‘Mağara adamı’ diye bir şeyin hiçbir zaman yaşamadığı ihtimalini düşündünüz mü? İnsanların hayvanlar gibi yaşadığı, avlandığı, homurdandığı, ellerinde sopalarla ve vücutlarının etrafına sarılı hayvan kürkleriyle dolaştıkları bir dönemin hiç olmadığı ihtimalini? Birçok insan asıl gerçeğin bu olabileceğini hiç düşünmemiştir. Düşünememiştir çünkü arkeolojik bulgular bu yalanı çürütüyor olsa da tüm dünyada bilfiil yapılan açıklamalar, mağara adamlarının var olduğunda ısrar etmektedir. Ama neden?
Biyoloji, genetik ve paleontoloji alanlarındaki bilimsel keşifler tarafından tamamen çürütülmüş olsa da, evrim teorisini canlı tutmak için hâlâ büyük bir çaba var. Bu çevreler, uygarlık tarihi hayali evrim teorisine uymadığında, cevapsız kalan soruların iki katına çıkacağının farkındalar. Bu nedenle beşeri medeniyetlerin de evrim geçirdiğini iddia ediyorlar. Bu senaryoyu desteklemek için de insanların medeniyet sürecinde güya tam gelişmedikleri Taş Çağı, Tunç Çağı, Demir Çağı gibi hayali tarihsel dönemler icat edildi.
Ancak, açıkça yanlış olan bir şeyler vardı. Arkeolojik bulgular arttıkça ve geçmiş medeniyetler hakkında daha fazla ayrıntı ortaya çıktıkça, insan medeniyetlerinin evrimleştiğine dair materyalist düşünce yerle bir oldu. 40.000 yıllık flüt, evrimcilerin ilkel olduklarını iddia ettikleri bir dönemde insanların müzik yaptıklarını, müzik aletleri çaldıklarını, eğlendiklerini, sanat ürettiklerini ve mücevher taktıklarını gösterdi. Başka bir deyişle, aynı bizim gibiydiler, ilkel değillerdi. 30.000 yıl öncesine dayanan mağara resimlerinin keşfiyle bilim adamlarının kafası iyice karıştı. Bu resimler ve resimlerde kullanılan boyalar o kadar etkileyiciydi ki, o dönem insanlarının sanatsal becerilerinin de çok gelişmiş olduklarına dair açık bir kanıttı. Ki bu dönem, evrimcilerin homurdanan ilkel yarı insanlar olduklarını iddia ettikleri bir dönemdi. Ancak bu insanlar soyut sanat üretiyorlardı. Üstelik kullandıkları boyalar o kadar dayanıklıydı ki sanat yapıtları binlerce yıl sonra bile hayatta kalmıştı. Hollanda Leiden Üniversitesi'nden ilk insanlar arkeolojisinde uzman olan Wil Roebroeks, olayların bu şekilde cereyan etmesine duyduğu şaşkınlığı şöyle ifade ediyor: “... İnsanlar az çok senin ve benim gibiydiler”. Aslında az çok değil, tamamen bizim gibiydiler. Bu noktada, bugün yaptığımız resimlerin çoğunun belki bin yıl bile hayatta kalamayacağını belirtmemizde fayda var. Bu durumda, sonraki medeniyetler gelişmiş kültürümüzü kanıtlayacak hiçbir şey kalmadığı için ilkel olduğumuzu düşünebilirler. Bu düşünceyi geçmiş medeniyetlere uyguladığımızda, onların da gelişmiş kültürlere sahip olmaları çok muhtemeldir, ancak başarılarının birçoğu zamanın yıkıcı etkisiyle kaybolmuştur.
Sonra, Smithsonian Enstitüsü'nün ‘medeniyetin yükselişine dair geleneksel görüşü alt üst ettiğini’ belirttiği Göbekli Tepe var. Burası, 1994 yılında bir Alman arkeolog önemini ortaya koyduğunda dünyayı şaşkına çeviren Türkiye’de bulunan bir sit alanıdır. Göbekli Tepe, o dönemin insanlarının önceden düşünüldüğü gibi avcı-toplayıcı olmadıklarını, aksine astronomik olaylara bağlı olarak tapınaklar inşa eden, tarımla uğraşan, taşlara karmaşık tasarımlar oyarak sanat üreten, bazısı 50 ton ağırlığındaki dev taş blokları taşımak için iş gücü kullanan entelektüel bireyler olduklarını kanıtlayan 11.000 yıllık bir sit alanıdır. Biliminsanları hala bu bulguların etkileri ile başa çıkmakla uğraşıyorlar. Washington Whitman Kolej’de arkeolog olan Gary Rollefson şöyle diyor: ”Göbekli Tepe ile ortaya çıkan her şey daha önce düşündüklerimizi yerle bir etti. Bunları bulmak güzel ama anlamak da güzel olurdu.” Bir diğer çalışma, alanda bulunan devasa megalitik yapıların ‘güney göğündeki “yeni”, son derece parlak bir yıldızın: Sirüs yıldızının belirmesini “kutlamak” ve izlemek için konumlandırıldığını ve hatta orijinal olarak bunun için inşa edilmiş olabileceğini’ öne sürmektedir. Başka bir deyişle, materyalist anlayışa göre insanların ilkel olmaları gereken bir dönemde, bu insanlar son derece uygardılar, astronomi üzerine çalışmış, tarımla uğraşmış ve taşlar üzerinde sanat üretmişlerdi. Bu merak uyandırıyor: Taşlar binlerce yıl sonra ayakta kalabilen tek yapılarsa, bu insanların diğer daha narin nesneler üzerinde ürettikleri ince sanatı ancak tahmin edebiliriz.
Sonra, Mısır'ın ünlü piramitleri var. O kadar inanılmaz bir şekilde inşa edildiler ki, günümüz teknolojisi ve her türlü kaynak kullanılsa bile, her gün 10 blok yerleştirerek, yaklaşık 4000 yıl önce inşa edilen Büyük Keops Piramidinin 2,5 milyon taş bloğunun 684 yılda yerleştirilebileceğini biliyor muydunuz? Ancak biliminsanları, bu piramidin 20 ila 30 yıl arasında inşa edildiğine inanıyorlar. O halde, güya hiçbir teknolojinin olmadığı bir dönemde Eski Mısırlılar bu dev piramitleri nasıl inşa ettiler? Hangi güçle, hangi makinelerle, hangi tekniklerle bu taş teraslar yükseltildi? Kaya mezarları hangi araçlarla oyuldu? İnşaat sırasında aydınlatma nasıl sağlandı? (Piramitlerin ve mezar odalarının içindeki duvarlarda veya tavanlarda hiçbir leke veya kurum bulunmadı.) Taş ocaklarından taş bloklar nasıl çıkartıldı ve blokların farklı biçimli yüzleri nasıl pürüzsüz hale getirildi? Birkaç ton ağırlığındaki bu bloklar nasıl taşındı ve 1/1000 santimetrelik bir hassasiyetle nasıl birleştirildi?
Ya da açıkça uçakları betimleyen antik taş oymalarından haberdar mısınız? Sümerlerden Mayalara kadar birçok eski uygarlık bu taş oymaları günümüze bıraktı. Örneğin, Mısır'da bulunan bir model planör, 1898 yılında keşfedildi ve 2.200 yaşındaydı. Modelin teknik özellikleri inanılmazdır. Bu ahşap modelin kanatlarının şekli ve oranları, günümüzün en gelişmiş teknoloji ürünü olan Concorde'da olduğu gibi, uçağa asgari hız kaybıyla maksimum kaldırma sağlayacak şekilde tasarlanmıştır. History kanalındaki bir belgeselde modelle ilgili şöyle denir: “Eski Mısırlıların bu gizemli kuşu oymalarından 2000 yıl sonra, modern teknoloji kuşkuya yer bırakmayacak şekilde onun uçabildiğini kanıtladı.”
Bu birkaç örnek bile bir gerçeği yüksek sesle ve net olarak itiraf ediyor: hiçbir zaman 'ilkel insan' diye bir varlık olmamıştır. İnsanlar her zaman insandılar. Her zaman insan olarak yaşamışlar, uygarlıklar kurmuşlar ve bunların sadece bir kısmı geride izler bırakmıştır. Dünyamızın her döneminde, daha yüksek medeniyetler yaşayan topluluklar varken, dünyanın diğer bölgelerinde tıpkı bugün olduğu gibi, daha ilkel koşullarda yaşayan insanlar olmuştur. Dünyanın bazı yerlerinde uzay mekikleriyle uzaya insan gönderilirken, Amazon Havzası ormanlarında, modern dünyadan ve onun sunduğu olanaklardan tamamen uzakta kabileler bulunmaktadır. Ancak bu kesinlikle, Amazon kabilelerindeki insanların biyolojik veya zihinsel olarak daha az gelişmiş oldukları anlamına gelmez. Bu sadece kültür ve uygarlık farklılıklarının bir sonucudur.
Adnan Oktar'ın BERNAMA (Malezya), OANA'da (Azerbaycan) ve Al Bilad'da (Kanada) yayınlanan makalesi:
http://www.bernama.com/en/features/news.php?id=1444511
http://www.oananews.org/content/news/featureanalysis/column-did-cavemen-really-exist