Ms. Anna Manja Larcher, Psikolog, ABD, Yaşamın ve Evrenin Kökeni – Uluslararası Konferans 3 – 28 Nisan 2018, İstanbul

54902

Antik Yunanistan'da efsanevi bir hırsız olan Procrustes'in, misafirlerinin boylarını yatağa uydurmak için kol ve bacaklarını çekip uzatmak ya da kesip kısaltmak gibi garip bir huyu vardı. Şüphesiz bu, misafirleri için zor bir durumdu, çünkü boyları tam olarak yatağa uysun diye her birinin şekilleri çarpıtılmaktaydı. Ancak bu uygulamanın, en azından yataktan tasarruf etmek gibi bir faydası da vardı. Procrustes'in, yatağına sığdırmak istediği kişilerin biçimlerini bozmak ile bir sorunu olmadığı sürece, tek bir yatak ona yetiyordu.

Efsaneler ve yataklar âlemini bırakıp, insan davranışları ve bunları açıklayan teoriler âlemine geçecek olursak, görünen o ki Procrustes'in ruhu hala bizimle. Davranışın (evrim teorisinden türetilmiş) genetik açıdan izahı, Procrustes'in yatağı haline gelmiş durumda. Genetik izahlar, insan davranışlarının ve bunları kavrayışımızın uymak zorunda olduğu saf doğru olarak görülmekte. Bu genetik izahların savunucuları, gerçekleri teoriye uydurmak üzere esnetmede veya kesip atmada bir hayli uzman hale geldiler. Procrustes'in yatağına zorla sokulan davranışların, kavramların ve anlamların, nihayetinde ne hale geldikleri çoğunlukla pek de umursanmıyor. Eğer bunların, insanlık tarihi ve kavrayışından kesilip atılması veya çarpıtılmak üzere taşıdıkları anlamlardan ve ahlaki değerlerden mahrum bırakılmaları gerekiyorsa, bu, bahsi geçen teorisyenlerin, teorinin kendisi ayakta kaldığı sürece ödemeye dünden hazır oldukları bir bedel.        Evrim teorisinin izah ettiği şekliyle davranış, kendi davranışsal tecrübelerimiz ile artık bağdaşmıyor olsa bile, bizden kendi tecrübelerimizi, genetik izah lehine reddetmemiz isteniyor.

Davranışımızın genetik izahlarını ayakta tutmanın bedeli çok büyüktür. Bizden, kendi davranışlarımıza dair sahip olduğumuz fikirlere inanmamamız istenmekte. Bu teoriler, evrim teorisinin Procrustes yatağını uygun ve ayakta tutmak adına hür irademizi, kendimize ve başkalarına karşı sorumluluk anlayışımızı ve en önemli ilişkilerimizi sorgulamakta. Bu genetik izahlar insan ve aile ilişkilerine uygulandığında, insanlığımızın ta kendisini, bunun da ötesinde ve daha da önemlisi ilahi, Tanrı vergisi, sonsuz kimliğimizi kaybetmemiz anlamına geliyor. Temsiliyet ve sorumluluk olmadan, hayatlarımızda insanlık ve ilahi kimlik diye bir şey de olmaz. Yalnızca birer kukla haline geliriz.

Genel anlamda evrim teorisinin, hususi olarak ise insan davranışı ile ilgili genetik izahların gerçekliğine ve kıymetine inanmış bir kişi, bizi veya davranışlarımızda yatan anlam ve ahlakın kaybedilmesinden üzüntü duyan her hangi bir kişiyi, amansız bir romantik olmakla suçlayabilir. Manasız genlerin, davranışlarımızın arkasında yatan tek gerçek veya anlam olduğu acı gerçeği ile yüzleşmemek adına kendimiz ile ilgili romantik fakat yanlış bir görüşe tutunmaya çalıştığımızı öne sürebilir. Kendimize dair daha kabul edilebilir bulduğumuz bir görüşü muhafaza etmek adına biyolojik tabiatımız ile ilgili bilimsel gerçekleri reddetmek elbette ahmakça olur. Örneğin şefkat gibi davranışlarımız ile ilgili genetik/evrimsel izahlara dair ezici bilimsel ve makul kanıtlar bulunuyor olsaydı, buna karşı koymak gerçekten de beyhude olurdu.

