullar altında çıkarılan bu sporlar, kültüre alınmışlar ve böylelikle bakteriler oldukça uzun bir aradan sonra yeniden gelişmeye ve üremeye başlamışlardır.20

bacillius

Bacillius, yavru hücrelerini protein kılıfına sararak spor oluşumunu sağlamaktadır. iç kısımları yeşil renkte görülen hücreler spora dönüşecek hücrelerdir.

Söz konusu sporlanma işlemi, mikroorganizmaların neredeyse tümü tarafından gerçekleştirilen bir korunma şeklidir. Bu canlıların bazıları koşullar uygunsuz bir hale geldiğinde sporlanma yöntemini kullanarak buharlaşma yoluyla havaya yükselir ve bulutların arasında korunma altına alınmayı tercih ederler. Atmosfer, yayılmak veya korunmak isteyen oldukça fazla sayıda küçük canlı spor barındırmaktadır. Kuru ve soğuk havalarda gökyüzünde kalan bu organizmalar bulutların arasında yaşadıkları bu süre içinde adeta uykudadırlar. Bulutların meydana getirdiği yağmurlarla yeryüzüne inerler. Yere dönüşlerinde artık eskisinden farklı bölgelere ulaşıp yeni bir koloni meydana getirebilirler. Bulutlar, aslında nesillerdir orada yaşayan, beslenen, nefes alan, hayatta kalabilmek için çeşitli koşullara uyum sağlayan canlı küçük mikroorganizmalarla doludur. Bakteriler, bu canlıların en tedbirli olanlarıdır. Yerden kristalleşerek buharlaşan hava içinde yukarı doğru yükselirken beraberlerinde metan, fosfat, karbon, sülfür dioksit ve diğer besleyici bileşik depolarını, yani besinlerini de götürürler.21

Son yıllarda yapılan araştırmalar, bilim adamlarını hayrete düşüren bir gerçeği daha ortaya çıkardı. Avusturya Alpleri'nde araştırma yapan bir grup bilim adamı, bulutlarda yaşayan bakteri kolonilerini keşfettiler. Bakterilerin bulutlarda taşındıkları biliniyordu, ancak yapılan bu yeni araştırmayla, söz konusu canlıların, orada yaşadıkları, çoğaldıkları belirlenmiş oldu. Ayrıca bu bakterilerin yağmur veya iklim değişikliğine sebep olacağı da aynı bilim adamları tarafından kaydedildi. Uzun bir süre önce denizde yaşayan alg tarzı mikroorganizmaların iklimi sabit tutmak için 'temel düzenleyici' rolü oynadıkları açıklanmıştı. Bu canlılar "dimetil sülfit" (DMS) adlı bir gaz üretmektedirler. Denizin yüzeyinde oksijenle reaksiyona giren bu gaz, minik, katı parçacıklar oluşturur. Bu sülfat tabakası, su buharının yoğunlaşarak bulut oluşturmasını sağlayan bir yüzey meydana getirir. Sonuç olarak bu bulutlar güneş radyasyonunu yansıtarak dünyanın serinliğini muhafaza ederler.22

sporification

1- Filaman Oluşumu
2- Septum Oluşumu
3- İlk oluşan sporun yutulması
4- Üst tabaka oluşumu
5- Kabuk sentezlenmesi
6- Kabuk sentezinin tamamlanması
7- Sporlanmanın oluşmas ve sporun serbest Kalması

8. Hücre Bölünmesi
9. Hücre Duvarı

10. Plazma Zarı
11. DNA
12. Üst tabaka
13. Üremeyen spor
14. Spor kabuğu
15. Çekirdek
16. Üst tabaka
17. Spor kabuğu
18. Spor kabuğu
19. Serbest kalan spor

Bakteri, soyunun devamını sağlayabilmek için kendi kardeşini korur ve bunun için kendisini feda eder. Sporlanma adı verilen bu işlem yukarıdaki şemada gösterilmektedir.

 

Luxor Temple

3400 yıl önce yapılmış olan Mısır'daki Luksor Tapınağının dış cephe tuğlalarında ve 720 milyon yıllık kaya tuzu bloklarında sporlanmış halde canlı bakterilere rastlanmıştır.

Innsbruck Üniversitesi'nden Birgit Sattler, New Scientist dergisine yaptığı açıklamada, şimdiye kadar bu yükseklikte bakterilerin yaşayamayacağını düşündüklerini, ancak bulgular karşısında şaşkına döndüklerini belirtmiştir. Dondurucu soğuk, yüksek seviyede ultraviyole ışınları ve besin yokluğu, bilim adamlarını burada yaşam olamayacağı inancını benimsemeye götürmüştü. Ancak bakterilerin her yerde olduğu gibi bulutlarda da yaşadıkları böylece kanıtlanmış oluyordu.

panorama

... Rabbim, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 80)

Salzburg yakınlarındaki meteoroloji istasyonundan alınan bulut damlası örneklerinin her birinde, farklı şekil ve boyutta 1500 kadar bakteri tespit edilmişti. Bulutlarda, yüksek miktarda bakterinin faaliyeti, bilim adamlarına göre, alkol, organik asit ve diğer maddelerin üretimi veya tüketimine göre iklimi etkileyebilmektedir. Ayrıca asit yağmurlarına da yol açabilmektedir. Konuyla ilgili bilim adamları, bakterilerin nasıl olup da bulutlarda yaşadıklarını, neyle beslendiklerini ve hangi bileşikleri ürettiklerini araştırmaya devam ediyorlar.23

Bir mikro canlı, tamamen farklı şartların ve farklı dengelerin bulunduğu bir ortama, atmosferin üst katmanlarına nasıl aniden uyum sağlayabilir? Burada korunması gerektiğini nereden bilir ve bulutların arasına yükselme gibi zor ve karmaşık bir yöntemi neden tercih eder? Daha ilginci, bunu nasıl başarır? Kristalleşme ve havanın hareketlerini kontrol etme gibi bir yeteneği nereden kazanmıştır ve bulutların onu koruyabilecek bir özelliğe sahip olduğunu, bir gün yağmurla birlikte sağ salim yeryüzüne dönebileceğini nereden bilir? Besinini yanına alması gerektiğini nasıl düşünür ve bu tek hücreli canlı, besinini nasıl bir yöntemle yanına alır? Bunu birbirlerinden farklı yapılara ve özelliklere sahip olmalarına rağmen "tüm mikroorganizmalar" nasıl başarırlar? Sizce tek hücreli bir mikroorganizma bütün bunları düşünebilir, deneyip öğrenebilir ve kendi türünün tüm üyelerine anlatabilir mi? Elbette bu mümkün değildir.

O halde bütün bu detaylar bir kez daha Allah'ın sergilediği muhteşem sanatı işaret etmektedir. Allah, bütün bu işlemleri gerçekleştiren bakteriyi yarattığı gibi, onu kristalleştiren su buharını, onu yükselten havayı, onu içinde barındıran bulutu ve atmosferi, onu yere indiren yağmuru ve onun üreyip yayılmasını sağlayan yeryüzünü de yaratandır. İşte bu nedenle karşımızdaki tüm detaylar birbirleriyle kusursuz bir uyum içinde var edilmiştir ve bu dengede milyonlarca yıldır hiçbir bozulma olmamaktadır. Allah Kuran'da şöyle buyurmuştur:

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)

mountain_clouds

Şüphesiz, mü'minler için göklerde ve yerde ayetler vardır. (Casiye Suresi, 3)

Yeryüzünde kesin bir bilgiyle inanacak olanlar için ayetler vardır.(Zariyat Suresi, 20)

O, gökten su indirendir. Bununla her şeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. (Enam Suresi, 99)

Bakteriler Fotosentez Yaparlar

antibiotic

İnsan sağlığı için kimi zaman hayati öneme sahip olan antibiyotikler de bakteriler sayesinde üretilirler.

Bakterileri genellikle çevremizde, vücudumuzda veya bozulmuş yiyeceklerde hızlı üreyebilen mikroplar olarak tanırız. Onların, tüm canlılığın gereksinimini sağlayan çok önemli özelliklere sahip olduklarının, içlerindeki birkaç organel ile yeryüzünün dengesini sağlamak için son derece önemli işlemler yaptıklarının farkında değilizdir. Soluduğumuz oksijenden yediğimiz yemeğe, etrafımızdaki manzaradan kullandığımız antibiyotiklere kadar, sayısız hayati olgunun içinde, bakteriler önemli bir rol oynarlar. Aslında her bir bakteri, doğayı laboratuvar olarak kullanan uzman bir kimyacıdır. Kimya konusu birçoğumuza yabancıdır. Kimyayı, anlaşılmaz terimler, karmaşık formüller olarak görürüz. Gerçekten de, bu konuda bir eğitim almadıktan sonra, kimyasal formülleri ve reaksiyonları anlamak mümkün değildir. Kimya konusuna ilgi duymasak bile, bunun hayatımızla çok yakından ilgili olduğunu biliriz. Bu konularla uğraşan kimyacılara da büyük bir saygı ve güven duyarız. Bakteriler de bu saygı ve hayranlığı fazlasıyla hak edecek özelliklere sahiptirler.

Biz gözle görmesek ve farkında olmasak bile, hiç durmadan çalışan ve yaşamımıza destek olan bir kimya laboratuvarı, bütün doğayı kaplamıştır. Bu laboratuvarın en önemli faaliyeti, canlılar için oksijen ve besin üretmek, daha sonra da artıkları ve canlılara zarar verecek maddeleri temizlemek ya da bunları kullanılabilecek yeni ve faydalı ürünlere dönüştürmektir. Bu zor ve karmaşık görev sırasında bir kısmı henüz çözülememiş, bir kısmı keşfedilmemiş, bir kısmı da taklit edilerek modern laboratuvarlara taşınmış, karmaşık bir sürü kimyasal reaksiyon tekrarlanır.

table, food

Bakteriler, soluduğumuz oksijenden yediğimiz yemeğe, etrafımızdaki manzaraya kadar sayısız hayati unsurun içinde var olmak zorundadırlar. Bu durum, söz konusu mikro canlıların hayatımız için ne kadar değerli olduğunu açıkça göstermektedir.

İşte bu dev laboratuvarda görev yapan kimyacıların başında bakteriler gelir. En önemli görevler, evrimcilerin "basit ve ilkel" sıfatlarıyla hor gördükleri, bu muhteşem makinalar tarafından gerçekleştirilir. En akıllı kimyacıların çözemedikleri reaksiyonlar, en gelişmiş teknolojilerin taklit edemediği işlemler, bakteriler için sanki birer çocuk oyunudur. Hava ve suyu kullanarak, besin üretmek anlamına gelen fotosentezi keşfeden bilim adamları büyük bir şaşkınlık ve hayranlık yaşamış ve bu sistemi çözerek, insanlığın bütün dertlerine çare bulacaklarını düşünmüşlerdir. Ancak üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen ne tam olarak sistemi çözebilmiş ne de taklit edebilmişlerdir. Oysa bu mucizevi reaksiyon, bakterilerin milyarlarca yıldır, hiç durmadan yaptıkları, günlük işlerden biridir.

Fotosentez ile bu canlılar, atmosferde bulunan karbondioksiti bünyelerine alıp dışarıya oksijen vererek, canlılığın en önemli ihtiyacına cevap vermektedirler. Ayrıca atmosferdeki karbondioksitten karbon moleküllerini sentezleyebilmek için, güneşten gelen ışık enerjisini kullanma kabiliyetine de sahiptirler. Karbonun bu şekilde sentezlenebilmesi, yeryüzündeki gibi karbon bazlı bir yaşam için, en önemli temeli teşkil etmektedir. Bilindiği gibi, yaşamın temeli karbona dayanmaktadır. Karbon olmadan yeryüzünde canlılığın varlığından söz etmek mümkün değildir. Bütün temel organik moleküller (aminoasitler, proteinler, nükleik asitler gibi), karbon atomunun diğer bazı atomlarla çeşitli şekillerde birleşmesiyle oluşur. Doğada karbonun yerini tutabilecek başka bir element yoktur. (Detaylı bilgi için bkz. Evrenin Yaratılışı, Harun Yahya) Dolayısıyla Allah, tüm yaşamı fotosentez yapan organizmalara bağımlı kılmıştır. Gerçekleştirilen bu işlemde en büyük pay ise, Allah'ın dilemesi ile bakterilere aittir.

Fotosentez olayı, canlının, güneş enerjisini doğrudan kullanabilmesi ve diğer canlıların da faydalanabilmesi için bu enerjiyi karmaşık organik moleküller haline dönüştürebilmesidir. Böyle bir dönüşüm gereklidir, çünkü insanlar ve hayvanlar güneşin bu enerjisini doğrudan kullanabilecek bir mekanizmaya sahip değildirler. Bu enerjiyi, ancak yeşil bitki ve mikroorganizmaların gerçekleştirdiği fotosentez işlemi sonucunda sentezlenmiş şekilde elde edebilirler.

Bakterilerin her saniye rahatlıkla yaptıkları işlemler kimi zaman en akıllı kimyacıların çözemeyeceği reaksiyonlardan oluşur, en gelişmiş teknolojiler bile bu işlemleri çözmekte zorlanır.

Atmosferdeki oksijenin yarısından fazlasını fotosentez yapan siyanobakteri adı verilen bakteri türleri üretir.24 Bu bakterilerin kullandıkları mekanizma, bitki kloroplastında kullanılan mekanizmaya çok benzer. Siyanobakterinin büyük çoğunluğu sadece klorofil içerir. Bu canlıların güneş ışığı ile meydana getirdikleri enerji basit şekerler şeklinde depolanır. Fotosentez yoluyla oluşan şeker ve oksijen miktarının her yıl 150-200 milyar ton arasında değiştiği tahmin edilmektedir.25 Oluşan bu şeker, yeryüzündeki canlı organizmaların hayatta kalabilmeleri ve büyüyebilmeleri için gerekli olan biyokimyasal reaksiyonlar ve aynı zamanda da solunum için gereklidir.

Siyanobakteri, atmosferdeki oksijenin konsantrasyonunun sabit tutulmasında, oldukça önemli bir görev üstlenmiştir. Bu bakterilerin boyutları çok küçüktür, ama miktarları oldukça fazladır. Bir litre suda sayıları 100'den fazladır ve okyanusun verimliliğinin %10-20 kadarını oluştururlar. Görünmemelerine rağmen, yeryüzünün çok geniş bir bölümüne hakimdirler. Fotosentez ile sağladıkları enerji nedeni ile onların bu olağanüstü sayıları son derece büyük önem taşımaktadır.

Fotosentez işlemi, kimyasal detayları son derece karmaşık ve mekanizması hala tam olarak anlaşılamamış oldukça hassas bir işlemdir. Ayrıca fotosentez işlemi, indirgenemez kompleksliğin en güzel örneklerinden biridir. Yani bu işlemin gerçekleşebilmesi için çok özel yapıların aynı anda biraraya gelmiş olmaları ve dışarıdaki ortamın bu koordine çalışmaya uygun olması gerekir. Mesela evrimcilerin ilk olarak evrimleştiğini iddia ettikleri fotosistem I'de, dışarıdan gelen ışıkları yakalamak için biraraya gelmiş olan antenler ve reaksiyon merkezi vardır. Fotosistem I, ışığın sadece belirli bir dalga aralığındaki fotonlarını yakalamak için ayarlanmıştır. 700 milimikron dalga boyundaki fotonlarla uyarılan antenler Kı aı adlı tuzak klorofil moleküllerine sahiptirler. Bu antenlere destek olarak karotenoid gibi yardımcı pigmentler vardır.

carbon recycle

1. Hava (CO2)
2. Solunum
3. Yanma
4. Kalan Bitkiler
5. Çözünme

6. Sudaki Çözünmüş Karbondioksit
7. Kaya (Kireçtaşı)
8. Kalan Su Planktonları
9. Doğalgaz
10. Petrol

Bakteriler sayesinde gerçekleşen yeryüzündeki karbon dönüşümü.

Ayrıca fotosistem I içinde, yakalanan enerjinin transferi için hazır bulunan elektron zinciri ve daha sonra bu enerjiyi, suyu parçalamak için kullanan bir tür atom santrali, sudan ayrılan maddelerle havadaki karbonu alarak besin üreten ayrı bir kimyasal fabrika, ortak bir faaliyet yürütmektedir. Daha tam olarak anlaşılamamış olan bu sistemi oluşturan parçaların bir tanesinin bile eksik olması sistemin işe yaramaz bir hale gelmesine sebep olur.

Mesela antenler olmasa enerji sağlanamaz. Elektron zinciri olmasa su atomları parçalanamaz. Yardımcı pigmentler fazla miktardaki enerji yükünü paylaşmasalar yoğun enerji sebebiyle bütün yapı parçalanır. Bu yapıyı bir fabrika ve onu çalıştıran elektrik santrali olarak düşündüğümüzde konu daha iyi anlaşılacaktır. Elektrik olmadan, hammadde olmadan, işçiler olmadan fabrika üretim yapamayacaktır. Aynı şekilde, bu unsurların bir tanesi bile eksik olsa fotosentez diye bir sistemden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Sistemi oluşturan parçaların teker teker oluşması da bir işe yaramaz. Bütün karmaşık yapısına rağmen bir an için fotosistem anteninin rastgele oluştuğunu farz etsek bile, yakaladığı enerjiyi transfer edemeyen antenin hemen parçalanacağı açıktır. Anten için verilen örnek diğer parçalar için de geçerlidir. Evrimci profesör Ali Demirsoy, bu konuda şu yorumu yapmaktadır:

cyanobacteria

Resimlerde üç tip siyanobakteri görülmektedir. (a: Nostoc, b: Oscillatoria, c: Gleocapsa) Temiz sularda yaşayan bu bakterilerin son derece kompleks bir klorofil sistemleri vardır. Neredeyse bitki kloroplastları kadar karmaşık olan bu sistem sayesinde siyanobakteriler doğada fotosentez işlemini gerçekleştirmektedirler. Nostoc siyanobakterileri, aynı zamanda nitrojen dönüşümünde de önemli rol oynarlar.

Fotosentez oldukça karmaşık bir olaydır ve bir hücrenin içerisindeki organelde ortaya çıkması olanaksız görülmektedir. Çünkü tüm kademelerin birden oluşması olanaksız, tek tek ortaya çıkması da anlamsızdır.26

Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Casiye Suresi, 13)

Sonuç olarak bu sistem, evrimcilerin iddia ettiği gibi aşamalarla oluşamayacak bir sistemdir. Sahip olduğu indirgenemez kompleks yapı, tüm parçalarının aynı anda birarada işler durumda bulunmalarını gerektirmektedir. Bu da, bu mekanizmanın tüm parçalarıyla eksiksiz olarak bir anda yaratılmış olduklarını gösterir.

Fotosistem gibi günümüz teknolojisiyle bile taklit edilmesi mümkün olmayan bir işlemin gerçekleştirilmesi için sistemin bir bütün olarak yaratılmış olması gerekmektedir. Sadece fotosentez yapan sistem değil, ona uygun güneş ve atmosfer ortamı da aynı üstün ilim ve akılla bir bütün olarak yaratılmıştır.

ATP_NADPH

1. Zar
2. Işık Enerjisi

3. FS I
4. FS II

5. Elektron Nakil Sistemi
6.ATP ase (Adenozin Trifosfataz)

ATP ve NADPH2 oluşumu için güneş enerjisinin siyanobakteri tarafından nasıl kullanıldığını gösteren şema. Işığın gelişi ile, elektronlar fotosistem I ve fotosistem II'den ayrılır. Her iki fotosistem de elektronsuz kalır. Fotosistem I'den ayrılan elektronlar NAPD ve NAPDH2'nin azaltılması için kullanılır. Bu arada fotosistem II'den ayrılan elektronlar da, elektron nakil sistemi ile fotosistem I'e ulaşırlar. Elektron nakil sisteminde oluşan kuvvet, ATP ise (adenozin trifosfataz)'dan ATP sentezlenmesini sağlar. Elektronsuz kalan fotosistem II ise, eletronlarını su (H2O) moleküllerinden elde eder. Sudaki bu oksidasyon ise oksijen gazının (O2) açığa çıkmasını sağlar.

Bu mekanizma ile ilgili olarak evrim teorisini savunanların yaptıkları açıklamalar ise son derece mantıksız, hatta "komiktir". Evrimci iddialara göre "ilkel" ortamdaki "ilkel" bakteri çevresindeki besin maddelerini tüketmeye başlamış ve aç kalmamak için "her nasılsa" aniden kendi besinini üretmeye karar vermiştir. Üstün 21. yüzyıl teknolojilerine rağmen insanların çözemediği bu mekanizmayı milyarlarca sene önce bir hayali bakteri çözmüş ve güneşten nasıl besin elde edebileceğini "keşfetmiştir". Bu "üstün yetenekli bakteri" fotosentez işleminin temelini oluşturmuş ve hayali bir şekilde evrimleşerek meydana getirdiği bitkiler ile birlikte yeryüzünde oksijen ve besinin üretilmesini sağlamıştır. İlk bakterinin bu tesadüfi keşfi (!) sayesinde de yeryüzündeki şu anki kapsamlı canlılık meydana gelmiştir.

Oysa tek bir hücrenin, insan hayatı için gerekli olan, besin ve oksijen gibi temel ihtiyaçları sağlayabilen bir sisteme sahip olması, içinde sayısız kimyasal işlemin meydana gelmesi ve ekolojik dengenin bir parçası olması, şuursuz olaylarla, yani tesadüflerle asla açıklanamaz. Allah bu canlıları, tıpkı bitkiler gibi, böylesine önemli bir işlemi gerçekleştirmek için özel olarak yaratmıştır. Bakteriler, kendilerini kusursuz yaratan üstün bir gücün, yani Allah'ın varlığını kanıtlamaktadırlar. Gerçekleştirdikleri işlerde Allah'ın üstün akıl ve sanatı tecelli etmektedir. Elbette bütün bunlar, evrim teorisinin ne büyük bir açmaz içinde olduğunu ve tümüyle sahte delillere dayandığını gösteren ve Allah'ın mutlak varlığını gözler önüne seren örneklerden sadece birkaçıdır.

Bakteriler Yeryüzünde Azot (Nitrojen) Döngüsünü Gerçekleştirirler

Canlılar yaşamlarını sürdürebilmek için oksijen ve karbondioksite ihtiyaç duydukları gibi büyüyebilmek için de azota (N2) ihtiyaç duyarlar. Azot, canlı vücudunda özellikle nükleik asitlerin, proteinlerin ve vitaminlerin yapısında %15 oranında bulunmaktadır.27 Yani hayatın temel taşlarından birini teşkil eder. Atmosferin de yaklaşık %78'i azot gazından oluşur. Ancak canlılar havadaki bu azotu, ihtiyaçları olmasına rağmen olduğu gibi bünyelerine alamazlar. Bu gazın bir şekilde canlıların kullanabileceği hale dönüştürülmesi ve tükenmemesi için bir döngü şeklinde atmosfere geri dönmesi gerekmektedir. Bu gereksinim ise yine mikroskobik bakteriler tarafından karşılanır.

Azotu, yani nitrojeni, havadan ilk olarak alması gereken canlılar bitkilerdir. Bitkiler azotu gaz şeklinde kullanamazlar. Azot, nitrit bakterileri tarafından nitrite, nitrit ise nitrat bakterileri tarafından nitratlara dönüştürülerek bitkiler tarafından kullanılabilir hale getirilir. Peki bu döngü nasıl başlar?

azote cycle

1. Atmosferdeki nitrojen gazı (N2)
2. Nitrojenin (N2) amonyuma (NH3) dönüşümü
3. Yağmur nedeniyle mineral kaybı
4. Bakteriler nitrojeni nitrata dönüştürür.
5. Toprak ve sudaki nitrat ve amonyum dönüşüm havuzu
6. Şimşek

7. Nitrojen, bitkilerdeki organik maddelerle birleşir.
8. Nitrojen hayvanlara ulaşır.
9. Nitrojen atıkları
10. Bakteri ve mantarlar tarafından ayrıştırma
11. Bakteriler nitrojen atıklarını amonyuma çevirirler.
12. Nitrifikasyon olayı

Yukarıda, bakterilerin yardımı ile bitkilerin gerçekleştirdiği yeryüzündeki azot dönüşümü görülmektedir.

Azot, çeşitli şekillerde yeryüzüne ulaşır. Atmosferdeki azot, şimşek ve yıldırım gibi olaylar sonucunda yeryüzüne yağmurlarla nitrik asit şeklinde döner. Nitrik asit toprakta bakteriler tarafından nitratlara dönüştürülür ve bitki bu besini topraktan alabilir.

Bir başka döngü şekli de havadaki azotun doğrudan toprağa alınmasıdır. Toprakta bulunan bazı bakterilerle bezelye ve fasulye gibi baklagillerin köklerinde bulunan bakteriler, havadaki azot gazını toprağın içine alırlar. Bu aşamada, üstün bir tasarımla karşı karşıya kalırız. Bütün organizmaların gelişiminde en önemli mineral azottur (nitrojen). Proteinler, nükleik asit ve diğer hücre organellerinin büyük bir kısmı bu maddeye muhtaçtır. Büyümek için azota ihtiyaç duyan bitkiler ve bu ihtiyacı karşılayan bakteriler arasında, dünyanın en faydalı ortaklıklarından biri kurulur. Bitkiler, köklerinden, bakterileri çekmek için özel besinler salgılar ve onları kendilerine yaklaştırırlar. Daha sonra bakteriler, köklerde ortaya çıkan özel açıklıklardan içeri girerek, bitki köküne yerleşir ve burada büyük miktarlarda çoğalarak kök düğümlerini oluştururlar. Bugün yediğimiz sebzelerin, bitkilerin, tahılların büyük bir kısmını ve ekolojik dengenin sağlanması için gerekli olan azot döngüsünü, bu ortaklığa borçluyuz.

Evrimcilerin basit olarak nitelendirdiği bakteriler azot döngüsünü gerçekleştirirken, fotosentezde olduğu gibi, canlı bir kimya laboratuvarı olarak çalışırlar ve kimya bilimine yakın olmayanlar için fazla anlam taşımayan karmaşık kimyasal reaksiyonları ilk yaratıldıkları günden itibaren hiç durmadan gerçekleştirirler. Aşağıda kimyasal terimlerle özetlenmiş olan azot sabitleme reaksiyonunu çözebilmek bile bilim adamları için büyük bir başarı olmuştur.

N2 + 8H+ + 8e- + 16 ATP = 2NH3 + H2 + 16ADP + 16 Pi

Ayrıca bu reaksiyonun gerçekleşebilmesi için, fotosentez, solunum veya fermantasyon gibi ikinci bir destek reaksiyonunun varlığı zorunludur. Çoğu insanın kafasını karıştıran bu formüller, bakteriler için sıradan, günlük bir çalışmadır. Elbette bu kimyasal işlemleri yapmak için, özel bir kimya eğitiminden geçmemişlerdir. Dünyaya gelen her yeni bakteri, ancak özel olarak tasarlanmış bir kimya laboratuvarına ve özel olarak eğitilmiş bir kimyacıya ait olabilecek malzeme ve bilgiyle donatılmış olarak görevine başlar. Ayrıca bu işlemler sadece bitki kökleriyle sınırlı değildir. Bu konuda da büyük bir çeşitlilik ve alternatif yapı mevcuttur. Azotobakteri, Beijerinckia, Klebsiella, siyanobakteri, Klostridium, Desulfovibrio, Mor sülfür bakteri, Mor sülfür olmayan bakteri, Yeşil sülfür bakteri, Rhizobium Frankia, Azospirillum ve daha birçoğu, çok ayrı yerlerde ve çok farklı yapılarda olmalarına rağmen, aynı reaksiyonu, aynı bilgi ve programla, mükemmel bir şekilde gerçekleştirirler. Ayrıca bu bakteriler, kendi içlerinde de, farklı sistemler ve reaksiyonlarla, hiç de basit olmayan yapılar sergilerler.

sulpher germ, Rhizobium

Resimlerde görülen sülfür bakterileri ve ortada görülen bezelye bitkisi bakterisi Rhizobium, azot döngüsünü gerçekleştirmek için adeta oldukça kapsamlı bir laboratuvara sahiptirler.

Örneğin bakterilerin bu reaksiyon sırasında kullandıkları, nitrojenaz enzim kompleksi, oksijene karşı aşırı duyarlıdır. Oksijene maruz kaldığında aktivitesi durur, bu yüzden proteinlerin demir bileşikleriyle reaksiyona girer. Aslında oksijensiz olarak yaşayabilen (anaerobik) bakteriler için bir sorun yoktur, ama aynı zamanda fotosentez yaparak, oksijen üreten siyanobakteri gibi bakteriler ve toprakta serbest şekilde yaşayan Azotobakteri gibi bakteriler için bu büyük bir sorun içerir. Ancak bu bakteriler, bu soruna karşı, çeşitli mekanizmalarla donatılmışlardır. Örneğin Azotobakteri türleri, bütün organizmalar içinde bilinen en yüksek solunum oranına sahip metabolizmalarıyla, hücrelerinde çok düşük seviyede oksijen tutarak, enzimi korumaya alırlar. Ayrıca Azotobakteri türleri, çok yüksek miktarda hücre dışı polisakkarit (çoklu şekerden oluşan ve daha çok nişasta gibi bileşikler ve hücre duvarı oluşturmakta kullanılan kimyasal bir birleşik) üretirler. Bu bileşiklerin oluşturduğu yapışkan sıvının içinde su muhafaza eden bakteriler, hücre içinde oksijen yayılma oranını sınırlandırırlar. Bitki köklerinde azot sabitleyen Rhizobium gibi bakteriler ise, kök düğümlerinde leghaemoglobin gibi oksijen tüketen moleküllere sahiptirler. Leghaemoglobin, memelilerdeki hemoglobin ile aynı görevi görmekte ve düğüm dokularının oksijen sağlamasını düzenlemektedir. Burada ilginç olan, leghaemoglobin'in, sadece kök düğümlerinde bulunması ve sadece bitki-bakteri ortaklığı kurulduğu zaman üretilmesidir. Tek başına yaşayan bakteriler veya bakterisiz yaşayan bitkiler bu maddeyi üretmezler.28

Leghaemoglobin, Hemoglobin, plant

Bitki köklerinde azot sabitleyen Rhizobium gibi bakteriler, kök düğümlerinde leghaemoglobin gibi oksijen tüketen moleküllere sahiptirler. Leghaemoglobin, memelilerdeki hemoglobin ile aynı görevi görmektedir.

Azot döngüsünü sağlamakla görevli olan nitrojenaz enzimi, oksijene maruz kaldığında parçalanır. O halde, oksijenin bu enzime ulaşmasını engelleyen sistemler ve bunları üreten organizmalar, bu enzimle aynı anda ortaya çıkmış olmalıdırlar. Aksi halde nitrojenaz enzimi oluştuğu an, oksjien tarafından parçalanacaktır. Evrim teorisi ise bunu kabul edemez, çünkü evrime göre organizmalar ancak kademeli mutasyonlarla oluşabilirler. Yani bu teoriye göre ya nitrojenaz enzimi ya da oksijen tüketen sistemler önce oluşmuştur. Bu sıralama ise hiçbir sistemin oluşmasına izin vermeyen bir mantıksızlık içermektedir. Ortada nitrojenaz enzimi yokken, oksijeni kontrol eden sistemin hiçbir anlamı yoktur.

Sonuç olarak, bu bakterilerin ölümü ve parçalanması ile amonyak açığa çıkar. Aynı zamanda hayvan ve bitki kalıntılarındaki proteinler de saprofit bakteriler tarafından ayrıştırılarak amonyağa dönüştürülür. Toprak içinde bu şekilde oluşan amonyak, aynı şekilde nitrit bakterileri tarafından nitrite, nitrit de nitrat bakterileri tarafından nitrata dönüştürülmektedir. Bu olaya nitrifikasyon denir ve böylece azot döngüsü tamamlanmış olur.29 Nitrat, artık azotun bitkilerin alabileceği şeklidir. Bitkilere ulaşan bu azot, bitkileri besin olarak kullanan insanlara ve hayvanlara da ulaşmaktadır. Dolayısıyla tüm canlılığın ihtiyacı bu yolla karşılanmış olur.

Nitrojen kullanarak, suni yoldan gübre elde etmek, en büyük sanayi dallarından birini ortaya çıkartmıştır. Bu tehlikeli ve karmaşık işlem sırasında yanıcı hidrojen, çok yüksek basınçla ısıtılır. Kimya fabrikaları bu masraflı ve tehlikeli işe büyük bir emek harcarken, bakteriler, aynı işlemi oda sıcaklığında ve normal basınçla hiç masrafsız olarak yapmaktadırlar. Son zamanlarda bazı araştırmacılar, bakterilerin bu büyük becerilerinin sırrını kısmen de olsa çözdüklerini düşünmektedirler.

Diğer bir grup bilim adamı da, geleceğin temiz ve ucuz yakıtı olacak olan hidrojenin üretimi için bakterileri örnek almaktadırlar. 8 Ekim 2001 tarihinde Nature dergisinde çıkan bir makaleye göre, bilim adamları ucuz asitleri hidrojene çeviren bakteri enzimlerini taklit ederek büyük bir kaynak oluşturmayı düşünmektedirler. Diğer yakıtların aksine hidrojen, çevreye zarar vermemektedir. İllinois Üniversitesi'ne bağlı araştırma ekibinden Thomas Rauchfuss ve arkadaşları bakterilerin bu gizli formüllerini kopya edip kullanabileceklerini düşünmektedirler.30

nitrogenase_enzym  hydrogenase_enzym

Bakterilerin azot döngüsünü gerçekleştirmeleri için gerekli olan nitrojenaz enzimi.

Hidrojenaz enzimi

Bu bakteriler, asitlerden hidrojen üretebilen, hidrojenaz adlı enzimlere sahiptirler. Bilim adamları bu mükemmel mekanizmayı taklit edebilecek sistemler üretmek için yoğun çabalar yürütmektedirler. Aynı şekilde, bakterilerin fotosentez işlemini taklit etmek için yıllardır uğraşan bilim adamları da, henüz bir başarı elde edememişlerdir. Evrimcilerin ilkel olarak gördükleri bakteriler, günümüz teknolojisinin bütün imkanlarına rağmen taklit edilemeyen kompleks sistemleriyle, dünyadaki yaşamın geleceğini garanti altına alacak sırlara milyarlarca yıldır sahiptirler. Bunun nedeni üstün bir aklın sahibi olan Allah'ın kusursuz eserleri olmalarıdır. Allah, hayranlık uyandırıcı sanatını insanların görebilmeleri, görüp üzerinde düşünebilmeleri için böyle ihtişamlı şekilde sergilemektedir.

horses_ field

Bakteriler sayesinde bitkilere ulaşan azot, bitkileri besin olarak kullanan insanlara ve hayvanlara da ulaşmaktadır. Dolayısıyla, canlılığın bu en temel ihtiyaçlarından biri, bakterilerin bu önemli işlevi sayesinde sağlanmaktadır.

Bakterilerin gerçekleştirdiği bütün bu azot döngüsünün temelinde şu gerçek vardır: Bitkilerin ve dolayısıyla yeryüzünde yaşayan diğer canlıların varlıklarını sürdürebilmeleri için yaşamlarında kimyasal dönüşüm gerçekleştirecek bakterilerin olması gerekmektedir. Eğer topraktan kaybedilen nitrojen hemen yerine konulmazsa, hayat kısa bir süre sonra sona erecektir. Bakterilerin gerçekleştirdiği bu işlem ile her yıl toprağa 50 ton nitrojen eklenmektedir.31 Tüm organizmalar enerji elde edebilmek için dolaylı veya dolaysız fotosenteze bağımlı olduklarından, fotosentez işleminin gerçekleşmesi için gereken en temel unsura, yani nitrojene de muhtaçtırlar.

Bu örnekler bize açık bir mesaj vermektedir. İnsanların ve diğer canlıların beslenmesi için nitrojenin belirli bir forma dönüşmesi gerekmektedir. Bu dönüşüm bütün dünyayı kaplayacak bir yaygınlıkta ve sistemin riske girmesini önleyecek kadar çok çeşitlilikte olmalıdır. Bu çeşitlilik için de aynı sistem farklı tasarımlarla desteklenmelidir. Bu ihtiyaçlar, doğada gördüğümüz sistemle karşılaştırıldığında, karşımıza, kör tesadüflerle oluşmuş, kusurlu bir yapı değil, tüm ayrıntılarına kadar hassas bir şekilde tasarlanmış ve yaratılmış, amaçlı bir sistem çıkar. Bu sistemde, ana rolü üstlenmiş olan bakteriler ise, tesadüfü bir evrimin sonucu ortaya çıkmış ilkel formlar değil, bu işe en uygun şekilde özel olarak yaratılmış canlı makinelerdir.

Bu aşamada, evrimciler, köhnemiş ideolojilerin etkisi altında hayali senaryolar kurgulamak yerine, bu tür kompleks tasarımların ve çeşitliliğin, bir anda ve son derece gelişmiş bilgi donanımıyla, nasıl ortaya çıktığına dair bilimsel cevaplar vermelidirler. Ancak böyle bir cevabı hiçbir zaman verememişlerdir. Buna rağmen iddialarını sürdürmeleri ise son derece şaşırtıcıdır. Allah bu tür insanlar için Kuran'da şöyle bildirmektedir:

cars powered by hydrogen

Hidrojenle çalışan arabalar

Şimdi onlara sor: Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa Bizim yarattıklarımız mı? Doğrusu Biz onları, cıvık-yapışkan bir çamurdan yarattık. Hayır, sen (bu muhteşem yaratışa ve onların inkarına) şaşırdın kaldın; onlar ise alay edip duruyorlar. (Saffat Suresi, 11-12)

Bakteriler Fermantasyon Yaparak Besin Meydana Getirirler

food

Oksijensiz solunum yapan bakteriler, bulundukları ortamdaki organik bileşikleri parçalayarak enerji elde ederler. Fermantasyon adını verdiğimiz bu işlem sayesinde birbirinden çeşitli ve lezzetli besinler meydana gelmektedir.

Yediğiniz yoğurdun veya peynirin bakterilerin ürünü olduğunu biliyor muydunuz? Sofranızdaki pek çok besin bakteriler tarafından size hazır olarak sunulmaktadır. Siz bakterilerin sizin için böyle yoğun bir çaba içinde olduklarını bilmiyor olabilirsiniz, oysa bu bir gerçektir. Her gün kahvaltınızda bakterilerin sizin için hazırlamış oldukları peyniri yer, yemeğinizin yanında iyi gideceğini düşündüğünüz turşuyu bakteriler sayesinde elde edersiniz.

Bakterilerin farklı ortam ve farklı şartlarda yaşayabilen pek çok türünün olduğunu daha önce belirtmiştik. Peynirin içindeki bakterilerin de, yoğurdu meydana getiren bakterilerin de aslında tek istedikleri kendi yaşamlarını sürdürebilmek ve bunun için de enerji elde edebilmektir. Bu bakteriler için, bulundukları kapalı ortam önemlidir, çünkü bakterilerin bu türleri oksijensiz solunum yaparlar. Bir başka deyişle diğer bakterilerin soluyarak aldıkları enerjiyi bu bakteriler bulundukları ortamdaki organik bileşikleri parçalayarak elde ederler. Bu parçalanma sonucunda bakteri pek çok madde açığa çıkarır. Açığa çıkan bu maddelerle, bakterinin içinde bulunduğu besin asitlenir veya alkollenir ya da besinin içinde karbondioksit kabarcıkları oluşur. Böylelikle besin nitelik değiştirir. Yani salatalık artık bir turşu olmuştur. Bakterinin gerçekleştirdiği bu işleme de fermantasyon adı verilir.32

Fermantasyon işleminin bize sağladığı lezzetli besinler dışında pek çok faydası daha vardır.

cucumber_food

Bakterilerin faaliyetleri sayesinde besin nitelik değiştirir. Yani salatalık, fermantasyon yoluyla artık turşu olmuştur.

Bakteriler bir kez daha insanlar için son derece önemli ve gerekli bir iş gerçekleştirir ve fermantasyon işlemi ile besinlerin yararlılığını artırırlar. Fermante ürünlerin vücut tarafından emilmesi kolaylaşır. Aynı zamanda fermantasyon sırasında bakteriler vücut için son derece yararlı olan birtakım vitamin ve mineral maddelerini de sentezlerler. Peynir veya yoğurdun vücut için faydalı olmasının temelinde yatan sebep budur. Aynı ürünlerin vücutta bağırsak gibi çeşitli organların yenilenmesini sağlamaları da bakteriler sayesindedir. Bakteriler bu yönleriyle pek çok sindirim bozukluğu hastalıkları üzerinde tedavi edici etkilere sahiptirler. Bu canlılar vücudun dengesini koruma görevini de üzerlerine almışlardır. Örneğin kolesterol sorununda önerilen yiyecekler genellikle fermante olmuş gıdalardır. Bunun da nedeni mikro canlıların bedenimizdeki kolesterol oranını düzenleyebilmeleridir.33

Bakteriler adeta bizim için çabalamaktadırlar. Aslında onların bütün istedikleri ellerindeki imkanlarla yaşamlarını devam ettirebilmektir. Allah'ın yarattığı bu muazzam denge ile bu mikroskobik canlılar kendi soylarını devam ettirirken, bizim için de "pek çok yönden" önemli birer hayat kurtarıcı olabilmektedirler. Bir bakterinin besin üretmesi, dahası ürettiği besini insan için faydalı hale getirmesi bu dengenin ne kadar gerekli ve kusursuz olduğunu göstermektedir. Kuşkusuz bir bakteri bizim besinlerimizde yaşar, enerjisini buradan elde eder, bize hiç fayda sağlamadığı gibi zarar da vermeyebilirdi. Hayatımızın bir parçası olan bu bakterilerden tüm yaşamımız boyunca haberimiz bile olmayabilirdi. Nitekim pek çok besin ile vücuda bakteri alır, ama bunun farkında bile olmayız. Ama fermantasyon işleminde bakteri besinlerimize girip kendi ihtiyaçlarını karşılarken, başka bir yöntemle asla başaramayacağımız yepyeni ve aynı zamanda da faydalı besinleri "sırf bizim için" üretmektedir. Bunun nedeni açıktır: Allah, üstün ve benzersiz bir aklın delillerini görebilmemiz için birbirinden kusursuz, birbirinden detaylı sistemler var etmiştir. Bakterilerin sağladıkları faydanın amacı da işte budur.

alcohol_fermantation

a. Glikoliz
b. Glikoz

c. 2 Purivat
d. 2 Asetaldehid

e. 2 Etanol
f. 2 Laktat

Alkol fermantasyonunda pirüvik asitten karbondioksit ayrılır ve iki karbonlu etanol (etil alkol) son ürün olarak oluşur. Laktik asit fermantasyonunda ise NADH, hidrojeni pirüvik asite transfer eder ve son ürün olarak laktat oluşur. Her iki fermantasyon işleminde de iki ATP kazancı olmaktadır.

Bakterilerin Diğer Faaliyetleri

panorama_4

Suyun içinde erimiş olan demiri bakteriler sudan ayırır ve yoğunlaştırırlar. Bu demir, daha sonra okyanus tabanında demir yatakları haline gelir ve milyonlarca yıllık bir zaman dilimi içinde dağlardaki demir yataklarını oluşturur.

Fotosentez yapıp dünyadaki yaşama büyük oranda katkıda bulunan, bedenimizi koruyan, yeryüzünün en önemli yaşam döngüsünü meydana getiren, ama tüm bu faaliyetlerine rağmen gözle görülemeyen bu varlıkların kusursuz yaratılışlarındaki üstün akıl ve sanatı sergileyecek başka önemli özellikleri de vardır. Örneğin yeryüzündeki demir yataklarının, hatta bedenimizdeki demirin kaynağı da bakterilerdir.

Bazı bakteriler suyun içinde erimiş olarak bulunan demiri sudan ayırma yeteneğine sahiptirler. Bu canlılar, okyanuslarda çözünen demir moleküllerini bu şekilde tüketirler ve bunları kendi vücutlarında yoğunlaştırırlar. Bakterilerin vücudunda yoğunlaşan demir daha sonra okyanus tabanında demir yatakları şekline gelir. Bunlar yüz milyonlarca yıl boyunca dağlara doğru itilir ve buralarda büyük demir yataklarını meydana getirirler. Bu demir yataklarının kazılması ile önemli miktarda demir molekülü havaya karışır. Biz ise farkında olmadan görünmeyen bu demir tozlarını soluruz. Vücudumuza giren bu moleküller bedenimiz için son derece önemlidirler. Vücudumuza küçük demir molekülleri girdiği için kırmızı kan hücrelerimizin demir taşıyan hemoglobin çekirdeği iliğimizi, yani vücudumuzda dolaşan kanın kaynağını meydana getirir.34

Bakterilerin bu kimyasal etkileri ile oluşan yeraltı kaynağı sadece demir ile sınırlı değildir. Yeryüzünün en önemli ihtiyaçlarından biri olan petrol de büyük ölçüde bakterilerin ürünüdür. Fermantasyon işleminden hatırlanacağı gibi oksijensiz solunum yapan bakteriler enerjilerini etraftaki organik bileşikleri parçalayarak elde ederler. Söz konusu bakterilerin bu özellikleri, toprak altında milyonlarca yıl önce meydana gelen birikimlerin petrole dönüşmesine yol açmıştır.35 Bu canlıların petrol üretebilmeleri için bulundukları ortamda oksijenin tükenmesi, sıcaklığın 150 derecenin altına düşmesi ve basıncın birkaç milyon yıl sürmesi gerekmektedir.36 "Bakterinin petrol oluşumu sağlaması" kulağa şaşırtıcı gelebilir. Gerçekten de şaşırtıcıdır, çünkü bu akıllı mikro canlıların uzun yıllar boyunca hiç durmadan böyle bir faaliyette bulunmaları, aslında sadece insanların yararına çalışmak üzere yaratıldıklarının bir delilidir. Mikroorganizmaların sağladıkları faydalar, eksikliğinde acze düşeceğimiz türden hayati ihtiyaçlarımızı karşılamaya yöneliktir.

petrollake, forest

Yeri de Biz döşeyip-yaydık; ne güzel döşeyici(yiz).(Zariyat Suresi, 48)

Bakterilerin uzun yıllar boyunca gerçekleştirdikleri faaliyetler sonucunda oluşan demir, insanlık için oldukça büyük bir önem taşımaktadır. Bakterilerin söz konusu faaliyetleri olmadan, yaşamımızda büyük önemi olan bu madeni elde etmek imkansızdır.

Göllerde kış boyunca neredeyse ölü olan bitki ve hayvanların tekrar canlanırken ihtiyaç duyacakları tüm besin ve mineraller, kışın sürekli faaliyet yapan bakteriler tarafından hazırlanmış durumdadır. Kış boyu bakteriler, suyun dibine çöken organik atıkları ayrıştırarak minerallere dönüştürür ve yazın doğanın yeniden canlanması için besin hazırlarlar.

Son günlerde okyanusların tabanında yapılan araştırmalar, bakteriler hakkında, bilinmeyen bir gerçeği daha ortaya çıkardı. Bilindiği gibi bakteriler fotosentez, nitrojen sabitlemesi ve fermantasyon yoluyla besin zincirinin temel halkasını oluştururlar. Okyanusun 300 metre altında yapılan araştırmalar, bakterilerin görevlerinin bu işlemlerle sınırlı olmadığını gösteren delilleri gün ışığına çıkardı. Yeni keşfedilen ve okyanusun yüzlerce metre altında, taban ortamında yaşayan ve buradaki kayaları yiyen bakterilerin, buradaki canlılığın korunması için temel besin işlevi gördüğü anlaşıldı...

petrol

Bakteriler, sahip oldukları üstün mekanizmalar sayesinde, insanların başaramadıkları hatta sırrını bile çözemedikleri pek çok mucizeyi gerçekleştirirler. Petrolün oluşumunda oynadıkları önemli rol, bu gerçeği açıkça gösterir.

California Üniversitesi, Scripps Institution of Oceanography'ye bağlı araştırma ekibinden, Hubert Staudigel yaptığı açıklamada, okyanus tabanının bu canlılarla kaplı olduğunu ve onların olmadığı bir yerin bulunmadığını belirtmiştir.

Kayaları yiyerek parçalayan bu canlılar, gerekli kimyasal maddeleri ayrıştırarak deniz suyuna oradan da besin zincirine katmakta, böylece okyanus dibindeki canlılığın korunmasında temel bir işlemi gerçekleştirmektedirler.37

Bakteriler aynı zamanda yaz boyunca göllerin içindeki canlıların ihtiyacı olan mineral ve besinleri hazırlamakla da sorumludurlar. Göllerde kış boyunca neredeyse ölü olan bitki ve hayvanların yazın tekrar canlanırken ihtiyaç duyacakları tüm besin ve mineraller kışın bakterilerin yaptığı faaliyetler ile sağlanır. Kış boyu bakteriler, suyun dibine çöken organik atıkları yani hayvan ve bitki ölülerini ve artıkları ayrıştırarak minerallere dönüştürürler. Böylelikle bakterilerin içinde bulundukları göller temizlenir. Yapılan bu ayrıştırma işleminde aynı zamanda gölün dibinde çeşitli mineraller de birikmiştir.38 Böylelikle canlılar baharda uyandıklarında besinlerini de hazır olarak bulurlar. Bakteriler sayesinde hem bulundukları ortamda bir "bahar temizliği" yapılmış hem de yazın yeniden canlanan doğa için yeterli miktarda besin hazırlanmıştır. Yarattığı tüm canlılara hesapsız rızık veren Allah, gölde yaşayan birbirinden farklı özelliklere sahip birbirlerinden farklı türdeki sayısız canlı için de bakterileri sebep kılmıştır. Ne bakterilerin başka canlılara sağladıkları bu faydadan haberleri vardır ne de yazın hareketlenen su canlıları, besinlerin kendilerine nereden geldiğini araştırırlar. Onlar sadece kendilerini yaratan Allah'a teslim olmuşlardır.

Yeraltı kaynakları konusunda uzmanlaşmış olan bakterilerin oluşumunda rol oynadıkları en önemli ve belki de en değerli bir diğer maden ise altındır. Yüzeyin 2 mil (3,5 km) altında bulunan bu bakteriler altın madenlerinde yaşarlar ve gizli bir şekilde altın üreten simyacılar gibi çalışırlar. Kayalardan beslendikçe mikroskobik altın parçalarının çökelmesini hızlandırır ve yeraltında altın oluşmasına sebep olurlar.39 Bu işlem kuşkusuz son derece ağır ilerleyen bir süreçtir.

goldfield

Altın yataklarında yaşayan bakteriler, kayalarla beslendikçe mikroskobik altın parçalarının çökelmesini hızlandırır ve yer altında altın oluşmasına sebep olurlar. Hayatımızı güzelleştiren altının oluşumuna, Allah, bakterileri vesile etmiştir.

Nitekim yeraltındaki bakterilerin yaşam düzeyleri, yeryüzündeki bakterilere oranla son derece yavaştır. Normal bir bakteri bir saat içinde 3-4 defa bölünürken, yeraltındaki bu bakteriler 100 yılda bir bölünürler. Bu organizmalar milyonlarca sene yüzeyle temas etmeden yaşayabilirler.40 Bu da söz konusu bakterilerin altın üretebilmek için özel olarak tasarlandıklarının çok büyük bir delilidir.

Bir mikroorganizmanın ihtiyaç olan yerde ihtiyaç olan şekilde ve sayıda bölünmesi bizler için Allah'ın kusursuz yaratmasını gösteren ibret verici bir olaydır. Bir yiyecek üzerinde yaşayan bakteri de, insanların bağırsaklarına yerleşmiş olan bakteri de, yeraltında madenleri ayrıştıran bakteri de, farklı özelliklere sahip olmakla birlikte aynı bakteridir. Ancak bulunduğu yere göre bölünme hızını değiştirebilme gibi bir özelliğe sahiptir. Üstelik bu sabit oran hiç şaşmamakta, bakteriler, nerede, ne kadar gerekiyorsa o miktarda çoğalmaktadırlar.

Tek hücreli bir canlının bu şuur ve bilinçle hareket ettiğini kuşkusuz ki, kabul edemeyiz. Bakterilerin bilinçli hareket edip hesap yapmalarını onlara ilham eden, tüm ilimlerin üstünde ilim sahibi olan, tüm akıllardan üstün akla sahip olan Allah'tır.

Bakteriler, Simbiyotik İlişki İçinde Oldukları Canlılara Fayda Sağlarlar

Bakteriler insan da dahil olmak üzere daha pek çok canlının metabolizmasına girerek doğrudan ona veya dolaylı olarak canlılığa fayda sağlamaktadırlar. Bakterilerin birçok çeşitten oluşan büyük alemlerinde, karşılıklı faydaya dayalı yaşam örnekleri o kadar çoktur ki, bakteriler yeryüzünün gözle görülür en küçük canlılarından olan termitlerin sindiriminde bile görev başındadırlar. Selülozu tek başına sindirebilme yeteneğine sahip olmadığından bu işlem için bakterilere ihtiyaç duyan termitlerin tek bir tanesinin bağırsağında bile 2,7 milyon bakteri bulunmaktadır.41 Aynı şekilde metabolizması selülozu sindirmeye uygun olmayan geviş getiren hayvanlarda da sindirimi bakteriler sağlarlar.

Bakteriler sağlıklı bir insan vücudunun her tarafında yaşarlar. Çeşitli tahminlere göre insan cildinin bir santimetre karesine 10 milyon bakteri düşmektedir. Örneğin yalnızca dilin üzerinde 80 farklı türün yaşadığı ve dışarıya atılan bakterilerin ise 100 milyar ile 100 trilyon arasında değiştiği bilinmektedir. Bir santimetre kare insan bağırsağında ise yaklaşık 10 milyar organizma yaşamaktadır.42

cow, camel

Metabolizması selülozu sindirmeye uygun olmayan geviş getiren hayvanlarda, sindirimi bakteriler sağlar.

Belfast, Queen Üniversitesi'nden Mikrobiyoloji Profesörü Mark Pallen sağlıklı bir insan vücudunda bulunan bakterilerle ilgili şunları söylemektedir:

Yalnızca ağzın içinde 80 farklı tür vardır. Fransa'da Jouy-en-Josas Ekoloji ve Fizyoloji Laboratuvarları'nda yapılan çalışmalarda bağırsaklarda 80 çeşit mikrobun bulunduğu ortaya çıktı. Vücutta yaşayan mikroplar ile ilgili kesin bir rakam vermek zor, ancak vücudumuzu sürekli sağlıklı tutan mikroorganizma türünün 200 civarında seyrettiğini söyleyebiliriz.43

Mark Pallen'in belirttiği bu 200 sayısı vücuttaki mikroorganizma "türlerinin" sayısıdır. Bu 200 türün ise milyonlarca üyesi bulunmaktadır. Her biri vücut içinde çeşitli işlevlere sahiptir. Bizler ise, bedenimizde yaşayan böylesine kalabalık bir topluluğun varlığından genellikle haberdar olmayız. Oysa onlar, her dakika, her saniye yaşayabilmemiz için faaliyet halindedirler. Bakterilerin bu şekilde bir simbiyoz yaşam içinde oldukları pek çok canlı vardır. Bunlardan birkaç örnek verelim.

Bakterilerin Ortak Yaşam Örnekleri

pea

Simbiyotik bakteri, bezelye köklerinde oluşan kabarcıklar içinde kendisine bir sığınak elde etmiş olur. Bunun karşılığında ise bitki, hiç tükenmeyecek bir nitrojen deposuna sahip olur.

Bakteriler, bitkilerle de karşılıklı faydaya dayanan bir ilişki içine girerler. Örneğin bezelyede ve bezelyenin köklerinde nitrojen bağlayıcı niteliğe sahip bakteriler yaşamaktadırlar. Nitrojenin, yani azotun bir canlı için çok büyük bir öneme sahip olduğundan daha önce bahsetmiştik. Nitrojene sahip olamadığı sürece bu bitki er-geç ölecektir. Bu nedenle köklerinde beslenen bakteriler son derece önemlidir. Bakterilerin bezelyeyi tercih etmelerinin sebebi ise bu bitki ile bakteriler arasındaki kimyasal iletişimdir. Simbiyotik bakteri, bitkilerdeki bazı genleri harekete geçirerek köklerde küçük kabarcıkların oluşmasını sağlar. Bakteri, oluşan bu kabarcıkları kendisi için bir barınak olarak kullanır. Bunun karşılığında ise bitki, hiç tükenmeyecek bir nitrojen deposuna sahip olur.44

Bir başka simbiyoz ilişki de kirpi balığı ile bağırsak bakterileri arasında yaşanmaktadır. Kirpi balıkları farklı bir savunma sistemine sahiptir ve oldukça zehirlidirler. Bu zehir tetrodoxin olarak adlandırılır ve kirpi balığının bağırsağında yaşayan bakteriler tarafından üretilir. Bakterilerin ürettiği bu zehirli toksinin büyük bir bölümü balığın karaciğerinde, bağırsağında ve diğer iç organlarında olmasına rağmen zehir hayvanın vücudunun her yerine yayılmaktadır. Hatta zehrin bir kısmı balığın kaslarının iç kısımlarına kadar girer. Dolayısıyla kirpi balığını ve bu balığın larvalarını yiyen canlılar son derece büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalırlar. Böyle bir tehlikenin farkında olan düşmanlar, kirpi balığına yaklaşmayı pek denemezler.45 Bakterilerin bu katkıları, balığın diğer balıklara yem olmasını önlemektedir. Elbette burada önemle üzerinde durulması gereken, diğer balıklar için büyük bir tehlike teşkil eden zehirin, kirpi balığının tüm vücuduna yayılmasına rağmen ona zarar vermemesidir. Bu, kirpi balığının korunması için Allah'ın özel olarak yarattığı kusursuz bir tasarımı göstermektedir. Bu ortak yaşam örneğinde başka mucizeler de vardır. Etraftaki diğer balıkların kirpi balığındaki tehlikeyi fark ederek ona yaklaşmamaya çalışmaları, bakterilerin büyük bir çaba göstererek böyle bir korunma yöntemi geliştirmiş olmaları, Allah'ın canlıları birbirileriyle uyumlu olarak yarattığını gösterir. Bu örneklerde şuurlu bir tasarım, üstün bir yaratılma vardır.

blow fish

Kirpi balığının bağırsağında yaşayan bakteriler, balığın kaslarının içine kadar yayılan bir zehir üretirler. Bu zehir, balığın kendisine zarar vermezken, düşmanlarından korunmasını sağlar.

Bakteriler, tüp solucanları ile de ilginç bir ilişki içindedir. Bu canlının sahip olduğu tüpler, her bir gramına 100 milyar bakterinin sıkışarak sığabileceği bir doku ile doludur. Tüp solucanlarının kırmızı tüyleri, oksijen yerine bakterileri beslemek için hidrojensülfat taşıyan kanla doludur. Buna karşılık bakteriler de hidrojensülfatı okside ederler ve bu oksidasyon sonucunda ortaya çıkan karbondioksidi, solucanı besleyen karbon bileşiklerine çevirirler.46 Yani aralarındaki ilişki karşılıklı besin alışverişine dayanmaktadır. Solucan bakteriyi beslerken bakteri de solucan için besin üretmektedir.

Denizlerde yaşayan bir başka solucan cinsi Riftia Pachyptila ise bakterilere, besinlerin sindirimi için ihtiyaç duyar. Bu solucan cinsinin sindirim sistemi yoktur. Önceleri sindirim sistemi olmayan bu canlının deri yoluyla deniz suyunda erimiş organik maddeleri emerek beslendiği sanılmıştı. Ancak derisinin yüzeyi, hacmine göre o kadar küçüktür ki, canlının bu şekilde beslenemeyeceği kısa bir süre içinde anlaşılmıştır. 1981 yılında solucanın organik molekülleri emerek değil, normal bir şekilde beslendiği, ancak sindirim işlemini bakterilerin üstlendikleri hayretle keşfedilmiştir. Bakteri ile solucanın aralarındaki dayanışma ise gerçekten de son derece akılcıdır. Solucanın solungaçları ile aldığı sıvı, kükürt ve oksijence zengindir. Bu maddeler kan yoluyla bakterilerin bulunduğu yere giderek burada bakterilerin organik bileşikler yapmalarını sağlamaktadır. Solucan besin olarak bu maddeleri kullanmakta, solucanın karbondioksit, azotlu maddeler gibi metabolizma artıkları da tekrar bakterilerce alınarak besine çevrilmektedir. Normal şartlarda bütün bu kimyasal işlemler sonucunda oluşan kükürtlü hemoglobinin oksijeni taşıyamaması, aynı zamanda solunum enzimleri için toksik yani zehirli bir etkiye sahip olması gerekmektedir. Ancak bu sorun da özel bir tasarım sayesinde çözülmüştür. Solucanın karnında çok fazla kükürt bağlayarak hemoglobini koruyan bir protein bulunmaktadır.47

Riftia Pachyptila

Riftia Pachyptila cinsi solucan,
kendi besininin sindirimi için bakterilere ihtiyaç duyar.

Solucanın gövde boşluğu bakterinin konaklamasına, bakterinin ürettiği besin solucanın beslenmesine, solucanın atıkları bakterinin yaşamasına neden olmakta, üretilen enzim de bütün bu işlemler sonucunda solucanın zehirlenmesini engellemektedir.

Bu küçücük örnekteki sayısız sebep sonuç ilişkisi tek bir gerçeğe işaret eder. Allah bu gerçeği bir ayette şöyle bildirmektedir:

Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Şüphesiz Allah, Gani (hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan)dır, Hamid (hamd da yalnızca O'na ait)tir. Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Lokman Suresi, 26-27)

Bakteriler Gece Avlanan Balıklar İçin Işık Üretirler

Euprymna scolopes

Kısa kuyruklu mürekkepbalığı (Euprymna scolopes) ile ışık saçan bakteri (Vibrio fischeri) arasında da karşılıklı faydaya dayalı bir ilişki vardır.

Kısa kuyruklu mürekkepbalığı (Euprymna scolopes) ile ışık saçan bakteri (Vibrio fischeri) arasında da karşılıklı faydaya dayalı bir ilişki vardır. Bu bakteri, mürekkepbalığının "mantosu" altındaki girintide yaşar. Bu bölge mürekkepbalığının ışıklı organı olarak bilinir.

Mürekkepbalığı günlerini sığ sularda kumların altında saklanarak geçirir. Gece olup avlanmaya çıkınca ışıklı organındaki bakteri ışık saçmaya başlar. Bu ışık, hayvanın gece ışıkları arasında fark edilmemesini sağlar ve düşmanları tarafından seçilmesini engeller. Bu olağanüstü yardımlaşmada karşılıklı iletişimin yanında elbette dikkat çeken başka olağanüstü durumlar da vardır. Bakterinin, ışıklı organdaki değişik dokuların oluşumunu nasıl etkilediğini araştıran bilim adamları, V. Fischeri bakterisinin ışıklı organa yerleşmesi için mürekkepbalığında özel bir dokunun bulunduğunu keşfetmişlerdir. Balık, bakterinin kendi bedenine yerleşmesi için şekil değiştirmekte ve böylelikle bakterinin yaşayabileceği uygun bir ortam hazırlamaktadır.48

Geceleri avlanan fener balığı için de etraftaki herhangi bir ışık çok tehlikelidir. Işık, fener balığının düşmanları tarafından fark edilmesine ve kendisini gören avlarının uzaklaşıp kaçmasına neden olmaktadır. İşte bu nedenle fener balığı, ay ışığının çok parlak olduğu gecelerde veya herhangi bir suni ışık oluştuğunda etrafta görünmemeye çalışır. Fener balığı havanın karanlık olduğundan emin olduğunda ise avını aramak için yola koyulur. Karanlıkta planktonlardan ve küçük kabuklulardan oluşan avını yakalayabilmek için en büyük yardımcısı ise kendi ışığıdır. Fener balığının sahip olduğu parlak ışığın kaynağı, balığın gözlerinin altındaki organlardır. Bu organlar ise, balığın kanına karışan oksijen ve şekerle beslenen ışık saçan bakterilerle doludur.

Balık ışığını açıp, kapatabilir ve yiyecek ararken istediği yöne çevirmeyi sağlayabilir. Bakterilerin ürettiği bu ışık o kadar güçlüdür ki, otuz metrelik mesafeden bile görülebilir. Tek bir fener balığından gelen ışık küçük bir odayı aydınlatmak için yeterlidir. Bu bakteriler o kadar etkili bir ışık yayarlar ki, balık avlanıp öldürüldükten saatler sonra bile ışık organı parlamaya devam eder.49

pineapple fishanglerfish

Ananas balığının bedenine yerleşen bakteriler, kendileri için hem bir barınak bulmuş olur hem de balığın sağladığı olanaklarla besin maddeleri elde ederler. Bunun karşılığında ise balığa, geceleri avlanmasına ve yolunu bulmasına yardımcı olan ışığı sağlarlar.

Düşmanlarından korunmak için karanlıkta avlanmak zorunda kalan fener balığının, avını yakalamak için en büyük yardımcısı kendi ışığıdır. Bu parlak ışığın kaynağı ise, balığın gözlerinin altında yerleşmiş olan bakterilerdir.

Aynı yeteneğe sahip bir başka bakteri de, ananas balığına ışık sağlamaktadır. Ananas balığı bu ismi vücudunu kaplayan, zırha benzeyen, üst üste kaplı pullardan dolayı almaktadır. Bakteriler, bu canlının da bedeninde kendileri için uygun bir yer bulurlar. Balığın sağladığı olanaklarla kendilerine bir barınak ve besin malzemesi elde ederken, balığa geceleri avlanmasına ve yolunu bulmasına yardımcı olan ışığı sağlarlar. Aynı dayanışma, bakterilerle midilli balığı arasında da yaşanmaktadır. Midilli balığının boğazının arka kısmında bakteri dolu iki ışık bezi bulunmaktadır. Balık, bakterilerin yardımı ile ışığını gerekli zamanlarda yakıp söndürebilir veya tümüyle ışık biçiminde görülebilir.

Bu birkaç örnekte değindiğimiz bazı detayları vurgulamakta fayda vardır. Bakteriler bir canlı ile beraber yaşamanın kendilerine fayda getireceğini "düşünmekte" bunun için kendilerine uygun bir canlı "seçmekte" ve gerektiğinde onların "yapılarında değişiklikler yapmalarını sağlayarak" bedenlerinde konaklamaktadırlar. Aynı zamanda barındıkları bu canlıları korumakta, onlara çeşitli faydalar getirmektedirler. Bir mürekkepbalığı için sahip olduğu ışık ile tehlikelerden korunması elbette büyük bir kazançtır. Bunu "dikkate alan" bakteriler bu fırsatı değerlendirir ve kendilerine bir ev edinirler. Bütün bu akıllı işlemler sonrasında normal şartlarda bu canlının düşünebildiğini iddia etmemiz gerekmektedir. Oysa söz konusu canlı yalnızca bir bakteridir. Eğer bu aklın kaynağını bu mikroskobik canlıda arayacak olursak kuşkusuz ki yanılırız. Varolan bir "eser", daima onu meydana getirenin "aklına" işaret eder. Bu küçük, ama şuur sergileyen canlı da kendisini meydana getiren, yani kendisini yaratan Allah'ın üstün aklına ve gücüne işaret etmektedir.

İnsana Faydalı Mikro Canlılar

Bağırsak Bakterileri

Escherichia coli

İnsan bağırsağında sindirim ve vitamin emilimi gibi hayati işlemleri gerçekleştiren bağırsak bakterisi Escherichia coli.

Bağırsaklarımızda birçok bakteri çeşidi içeren küçük bir ekosistem bulunmaktadır. Bu bakterilerin her çeşidinin görevi farklıdır ve besinlerin sindirilmesinden, vitaminlerin emilmesine kadar her türlü işi yerine getirmektedirler. Bağırsaklarda yaşayan bu bakterilere genel olarak Escherichia coli adı verilmektedir. Escherichia coli, daha önce belirttiğimiz gibi, tek bir kromozom sarmalında yaklaşık olarak 5.000 gene sahiptir. Bu da yaklaşık olarak 3 harften oluşan 1 milyon kodona eşittir.50 (Kodon, ATCG harflerinin biraraya gelmesiyle meydana gelen DNA şifresinde sadece 3 harften oluşan anlamlı kelimelerdir. Kodonlar, birleşerek anlamlı cümleleri, yani genleri oluştururlar.) Yani bir milyon tane özel olarak kodlanmış şifre, bakterinin tüm özelliklerini ve yapacağı tüm faaliyetleri belirlemektedir. Söz konusu bakterinin DNA'sında taşıdığı bu olağanüstü bilginin miktarı ve niteliği evrimci bir kaynakta şu şekilde ifade edilmiştir.

DNA şifresi, hücreye bilgiyi ileten genetik bir dildir. Hücre her fonksiyonunu denetlemek için DNA bilgilerini kullanan çok karmaşık bir yapıdır. Tek hücreli bir bakteri olan E. coli'nin DNA'sındaki bilgi miktarı gerçekten çok fazladır. Dünyanın en büyük kütüphanelerinin herhangi birindeki tüm kitapların içerdiği bilgiden çok daha fazladır...

ecoli_DNA

E. coli bakterisinin DNA'sındaki bilgi miktarı, dünyanın en büyük kütüphanelerinin herhangi birindeki tüm kitapların içerdiği bilgiden çok daha fazladır.

(…) E. coli hücrelerindeki DNA harflerinin dizilimi çok özeldir. Biyolojik işlevin yerine getirilmesini yalnızca bu özel dizilim sağlayabilmektedir.51

Bu canlının söz konusu işlemleri nasıl meydana getirdiği ve bu simbiyotik yaşamdan bir fayda elde edip etmediği ise tam olarak bilinmemektedir. Bakterilerin edindikleri faydalarla ilgili elde edilen tek bilgi bu canlıların bazılarının bağırsak hücrelerine kendi gereksinimlerini ileterek, onların şeker salgılamasını sağladıkları ve bu şekeri besin olarak kullandıklarıdır. Bakterilerin edindikleri faydalarla ilgili bilinenler bu kadardır, ama bu ortak yaşamın insana son derece önemli etkileri vardır. Bakteriler, insan bağırsağında bulundukları süre boyunca sindirim ve vitamin emilimi gibi birtakım işlemler gerçekleştirirken aynı zamanda zararlı bakterilerin hastalık yapmalarını da engellerler. Bakterilerin yardımı ile bağırsaklar, işlevsellik kazanırken, bağışıklık sistemi de güçlenir. Bu bakteriler, insanda ve bazı memeli hayvanlarda K vitaminini üretme görevi de üstlenmişlerdir. K vitamini insanlar ve geviş getiren bazı canlılar için son derece büyük bir öneme sahiptir. Çünkü bu canlılar K vitaminini yiyeceklerden alamazlar. Oysa vücudun bu vitamine ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç bakteriler sayesinde sağlanır. Bakteriler, canlının vücuduna aldığı sebzelerdeki selülozu parçalayarak sindirilebilir, glikoz haline getirir ve vücuda K vitamini sağlarlar.52

Yapılan bu işlemler elbette son derece detaylı ve hayati önemi olan kimyasal işlemlerdir. Bu işlemler yeryüzünde varolan her insanda aynı kusursuzluk ve aynı mükemmellikle yine bakteriler tarafından gerçekleştirilir. Ancak bu işlemlerin o kadar çok detayı vardır ki, bunların hepsi, sırrı günümüzde bile halen çözülememiş ayrı birer şuur gösterisidir. Dünyaca ünlü evrimci dergilerden New Scientist'de, bakterilerin şuurlu davranışları sırasında ortaya çıkan "bilinmeyenler" şu şekilde sıralanmıştır:

Son 10 yıldır mikroplar ile vücut arasındaki "iyi huylu" ilişki konusunda kafa yoran mikrobiyologlar, komensal (aynı sofrada yemek yiyen) bakterilerin gizini henüz çözmüş değiller. Bu bakterilerin bir kısmının bağırsakların iç çeperlerinde yer aldığı, diğer kısmının ise çeşitli çatlak ve yarıklarda yerleştiği biliniyor. Ancak bu konuda bilinmeyenler bilinenlerden daha fazla. Bilim adamlarının henüz yanıtlayamadıkları pek çok soru var. Dünyaya yeni gelen birkaç saatlik bir hayvanın bağırsaklarını hedef alan bu mikroplar nereye yerleşeceklerini nasıl kestiriyorlar? Ve yerleşecekleri bölgeyi ele geçirince, üstlerine gelen yeni bakterilere karşı mevzilerini nasıl koruyorlar? Ayrıca yıllarca bizimle birlikte barış içinde yaşayan bu mikroorganizmaların birdenbire bize karşı cephe almalarının ve ölümcül hastalıklara yol açmalarının nedeni ne? Hepsinden önemlisi, bağışıklık sistemi bağırsakların bu mikroskobik sakinlerine karşı niçin savaş açmıyor?53

vegetable, food

Bakteriler, canlının vücuduna aldığı sebzelerdeki selülozu parçalayarak sindirilebilir, glikoz haline getirir ve vücuda K vitamini sağlarlar. Söz konusu canlıların K vitaminini bir başka şekilde elde etmeleri olanaksızdır. Bu, Allah'ın kusursuz ve üstün yaratışının bir örneğidir.

Bu önemli soruların dışında dikkat etmemiz gereken bir başka önemli nokta daha vardır. Bilindiği gibi bakteriler çok hızlı çoğalabilen canlılardır ve bulundukları ortamda, şartlar eğer müsaitse, birkaç saat içinde sayıları milyonları bulabilir. Söz konusu durumun insan vücudundaki bu bakteriler için de geçerli olması gerekmektedir. Nitekim insan vücudundaki ortam, bakterilerin üremelerine uygundur. Onların da türdeşleri gibi kısa bir süre içinde aşırı derecede çoğalmaları ve bağırsakları neredeyse tümüyle istila etmeleri gerekmektedir. Peki acaba böyle bir sorun ile karşı karşıya mıyız? Bağırsaklarımıza yerleşen E. coli bakterisi için böyle bir durum söz konusu değildir. Bu bakteri 20 dakikada bir ikiye bölünür ve bu çoğalmanın ardından da ortaya çıkan bakterilerin de pek çoğu ölür. Eğer böyle olmasaydı E. coli hücreleri 20 dakikada bir durmadan bölündüklerinde tüm dünyayı kaplayacak hacme 43 saatte ulaşacaklardı. Hiçbir zaman böyle bir sorunla karşılaşmayız, çünkü burada yaşayan bakterilerin aralarında besin için büyük bir yarış vardır. Yarışı kazanamayanlar ölmek zorundadırlar. Ayrıca bakteriler vücuttaki antibiyotiklere de karşı koyamazlar.54

Bağırsaklardaki bakteri dengesi işte bu şekilde sağlanır. Yaşamını sürdürenler ise, insanın sindirimi için gerekli miktarı oluştururlar. Bu sayı milyarlarca yıldır insanların tümünde ayarlanmış ve belirlenmiş bir sayıdır. Hiçbir insan bedeninde, bağırsakta bulunan bu bakterilerin tamamı ölmemiş ya da kontrolsüz bir çoğalma meydana gelmemiştir, çünkü bu canlılar insana fayda getirebilmek için özel olarak yaratılmışlardır. Yaptıkları işlerden sayılarına kadar her türlü detay, onları yaratan Allah'ın dilediği ve belirlediği şekildedir. Bu kontrolü sağlayan, nerede, ne zaman ve hangi sayıda durmaları gerektiğini bilen ve planlayan Allah'tır.

Dildeki Bakteriler

tongue_germ

Yanda resmi görülen bu bakteriler, acaba nasıl nitratın vücuda zararlı olduğunu düşünmüş ve bunu ortadan kaldırabilmek için dilimizi karargah edinmişlerdir? Kuşkusuz evrimciler bu soruyu asla cevaplayamazlar. Oysa cevap açıktır: Bu bakteriler, Allah'ın kendilerine bildirdiği bir emri yerine getirmektedirler.

Çeşitli besinlerle vücudumuza nitrat alırız. Nitrat vücuda girdiğinde, içerdiği bir oksijen molekülünü kaybederek nitrite dönüşmektedir. Nitratın kolaylıkla nitrite dönüşebilmesi insan vücudu için bir kaygı sebebidir. Nitrit rahatça kimyasal tepkimelere girebilmekte ve yiyeceklerle alınan aminlere bağlanarak "nitrozamin" denilen bir maddeye dönüşmektedir. (Amin, tek değerli hidrokarbonlara verilen genel bir addır.) Bu kimyasal bilgilerin verilmesinin sebebi vücuda bu yollarla kolayca girebilen nitrozaminlerin insanlar için son derece önemi olmasıdır. Nitrozaminler, mide kanseri gibi önemli hastalıkların başlıca sebeplerinden bir tanesidir.

Ancak kimi zaman vücuda doğrudan alınan, kimi zaman da vücutta üretilen nitrozaminler vücuda zarar vermeden ortadan kaldırılırlar. Bunun sebebi insan bedenini korumakla görevli olan bakterilerdir.

Araştırmacılar bir süre önce besinlerle vücuda alınan nitratın %25'inin nitrite dönüştürülmek üzere tükürüğe karışarak ağızdaki hücrelere geri döndüğünü fark ettiler. Bunun nedeni önceleri anlaşılamamıştı, çünkü nitrit potansiyel olarak zararlı bir madde idi ve zararlı bir maddenin vücutta üretilmesinin de bir anlamı yoktu. Bunun sebebi daha sonra anlaşıldı. Nitrit tükürükteki asitle birleştiğinde vücutta nitrozaminin oluşumunu engelliyordu. Bu birleşme aynı zamanda vücuda zararlı bazı bakteriler için de çok zehirliydi. Dolayısıyla nitrit, yediğimiz yiyeceklerle karışması için ağzımızda özellikle yapılıyordu. Ağıza gelen besin bizim için zararlı bir madde olmaktan çıkıyor, aynı zamanda içinde barındırdığı tüm zararlı mikroplar da vücuda girer girmez bu yöntemle ölüyordu

girl,eat

Bakterilerin vücutta nitratı nitrite dönüştürme işlemleri pek çok yönden bizim için faydalıdır. Nitritin tükürükteki asit ile birleşmesi sonucunda vücuda zararlı bakteriler de devreden çıkarılmış olmaktadır. Yani bu üstün üretim vücutta adeta bir antibiyotik etkisi göstermektedir.

Peki vücutta nitrit nerede üretilmekte ve nerede tutulmaktadır? Nitrit, bakteriler tarafından dilde üretilmektedir. Nitrat, dilin en arka tarafında bakterilerin oldukça yoğun olduğu bir bölgede nitrite çevrilmektedir. Nitratı dönüştüren bakteriler, dilin arka kısmında tat tomurcukları arasındaki oksijen erişmeyen yarıklarda yaşamaktadırlar. Bunlar, fakültatif anaeroblar adı verilen hem oksijensiz hem de oksijenli ortamda yaşayabilen bakterilerdir.

Bakteriler yukarıda anlattığımız tüm bu işlemleri dişetlerinin çevresinde de gerçekleştirirler. Onların bu faaliyetleri aynı zamanda dişlerin de çürümesini engellemektedir.55

Buraya kadar bahsettiklerimiz tümüyle kimyasal olaylardır ve insan vücudunda bakteriler sayesinde gerçekleşmektedir. O halde şimdi şunu soralım: Nitratı et ve salata gibi en temel besinlerle vücudumuza sürekli olarak alırız. Acaba bakteriler hangi kararla bu maddenin vücuda zararlı olabileceğini düşünmüş ve bunu ortadan kaldırabilmek için kendilerine bir karargah edinmişlerdir? Darwinistlere göre bunu yapan evrim ya da başka bir deyişle tesadüflerdir. Hayali evrim sürecinde, insanın gıdalardan dolayı hastalanıp ölmesini engelleyecek bu bakteriler de tesadüfen yerlerini almışlardır.

vegetable

Bakteriler, et ve salata ile vücuda sürekli aldığımız nitratın potansiyel zararlı bir madde olduğunu nereden bilir ve buna karşı nasıl tedbir alabilirler? Bu durum canlıların yaratılmış olduklarının açık delillerindenir.

Kimisinin vücuttaki konumundan dolayı solunum yapmadan yaşayabilmesi gerekmektedir. Tesadüfen bu sorun da halledilmiştir! Vücuttaki bağışıklık sisteminin bu bakterileri birer tehlike olarak görüp onlarla savaşmasının da engellenmesi gerekmektedir. Her nasılsa bağışıklık sisteminin bu canlıları yadırgama tehlikesi de tesadüfen ortadan kalkmıştır! Evrim teorisine göre bütün bunların açıklaması tesadüflerdir. Evrimciler bir bakterinin insanı koruyabilmek için şuurlu hareket etmesini üstün bir düzen olarak değil de evrimleşme olarak tanımlarlar. Oysa bir bakterinin tesadüfen tüm mucizevi özellikleri ile birlikte insanın dilindeki tat keseciklerine yerleşmesinin ve vücudu zehirli maddelerden korumasının tesadüflerle açıklanması kuşkusuz mümkün değildir.

İnsan gibi, insanın vücudundaki bu hassas sistem de yeryüzünde aklını kullanabilen tüm varlıklara şu gerçeği göstermek için vardır: Allah birdir ve O'ndan başka Yaratıcı yoktur. Bu gerçek Kuran'da bizlere şöyle bildirilir:

O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, herşeyi bilendir. Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir. (Hadid Suresi, 3-4)

Hastalığa Neden Olan Bakteriler

fever_illness

Sadece 1 mikrometre çapındaki bir bakteri, bir insanı hasta edip onda hasar bırakabilecek kadar etkili olabilmektedir.

Bakterilerin büyük bir çoğunluğu canlılar için faydalıdır, ama bir kısmı da hastalık yapıcı özelliklere sahiptir. Burada onların bu zararlı etkilerinin de üzerinde durmak gereklidir. Bir bakteri cinsinin bir başka bedene girerek, kendisinden milyarlarca kat büyüklükteki canlıyı güçten düşürmesi, hatta onun ölümüne yol açması, beraberinde çok fazla detay içeren şuurlu birtakım aşamaları içine almaktadır. Nitekim hastalıkların büyük bir kısmının sebebi bakterilerdir.

Acaba bakteri, sadece 1 mikrometre çapındaki gözle görülmeyen bir canlı olmasına rağmen, nasıl böylesine güçlü bir etkiye sahip olabilmektedir?

Zararlı bakteriler genellikle gıdalar yoluyla insanlara ve hayvanlara ulaşırlar. Bakterilerin uygun ortam bulduklarında nasıl bir hızla üreyebildiklerini biliyoruz. Gıdalarda bulunan protein gibi besleyici maddeler ve rutubet gibi faktörler de onların çoğalmasını sağlayan uygun ortamı oluşturmaktadır. Bazı bakteriler ise tek başlarına zararsızdırlar. Ancak riskli gıdalarda çoğalma fırsatı bulurlarsa toksin adı verilen zehirleyici maddeler salgılar ve bu toksinler gıdalar yolu ile insanlara geçerek gıda zehirlenmelerine yol açar.

Bakterilerin bulaştığı gıdalar tüketildiğinde bu canlılar bağırsaklarda gelişmeye başlarlar. Yerleştikleri alanda bulunan hücrelerin ölmesi sonucunda hücre içinde oluşmuş olan toksin dışarı çıkar ve sindirim sistemine yayılır. Böylelikle bağırsaklarda bir enfeksiyon baş gösterir. Bakteriler bazı durumlarda canlı vücuduna girmeden gıdanın üzerinde de toksin maddelerini bırakabilirler. Yemek ile birlikte bu toksin madde vücuda alınır ve ciddi zehirlenme durumu başgösterebilir.56

Bakterilerin sebep olduğu hastalıklardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz:

İnsanları Yüzyıllarca Çaresiz Bırakan "Veba"

İnsanlar bakteriler nedeni ile aldıkları gıdalardan zehirlenebilirler. Ancak bakterilerin bunun dışında daha tehlikeli zararlı etkileri de vardır. Bu etkiye sahip bakterilerden bir tanesi kokobasil adı verilen bakteridir. Bu bakterinin en önemli özelliği ise 14. yüzyılda Avrupa nüfusunun neredeyse üçte birini ortadan kaldıran veba hastalığının tek sebebi olmasıdır.

Kitlelerin bu şekilde ölümüne sebep olan bu mikro canlı acaba nasıl bir etki veya kararla bu hastalığı başlatabilmekte ve tüm vücudu istila edebilmektedir? Belki de bu, Allah'ın yarattığı küçücük bir canlı karşısında insanın acizliğini açıkça görebilmesini, Allah'ın yaratıcı gücünü kabul etmeyen Darwinistlerin, O'nun kudreti karşısındaki çaresizliklerini açıkça anlamalarını sağlamaktadır.

pest

Kitlelerin veba hastalığı ile ölümüne sebep olan kokobasil bakterisi.

Veba bakterisi; fare, sıçan ve sincap gibi kemiricilerin üzerinde parazit olarak yaşayan pireler yoluyla insanlara bulaşmaktadırlar. İnsanda bağışıklık sistemini kuşatma altına alan bakteri, uyarıcı ve hücre çoğaltıcı bir etki yapmaktadır. Veba bakterisi insan vücuduna deri, göz, ağız, sindirim kanalı, solunum yolu, kan ve lenf yollarıyla girmektedir. Bakterinin ilk girdiği deride önce yer yer kesecik ve torbacıklar oluşmaktadır. Bu torbacıklar, vücudun bakteriye karşı gösterdiği ilk dirençtir, ama vücut bu bakterinin etkisine fazla direnemeyecektir. Bakterinin üremesi sonucu oluşan toksin, lenf kanalları ile lenf bezlerine gider. Lenf bezleri bakterinin yerleştiği yerde şişmeye başlar. Bakteriler, lenf bezlerinin çevresinde ödemler meydana getirirler. Bakterinin toksini ile dolan lenf bezi içinde kangren meydana gelir. Bu bir organın ya da canlı dokunun belirli bir bölümünün çürüyüp ölmesi demektir. Bu sırada bir miktar veba bakterisi kana karışabilir, dalak, karaciğer ve diğer iç lenf bezlerine ulaşır. Bu durumda dalak ve karaciğer büyümeye başlar. Sonuçta, zamanla iflas eden vücut organları ve lenfler ölüme sebep olurlar.57

İşte bütün bunlar, ancak bir mikroskop altında görebileceğiniz tek bir hücrenin çoğalarak yaptıklarıdır. Bu mikro canlı, böyle safha safha kuşatarak bir bedenin, çürümesine neden olabilir. Nitekim vebaya karşı birkaç aşı denemesi dışında kesin bir önlem halen alınamamıştır. Deneme aşamasındaki bu aşıların da insanın bağırsak, sindirim veya solunum sistemlerinde sorunlar yaratması önlenememektedir.

Bütün bunların yanı sıra bu hastalıkla ilgili olarak 5 değişik antibiyotik dirençlilik geni taşıyan bakterilerin varlığı saptanmıştır.58 Bunun anlamı, hastalık için ne kadar çare bulunursa bulunsun bakterinin buna direnç göstermeye devam edeceğidir. Yani bu mikro canlılar özelliklerini gitgide daha da geliştirmekte, daha büyük sorun yaratmaya hazırlanmakta ve açıkça insandan akıllı davranmaktadırlar.

Allah'ın kudretini tanımayan, kendilerini herşeyin merkezine koyarak büyük bir güç olarak addeden ve "herşey tesadüfen meydana gelmiştir" safsatası ile insanları aldatmaya çalışan Darwinistler için bu anlattıklarımız aşılması gereken büyük bir sorundur. Tek bir bakterinin insanın yaşamına son verebilecek, tıp bilimini çaresiz bırakacak kadar kusursuz, akılcı ve sistematik çalışabilmesi, onu sonsuz akla sahip bir Yaratıcının var ettiğini açıkça göstermektedir. Yapılan hiçbir bilimsel araştırma, buna başka bir açıklama getirememiştir. Gelecekteki çabalar da sonuçsuz kalacak, keşfedilen her detayda üstün ve kusursuz yaratılış ile karşılaşılacaktır. Bu bakteri de, diğer herşey gibi Allah'ın ilhamı ile hareket etmekte, O'na itaat etmektedir.

Midenin Akıllı İstilacıları

Mide, gıdaların öğütülmesi ve ayrıştırılması için özel olarak tasarlanmış bir yapıdır. Midede salgılanan mide asidi, bir jileti bile parçalayabilecek güce sahiptir. Dolayısıyla mideye giden her gıda buradaki asitlerin yardımı ile parçalanır ve eritilir.

Midede gelişen ülserin sebebi araştırıldığında buna Helicobacter pylori adı verilen bir bakterinin sebep olduğu anlaşılmıştır. Ancak asıl ilginç olan, bu bakterinin böylesine güçlü asitli bir ortamda nasıl canlı kalabildiğidir. Bu önemli bir sorundur ama bakteri bu sorunu son derece akılcı bir sistemle ortadan kaldırmıştır. Bakteri, kendisine tehlike oluşturan bu asidik ortamda planlı hareket ederek bir sığınak elde etmiştir. Midenin kendi asidinden kendisini korumasını sağlayan bir mukoza tabakası vardır. Bakteriler, adeta büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldıklarını anlamışlarcasına bu mukoza tabakasının içine "saklanmaya" karar verirler. Bunun için elbette öncelikle midenin kendisini korumak için bir koruyucu tabakaya sahip olduğunu anlamaları ve aynı ortama yerleştiklerinde zarar görmeyeceklerini hesap etmeleri gerekmektedir.

Bakteri, bulunduğu ortamı yaşamasına uygun hale getirebilmek için bir enzim salgılar. Bu enzimin adı üreazdır. Enzimin özelliği üreyi amonyağa çevirmesidir. Bu çevrim önemlidir, çünkü oluşan amonyak bakterinin bulunduğu bölgedeki asit düzeyini azaltır. Yani ortamın bakteri açısından öldürücü etkisi ortadan kalkar. Bu öldürücü etki ortadan kalktıktan sonra bakteri toksik maddeler salgılamaya başlar. Bunun amacı da bu bölgedeki bağışıklık sistemini etkisiz hale getirmektir. Şartlar artık bakterinin yaşaması ve yerleşmesi için uygundur. Bu uygun şartlarda da bakteri üremeye, yani hastalığı yaymaya başlar.

Helicobacter pylori, stomac

Midede gelişen ülserin sebebi araştırıldığında buna Helicobacter pylori adı verilen bir bakterinin neden olduğu anlaşılmıştır.

Aslında bakterinin neden vücudun bu kadar tehlikeli bir bölgesini istila etmeye çalıştığı, üzerinde durulması gereken ayrı bir konudur. Normal şartlarda bakteri, bu asidik ortam yerine mukozanın alt kısmında herhangi bir tehlikesiz yeri de enfekte edebilirdi. Bunu daha kolay yapabilir ve kendisi için öldürücü olabilecek bir ortamla hiç karşılaşmamış olurdu. Ama bakteri bunu tercih etmez, çünkü beslenmesi gerekmektedir. Peki burada nasıl besin elde eder?

Mukoza enfeksiyona uğradığında vücut bu bölgeye bol miktarda savunma hücresi ve besin göndermektedir. Enfeksiyon devam ettikçe besin akışı da sürer. Devamlı gelen yardım, burada bulunan bakterilerin tüm besin ihtiyaçlarını kesintisiz olarak karşılamaktadır. Tüm tehlikesine rağmen bakterinin ısrarla vücudun bu bölgesini tercih etmesinin sebebi işte budur. Burada söz konusu bakterilerin bir hesaplama yaptıklarını açıkça görürüz. Baştan beri nasıl besleneceklerini düşünmekte, enfeksiyona uğrattıkları yere vücudun mutlaka bol miktarda besin göndereceğini bilmektedirler.

Onlara bu bilgiyi kim vermiştir? Vücudun böyle bir mekanizması olduğunu nereden tahmin edebilirler? Tahmin edebildiklerini farz edelim, bunu kendileri için kullanabilme gibi bir yeteneğe nasıl sahip olmuş olabilirler? Allah'ın kudretinin farkına varmayan insanlar bu sorulara zorlama cevaplar bulmaya çalışacaklar ve asla bir sonuca varamayacaklardır. Sonuca varamazlar, çünkü Allah yaratmada hiçbir ortağı olmayan, sonsuz güç sahibi olan ve herşeyi örneksiz yaratandır. Allah'ın bu örneksiz sanatındaki sırları anlayabilmek için karşımızdaki bütün bu eserlerde O'nun gücünü görmek ve takdir etmek gerekmektedir.

De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da, böylelikle yaratmaya nasıl başladığına bir bakın, sonra Allah ahiret yaratmasını (veya son yaratmayı) da inşa edip yaratacaktır. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Ankebut Suresi, 20)

Burada detaylarına indiğimiz hastalıklar dışında bakteriler daha pek çok önemli ve ölümcül hastalığın da sebebidirler. Bunlar arasında cüzzam, menenjit, tüberküloz, kolera ve tifüs bulunmaktadır. Bakteri tüm bu hastalıklarda farklı DNA yapısı ile yine şuurlu hareketlerle vücudu istila etmektedir. Bu ve bunun gibi pek çok hastalık, sadece tek hücreli bir canlının sebep olduğu, ama buna rağmen çaresi henüz bulunamamış veya zor başedilebilen hastalıklardandır.

Bakteriler Antibiyotiklere Karşı Direnç Kazanabilirler

Vücudumuza giren bakterilerin bir kısmının faydalı olduğunu bir kısmının da hastalıklara neden olduğunu biliyoruz. Hastalıklara neden olan bakterilerin ortadan kaldırılabilmesi için kullanılan yegane yöntem antibiyotiklerdir. Vücuda çeşitli şekillerde verilen antibiyotiklerin bazısı bakterileri "öldürür", bazısı da onların gelişmelerini ve üremelerini önler. Görevini tamamlayan antibiyotik temizlik işini de vücudun savunma sistemine bırakır. Örneğin kimi antibiyotikler bakterinin zarını hedef alırlar. Bu antibiyotikler bakterinin kendisini dış etkilerden koruyacak bir kabuk oluşturmasını önlerler. Böylelikle bakterinin içine sıvı hücumu olur ve hücre patlayarak etkisiz hale gelir.

antibiotic, germ

1. Antibiyotik
2. Antibiyotiklere karşı koyamayan bakteriler
3. Antibiyotiğe hassas olmayan bakteri
4. Kurtulan bakteri

5. Ölü bakteri
6. Direnci artmış bakteri
7. Oldukça dirençli bakteri grubu

Resimde, bazı bakteriler antibiyotikler tarafından ortadan kaldırılırken, bazılarının direnç kazandıkları ve çoğalmaya devam ettikleri gösterilmektedir.

Kimi antibiyotikler ise hücreye giriş çıkış yapan yaşamsal maddelerin hücre içindeki düzeylerini değiştirirler. Bilindiği gibi hücre zarı, hücreye faydalı şeyleri ayrıştırarak hücrenin içine alan, zararlıları ayıran ve atıkları da dışarıya ileten "seçici geçirgen" bir yapıya sahiptir. Antibiyotik etkisini, bakterinin hücre zarının bu özel geçirgenliğini değiştirerek gösterir. Böylelikle zar seçici geçirgenlik özelliğini kaybeder. İçine besin alamayan ve zararlı maddelerin girişine açık olan bakteri kısa süre sonra ölür.

antibiotic, germ

1. Antibiyotik Durduruyor
2. Ölü Hücreler
3. Dirençli Grup

4. Dayanıksız Bakteri
5. Dayanıksız Grup

Antibiyotik tedavisi sona erdiğinde, dayanıklı bakteri bir süre daha direnç gösterir. Eğer antibiyotiğe karşı koyamayan bakteriler yakınlardaysa, dayanıklı olanı da aralarına alarak güçsüzleştirirler.

Bazı antibiyotikler bakterilerin proteinlerini hedef alırlar. Proteinler hücrelerin yaşamsal işlevlerini gerçekleştirirler. Dolayısıyla olmamaları durumunda yaşamsal işlevler aksar. Bu aksama kaçınılmaz olarak bakterinin ölümü ile sonuçlanır. Proteinlerin üretimini ise hücrede ribozom yapar. Antibiyotiklerin görevi, ribozomun sistemini bozarak protein üretimini yavaşlatmak, hatta yanlış proteinler üretilmesini sağlamaktır. Başka bir antibiyotik ise yine proteinlerin oluşması için gerekli olan nükleik asitlerin üretilmesini engeller.59 Nükleik asit üretilemediğinde yine bakteri protein yokluğundan ölmüş olacaktır.

Sonuçta antibiyotikler bizleri zararlı bakterilerden koruyabilir. Bunun için gerekli olan, normal şartlarda bakterinin yapısını bilmek ve buna uygun bir antibiyotik üretebilmektir. Ama bu hiç de sanıldığı kadar kolay olmaz. Bakterilerin antibiyotiklere karşı geliştirdikleri çeşitli taktikleri, kendilerini koruma biçimleri vardır. Bakteriler, yani birkaç mikron büyüklüğündeki bu tek hücreli canlılar, yine akıllı davranarak sayısız insanın laboratuvar şartlarında üstün teknoloji kullanarak ürettikleri antibiyotiklere karşı, kendi genlerini değiştirerek birkaç saniye içinde direnç gösterebilirler.

Bakteriler Kendilerini Nasıl Korurlar?

germ, antibiotic, gene

Bakteriler, antibiyotiklere direnç gösterebilmek için kendi genetik yapılarını değiştirirler. Sonra tüm topluluğun hayatta kalabilmesi için ilgili genleri bir köprü vasıtasıyla diğer bireylere iletirler.

Sadece bir hücre zarı, DNA ve ribozom gibi birkaç organele sahip olan bir canlı acaba bir antibiyotiğe nasıl karşı koyabilir? Tehlikenin ne olduğunu nereden bilebilir, kendisine zarar verecek şeyleri nasıl fark edebilir? Buna karşı nasıl "korunma yöntemi" geliştirebilir? Nasıl karar verir? Verdiği kararı nasıl uygular? Nasıl organize olur? Böyle bir canlı için şuur, yetenek ya da kavrama gücü gibi şeylerden bahsedebilir miyiz? Elbette bu olanaksızdır. O halde bu canlının, kendisi için en büyük tehlike olan antibiyotiklerle olan savaşı sırasında gösterdiği şuurlu hareketlerin tatmin edici ve akla uygun bir açıklaması olması gerekmektedir. Bu aklın kaynağını görebilmek ve takdir edebilmek için önce bakterilerin antibiyotiklere karşı nasıl bir direniş içinde olduklarını inceleyelim.

Bazı bakteri türleri için, antibiyotik vücuda girdiğinde yapılabilecek en iyi şey mümkün olduğunca çoğalmaktır. Antibiyotiklere karşı koyamayanlar yenilir ve ölürler. Antibiyotiğe dayanıklılık gösterebilenler, adeta toplu karar almışlarcasına hemen çoğalmaya başlar ve dayanıklı yeni nesiller meydana getirirler. Dolayısıyla vücuda alınan antibiyotik bunların tümünü ortadan kaldırmaya yetmez ve yeni dayanıklı türü yok edecek güce sahip olamaz. Bunun sonucunda vücuttaki hastalık, antibiyotiğe rağmen devam eder.

Streptococcus

Streptokok bakterisinin 900 defa büyültülmüş hali.

Bakterilerin başvurdukları ikinci bir yol ise bakterinin kendi kendisini değişikliğe uğratmasıdır. Bunu da genetik yapısını değiştirerek yapar. Bakteri, antibiyotik ile daha önce karşılaşmıştır ve antibiyotiğin kendisine hangi yönden yaklaşacağını "bilir". Daha sonra antibiyotiklerin etki edeceği yerlerde genetik değişiklikler gerçekleştirir. Örneğin hücre duvarını etkileyen antibiyotikler için sürpriz moleküller geliştirmeye başlar. Böylelikle bir sonraki karşılaşmada antibiyotikler, bu yeni üretilmiş moleküllerin direnci ile karşılaşır ve hücre duvarına etki edemezler.

Bakterinin yaptığı bir başka şuurlu hareket ise, ilacın hedefine ulaşmasını engellemektir. Bunu da ya ilacı dışarı pompalayarak veya girişini tamamen engelleyerek gerçekleştirir. Elbette böyle bir yöntemi gerçekleştirmeye yarayan mekanizmalar için de genetik değişikliklerin yapılması gerekmektedir. Bakteriler bunu da kolaylıkla başarırlar.

Bakteri bir başka korunma yöntemi olarak antibiyotiğin gelip bağlanacağı yeri değiştirir. Antibiyotik normal şartlarda etki etmesi gereken yere ulaşamadığı için bakteriyi etkisiz hale getiremez. Bakterinin böyle bir değişikliği sağlayacak genleri nereden edindiği ise hala bilinmemektedir.

germ_gene_transportation

1. Plazmid
2. İnce Uzantılar
3. Donör (verici)

4. Bakteri Kromozomu
5. Alıcı
6. Bağlantı köprüsü

İki bakterinin, hayatta kalmalarını sağlayacak genleri birbirlerine aktarmak için oluşturdukları köprü ve gen aktarımı.

Bakteri ayrıca antibiyotiğin hedef aldığı bölgeyi dayanıklı hale getirebilir. Sözgelimi, streptokok bakterilerinden bazıları yaşamlarını ancak timidin adlı bir molekülün varlığıyla sürdürürler. Eğer bir antibiyotik, streptokokun timidin üretmesini önlüyorsa, bakteri antibiyotiğin "bilmediği" yollarla timidin üreterek kendisini korur. Böylelikle antibiyotik bilmediği bir şekilde üretilen bu maddenin kaynağını ortadan kaldıramayacak ve dolayısıyla bakteriyi yok edemeyecektir.

germ_cell_DNA_copying_enzym

1. Bakteri Hücresi
2. DNA Çift Sarmallı
3. DNA Bakteri Hücresine Giriyor.
4. Moleküler Olaylar DNA Parçasını Bakteri Genomuna Birleştirir.
5. Geriye Kalan DNA Enzim Tarafından Ayrılır.
6. Enzimler Tarafından Parçalanıyor.
7. Kopyalama
8. Yeni Oluşan Hücreler Yeni Genomları Taşıyorlar.

Yeni oluşan hücreler yeni hücreleri taşıyor. Bazen bakteriler antibiyotiğe karşı koyabilmek için genlerinde değişiklik yapar ve sonra kendi DNA'larını ortama bırakırlar. Çevredeki diğer bakteriler bu DNA parçalarını kendi genlerine dahil eder ve direnç kazanırlar.

Bakterilerin şuurlu hareket ettiklerine dair bir başka delil ise "bilenlerin bilmeyenlere öğretmesidir". Genetik yapısını değiştirerek direnç göstermeyi başaran bir bakteri, değişimi sağlayan genleri kendi türünden olsun olmasın diğer bakterilere geçirebilmektedir. Bunu yapabilmek için iki bakteri arasında bir köprü oluşur ve ilgili gen birinden diğerine iletilir. İkinci yöntem ise bir bakterinin halka şeklindeki DNA'sını ortama bırakması ve diğerlerinin bunu alarak kendi genetik şifrelerine katmalarıdır. Halka şeklindeki bu DNA parçalarına plazmid adı verilmektedir. Burada tek bir plazmidle bakterinin birden fazla antibiyotiğe direnç geliştirmesi mümkündür.60 Bakterilerin kullandığı bu yöntem tıp çevrelerince en çok korkulan yöntemdir ve bu, hastalıkların önüne geçilmesini sürekli olarak engellemektedir. Geliştirilen antibiyotik ile ortadan kaldırılması umut edilen bir hastalık, bakterinin yapısını değiştirmesi nedeni ile yeni bir şekil almakta ve durdurulamamaktadır.

Kuşkusuz Allah, gözle görülmeyen bu üstün tecellisine insandan çok daha üstün bir şuur ve kıvrak bir zeka vermiştir. Bir bakteri, Allah'ın ilhamı ile insanların daha önceden fark edemediği, hatta tahmin bile edemediği gelişmeleri tespit edebilmekte ve onlardan daha atik davranmaktadır. İnsanın kendisi de bu durumun farkındadır. Yıllarca süren araştırmalar, dev laboratuvarlar, tek bir bakterinin bu kıvrak zekasına karşı koyabilmek, buna karşı çözüm yolları bulabilmek için seferber edilmiştir.

Bakterilerin bu özelliği, evrimciler tarafından, teorinin sözde ispatı olarak, yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Onlara göre bazı bakterilerin antibiyotiklere ve bazı böceklerine karşı direnç göstermeleri ve bazı böceklerin DDT denilen böcek ilaçlarına karşı bağışıklık kazanmaları evrime delil olarak gösterilmiştir. Aslında burada evrimsel bir ispattan ziyade, bazı gerçeklerin ve deney sonuçlarının evrim ideolojisi savunucuları tarafından çarpıtılması söz konusudur.

Bilindiği gibi, evrim teorisinin öne sürdüğü temel değişim mekanizmaları içinde, mutasyon çok önemli bir yere sahiptir. Bu iddiaya göre, bazı dış ve iç etkiler sebebiyle DNA diziliminde meydana gelen tesadüfi değişimler, uzun vadede, yeni türlerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Gerçekten de, DNA diziliminde çeşitli etkilere bağlı olarak, mutasyonlar olmaktadır. Bu mutasyonların bir kısmı zararlıdır, yani oluştuğu organizmaya hasar verir; geri kalan mutasyonlar ise herhangi bir etkiye sahip değildir. Ancak bilinen ve gözlenen bütün mutasyonların negatif etkili veya etkisiz olmalarına rağmen, evrimciler, bazen faydalı mutasyonların gerçekleştiğine ve bu sayede yeni türlerin ortaya çıktığına inanırlar (ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni). Bakterilerin, antibiyotiklere direnç kazanarak hayatta kalmaları, evrimcilere göre bakterilerin faydalı mutasyonlara uğramış olmalarının, dolayısıyla da evrimin en önemli delillerinden biridir. Ancak, evrimcilerin böyle bir sonuca ulaşmaları, onların ideolojik eğilimlerinden kaynaklanmaktadır. Ayrıntılı olarak incelendiğinde, bakterilerin antibiyotiklere direnç kazanmalarının evrime bir delil oluşturmayacağı açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu gerçekleri madde madde sıralamak mümkündür:

germ_antibiotic

Günümüzde, bakterilerin "ustaca istila" yöntemlerini engelleyecek çeşitli antibiyotikler üretilmektedir. Ancak üstün teknolojiye rağmen, antibiyotiklerin tedavi yöntemleri, bakterilerin kendilerini koruma yöntemlerine yetişememektedir.

1. Antibiyotik adı verilen maddelerin tamamı, daha önce doğada zaten mevcut olan mikroorganizmalardan elde edilmişir. Bu canlılar, farklı bakterileri parçalayıp öldürebilen maddeler üretmektedirler. Ancak bazı mikroorganizmalar bu tür antibiyotiklere karşı bünyenin savunma yapmasını sağlayan genlere sahiptirler. Yani o canlının savunma sistemi, antibiyotiğin içindeki öldürücü maddeye karşı hazırlıklıdır. Bu savunma mekanizması bilgisinin saklı olduğu gen paketi, bakteriler arasında özel bir yöntemle paylaşılabilmektedir. Mesela bir bakteri grip aşısına karşı bir silaha sahiptir. Bu bakteri, sahip olduğu silaha ait bilgiyi "plasmid" adı verilen ve bilgisayarla uğraşanların disket olarak düşünebilecekleri, paketler halinde, ortama bırakır. Bu bilgi, diğer bakteriler tarafından alınarak kendi bilgi bankalarına, yani DNA'larına monte edilir. Böylece farklı bakteriler, grip aşısına karşı aynı silahla donanmış olurlar.

Bu işlem sırasında evrime delil olabilecek hiçbir aşama yoktur. Bakteri DNA'sı tesadüfi mutasyonlar geçirip yeni bir özellik kazanmamıştır. Direnç göstermesini sağlayacak bilgiye zaten ilk yaratıldığı günden itibaren sahiptir. Yapılan genetik araştırmalar sonucunda, yüz milyonlarca yıl önce yaşamış bakterilerle günümüzde yaşayan örnekleri arasında bir fark bulunmamış olması bunun önemli delillerindendir. Ancak bu bilgi gerektiği anda devreye girmektedir. Bu bilgiyi diğer bakterilerle paylaşıma açması da diğer bakterilerin tesadüfen evrimleştiklerine değil, bu bilginin kullanımı için yaratılmış olan mekanizmadaki tasarıma ve mükemmelliğe delildir.

germ

Büyüklüğü mikronlarla ifade edilen tek bir bakteri, insanların yıllarını verip ürettikleri her türlü tedbire karşı, anında ve son derece ustaca çözümler geliştirebilmektedir. Bu gerçek, tesadüflere inanan evrimcileri çok zor bir durumda bırakmaktadır.

2. Antibiyotiklere dirençli olan bakteriler, hayatta kalır ve direnç genine sahip olmayanlar ölürler. Böylece yeni bir tür ortaya çıkmış olmaz. Sadece dirençsiz bakteriler öldüğü için, direnç sahibi bakteriler çoğalmış olurlar. Bu ise evrimcilerin iddia ettikleri gibi yeni bir tür değil, aynı bakterinin bir çeşididir. Evrim teorisini savunanlar bu değişime mikro-evrim adını verirler ve bu küçük değişimin makro-evrim adı verilen geniş çaplı türleşmeye delil olduğunu iddia ederler. Ancak üstte verilen bilgilerden anlaşılacağı gibi, bakterilerin antibiyotiklere karşı direnç genleri taşımaları ve bunları diğer bakterilere nakletmeleri, evrimsel bir mekanizma değildir. Bu yüzden evrimin delili olarak değerlendirilemezler. Bu durumun evrim olarak yorumlanması için meydana gelen değişimin, o canlının DNA'sına yeni bilgiler eklemesi gerekir. Halbuki bakteri bir değişim sonucu direnç kazanmaz. Bu direnç onda zaten mevcuttur.

3. Evrimcilerin faydalı mutasyon olarak gösterdikleri örneklerin tamamında, meydana gelen mutasyon o organizmanın bilgi kaybetmesine, yani zarar görmesine sebep olmuştur. Bu yüzden evrimciler DNA adlı bilgi bankasına faydalı bilgi ekleyen tesadüfi mutasyonlar konusunda büyük bir çıkmaza düşmüşlerdir.

Bakterilerin bu özelliklere sahip olmaları bilim adamlarını oldukça endişelendirmektedir. Son zamanlarda Stephen Hawking gibi bilim adamlarının çizdikleri kıyamet senaryolarında bakterilerin önemli bir yeri vardır. Özellikle hastalık kaynağı olan bakterilerin, gen transferi sayesinde farklı antibiyotiklere karşı direnç kazanmaları, ortaya süper bakterilerin çıkması ihtimalini artırmaktadır. Yaklaşık otuz yıldır yeni bir antibiyotik üretilmemiştir.

Mevcut bakterilerin bir kısmı bu ilaçlara dirençlidir. Bu yüzden her yıl 5 milyon kişi etkisiz hale gelen antibiyotikler yüzünden ölmektedirler. İlaç firmaları gelecek on yıl boyunca yeni bir antibiyotik üretilmeyeceğini söylemektedirler. Diğer bir ifadeyle bu dönem içinde ortaya çıkacak dirençli bir süper mikroorganizma büyük felaketlere yol açabilecektir.

Evrimcilerin Bakteri Yanılgısı

Darwinistlere göre canlılığın oluşumu, tesadüfen meydana gelen hayali "ilk bakteri" sayesinde gerçekleşmiştir. Söz konusu "ilk bakterinin" henüz hiçbir canlılık belirtisi yokken, tamamen kontrolsüz bir ortamda aniden nefes almaya başladığını iddia edebilmek için ise onun "basit" olduğunu öne sürmek zorundadırlar. Bu "sözde basit canlı" çeşitli ortam ve şartlardan tesadüfen etkilenmeli, tesadüfen çeşitli değişimler yaşamalı, bazı mucizevi özellikleri –örneğin kendi besinini üretmeyi, mayoz bölünürken aniden mitoz çoğalmaya başlamayı– öğrenmeli ve şimdiki kapsamlı canlılığı oluşturmalıdır. Özetle, evrim teorisine göre canlılığın bir başlangıcının olabilmesi için canlılığı başlatacak "basit" bir hayali bakterinin de olması gerekmektedir. Aynı batıl inanca göre bütün canlılar, daha basit formlardan evrimleşmiş ve gittikçe daha kompleks bir hale gelmişlerdir. Canlıların sınıflandırılmasında (taksonomi) bu anlayış genel olarak hakim olmuştur. Ancak günümüzde, bilim dünyasında meydana gelen büyük ilerlemeler, bu anlayışı değiştirmeye ve evrim teorisinin kendi içinde sert eleştirilere uğramasına yol açmıştır. Ünlü evrimci Stephen Jay Gould bu anlayışı eleştirirken, temelinde yatan ırkçılığı da vurgulamaktadır. Bu anlayışa göre bütün canlıların en üstünü insan, insanların en üstünü ise, belirli bir ırk olarak görülmektedir:

İnsan-merkezcilik, genel taksonomiyi, bize yakın yaratıklar arasında ince; daha uzak ve "basit" organizmalar arasında çok kaba ayırımlar yapmaya yöneltmiştir. Bulunan her yeni diş yeni bir memeli türünü tanımlarken, bütün tek hücreli yaratıkları, toptan "ilkel" canlılar olarak adlandırırız.61

lightning_volcano

Evrimcilere göre yaşam, ilkel atmosfer ortamlarında "basit" bir ilk bakterinin ortaya çıkışı ile şekillenmiştir. Bakterilerin "basit" tanımlamasından çok uzak olduğunun ortaya çıkması ise, evrimcilerin bu iddialarını tümüyle geçersiz kılmıştır.

Hayatın "basit bir ilk bakteri" sayesinde başladığı iddiası kuşkusuz büyük bir aldatmacadır. Bu iddiayı öne sürenler, ilk önce canlılığın nasıl ortaya çıktığını açıklamak zorundadırlar. Ancak evrimci kaynaklar incelendiğinde hayatın nasıl ortaya çıktığı konusunda bilimsel bir bulguya rastlayamayız. Bilimsel kanıtların olmaması, çeşitli tahminlerin ve hikayelerin kabul görmesine yol açmıştır. Evrim teorisinin temelinde yer alan maddeci anlayış bu hikayelerin şekillenmesinde de önemli rol almıştır.

germ_photosynthesis

Erken Archaean döneme ait olan ve siyanobakterilerin faaliyetleriyle oluşan bu katman, milyonlarca yıl önce bakterilerin fotosentez gibi karmaşık bir işlemi gerçekleştirdiklerini göstermektedir.

Fosil kayıtlarına göre, tespit edilebilen ilk canlı bundan 3,5 milyar yıl önce yaşamış bir siyanobakteri fosilidir. 3,5 milyar yıl önce yaşamış bu bakteri günümüzde de yaşamaktadır ve hiçbir değişime uğramamıştır. Ancak evrimcileri asıl hayal kırıklığına uğratan şey siyanobakterinin bilinen en kompleks bakterilerden biri olmasıdır. Fotosentez gibi son derece kompleks bir tasarıma ve işlem yeteneğine sahip bu bakteri, günümüz bilim adamları tarafından kesinlikle basit bir canlı olarak görülmemektedir. Evrimci iddia işte bu noktada da büyük bir hezimete uğramaktadır. Fosil kayıtları 3,85 milyar yıl önce bakterilerin bugünkü özellikleriyle var olduklarını göstermektedir. Yapılan çalışmalara göre ise, dünyanın canlılığa müsait bir hale gelmesi de tam bu tarihlere rastlamaktadır.62 Yani bakterilerin, ilerki bölümlerde de bahsedilecek olan kompleks yapıları, evrim teorisinin öne sürdüğü gibi, imkansız tesadüflerle, yavaş yavaş, uzun bir deneme yanılma sürecinden sonra değil, üstün bir planın, belirli bir parçası olarak aniden ortaya çıkmışlardır.

Dahası, bir varlığın cansızken, aniden canlanması, o canlı "basit" bile olsa, hiçbir şekilde mümkün değildir. Yani hiçbir doğal mekanizma, cansız maddeden canlı madde üretecek güce sahip değildir. Su, toprak ve hava, milyarlarca yıl boyunca bir arada dursalar bile, ne canlılığı ne de o canlılığın sahip olduğu üstün tasarımı, planlayacak veya ortaya çıkartacak, akla ve bilince sahip değildirler. Bu açıdan incelendiğinde, basit olduğu iddia edilen bakterilerin hiç de evrimcilerin iddia ettikleri gibi basit canlılar olmadıkları ortaya çıkar. Bu gerçeği evrimcilerin, bir bakterinin kendi kendine oluşabilmesi ile ilgili yaptıkları ihtimal hesaplarında da açıkça görmek mümkündür:

Hoyle ve Wickramsinghe canlı bir bakterinin kendiliğinden meydana gelme ihtimalinin 1040.000'de 1 olduğunu hesaplamışlardır... Shapiro daha gerçekçi şartlara dayanarak hesaplamalar yapan Morowitz'den bahsetmektedir: 'Harold Morowitz tarafından daha gerçekçi bir hesap yapılmıştır... Morowitz tarafından hesaplanan karşılık, Hoyle'un ihtimallerini tamamen anlamsız hale getirir: 10100.000.000.000'de 1 ihtimal..63

Burada yapılan matematik hesabını daha yakından incelemek gerekmektedir. Önce 10 sayısının yanına yüz milyar sıfır getirmemiz ve bu inanılmaz sayı içinden tek bir ihtimali kabul etmemiz gerekir. Oysa matematikte 1050'de 1'den küçük ihtimaller "sıfır ihtimal" olarak kabul edilirler. Kısacası böyle bir olasılığın gerçekleşmesi imkansızdır.

germ

Bakteriler sadece insanda değil, yeraltındaki bir termitten bir bitkinin kök tüylerine kadar tüm canlılıkta etkisini gösterir. Yaptıkları sayısız faaliyet ile bu mikro canlılar, canlılığın en temel öğelerindendir. Yeryüzündeki yaşamın vazgeçilmez öğelerini oluşturmaları, Allah'ın mükemmel yaratmasının göstergelerindendir.

Bütün bunların yanı sıra, mikro alemin en önemli öğelerinden biri olan bakteri, yapı ve işlev olarak da basit bir canlı olmadığını açıkça göstermektedir. Evrimcilerin bakteri gibi tek hücreli canlıları basit olarak görmeleri aslında sadece bağlı oldukları ideolojiden kaynaklanan bir zorunluluktur. İlk olarak şunu söylemek gerekir ki, bu canlıların her biri basit olmak şöyle dursun, birer tasarım harikasıdırlar. Üstlendikleri hayati görevleri yerine getirmek için böyle mükemmel bir yapıya sahip olmaları gerekir. Bu canlıların belirli bir görevi yerine getirmek için uzmanlaşmış yapıları vardır. Mesela fotosentez yapan bakterileri ele alalım. Yeryüzünde hayatın devamı için gerekli olan oksijenin %70'ini bu canlılar üretir. Aynı zamanda bu canlılar, karbondioksidi kullanarak, başka türlü ortaya çıkması mümkün olmayan, besin kaynaklarını üretirler. Yani evrimcilerin basit dediği bu üstün tasarım sayesinde, hem oksijen üretilir, hem dünyadaki bütün besin zincirinin temeli ortaya çıkar, hem atmosferdeki zehirli karbondioksit oranı dengelenir, hem de bu canlıların çok hızlı ve büyük miktarda çoğalabilen sistemleri, kendilerini, birçok canlının hayatta kalmak için yediği besin haline getirir. Bütün bu özelliklerin yanı sıra, alg, plankton veya diatom gibi tek hücrelilerin, üstün teknoloji harikası olan bilgisayar "çip"lerine benzeyen yapıları, bu canlıların ilkel oldukları iddiasını gülünç hale getirmektedir.

Bakteriler sadece insanda değil, yeraltındaki bir termitten bir bitkinin kök tüylerine kadar tüm canlılıkta etkisini gösterir. Bu canlılar, yeryüzünün her yanına yayılmışlardır ve üstlendikleri görevleri milyarlarca yıldır her canlıda aynı kusursuzlukla yerine getirmektedirler. Bütün bunlar elbette tek bir gerçeğe işaret eder: Yaratılış.

Evrim teorisini savunanlar, aslında bu canlıların basit bir yapılarının olmadığını çok iyi bilirler. Bu nedenle, söz konusu mükemmel canlıların özelliklerine değinirken, sahip oldukları mekanizmaları açıklamaya çalışırken sürekli olarak bir çıkmaz ve tereddüt içindedirler. Mikroskobik bir canlının varlığını açıklamaktan aciz olan evrim gibi bir teorinin karşılaşmaktan çekindiği en büyük gerçeklerden biri işte budur. 20. yüzyılın gelişen bilim ve teknolojisi, elektron mikroskobu altında, evrim teorisi yalanını bir kez daha ortaya çıkaran yepyeni bir alemi tanıtmıştır. Darwinistlerin gittikçe uzayan soru zincirine böylelikle bir yenisi daha eklenmiştir. Evrimciler çözüm yolları araya dursunlar, bu canlılarda karşılaştığımız her özellik, Allah'ın gözle görünmeyen bir canlıda nasıl kusursuz bir sanat meydana getirdiğini keşfedebilmek ve bunu takdir edebilmek için bir yol olacaktır. Allah'ın bu kusursuz sanatı ve ilmi Kuran'da şu sözlerle ifade edilmektedir:

Hamd, göklerde ve yerde olanların tümü kendisine ait olan Allah'ındır; ahirette de hamd O'nundur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, haber alandır. Yerin içine gireni, ondan çıkanı; gökten ineni ve oraya çıkanı bilir. O, esirgeyendir, bağışlayandır. (Sebe Suresi, 1-2)

 

Dipnotlar

3- L.M.Prescott- J.P.Harley- D.A.Klein, Microbiology, McGrawHill, International, 1999, sf. 13

4- http://www2.ntu.ac.uk/life/sh/modules/hlx202/Lectures/Lecture1.htm

5- Michael Denton, Evolution a Theory in Crisis, Burnett Bokks, USA, 1985, sf. 224-225

6- Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Cilt 3, Milliyet, İstanbul, 1986, sf. 1237-1238

7- James A. Shapiro, Bacteria as Multicellular Organisms, Scientific American, Vol. 258, Haziran 1998, sf. 82

8- Michael Denton, Evolution a Theory in Crisis, Burnett Books, USA, 1985, sf. 264

9- Sir James Gray, The Science of Life, chapter in Science Today, 1961, sf. 21

10- Mahlon B. Hoagland, Hayatın Kökleri, Tübitak, Ankara, 1998, sf. 25

11- http://www.pathlights.com/ce_encyclopedia/08dna02.htm

12- http://www.bact.wisc.edu/microtextbook/bacterialstructure/DNA.html 

13- Loren Eiseley, The Immense Journey, 1957, sf. 206 (Alman Biyolog Von Bertalanffy'dan alıntı) - http://www.pathlights.com/ce_encyclopedia/08dna05.htm

14- Dr. Lee Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution, The Judaica Press, New York, 1998, sf. 30

15- L. Cohen, Darwin Was Wrong, 1984, sf. 205 http://www.pathlights.com/ce_encyclopedia/08dna04.htm

16- Joseph W. Francis, Peering into Darwin's box: The Cell Division Processes Required for Bacterial Life, Origin & Design 20:1, issue 38, http://www.arn.org/docs/odesign/od201/peeringdbb201.htm

17- Eshel Ben-Jacob, Herbert, The Artistry of Microorganisms, Scientific American, Ekim 1998

18- Zuhal Özer, Yeryüzünün Başarılı Kimyacıları Bakteriler, Bilim ve Teknik, Ocak 1997, sf. 65

19- Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Cilt 3, Milliyet, İstanbul, 1986, sf. 1237-1238

20- Zuhal Özer, Yeryüzünün Başarılı Kimyacıları Bakteriler, Bilim ve Teknik, Ocak 1997, sf. 65

21- Guy Murchie, The Seven Mysteries of Life, Houghton Mifflin Company, Boston, 1978, sf. 84

22- Lynn Hunt, Send in the Clouds, New Scientist, vol 158, 30 Mayıs 1998, sf. 28 

23- Joanna Marchant, Life in the Clouds, New Scientist, vol 167, 26 Ağustos 2000, sf. 4 

24- Zuhal Özer, Yeryüzünün Başarılı Kimyacıları Bakteriler, Bilim ve Teknik, Ocak 1997, sf. 63

25- http://www.selby.org/research/canopy/whatisphotosynthesis.html

26- Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Meteksan Yayınları, Ankara, 1984, sf. 80

27- Selçuk Alsan, Dünyada Ne Kadar Mikrop Var?, Bilim ve Teknik, Temmuz 1999, sf. 90

28- http://helios.bto.ed.ac.uk/bto/microbes/nitrogen.htm,

http://www.ultranet.com/~jkimball/BiologyPages/N/NitrogenFixation.html

29- M.J. Pelczar, E.C.S.Chan, N.R.Krieg, Microbiology Concepts and Applications, McGraw-Hill, ABD, 1993, sf.790

30- Philip Bal, Bugs Offer Power Tips, Nature, 8 Ekim 2001

31- H.Curtis, N.S.Barnes, Invitation to Biology, Worth Publishers, New York, 1985, sf. 354

32- Zuhal Özer, Yeryüzünün Başarılı Kimyacıları Bakteriler, Bilim ve Teknik, Ocak 1997, sf. 62

33- Prof. Dr. Tümer Uraz, AÜ Ziraat, http://members.fortunecity.com/bilgistan/bilim/p_biyotik2.html

34- Guy Murchie, The Seven Mysteries of Life, Houghton Mifflin Company, Boston, 1978, sf. 362

35- Michel Magot, Petrol Yatağı Bakterileri, Bilim ve Teknik, Temmuz 1995, sf. 69

36- http://nrg.ncl.ac.uk/research/publications/2001/2001abs10.html

37- http://scrippsnews.ucsd.edu/releases2001/staudigel_rockeaters.html 

38- M.J. Pelczar, E.C.S.Chan, N.R.Krieg, Microbiology Concepts and Applications, McGraw-Hill, ABD, 1993, sf. 814

39- John Downer, Supernature, The Unseen Powers of Animals, Sterling Publishing Company, New York, 1999, sf. 136

40- John Downer, Supernature, The Unseen Powers of Animals, Sterling Publishing Company, New York, 1999, sf. 137

41- Selçuk Alsan, Dünyada Ne Kadar Mikrop Var?, Bilim ve Teknik, Temmuz 1999, sf. 90

42- İnsan Vücudunun Davetsiz Konukları, Cumhuriyet Bilim ve Teknik, 28 Ekim 2000, sf. 23

43- İnsan Vücudunun Davetsiz Konukları, Cumhuriyet Bilim ve Teknik, 28 Ekim 2000, sf. 23

44- Garry Hamilton, Insider Trading, New Scientist, Vol. 162, 26 Haziran 1999, sf. 44-45

45- http: //www. chm.bris.ac.uk /motm/ttx/ttxv.htm

46- John Downer, Supernature, The Unseen Powers of Animals, Sterling Publishing Company, New York, 1999, sf. 132

47- http://wy.essortment.com/whatisatubew_rkxn.htm, http://www.remineralize-the-earth.org/magazine/CompostRecycling/Vermiculture.html

48- Garry Hamilton, Insider Trading, New Scientist, Vol. 162, 26 Haziran 1999, sf. 44 

49- Anitia Ganeri, Creatures That, Victor Gollancz Press, London, 1995, sf. 12

50- http://www.pathlights.com/ce_encyclopedia/08dna03.htm

51- http://www.origins.org/offices/thaxton/docs/thaxton_dna.html – DNA, Design and The Origin of Life / Charles B. Thaxton, Ph. D.

52- Garry Hamilton, Insider Trading, New Scientist, Vol. 162, 26 Haziran 1999, sf. 43 

53- Garry Hamilton, Insider Trading, New Scientist, Vol. 162, 26 Haziran 1999, sf. 43 

54- Zuhal Özer, Yeryüzünün Başarılı Kimyacıları Bakteriler, Bilim ve Teknik, Ocak 1997, sf. 64

55- Sarah Richardson, Dildeki Bakteriler, Bilim ve Teknik, Mart 1996, sf. 49

56- Gülgün Akbaba, Dikkat! Sağlığımızda ve Cebimizde Gözü Olanlar Var, Bilim ve Teknik, Mart 1994, sf. 35

57- Gülgün Akbaba, Bir Salgının Öyküsü, Bilim ve Teknik, Nisan 1999, sf. 100-101

58- Gülgün Akbaba, Bir Salgının Öyküsü, Bilim ve Teknik, Nisan 1999, sf. 101

59- Didem Sanyel, Zaferi Biz mi, Süper Mikroplar mı Kazanacak? Antibiyotik Direnci, Bilim ve Teknik, Mart 1999, sf. 36

60- Didem Sanyel, Zaferi Biz mi, Süper Mikroplar mı Kazanacak? Antibiyotik Direnci, Bilim ve Teknik, Mart 1999, sf. 37

61- Stephen Jay Gould, Darwin ve Sonrası Doğa Tarihi Üzerine Düşünceler, Tübitak, Ankara, 2000, s.113

62- John Horgan, Life, Life Everywere, Scientific American, Kasım 1996

63- Stephen Jones, Crichton, evolution and Chaos, http://asa.calvin.edu/archive/evolution/199505-10/1515.html