Kuşatılmış Bir Kale, İnsan Bedeni

Her ne kadar temizliğe dikkat edilse de yaşadığımız yerleri birçok mikroorganizmayla paylaştığımız bir gerçektir. şu anda oturduğunuz odayı bir mikroskopla izleme imkanınız olsaydı, beraber yaşadığınız milyonlarca canlıyı rahatlıkla görebilirdiniz.

Bu durumda insan "kuşatılmış bir kale" konumundadır. Kuşkusuz etrafı sayısız düşmanla sarılmış bir kalenin korunması da eksiksiz ve planlı olmalıdır. İşte insan ihtiyacı olan bu mükemmel korumayla beraber yaratılmıştır, bu yüzden söz konusu düşmanlara karşı savunmasız değildir. Bedenindeki "mikro" korumaları, insanı hiç yalnız bırakmaz ve birçok cepheden insan için savaşırlar.

nezle bakterisi öbeği
Burun epitelyumdaki nezle
bakterisi öbeği
diş bakterisi
Yeni fırçalanmış bir
dişin üzerindeki bakteriler

Vücudu ele geçirmek isteyen düşman hücreleri, öncelikle kendilerini bekleyen ön cepheleri geçmek zorundadırlar. Bu cephelerde kimi zaman zorlu anlar yaşansa da düşmana kolay kolay geçit verilmez. Düşmanın aşması gereken ilk cephe ise derimizdir.

toz akarı parazit larvası

MİKROSKOBİK CANAVARLAR

Yanda, insanların görmedikleri ama her an beraber yaşadıkları milyonlarca canlıdan yalnızca biri olan, toz akarı görülüyor.

Üst resimde ise bir parazit larvası insan derisinin içine girerken görülüyor. Larva, deri vasıtasıyla kan yoluna girerek, çoğalmak için damarlara yerleşir. Bu küçük canlı, insanın savunma ordusundan kaçabilmek için inanılmaz taktikler uygulamakta hatta kendini ana hücreden aldığı bir madde ile kaplayarak kamufle etmektedir.

Vücudumuzun Koruyucu Zırhı: Deri

Bir kılıf şeklinde tüm bedeni saran deri baştan sona şaşırtıcı özelliklerle doludur. Kendi kendini tamir edebilmesi, yenilenmesi, yüzeyinde gözenekler bulunmasına (tüy delikleri) rağmen su geçirmemesi, fakat terleme yoluyla dışarıya su vermesi, kolay kolay yırtılmayacak kadar kalın, aynı zamanda hareket etmeye imkan verecek şekilde ince ve esnek olması, sıcaktan, soğuktan, zararlı güneş ışınlarından bedeni koruyabilmesi derinin insan için yaratılmış özelliklerinden bazılarıdır. Ancak burada bu sıradışı ambalajın çok daha farklı bir yönünün, vücudu, hastalık yapan mikro düşmanlardan koruma özelliğinin üzerinde durulacaktır. Eğer vücut düşmanlarla kuşatılmış bir kaleyse, derinin de bu kalenin sağlam surlarını oluşturduğunu söyleyebiliriz.

fibrin proteini

Tehlikeli düşmanlara karşı organizmanın ilk savunması, deri dokusunun yaradan sonra hızlıca kendini onarma yeteneğine sahip olmasıdır. Savunma hücreleri, yabancı hücreyle çarpışmak ve zarar görmüş dokunun enkazını temizlemek için o bölgeye giderler. Daha sonra başka savunma hücreleride fibrin üretimini uyarmaya yardımcı olur. Fibrin, lifli bir ağ ile hızla yarayı kapatan bir proteindir. Bu resimde kırmızı kan hücrelerini kaplayan bir fibrin görülüyor.

Derinin esas koruyucu fonksiyonu, dış bölümü oluşturan ölü hücre katmanları sayesinde gerçekleştirilir. Hücre bölünmesiyle oluşmuş her yeni hücre, derinin iç bölümünden yüzeye doğru hareket eder. Bunu yaparken, hücre içinin sıvı bölümü (stoplazması) dayanıklı bir protein olan keratine dönüşür. Bu işlem esnasında hücre ölür. Oluşan keratin maddesi, oldukça sağlamdır ve sindirim enzimleriyle parçalanması zordur. Bu, dayanıklılık demektir. Vücudu istila etmek isteyen bakteri ve mantarlar, cildin dış tabakasından alabilecekleri birşey bulamayacaklardır.

Ayrıca keratinli ölü dış hücreler, sürekli olarak cilt yüzeyinden dökülürler. Bu yolla kaybedilen hücreler, alttan yeni gelenlerle doldurulduğunda, o bölgelerde gerçekten içine nüfuz edilmesi güç bir engel oluşmuş olur.

derinin katmanları

Koyu Renkli
Deri Boyası

Cilt Yağı

Saç Kılı Folikülü

Ter Kanalı

Ter

Ter Bezi

Bakteri

Ter Gözeneği

Ölü Hücre Katmanı

Üst Deri

Canlı Hücre Katmanı

Deri

Deri Altı Yağı

Arter

Damar

Sinir

Kas

DERİNİN DERİNLİKLERİ

Üstte derinin katmanlarını detaylı olarak gösteren resim görülüyor. Deriden salgılanan ter damlacıklarının vücutta çeşitli rolleri vardır. Vücudun ısısını düşürmenin yanında, derinin yüzeyinde yaşayan bazı bakteri ve mantarlar için besin sağlarlar ve laktik asit gibi asidik artık üretirler. Böylelikle vücut derisindeki PH oranını düşürmüş olurlar. Derinin yüzeyindeki bu asidik ortam, zararlı bakteriler için yaşanacak yer bulma zorluğu yaratır.

Yanda, ter bezi girişinin büyütülmüş resmi. Derinin her yerinde olduğu gibi burada da bakteriler vardır.

Derideki bir diğer koruma fonksiyonu da, üzerindeki canlılar tarafından sağlanmaktadır. Deri üzerinde buradaki asit ortamına uyum sağlamış, tehlikeli olmayan bir mikrop topluluğu yaşar. Derinin keratinine yapışmış olan artıklarla beslenen bu mikroplar, beslenme alanlarını korumak için her türlü yabancıya saldırırlar. İşte söz konusu mikroplara ev sahipliği yapan deri, bu özelliği sayesinde, içimizdeki orduyu dışarıdan destekleyen yardımcı bir kuvvet gibidir.

Solunumdaki Koruma

Düşmanlarımızın bize ulaşmak için kullandıkları yollardan biri de solunum yollarıdır. Her an soluduğumuz havada bulunan yüzlerce çeşit ve özellikteki mikroplar bu yolla bedenimize girmeye çalışırlar. Ancak burnun içinde onları bir bekçi gibi bekleyen engelden habersizdirler.

akciğer dokularındaki makrofajlar soluk borularındaki tüycükler

Resimde akciğer dokularındaki makrofajlar görülüyor. Bunlar soluduğumuz havadaki tozları etkisiz hale getirirler.

5900 defa büyütülmüş bu resimde soluk borusunun içindeki hücreler (mavi renkli olan) kendi bezlerini (sarı renkli) havadaki parçacıkları tutabilecek bir madde salgılamak için kullanırlar.

Burun mukozasındaki özel bir salgı, doğrudan veya tozlar, damlacıklar ve diğer maddeler ile birlikte solunum sistemine giren mikroorganizmaların yaklaşık % 80-90 'ını tutarak dışarı atar.

Bunun yanısıra, solunum mukozalarında bulunan titrek tüylü hücrelerin içeriden dışarı doğru olan hareketi ile mikroplar, dışarı atılmaya çalışılır. Öksürük refleksi ve hapşırma da bu işlevi kolaylaştırır.

Bu engelleri aşarak alveollere (akciğer, bronş, dişeti) ulaşabilen mikroplar fagositoz yapan hücreler tarafından yutulurlar. Bundan sonra gezici duruma geçen fagositler yuttukları mikroplarla birlikte yukarı doğru sürüklenerek çeşitli şekillerde dışarı atılırlar.

Her nefes alış verişinizde -şu an da dahil olmak üzere- bu sınır kapılarında, varlığından dahi haberdar olmadığınız bir savaş yaşanır. Bu sınır kapılarının bekçileri, sizin sağlığınızı korumak için düşmanla ölümüne savaşırlar.

Sindirim Sistemindeki Koruma

Mikropların vücuda bir diğer giriş yolları da yiyeceklerimizdir. Ancak onların kullandığı bu yoldan da haberdar olan vücudumuzun korumaları, yiyeceklerin ulaştığı bölgede, yani midede, onları beklemektedir. Ayrıca gelecek mikroplar için bir de sürprizleri vardır, mide asiti. Bu asit, tüm engelleri aşarak mideye kadar gelmeyi başarmış mikroplar için oldukça acı bir süprizdir. Mikropların tamamı olmasa da büyük bir çoğunluğu bu aside yenik düşerler.

Bazı mikroplar, mide asidi ile yeterince temasa geçmediklerinden, bazı mikroplar da dayanıklılık gösterdiklerinden dolayı bu engeli aşmayı başarabilirler. Ama geçtikleri her yolda onları öldürebilecek koruyucular vardır. Dolayısıyla, bu kez de onları başka bir sürpriz beklemektedir: İnce bağırsakta üretilen sindirim enzimleri. Üstelik bu sefer kurtulmaları önceki kadar kolay da olmaz.

Görüldüğü gibi mikropların saldırılarının her aşamasında onları bekleyen vücut koruyucuları vardır. Bu koruyucular insan bedeni için özel olarak yaratılmışlardır.

mide mukozası

865 defa büyütülmüş olan bu resimde, mukoza çeperi içinde bir mide bezi deliği (ağzı) görülüyor.

Burada sorulması gereken önemli bazı sorular vardır.

Dışarıdaki mikropların yiyecekler yoluyla bedenimize girmek isteyeceklerini, yiyeceklerin güzergahını, mikropların ne çeşit bir sistemle yok olabileceklerini, bu engelden kurtuldukları takdirde nereye gideceklerini, daha güçlü ne gibi bir madde ile karşılarına çıkılması gerektiğini kim belirlemiştirş Daha önce hiç vücut dışına çıkmamış, dolayısıyla dışarıdaki mikropların hiçbirinin kimyasal yapısını inceleme olanağı olmayan, ayrıca kimya eğitimi görmemiş vücut hücreleri mi?

Elbette hayır. Böyle bir koruma sistemini ancak hem dış dünyayı, hem bu dünyadaki yiyecekleri, hem bu yiyeceklere ihtiyacı olan bedeni, hem bu yiyecekleri sindirecek sistemi yaratan var etmiştir. Bu üstün güç sahibi Yaratıcı Yüce Allah'tır.

Bir Başka Yöntem: Düşmanı Düşmana Kırdırma

Vücudumuzda bizimle birlikte yaşayan, ancak hastalanmamıza neden olmayan başka mikroorganizmalar da vardır. Peki bize zarar vermeden yaşamlarına devam edebilen bu canlılar kimlerdir ve vücudumuzda bulunma amaçları nedir?

Bu soruların yanıtı şu tanımın içinde saklıdır: İnsan vücudunun çeşitli bölgelerinde gruplanmış, zarar vermeyen, hatta bazı yararlar sağlayan mikroorganizma topluluklarına, vücudun normal mikrop florası adı verilir.

Bunlar, savunma ordusunu mikroplara karşı dışarıdan desteklerler. Çünkü onların da çıkarları, yabancı mikropların vücuda yerleşmemesi yönündedir. Herhangi bir mikrobun vücuda girmesiyle, bu canlıların yaşama alanları da işgal altına girmiş olacağından, kendi mekanlarını yabancılara kaptırmamak için vargüçleriyle savaşırlar. Bunları vücut için çalışan "paralı askerler" olarak tanımlayabiliriz. Menfaat karşılığında bulundukları bölgeyi korumaya çalışırlar. Böylece vücudumuzdaki tam teçhizatlı ordunun yanına, bir de bu mikro destekçiler eklenmiş olur.

Bu "paralı askerler" vücudumuza nasıl yerleşmektedirler?

İnsan embriyosu anne karnındayken henüz hiçbir düşmanla karşılaşmamıştır. Embriyo, doğum anında ve doğumdan sonra bulunduğu ortamla temas ederek, aldığı besin maddeleri ve solunum yolu ile organizmaya bulaşan çeşitli cins ve sayıdaki mikroplarla karşılaşır. Kimisi hemen ölür, kimisi yerleşmeye dahi olanak bulamadan geçer gider. Bir kısmı ise deri, deri kıvrımları, ağız, burun, göz, üst solunum yolları, sindirim kanalı, genital organlar gibi vücudun çeşitli yerlerine yerleşirler. Buralardaki mikroplar değişmeyen, geçici topluluklar halinde hayat boyunca kalarak vücudun mikrop florasını oluştururlar.

Kim Bu Mikro Düşmanlarımız?

Mikro düşmanlarımız ise, vücudun kendisine ait olmayıp, bir yolla vücuda giren, dolayısıyla vücuttaki savunma ordusunu harekete geçiren mikro canlılardır.

bakteriler

Dünyada yüzlerce çeşit bakteri vardır. Resimlerde bunlardan birkaçı görülüyor

Kuşkusuz vücuda her giren yabancı hücre, hemen düşman muamelesi görmez. Yemek yerken, ilaç alırken, su içerken de vücudumuza yabancı özelliği olan maddeler girer. Ancak vücut bunlarla bir savaşa girmez. Yabancı bir maddenin, savunma hücreleri tarafından düşman olarak algılanması için bazı şartların oluşması gerekmektedir. Molekül büyüklüğü, vücuttan atılma hızı, vücuda giriş şekli gibi...

Bakteriler

iğne ucundaki bakteriler

Bir iğne ucundaki bakterilerin büyütülmüş görüntüsü

Sayıları oldukça fazla olan mikro düşmanlarımız arasında bakteriler, haklı bir üne sahiptirler.

Bakteriler çeşitli yollardan insan bedenine girerek, burada müthiş bir savaşın başlamasına sebep olurlar. Kimi zaman oldukça ciddi rahatsızlıklarla sonuçlanan bu savaşlar, birkaç mikron büyüklüğündeki bir canlıda gizlenmiş gücü ve yeteneği açıkça ortaya koymaktadır. Bunun yanında son zamanlarda yapılan araştırmalar göstermiştir ki bakteriler, en ağır ve zor şartlarda dahi olağanüstü bir dayanıklılığa sahiptirler. Özellikle bakterilerin spor adı verilen şekilleri, aşırı ısıya ve kuraklığa uzun zaman karşı koyabilirler. Bazı mikropların zor yok edilmesi de bu yüzdendir.

Virüsler

İnsan vücudu adeta değerli bir elmasın çok güvenli bir kasada muhafaza edilmesi gibi yoğun bir gözetime ve korumaya sahiptir. Ancak vücudu ele geçirmeye çalışan canlıların bir kısmı da tecrübeli bir hırsız gibi hareket ederler. Bu hırsızlardan en bilinen ve önemli olanlarından biri virüslerdir.

Elektron mikroskobunun keşfiyle varlığından haberdar olduğumuz bu canlılar, hücre bile sayılamayacak kadar basit yapılı ve küçüktürler. Boyutları, 0.1 ile 0.280 mikron (milimetrenin binde biri) arasında değişen, 10 tanesi art arda dizildiğinde 3 cm’den daha kısa bir uzunluk oluşturabilecek kadar küçük olan virüsler, bu nedenle birçok bilim adamı tarafından canlılar aleminin dışında tutulurlar.2

Kategori olarak canlılar aleminin dışında tutulsalar da, en az diğer canlılar kadar üstün yeteneklere sahip oldukları tartışma götürmez bir gerçektir. Virüslerin yaşamları incelendiğinde de bu gerçek açıkça görülür. Virüsler, diğer canlıların zorunlu asalağıdırlar; yani yaşabilmeleri için bir bitki, hayvan, ya da insan hücresine girip, onun besinini, enerjisini kullanmaları gerekir. Çünkü virüslerin kendi başlarına hayatta kalabilecek bir sistemleri yoktur. Virüsler sanki bu gerçeğin bilincinde gibi ustaca bir hücrenin içine girer, yine aynı ustalıkla orayı işgal ettikten sonra, hücreyi kendilerini kopyalayan bir "virüs üretim fabrikası" haline getirirler.

yapısını değiştiren virüs

Savunma sisteminden kurtulmak için kendi yapısını değiştiren bir virüs (rhinovirüs 14 )

Virüsün, hücreyi ele geçirmek amacıyla uyguladığı bu plan son derece kompleks ve zekicedir. Virüsün en başta yapması gereken şey, hücrenin kendisine uygun olup olmadığını tespit etmektir. Bu işlemi son derece dikkatli ve titiz yapması gerekir. Çünkü yapacağı en ufak hata, yok olmasına sebep olacaktır. Böyle bir sonuçla karşılaşmamak için özel algılayıcılar sayesinde hücrenin kendisine uygun olup olmadığını kontrol eder. Daha sonra yapacağı en önemli iş ise kendini, hücrenin içine kusursuzca monte etmektir.

Virüs, uyguladığı taktiklerle hücreyi şaşırtır ve varlığının fark edilmesine izin vermez.

Olaylar bundan sonra şöyle gelişir: Hücre virüse ait yeni DNA'yı çekirdeğin içine taşır. Hücre protein ürettiğini zannederek bu yeni DNA'yı kopyalamaya başlar. Virüsün DNA'sı hücrede o kadar sinsi gizlenir ki, hücre farkına varmadan kendi düşmanının üretim fabrikası haline gelmiş olur. Ve kendini de yok edecek virüsleri üretir. Virüsün kalıtım yapısını, hücrenin yabancı olarak tanımlaması gerçekten de çok zordur.

Virüs kendini hücreye o kadar iyi monte eder ki, adeta ona ait bir parça haline gelir. Üreme işini tamamladıktan sonra kendisi ve yeni virüsler aynı işi başka hücrelerde tekrarlamak üzere o hücreden çıkarlar. Bu olaylar sırasında virüs, ev sahibi hücreyi öldürebilir, ona zarar verebilir, değiştirebilir veya hiçbirşey

yapmaz; bu virüsün ve hücrenin cinsine bağlıdır.

Genellikle çok sıkı bir denetim mekanizması ile çalışan hücrenin, hangi yöntemle kandırılıp, virüs fabrikası haline dönüştüğü henüz tam olarak cevaplanamamış sorulardandır. Oldukça özel bir yapıya sahip olan ve canlı nitelendirmesine dahi girmeyen virüslerin, bu derece akılcı hareket etmelerinin, böylesine etkili stratejileri düşünüp, planlamalarının ardındaki sır, kuşkusuz ki onları sahip oldukları yeteneklerle birlikte meydana getiren bir Yaratıcı'nın varlığında gizlidir.

Öyle ki, virüsün sahip olduğu özellikler, tam olarak hücrenin içinde çalışan sistemi kullanacak şekilde tasarlanmıştır. Virüsü yaratan gücün hücrenin çok karmaşık çalışma prensiplerini de bildiği açıktır. Bu güç, virüsü, içine yerleşeceği hücreyi ve tüm evreni yaratan Allah'a aittir.

EBOLA VİRÜSÜ GRİP VİRÜSÜ SOĞUK ALGINLIĞI VİRÜSÜ
ebola virüsü grip virüsü soğuk algınlığı virüsü

Küçücük yapılarıyla, kendilerinden milyonlarca kat büyük olan insan bedenini hastalığa, bazen de ölüme dahi sürükleyebilen virüsler, insanlara acizliklerini hatırlatmak için Allah tarafından yaratılmış özel varlıklardır.

Ayetlerde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi. Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik. Bu, Allah'ın yaratmasıdır. şu halde, O'nun dışında olanların yarattıklarını Bana gösterin. Hayır, zulmedenler, açıkça bir sapıklık içindedirler. (Lokman Suresi, 10-11)

DİPNOTLAR

2. George Gamow, 1-2-3 Sonsuz, s. 245