Ancak bu denemede, böyle ikna edici bir kanıtın olmadığını tartışacağız. İnsan davranışını, safi evrimsel/genetik terimler ile izah etmek ise sorunlara yol açmaktadır. Procrustes’in yatağına uzanmaya çabalamak, ilahi ve Tanrı vergisi tabiatımızı kesip atmamız ile sonuçlanacaktır. Ayrıca, genetik nedenselliği kabul etmek gibi bir mecburiyetimiz olmadığından, bunu kabul etmemizin de gerekmediğini tartışacağız.

 

Şefkat, sevgi veya aşk gibi şeylerin evrim veya genler tarafından belirlendiğine dair ikna edici kanıt var mı?

 

İnsan ilişkilerindeki sevgi ve şefkatin biyolojik yapılar veya evrimsel güçlerin yönetiminde olduğu fikri, yaygın olarak kullandığımız anlamıyla bilimsel değildir.         

Bilimsel gerçekleri, genellikle titiz deneyler yoluyla keşfedilmiş ve belirsizliğe mahal vermeyen sonuçlar olarak kabul ederiz. Bu tür bilimsel çalışmaların bir örneğini, Michelson ve Morley'in ışık hızının değişmez olduğunu kanıtladıkları deneyde görülmektedir (Örneğin, https://en.wikipedia.org/wiki/Michelson%E2%80%93Morley_experiment adresindeki tanıma göz atabilirsiniz.) Bu değişmezlik ispat edilmişti ve deney öylesine kaliteliydi ki sonuçlarını çürütmek hiç de kolay değildi. Bu çalışma sık sık, tamamıyla kati bilimsel ispatların örnekleri arasında gösterilir. Sonuç olarak ışığın tabiatı ve hızı ile ilgili anlayışımızın, deneysel bulguları da dikkate alacak şekilde yeniden gözden geçirilmesi gerekti. İnsan davranışının evrimsel izahları üzerine yürütülen bilimsel çalışmalar ise böyle olmaktan çok uzaktır. Kati sonuçlara sahip benzer bir çalışma yapılmamıştır ve konunun doğası göz önüne alındığında, bu tarz belirleyici bilimsel ispatların prensipte imkânsız kabul edilmesi gerekir. Bazı evrim teorisyenleri, gelecekte bir gün teknoloji yeterince geliştiğinde ve insan genleri üzerinde oynamalarına müsaade edildiğinde, hakiki bilimsel sağlamanın da– her ne kadar prensipte gerçekten imkansız görünse de –  beraberinde geleceğini iddia etmekte. Ancak kişinin bir gün gerçekleştirilme ihtimali olan şeylere bel bağlamaması ve bunlar üzerinden itibar elde etmeye çalışmaması, bilimin temel ilkesidir. Bu şekilde sav yürütmek, kişiyi bilimden uzaklaştırır, bilim-kurguya iter.

Genetik alanındaki bilimsel çalışmalar, gerçekten de oldukça karmaşıktır ve titizlikle yürütülür. Genetikçiler, genlerin ne olduğu ve ne yaptığı ile ilgili bizlere tatmin edici bir tanım sunmuştur. Genetik alanındaki çalışmalar, melez bitki ve hayvan türlerinin yanı sıra yeni, hatta patentli, canlı türleri de ortaya koymuştur. Fakat tüm bu çalışmaların gösterdiği tek bir şey vardır ki o da genetik malzemenin bir dizi fiziksel yapı ve özellikten sorumlu olduğudur.

Genetiğin izah etmeye çalıştığı bunun ötesindeki her şey, özellikle de bu noktada peri masalı olmaktan öteye gidemiyor gibi gözüküyor: Örneğin, bir takım çalışmalar, bir veya daha fazla üvey ebeveyn ile yaşayan çocukların, her iki biyolojik ebeveyni ile yaşayan çocuklara göre daha çok suiistimale maruz kaldığını bildirmiştir. Kimi evrim teorisyenleri, bu istatistiğin evrim teorisini desteklediğini, çünkü evrim izahının bulunacağı öngörü ile de tutarlı olduğunu, yani biyolojik ebeveynlerin genlerini bir sonraki kuşağın gen havuzuna aktarma şanslarını en üst seviyeye çıkarmak adına kendi evlatlarını daha iyi koruyacağını iddia edecektir. Fakat sormamız gereken, üvey ebeveynler ile yaşayan çocukların suiistimal edilme olasılığının neden daha yüksek olduğunu açıklayabilecek daha bariz ve doğrudan etmenlerin olup olmadığı sorusudur. Üvey ebeveynler ile yaşayan çocukların, öz aileleri ile ilgili bazı sorunlardan dolayı bu durumda oldukları aşikârdır. En baştan öz ailenin dağılmasına sebep olan etmenler, takip edecek yeni aile düzenlerinde de büyük ihtimalle hem ebeveynler hem de çocuk için var olmaya devam edecektir. Bu etmenler, ebeveynlerin ilişkilerinde istediğini bulamaması, asıl ailenin dağılmasından doğan stresler, ekonomik sıkıntılar ve bunun gibi diğer birçok sosyal ve kültürel faktörü içerir. Evrimci anlatımın bu çocukların maruz kaldığı suiistimaller ile ilgili izahı, asıl ailenin içinde bulunduğu mevcut ve zorlu durumlar ile bir hayli alakasız görünmektedir. Evrim teorisi,--sağduyu çerçevesinde bile-- bu olgunun en doğrudan ve bariz açıklaması gibi durmamaktadır.

Dikkat edilmesi gerekir ki bu tarz bir çocuk suiistimali durumunda, evrimsel sebepleri bir dolu sosyal ve kişisel sebepten ayırabilecek herhangi bir bilimsel deney mevcut değildir. Tüm sosyal ve kişisel değişkenleri denetleyebilecek ve evrimsel güçlerin, gittikçe artan suiistimal vakalarının sebebi olduğunu tespit edebilecek bir deneyi tasarlamak ve yürütmek imkânsız olur. Evrim teorisi, bilimsel açıdan test edilebilir değildir. Tüm dayanağı, evrimsel izahı toplumsal gerçeklerle örtüşecek şekilde sunan evrim teorisyeninin ikna kabiliyetinde yatmaktadır.

Evrim izahının dayanağı, izahın dünya ile ilgili verileri anlamlandırmada ne denli iyi bir şekilde kullanılabileceği üzerine inşa edilmiştir. Evrim izahından çıkarılabilecek diğer bir anlam da, evrim teorisyenlerinin oldukça zeki ve yaratıcı anlatımcılar olduğudur. Darwin'in çalışması da özünde bu tür bir anlatımcılıktır. Evrim teorisinin geçerliliğine dair hiç bir karmaşık bilimsel ispat sunmamıştır. Buradaki amaç, Darwin'in çalışmasını veya evrimci izahların savunucularını küçümsemek değildir. Ancak geriye dönük dayanaksız açıklamalar, evrim teorisini ne doğru yapar ne de bilimsel.               

Evrimsel/Genetik Nedensellik İle İlgili Çoğu Bilimsel İddianın Mantık Durumu

Neticeyi doğrulama tehlikesi.   

Yukarıda etraflıca bahsettiğimiz sorunun ardındaki mantık, klasik 'neticeyi doğrulama' yanılgısı ile tasvir edilebilir.

Şöyle ki:

1.         Eğer evrimsel/genetik izahlar doğru ise, o zaman insanların X (herhangi bir olgu) eyleminde bulunduğunu gözlemlememiz gerekir.

2.         İnsanların X (aynı olgu) eyleminde bulunduğunu gözlemleriz.

3.         Dolayısıyla, evrimsel/genetik izahlar doğrudur.

Neticeyi doğrulama yoluyla yürütülen bu tarz bir mantık geçerli değildir, çünkü aynı olgu, evrimsel/genetik izah yerine sayısız pek çok diğer şey ile de açıklanabilir. Bu sebeple, bu şekildeki çalışmalar ve iddialar, geçerli bilimsel uygulamalar değildir.

Dolayısıyla genellikle insan davranışının evrimsel/genetik açıdan açıklanması lehine düzenlenmiş kanıtlar, gerçekten bilimsel olmaktan ziyade, iddia ve çıkarımdır. Ve yukarıda da görüldüğü gibi, çoğunlukla geçerli olmayan iddialardır.

Çürütülebilirlik kriteri.  Bir bilim felsefecisi olan Karl Popper'in etkili eserinin (1959) yayımlanmasından bu yana bilimsel çevreler, -gerçek anlamda bilimsel olan- iyi bir teorinin, yanlışlığı kanıtlanabilir türde olması gerektiğini kabul etmektedir. Yani geçerli bilimsel uygulamanın gerektirdiği üzere, bir teori öyle bir şekilde test edilebilir olmalıdır ki, eğer sonuçlar teorinin öngörüleri ile uyuşmuyorsa, o teorinin yanlış olduğu çıkarımı yapılabilmelidir. Yanlış olduğu kanıtlanamayan teoriler, gerçek anlamda bilimsel sayılmamalıdır. Bu denemenin önceki bölümlerinde de tartıştığım üzere, insan davranışı ile ilgili evrimsel/genetik izahlar bu anlamda çürütülebilir değildir. Genetik malzemenin doğrudan nedensel gücünün sevgi, yardımseverlik ve mana gibi maddi olmayan ve anlamlı olgular ürettiğini öne süren bu izahların geçerliliği sorusunu çözüme kavuşturacak herhangi bir deneysel test mevcut değildir.

Fakat evrimsel/genetik teorilerin çoğu savunucusu, teorilerini çürütülebilecek bir şekilde formüle veya izah etmeye tenezzül bile etmemektedir. Buna karşın çoğu deneysel genetikçinin çalışmaları karmaşık ve bilimsel açıdan geçerlidir.        Deneyleri, her zaman öngörüleri gerçek sonuçlar ile çürütülebilecek şekilde tasarlanır. Çalışmaları ise, gerçek genetik malzeme üzerinde oynandığı ve genetik malzeme ile maddi sonuçlar arasında bağlantı sağlayan mekanizmaların iyi bilindiği türdendir. Bu hassasiyete sahip deneyler, evrim teorisini test etmek üzere formüle edilemez – önemli değişkenler ve mekanizmalar meçhuldür ve deney ile alakalı zaman unsuru, son derece uzundur. Kimyasalların (örn. genler) veya vücuttaki malzemelerin, sevgi, şefkat veya neşe gibi fiziksel olmayan olgular ürettiği herhangi bir mekanizmanın var olup olmadığını bilmiyoruz.         

Genetik malzemenin göz rengi, fiziki yapı ve bazı hastalıklarda büyük rol oynadığı, pek de tartışma konusu değildir. Bunlar fiziksel özelliklerdir ve kolaylıkla fark edilir bir fiziksel/kimyasal temele sahiptir. Titizlikle yürütülmüş hiçbir bilimsel çalışma, a) psikolojik veya zihinsel olay ve davranışlar (sevgi ve şefkat gibi), genetik malzeme tarafından üretilebilir olduğunu, b) bu tarz anlamlı insani olaylar gibi fiziksel olmayan olguları denetleyen ve bunların gelişimlerini ve tezahür edişlerini yöneten evrim gibi etkili, soyut bir kozmik gücün var olduğunu tespit etmemiştir.

İlahi Tabiat ve davranış özgürlüğü: Kendi önyargılarımız ve anlatımcılığımızdan örnekler

Evrime dayalı anlamlı insan davranışı açıklamalarının çoğunun güvenilirliğine karşı sunduğumuz tartışmalar hep birlikte ele alındığında, evrimsel/genetik izahların bilimsel gerçekten çok akli temelli önyargı örnekleri olduğu iddia ediliyor gibi görünebilir. Dolayısıyla, tarafsız ve adil olmak adına, insan eylemleri ile ilgili araştırmalarımızın ve açıklamalarımızın temelinde yatan önyargılar konusunda net olmamız gerekiyor.

Yazarların mevcut önyargısı, aile ilişkilerinin yeryüzünün başlangıcından itibaren kurulmuş olmasından dolayı insan ilişkilerinin, genlerin izah edebileceğinden çok daha ötede bir anlama sahip olduğu yönündedir. Her türlü dış veya genetik etkinin basit birer kuklası olmaktansa yeryüzündeki geçici varoluşumuzda, davranış özgürlüğünü kullanarak tabiatımızı Tanrı'ya daha çok benzeyecek yönde değiştirmek, akli ve manevi önyargımız denebilecek şeyin ana özelliğidir. Önyargımıza karşı argüman olarak, genlerin ve çevrenin kuklaları olmak yerine Tanrı'nın planın kuklaları haline geldiğimiz öne sürülebilir. Ancak O'nun planını özgür irademiz ile seçtiğimize ve O'nun planının asla özgür irademizin tasfiyesini gerektirmeyeceğine inanıyoruz. Biz, her şeyi seçtik. Biz, bu dünyaya farklı bir katman ve boyutta öğrenmek ve olgunlaşmak için geldiğimiz Tanrı'nın planını kabul etmeyi seçtik. Biz, kendi ailelerimize nasip olmayı kabul etmeyi seçtik. Biz, kendimiz ve Tanrı ile ilgili daha çok şey öğrenmek ve başkalarına hizmet etmek için çeşitli imtihanlardan geçmeyi seçtik. Benzer şekilde, sevmeyi SEÇEBİLİRİZ, şefkatli olmayı seçebiliriz, öfke ve kıskançlığa kapılmamayı seçebiliriz. Bu nitelikler, bizler için yalnızca özgür irade sahipleri olarak gerçek anlam kazanıyor.

Daha önce hiç aşırı duygusal bir anınızda, öfkeniz son sürat giden bir trenmiş ve tek seçeneğiniz o trenden atlamakmış gibi göründüğünde öfkenizi yenmek için dua ettiniz mi? Hiç o anda, Yaratıcımıza hislerinizi açıp O'ndan size iç ferahlığı vermesini dilediniz mi? Ve işte o zaman, görünmeyen ancak gerçek ve hakiki bir elden, bu dünyanın ötesinde bir güçten gelen apaçık bir ferahlama hissedip deneyimlediniz mi? Peki ya sevgi denen mucizenin tüm benliğinizi kapladığını ve bir insanı affedecek, hatta ona şefkat gösterecek gücü kendinizde bulduğunuzu? Dahası, aklınızın pencerelerinin açılıp daha önce başkasında veya kendinizde hiç fark etmediğiniz şeyleri bir anda fark ettiğiniz oldu mu?

Tarihte, yaşadığımız dünya ile ilgili doğaüstü izahların yanlış, evrimsel izahların ise doğru olduğunu kanıtlayan kayda geçmiş tek bir çalışma bile bulunmamaktadır. Her hangi bir deneyin böyle bir şeyi kanıtlayabileceği düşünülemez bile. Diğer bir deyişle, evrimsel izahların doğruluğu veya yanlışlığı bilimsel bir soru bile sayılmaz, çünkü diğer evrimsel olmayan izahların tersine, bu izahları test edecek tam anlamıyla bilimsel bir deney formüle etmek imkânsız olurdu. Bilimsel yöntemler dışında da, doğru bağlamda kullanıldığında geçerli bilgi ve teminat sağlayacak alternatif yöntemler mevcuttur. Az önce bahsedilen öfke ve şefkat ile ilgili deneyimlerde bile, ön yargımıza göre bu deneyimi inceleyen ve kesin kavrayış ve bilgi sağlayan geçerli bir yöntem bulunuyor. Başlı başına ayrı bir sunum gerekeceğinden bu konuyu derinlemesine ele alamıyor olsak da, burada şunu da belirtmek gerekir ki doğa üstü izahlar, manevi gerçeklik âlemi ile uyumlu yöntemler yoluyla incelenmek zorundadır.

          Sonuç

Evrim hikâyesinin davranışlarımızın hikâyesi olduğunu, daha da önemlisi davranışlarımızın ve böyle canlılar olmamızın özünde yatan davranışın hikâyesi olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Maalesef evrim kadar popüler hale gelmiş hikâyeler, genellikle kontrol edilemeyecek boyutlara ulaşır. Hikâyenin salt popülaritesi bile, çok geçmeden pek çoklarını davranışlarımız ile ilgili başka bir izahın olmadığına ikna etmeye yeter.                                     Ve Evrimsel/genetik teori bir kere davranışlarımızın tek açıklaması olarak görülmeye başlandığında, hikâyeyi dünyaya ait verilere uydurmak bir hayli kolaylaşır.

Makalenin başında da öne sürdüğümüz üzere insan davranışı ile ilgili evrimsel/genetik izahları benimsememizi gerektirecek kavramsal veya bilimsel kanıtlar yok ise, o zaman bu izahları benimsememeliyiz. Ancak bu sava kısaca değinebilecek kadar yere sahibiz. William James, insanın hür iradesine savunma olarak yazdığı bilgi dolu makalesinde (1897-1956), teorilerin, geçerliliği kesinlikle bilimsel veya kavramsal olan dayanaklar üzerine inşa edilemediğinde (ki gerçekten de edilemiyorlar), o zaman bu teorileri ahlaki dayanakları da kapsayan başka dayanaklar üzerinde değerlendirmenin sadece akla uygun değil aynı zamanda elzem de olduğunu ikna edici bir şekilde savunur. Dahası, bir teoriyi, yol açacağı ahlaki sonuçlar dolayısı ile reddetmenin tamamıyla meşru olduğunu savunur. Bu ret, basit bir dini veya ahlaki dogmacılık değil, akli açıdan geçerli ve sorumluluk sahibi bir duruştur. Dolayısıyla, insan davranışı ile ilgili evrimsel/genetik teorilerin bilimsel ve kavramsal kanıttan yoksun olduğu göz önüne alındığında, William James'in de benimsediği üzere, bu teorilerin ahlaki sonuçları konusunda açık ve net olmak elzemdir.

Genetik nedenselliğin ilişkilerimiz üzerindeki etkisi de aynı derecede yıkıcıdır. Davranışlarımız ile ilgili evrimsel/genetik açıklamaları kabul edecek olursak, o zaman ebeveynlerin çocuklarına olan sevgisi ve eşlerin ve sevgililerin birbirlerine olan sevgisi yalnızca otomatik ve bilinçsiz süreçlerin bir sonucu olur. Duygusal canlılar olarak bizler acıyı hissedebiliyoruz ancak bunun böyle olmasının bir anlamı yoktur. Duyduğumuz bu duygusal acı, kaçınılmaz ve kontrol edilemezdir. Davranışlarımızın evrimsel/genetik açıklamaları, eşit fırsat ilkelerine sıkı sıkıya bağlıdır: Olumlu ve olumsuz deneyimlerimizi eşit şekilde yıkarlar.

Yukarıda da tartıştığım üzere davranışlarımızın evrimsel/genetik açıklamaları, sağlam bilimsel bulguları esas almaz; gerçekten çok hikâye anlatımlarıdır. Dayandıkları mantık, büyük oranda hatalıdır ve genelde olduğu gibi neticeyi doğrulamaya dayanırlar. Mevcut evrimsel izahları Procrustes yatağına sığdırmak adına insanlar - ve özlerinde taşıdıkları insanlık - insandan daha eksik bir hale getirilmek üzere kesilip atılırken, genler ise, basit birer kimyasal molekülden daha fazlası haline getirilene dek esnetilip uzatılmaktadır. Bu izahları kabul etmek için herhangi bir ikna edici sebebin olmaması karşısında, bunları reddetmek için en önemli sebeplerin ağırlığına boyun eğmeliyiz -- ki ahlaki değerlerimizi, ya da dinimizi, ve insanlığımızın ta kendisini koruyup kurtarabilelim. Ebedi bir kimlik ve amaca sahip olduğumuzdan, insani sevgi, şefkat veya öfke, özellikle de bu nitelikler kişinin kendi özgür iradesi ve seçimi ile seçildiğinde veya ifa edildiğinde, tamamıyla farklı bir anlam kazanır.

Procrustes'in yatağında bir gece bile geçirmeye razı olmamalıyız.

Referanslar:

James, W. (1897/1956). The dilemma of determinism. In W. James, The will to believe and other essays in popular philosophy, (pp. 145-184). New York: Dover.

Popper, K. (1959). The logic of scientific discovery. New York: Basic Books.

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER