Bugün Avrupa ve Amerika’da pek çok insan İslam peygamberinin güzel ahlakını, her kesime her dinden insana şefkatli tavırlar gösteren bir lider olduğunu bilmiyor. Hatta pek çok Müslüman da bu yanılgıyı paylaşıyor. Bazı Müslüman ülkelerde Hıristiyan ve Musevilere karşı şiddet dolu söylemler kullanılması bu yanlış algının hızla yayılmasına yol açıyor.
Oysa Kuran- Kerim’deki ayetler ve bazı tarihsel gerçekler İslam Peygamberinin Hıristiyan ve Musevilere karşı her zaman son derece adil ve merhametli davrandığını, bu dinlerin mensupları ile Müslümanlar arasında sevgi ve uzlaşmaya dayalı bir ortam oluşturmaya çalıştığını göstermektedir. Bunun en büyük göstergesi Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliği süresince Hıristiyan ve Yahudilerin kendi dinlerini diledikleri şekilde yaşamalarına izin vermesidir. Üstelik Kitap Ehlinin özerk cemaatler olarak varlıklarını devam ettirebilmelerini sağlayacak anlaşmalar yaparak onlara çeşitli güvenceler de verilmiştir.
Nitekim Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki ilk ilişki güvene dayalı olarak başlamıştır. İslamiyet'in ilk yıllarında Müslümanlar Mekkeli putperestlerin eziyet ve baskılarına maruz kalmış İslam Peygamberi Hz. Muhammed (sav)’in tavsiyesiyle Etiyopya'daki Hıristiyan Kral Necaşi'ye sığınmışlardır. Necaşi Müslümanları korumaya almış ve putperestlere teslim etmemiştir.
Bu olaydan sonra putperestler Müslümanların üzerindeki baskıyı daha da artırmıştır. Bunun üzerine Müslümanlar Mekke’den Medine’ye göç etmişler ve buradaki Musevilerle, sonradan gelecek nesillere örnek olacak bir arada yaşama modeli geliştirmişlerdir. İslam peygamberi;
Medine Anlaşması'nın "Beni Avf Musevileri, inananlarla birlikte bir ulus oluşturdular. Musevilerin dini kendilerine, Müslümanların dini kendilerinedir" hükmüyle, Müslümanların Musevilerin geleneklerine ve inanışlarına gösterdikleri hoşgörünün temeli Peygamberimiz (sav) döneminde atılmıştır. Yine aynı metnin 26-33. maddelerince “Ehl-i Kitaba mensup vatandaşların Müslümanlarla aynı haklara sahip oldukları” 16. maddede ise “onlara haksızlık yapılamayacağı” belirtilir.
Hıristiyan olan İbn Harris b. Ka'b ve dindaşlarına yazdırdığı anlaşma metninde: "Şarkta ve Garpta yaşayan tüm Hıristiyanların dinleri, kiliseleri, canları, ırzları ve malları Allah'ın, Peygamberin ve tüm müminlerin himayesindedir. Hıristiyanlık dini üzere yaşayanlardan hiç kimse, İslam'ı kabule zorlanmayacaktır. Hıristiyanlardan birisi herhangi bir cinayete veya haksızlığa maruz kalırsa Müslümanlar ona yardım etmek zorundadırlar" maddelerini yazdırdıktan sonra: "... Kitap Ehli'yle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: "Bize ve size indirilene iman ettik; bizim İlahımız da sizin İlahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz." (Ankebut Suresi, 46) ayetini okumuştur.
Bu anlayış İslam Peygamberinin vefatından sonra da devam ettirilmiştir. İslam'ın yayılış döneminde de Arabistan'daki Yahudi ve Hıristiyan topluluklarına ibadetlerini yapmada ve kendi hukuklarını uygulamada özgürlük tanınmıştır. Hz. Muhammed (sav)’den sonraki Halifeler döneminde yıkılan kiliseler Müslümanlar tarafından onarılmış, İslam toprakları içinde yeni havraların ve manastırların inşa edilmesine müsaade edilmiştir. Örneğin, Medine dışında bulunan ve Patrik Mar Amme tarafından daha önce yakılmış olan Aziz Sergius Manastırı, Hz. Osman döneminde yeniden inşa edilmiştir.
Tüm bunlar şahitleri ve belgeleri olan açık tarihi gerçeklerdir. Ancak günümüzde birçok ülkede Hıristiyan ve Museviler ile aynı şehirde hatta aynı ülkede bile yaşamaya tahammül edemeyen bağnaz bir İslam anlayışını görüyoruz. Ortadoğu başta olmak üzere Avrupa da dahil olmak üzere bir çok yerde olayların boyutu ibadethanelere saldırılara, insanları öldürmeye kadar varıyor. Bu saldırgan tutum Kuran’da yeri olmayan, hurafelere dayandırılmış bağnaz gruplara özgüdür.
Müslümanların kutsal kitabında sevgiye, barışa, hoşgörüye ve adalete dayalı bir toplum modeli tarif edilmektedir. Örneğin Maide Suresi'nde Yahudilere indirilen Tevrat'ın insanlar için yol gösterici olduğu şöyle bildirilmektedir:
Gerçek şu ki, Biz Tevrat'ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah'ın kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi.)... (Maide Suresi, 44)
Üç dinin mensupları arasında kalıcı bir barış bağnazlığın yanlış zihniyetinin kesin olarak yok edilmesi ile mümkündür. Bunun için hak dinlere, din ahlakına, dindarlara ve Kuran’a ihtiyaç vardır. Toprak ya da ideoloji hırsıyla gerçekleşen çatışmalar daima büyüyüp korkunç bir durum almaya mahkumdur. Bu durumun yaygınlaşmasını engellemek elbette mümkün. Bunun için tüm Müslümanlar Kuran’ın kaynak alındığı bir eğitim seferberliği yürütmeliler. Bu eğitimde dinlerin barış içinde yaşamasının istenildiğinin vurgulanması şarttır. Böyle bir eğitim bağnazlığın yol açtığı yanlışları ve tüm düşmanlıkları ortadan kaldıracaktır. Şüphesiz böyle bir zihniyet değişimi yaşayanlar da başka bir dine karşı düşmanlık etmek veya savaşmak için gerekçe bulamayacaklardır.
Adnan Oktar'ın New Straits Times'da yayınlanan makalesi: