Fakirlik Lobisi ve Velayet Sistemi
1. Bölüm. Fakirlik Lobisi
Dünyada 1 milyar çocuk fakirlik sınırının altında yaşıyor. UNICEF’in raporuna göre her gün 22 bin çocuk fakirlikten kaynaklanan sebeplerden can veriyor. Buna rağmen dünyada birçok süper zengin de var. Bir araştırmaya göre dünyanın en zengin 8 kişisi en fakir %50'siyle aynı zenginliğe sahip. Ya da şöyle diyelim, maddi anlamda dünyanın %99'una sadece %1'lik bir kesim hükmediyor. Peki bu derin uçurumun sebebi ne? Bir tarafta ultra, mega, süper zenginler israf sınırını zorlayan aşırı lüks bir yaşam sürerken dünyanın diğer yanında çocuklar açlıktan neden ölüyor?
Dünya üzerinde yaklaşık 7.8 milyar insan yaşıyor. Havasıyla, suyuyla, verimli topraklarıyla insan yaşamı için en elverişli gezegen olan dünyamızı neredeyse 8 milyar insanla paylaşıyoruz. Ama bu kaynaklar sadece zengin, %1’lik kesimin elinde dolaşıp duruyor. Zenginler fakirlere yardım etmek yerine milyonlarca doları spor kulüplerine ve lüks eğlencelere yatırıyor. Diğer tarafta insanlar gitgide yoksullaşıyor, açlıktan ölüyor ve hatta para kaynağı bulamıyoruz diyen Birleşmiş Milletler mültecilere yiyecek yardımını da kesiyor.
Artık dünyada insanların açlıktan ölmesine bile büyük bir kesim şaşırmıyor. İnsanlar arasındaki sosyal uçurumlar ve sınıfsal farklılıklar, savaşlar, katliamlar, göçler, bencillik, kadın ve çocuk ölümleri olarak geri dönüyor. Oysaki Rabbimiz Kuran'da Haşr Suresi 7. Ayette, şeytandan Allah'a sığınırım: “Öyle ki bu mallar ve servet sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın” şeklinde buyurarak malın sadece belli bir kesimin elinde kalmasını yasaklamıştır.
Daha lüks eğlence yarışında olan bir kesim varken milyonlarca çocuğun hayati ihtiyaçlarını dahi karşılayamaması ve hatta açlıktan ölmesi çok ciddi bir sorun. UNICEF'in yayınladığı bir bilgiye göre her 3.6 saniyede bir kişi fakirlik kaynaklı sebeplerden dolayı can veriyor ve bunlar genelde 5 yaşın altındaki çocuklar. Oysaki zengin ülkelerin gelirlerinin çok düşük bir kısmıyla dünyadaki açlık ve sefalet rahatlıkla telafi edilebilir.
Yılda 175 milyar dolarla tüm dünyada 20 yılda sefaleti sonlandırmak mümkün. Bu rakam dünyadaki en zengin ülkelerin %1'lik gelirinin altında bir miktar. Ancak birçok kişi bencillik ve ihtiras sarmalının içine düşmüş durumda. Bu ihtiras sonucunda ortaya çıkan ekonomik sorunlar milyonlarca insanın çok düşük hayat standartlarında yaşamasına ve hatta ölmesine sebep oluyor. Fakirlikten kaynaklanan düşük yaşam standartları, sağlık hizmetlerini de olumsuz etkiliyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün raporuna göre dünyadaki insanların yarısı temel sağlık hizmeti alamıyor. Gelişmiş ülkelerde çocukları sadece birkaç gün içinde okuldan alıkoyan hastalıklar, Afrika'da ya da Asya'da ölümlere sebep oluyor. Öyle ki yılda 2 milyon çocuk tedavi edilebilir hastalıklar sonucunda can veriyor. Örneğin bataklıkların kurutulmasıyla kolayca ortadan kalkabilecek sıtma hastalığı, dünya genelinde yılda 1 milyondan fazla ölüme neden oluyor. Aşıyla kolayca önlenebilen grip hastalığı ise, Yılda 350 ila 500 bin kişinin ölüm sebebi.
Dünya kaynakları hepimize yeter mi?
Genelde fakirliğin sebebi olarak nüfus artışı ve dünya kaynaklarının yok olması öne sürülebilir. Artan nüfusla beraber kısıtlı kaynaklarla yaşamak zorunda kalan insanların her gün daha fazla fakirleştikleri doğru. Ancak buradaki hata şu, kaynaklar aslında o kadar da kısıtlı değil. Dünyanın yaşlandığı da doğru. Fakat sahip olduğu tüm kaynaklar şu anki dünya nüfusunun iki katını beslemeye ve rahat yaşatmaya yeterli. Ne var ki dünyadaki kaynaklardan insanların birçoğu bilinçli olarak mahrum ediliyor. Bu mahrumiyetin gerekçesi 18. yüzyılda bazı sözde aydınlar tarafından ortaya atıldı. O dönemde Thomas Malthus ve çağdaşları nüfusun sınırlanması gerektiği şeklindeki acımasız bir düşüncenin tohumlarını serptiler.
İngiliz ekonomist Thomas Malthus, 18. yüzyılın son döneminde insanlığın kafasına zehirli bir fikir yerleştirdi. 1798'de yazdığı Nüfus İlkesi üzerine bir deneme kitabında ortaya attığı iddiaya göre sınırlı yiyecek kaynakları artan nüfusa yeterli gelmeyecekti. Bu nedenle aç kalmamak için insan nüfusunun sınırlanması gerektiği gibi garip bir iddiayla ortaya çıkmıştı. Malthus teorisini daha da ileri götürdü ve nüfusun acil olarak kontrol altına alınması için belli toplumların elimine edilmesi yani yok edilmesi gerektiğini iddia etti. Bunun da savaş, kıtlık, hastalıklar, felaketler ve bebek ölümleriyle mümkün olabileceğini öne sürdü. Bu zalim fikriyat, on binlerce aydını, siyasetçiyi ve devlet adamını etkisi altına aldı. Hiçbir bilimsel temeli olmamasına rağmen, sınırlı kaynaklar teorisi, batı medeniyetinin şiddete dayalı, sömürgeci, kolonici ve emperyalist politikalarının altyapısını oluşturdu. Maltus'un bu hastalıklı fikrini takip edenler ülkelere zorla el koymayı, askeri baskıyla onları sömürmeyi ve çoğu zaman açlığa mahkum bırakmayı bu şekilde legal hale getirdiler. Oysa ne nüfus artışı kaynakları sınırlıyordu ne de kaynaklar tükenip gidecekti. Malthus bu iddiasını hiçbir istatistiki araştırma ve hiçbir bilimsel veriye dayandırmadan ortaya atmıştı. Bu acımasız teori sadece materyalist zihniyetin hayata geçirilmesi için bir sözde dayanak oluşturuyordu.
Tabii ki Malthus yanıldı. Aynı dönemdeki teknoloji Thomas Malthus'u yalancı çıkartacak bir hızla gelişti. Üretilen yiyecek kaynakları zamanla dünya nüfusunun iki katını rahatça karşılayabilecek duruma geldi. Kaynaklarımız dünyadaki tüm nüfusu fazla fazla karşılayacak kapasitede olduğuna göre kaynak yetersizliği açıklamasını fakirliğin sebebiymiş gibi göstermek doğru değil.
Peki gıda ve tarım alanında bu kadar gelişmiş teknolojiler varken ulaşım hizmetleri bu kadar ilerlemişken niçin 21. yüzyılda hala açlıktan ölen çocuklar var? Niçin dünyanın özellikle bazı bölgelerinde insanlar kötü yaşam şartlarında yaşıyorlar? Dünya kaynaklarının yetersiz olmadığı matematiksel bir gerçek olduğuna göre fakirliğin asıl sebebi ne?
18. yüzyıla Thomas Malthus'un emperyalist ve sömürgeci zihniyetinin temeli olan iddiaları bugün modernize edilerek uygulamaya devam ediyor. İnsanları ve ülkeleri kontrol altına almak için özellikle oluşturulan bir sömürü sistemi kullanılıyor. Bir lobi tarafından, fakirlik lobisi tarafından.
Fakirlik Lobisi ve Modern Sömürgecilik Dünya çapında.
Dünya çapında gizli bir el, fakirleri daha fakir, zenginleri ise daha zengin yapmak için iş başında. Fakirlik lobisi olarak çalışan bu gizli el, sistematik olarak halkları fakir tutuyor, insanları ve toprakları sömürüye açık hale getiriyor. İnsanlar fakirleştirilerek bir sömürü sistemi çalışıyor. Para nasıl parayı getiriyorsa, fakirlik daha çok sömürülmeyi, sömürü de daha çok fakirleşmeyi doğuruyor.
Fakirlik lobisi tarafından sistematik olarak fakirleştirilen ülkelerin en önemli özelliği aslında oldukça zengin kaynaklara sahip olmaları. Nüfusunun %36'sı yoksulluk sınırının altında yaşayan, binlerce çocuk işçi çalıştırmak zorunda kalan Afganistan, Orta Doğu'da en büyük katliamların yaşandığı Irak, soykırımla yüzleşen Myanmar ve tüm Afrika ülkeleri zengin kaynaklarına rağmen savaş ve kıtlıktan asla kurtulamıyor. Özellikle Afrika halkları eski sömürgecilerin tekelinde hareket etmek zorundalar. Çünkü uranyum, petrol, elmas, doğalgaz gibi değerli yeraltı zenginliklerine rağmen, bunları işleyecek sanayiye ve bunları ulaştıracak bir ulaşım ağına sahip olmalarına hiçbir zaman izin verilmiyor. Sanayi ve ulaşım gücüne sahip ülkeler, kaynakları bu ülkeler adına değil, kendi adlarına işletip kullanıyorlar. Bu ülkelerden savaş ve kıtlığın hiçbir zaman eksilmemesi de elbette ki sürpriz değil.
Fakirliği Artıran Finans Kurumları
Günümüzde uluslararası ekonomik düzen faiz sistemi üzerine kurulu. Faiz oranlarını kontrol eden merkez bankaları ve diğer finansal kuruluşlar, dünya ekonomileri üzerinde tam söz sahibi. Örneğin, özel sektörün elinde olan Amerikan Merkez Bankası, 100 yılı aşkın ömründe hükümet tarafından hiç denetlenmemiş. İlginç olan ise, Amerikan Merkez Bankası'nın sadece sanal para kullanarak tüm dünya ekonomilerini tekeline almış olması.
FED, para politikalarını belirliyor, para arzını ve faiz oranlarını kontrol ediyor, bu şekilde enflasyon üzerinde tam kontrol sahibi oluyor. Finans kurumları ihtiyaç içinde olan ülkelere yüksek faiz oranlarıyla borç verir. Borçların faizlerini bile ödeyemeyen ancak tekrar borç alan fakir ülkeler daha da fakirleşir. Dolayısıyla bu ülkeler çıkışı olmayan bir borç sarmalı içinde mecburen güç sahiplerinin idaresi altına girer.
Fakirlik ve zenginler arasındaki muazzam uçurumun giderilmesi ancak gerçek anlamda bir sosyal adaletin sağlanmasıyla mümkün olur. Haksız kazanç sağlayan faizin işletildiği bir sistemde ise sosyal adaletin yaşanması mümkün değildir. Kuran'da bu nedenle faiz yasaklanmış, kişilerin ağır borç yükü altında ezilmeleri de engellenmiştir.
Şeytandan Allah'a sığınırım:
“Faiz, riba yiyenler ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi çarpılmış olmaktan başka bir tarzda kalkmazlar. Bu onların, alım-satım da ancak faiz gibidir demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de faize bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah'a aittir. Kim faize geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır. Orada sürekli kalacaklardır.”
(Bakara Suresi, 275)
Allah bir başka ayetinde ise faizin insanlara bereket getirmeyeceğini şöyle haber verir:
“Allah faizi yok eder de sadakaları artırır. Allah, günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez.”
(Bakara Suresi, 275)
Ekonomi, ülkeler üzerinde hakimiyet kurmak için fakirlik lobisi tarafından önemli bir koz olarak kullanılır. Bir ülkenin ekonomisini kötülemek, o ülke için yıkıcı pek çok sonucu da beraberinde getirir. Ülkeler bu yolla kimi zaman finansal açıdan güçsüz gösterilerek hükümetlerin düşmesi dahi sağlanmıştır. Günümüzde ülkelerin finansal risklerini kredi derecelendirme kuruluşları belirler. Uluslararası kredi derecelendirme kurumları kurdukları bu düzenle yıllarca ülkelerin kaynaklarını yüksek faiz bahanesiyle çıkmaza sokmuşlardır. Bu kuruluşların verdikleri notlar yabancı sermayecilerin yatırımlarını da yönlendirir. Nitekim uluslararası fonların idarecileri kredi notu belli bir çizginin altındaki ülkelerde yatırım yapmaz. Kaynaklarını buralarda değerlendirmezler. Yabancı yatırımın durulduğu bir ülkede ise pek çok açıdan derin güçlerin himayesine mahkum hale gelir.
İsraf politikaları.
Dünyadaki fakirliğin bir diğer sebebi de israf. Bugün dünyanın küçük bir azınlığı kaynakların büyük bir bölümünü israf ederek tüketiyor. Her yıl toplam gıda üretiminin üçte biri çöpe atılıyor. Uzmanlar yiyeceklerin %50’sinin insanların yemek masalarına bile ulaşmadan israf olduğunu tahmin ediyorlar. Bir trilyon dolar değerindeki bu israfın %70’lik bölümü gelişmiş ülkelerden kaynaklanıyor. Batı dünyasında her kişi yılda 110 kilo yiyecek israf ediyor.
Günümüzde marka ve ürünler iyice arttı ve bunlar kitle iletişim araçları vasıtasıyla insanlara eskisinden çok daha hızlı ve kolay ulaşıyor. Bu da dünya çapında muazzam bir tüketim kültürünün ortaya çıkmasına neden oluyor. Sosyal medya, televizyon programları, reklamlar, telefon ve e-mail mesajları ve her köşe başında açılan alışveriş merkezleriyle bu kültür dört bir koldan canlı tutuluyor. İnsanların çoğu tüketim kültürü tarafından kendilerine dayatılan ve tüm dünyaya eş zamanlı olarak sunulan ürünleri satın aldıklarında kendilerini dünyayla empati kurup bütünleşmiş sayıyorlar.
Tüm dünya nüfusunun eğitimi için 6 milyar dolara, temel gıdalara ulaşması için ise 13 milyar dolara ihtiyaç var. Bu ihtiyaç herkesin gözlerinin önündeyken Avrupa'da parfümlere 12 milyar dolar, Avrupa ve ABD'de kedi ve köpek maması için 17 milyar dolar, ABD'de zayıflamak için ise 6 milyar dolardan fazla para harcanıyor. Sadece ABD askeri malzemelere harcanan miktar ise 640 milyar dolar. Bu rakamları vermemizdeki amaç dünyanın fakirleşmesi için gerçekte hiçbir doğal sebebin bulunmadığını gözler önüne sermek. İnsanlar elbette parfümleri ve köpek mamalarına para harcayabilirler. Fakat bu olurken diğer insanların açlıktan veya yokluktan ölmesi için hiçbir sebep yok. Dünyadaki kaynaklar herkese bol bol yeter.
Allah yarattığı nimetlerden kullarının faydalanmasını istemiş. Ancak bunların israf edilmesini yasaklamıştır. Allah insanları bu konuda şöyle uyarmaktadır:
“Asmalı ve asmasız bahçeleri, kurmaları ve tatları farklı ekinleri, zeytinleri ve narları birbirine benzer ve benzeşmez yaratan O'dur. Ürün verdiğinde ürününden yiyin ve hasat günü hakkını verin. İsraf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.”
(En’am Suresi, 141)
“Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytansa Rabbine karşı nankördür.”
(İsra Suresi, 26-27)
İsraf ekonomileri: Sigara, İçki, Kumar ve Uyuşturucu
İsrafların birçoğu insan sağlığını da doğrudan hedef alır. Örneğin sigara sektörü. İnsanlık ölümcül bir sektör olan tütünün olumsuz etkisi altında. 1.2 milyar insan sigara tiryakisi. Üstelik bu insanların %80'i orta ve düşük gelir sınıfında. Her yıl 6 milyon kişi sigarayla bağlantılı hastalıklarda can veriyor. Milyonları sigaraya alıştıran ana unsur, pazarlama teknikleri ve göz boyamaları. Sigara alışkanlığı özendirme yöntemleriyle adeta bir hayat tarzı gibi lanse ediliyor. Dünyadaki en kârlı sektörlerden biri olan tütün sektörünün odağında maalesef çocuklar da var. Bugün kullanıcıların üçte ikisi sigarayla 18 yaşından küçükken tanışmış. Kanuni yasaklar ve reklam kısıtlamaları bu zehrin yaygın kullanılmasını engelleyemiyor.
Bir diğer israf konusu ise kumar. Las Vegas'la, Macau'da, Monte Carlo'da milyarlarca dolar kumar yoluyla heba ediliyor. Online kumarın keşfiyle birlikte kumar endüstrisi devletin kontrolünden de çıkmış oldu. Bilgisayarlar kumarhaneler haline aldı. Ocakları söndüren bu kirli hayat tarzı evlere kadar girerek çocuklarımızı tehdit eder hale geldi.
Alkol ve uyuşturucu da insanlığın kaynaklarının israf edildiği bir başka alan. Global içki pazarı 1 trilyon doları geçmiş durumda. 80 milyon kişi ise ya alkol bağımlısı ya da alkole bağlı sağlık sorunları yaşıyor.
Dünya çapındaki uyuşturucu ticaret hacminin 1,5 trilyon ile 4 trilyon dolar arasında olduğu tahmin ediliyor. Büyük bir çoğunluğu batı dünyasında olmak üzere yaklaşık 250 milyon uyuşturucu kullanıcısı olduğu düşünülüyor. Bu global sorun bununla da sınırlı değil. Alkol, sigara, uyuşturucu ve kumarın dolaylı maliyetleri de var. Kişisel sağlık sorunları, erken ölümler, evsizlik, yükselen suç oranları, yolsuzluk, organize suç örgütleri, sosyal bozukluklar gibi sonuçları da eklendiğinde her sene 10-12 trilyon dolar insanlığa zarar verecek alışkanlıklarla heba edilmektedir. Bu miktar açlığı, sefaleti, çocuk ölümlerini ve göz sorununu kolayca çözebilecek güçtedir. Ne var ki imkanlar insanlığın hayrına kullanılmak yerine bu ölümcül sektörler üzerinde oynanan oyunlar ve karanlık planlarla heba edilmeye devam edilmektedir.
Rabbimiz Kuran ayetlerinde içki ve kumarın kötülüklerinden bahsetmiş ve insanları bunlardan men etmiştir.
“Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bunlardan kaçanın. Umulur ki kurtuluşa edersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?”
(Maide Suresi, 90-91)
Savaş, İç Karışıklıklar, Savunma Bütçeleri ve Fakirlik.
Fakirlik Lobisinin en acımasız kaynaklarından biri de çıkarılan iç savaşlar ve iç karışıklıklardır. Eğitimden veya sağlıktan esirgenen bütçeler silahlanma yarışında kullanılıyor. Bugün askeri depolarda duran silahların değeri trilyonlarca dolar aşmış durumda. İç savaşların yaşandığı ülkeler birer silah pazarı haline aldı. İnsan öldürmeye milyonlarca dolar ayrılırken insanları yaşatmak için neredeyse hiçbir çaba gösterilmiyor.
Dünyanın birçok ülkesinde iç çatışmalar var. Haber ajansları her gün onlarca savaş bölgesinden haberler geçiyor. Aynı ülkelerin insanları birbirini kırıyor, kardeş kardeşi öldürüyor. Bu çatışmalardaki ihtilaf konularını ve çatışmanın nasıl tetiklendiğini biraz incelediğimizde ise çok iyi kurgulanmış tanıdık senaryolarla karşılaşıyoruz.
Barış içinde yaşayan kardeş halklar sıradan bir olayla kışkırtılarak birbirine düşürülür. Çıkan çatışmalarda birçok kayıp verilir. Geride kalanların aileleri dağılmış, evleri yıkılmış, yaşanacak şehirleri kalmamıştır. Bir parça toprak uğruna ya da anlamsız bir ihtilaf üzerine başlatılan çatışma ülkeyi tam bir yıkıma götürür. Savaşlar ve çatışmalar bir türlü bitmek bilmez, taraflar silahlanmak için tüm maddi varlıklarını harcar. Ülkelerin bütçeleri sağlık ya da eğitim yerine silahlanmaya ayrılır ve hiç de sonuç elde edilmez. Sonuç genellikle her iki taraf için de çok büyük bir yıkım olur. İşte yüzyıllardır süregelen bu çatışmalardan çıkar elde eden gruplar, silah lobileri ve büyük şirketlerdir. Zarar gören kesim ise çoğunluğu oluşturan masum halktır.
Şiddetin dünyaya yıllık maliyeti 10 trilyon dolar olarak hesaplanıyor. Harcanan bu paralar ile açlığı, fakirliği, evsizliği, hastalıkları, çocuk ölümlerini engellemek, dünyanın her yerinde refahın atmasını sağlamak mümkün. Ne var ki dünyadaki önemli kaynaklar kazananı olmayacak bir kördüğüm için heba edilmekte. İnsanlık anlaşmazlıklarını barış yerine savaş ile çözmeye çalışmaya devam ettiği sürece de bu tablonun maddi ve manevi maliyeti çok daha vahim olacaktır.
İnsanlar niçin fakir bırakılıyor?
Dünyada bugün zenginin daha zengin, fakirin daha fakir hale geldiği bir ekonomik model yaşanıyor. Bu adaletsiz modele farklı ekonomistler farklı isimler koymuş olsalar da sistemin fikri zemini güçlünün zayıfı ezdiği yalanı üzerine kurulu olan Darwinist dünya görüşüdür.
Doğadaki canlılar arasında var olduğu iddia edilen çatışmanın, insanın da doğasında olduğu yalanının kabul edilmesiyle birlikte dünyadaki kargaşa da arttı. Dolayısıyla da ırkçılık, faşizm, komünizm, emperyalizm adına yapılan bütün çatışmalar, güçlü milletlerin zayıf gördükleri milletleri ezerek yok etmeye çalışmaları bilimsellik kisvesine bürünmüş oldu.
Barbarca katliamlar yapanlar, insanlara hayvan gibi davrananlar, milletleri birbirine düşürenler, ırklarından dolayı insanları hakir görenler, haksız rekabetle küçük işletmeleri kapattıranlar, fakirlere yardım elini uzatmayanlar artık kınanmayacak veya engellenemeyecekti. Çünkü onlar bunu bilimsel bir doğa kanununa uyarak yaptıklarını iddia ediyorlar. Bu sözde bilimsel açıklamanın adı ise toplumlara uygulanan Darwinizm ya da diğer bir deyişle sosyal Darwinizm olarak belirlendi.
İnsanların çoğu farkında olsalar da olmasalar da Darwinist materyalist bir yaşama yönlendiriyorlar. Bu tehlikeli fikri zeminde fakirlikten, savaşlardan, zulümden, sefaletten rahatsızlık duyulmamasına sebep oluyor. İnsanlar arasında bencil, kindar, intikamcı, kavgacı, rekabetçi bir ahlak yaygınlaşıyor. Hatta özellikle iş dünyasında bunlar makbul de sayılıyor. En önemlisi de insanlar ötekileştirdiklerini sevmiyor, saymıyor, merhamet duymuyorlar.
Bugün dünyanın dört bir yanında duyarlı insanlar sorunlara çözüm üretmeye çalışsalar da çoğu zaman kalıcı bir sonuç elde edilemiyor. Unutulmamalıdır ki insanlığı bencilliğe sürükleyen zihniyet değişmedikçe global başarılar elde etmek de imkansızdır. Bir başka deyişle bataklığı kurutmadan sivrisineklerle mücadeleyi kazanabilmek mümkün olmaz. İnsanlığı barışa, huzura ve mutluluğa sevgi ve saygı dolu bir dünyaya kavuşması için gereken materyalist dünya görüşünün fikren yenilgiye uğratılmasıdır. Bunun için materyalizmin dayanak noktası olan Darwinizmi bilimsel olarak çökertmek ve Darwinizmin ne büyük belalara neden olacağını anlatmak son derece önemlidir.
Suni Çözüm Arayışları.
Bu bölüme kadar anlattığımız tablo insanlığın bir gerçeğidir ve gün geçtikçe daha da kötüleşmektedir. Global gelir eşitsizliği gittikçe artmaktadır. Dünya nüfusunun en zengin %1'lik kesimiyle geri kalan %99'u arasındaki refah ayırımı giderek büyümektedir. Global bir kutuplaşma yaşanmaktadır. Bu da daha çok savaş, daha çok açlık, daha çok fakirlik, daha çok ölüm demektir. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin iç karışıklıkları iç savaş seviyesine getirmesi de kaçınılmaz bir sonuçtur.
Bütün bu fakirlik sorununda uluslararası yardım çabaları hiçbir sonuç getirmiyor. Çünkü global problemlere çözüm bulmak amacıyla kurulan uluslararası örgütlerde soğuk ve duyarsız bir hava hakim. Dünya ekonomisini yöneten zengin ülkeler yardım olarak son derece komik iddialar veriyorlar. Bu yardımlar da çoğu zaman gerçekleşmesi imkansız şartların arkasına saklanıyor. Global problemlerin birkaç gönüllünün gayretiyle ya da birkaç ülkenin çabalarıyla çözülebilmesi mümkün değildir. İnsanlığın el birlik yeni bir bakış açısı kazanması gerektirir. Zenginler ile fakirler arasındaki derin uçurumun giderilmesi ve gerçek sosyal adaletin sağlanması için çıkış yolu, Rabbimizin gönderdiği rehberde bulabiliriz. Kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim'de bu global sorun için mükemmel bir çözüm bulunuyor. Bu mükemmel sosyal adalet sistemini ‘velayet sistemi’ olarak isimlendiriyoruz.
Gerçek Çözüm İslam Ahlakı ve Velayet Sistemi.
Fakirlik, açlık, sefalet, yetersiz sağlık hizmetleri ve çocuk ölümleri aslında dünya gündeminde uzun süredir var. Çeşitli yardım kuruluşları, özverili çalışmalar yapıyorlar. Ancak bunlar daha çok günü kurtarmaya yönelik faaliyetler oluyor. Mevcut ekonomik sistem içinde ise bu dengesiz gelir dağılımı problemini aşmak görüldüğü gibi pek mümkün görünmüyor. Artık tüm insanlığın kendisine nasıl bu hale geldik sorusunu sormasının vakti geldi. Birçok insan bencilleşti. Sadece kendi çıkarları için yaşamaya başladı. Halden anlama, şefkat ve merhamet etme ya da empati kurma gibi güzel ahlak özellikleri birer birer kayboldu. İnsanlar paylaşmaktan kaçınır hale geldi. İnsan hakları, dayanışma, açlara yardım ise içi boşaltılmış kavramlar halini aldı. Bu soğuk, adaletsiz ve bencil bakış açısının insanlığı geleceğe taşıması mümkün değildir. Artık üstü örtülen, sesi kısılan vicdanlarımızın öne çıkma vakti geldi.
Dünya.
Çapında yeni bir dünya görüşünün uygulanması gerekiyor. Dünyamızın ihtiyacı kalpleri yumuşatacak, sevgiyi esas alan yeni bir sistemin uygulanmasıdır. Bu sistem Kuran-ı Kerim'de hayatın tüm yönlerindeki uygulamalarıyla anlatılan velayet sistemidir.
Velayet sisteminin temeli sevgidir. Bu sistemle insanların ailesi ya da yakın çevresi için yapmaya hazır oldukları fedakarlık toplumun tamamına hakim olacaktır. Velayet sisteminde herkes birbirine kendi annesi, babası, kardeşi, evladı gibi sahip çıkmakla ve korumakla yükümlüdür. Kuran'da detayları ile anlatılan bu sistem yaşanmadıkça sosyal adaletin sağlanması da mümkün değildir.
Ancak velayet sistemi tam uygulandığında dünyada fakirlik, açlık, yokluk diye bir konu olmaz. Dünyadaki herkes müthiş bir refah içinde yaşar, herkes herkesi kollar ve korur. Anadolu'da eskiden beri devam eden yardımlaşma ve misafirperverlik, sofrasını paylaşma gibi adetler velayet sisteminin çok güzel örnekleridir.
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir. İyiyi emrederler, kötülükten sakındırırlar. Namaz kılarlar, zekât verirler, Allah'a ve elçisine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz üstün güç sahibidir, hikmet sahibidir.”
(Tevbe Suresi, 71)
Yüce Allah Kuran'da insanları dünyaya tutkuyla bağlayabilecek bazı konular olduğunu haber vermiş ve onları bunlarla imtihan ettiği konusunda uyarmıştır. Allah'ın bildirdiği dünyaya ait imtihan konularından biri de mal sevgisidir. Şüphesiz mal sahibi olmak Kuran ahlakına uygun olan herkesin en meşru haklarından biridir. Ancak Kuran'da Allah tarafından haber verilen tehlike, kişinin tüm malı ve mülkü sahiplenmesi ve imkanı olduğu halde yardıma muhtaç diğer insanlara yardım etmemesi ve bu zenginliği yığmasıdır. İnsanların mala karşı duydukları bu hırsın sonucunda sahip oldukları mallar kullanılmaz ve para harcanmaz hale gelir. Yüce Allah Kuran'da bu gerçeği şöyle haber verir:
“Mal, mülk ve servette çoklukla övünmek sizi tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi. Öyle ki bu mezarı ziyaretinize, kabre gidişinize kadar sürdü.”
(Tekasür Suresi, 1-2)
Allah, dünya zenginliklerinin toplumun çok küçük bir kesiminde toplanmasını, “öyle ki bu mallar ve servet sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın” ayetiyle yasaklanmıştır. (Haşr/7) Kuran'da ayrıca mal sevgisinin kalpleri, ruhları ve vicdanları katılaştırdığı anlatılır. Kurtuluş için ise cimri ve bencil tutkulardan arınmak gerektiği bildirilir.
“Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı bencil ve cimri tutumundan çok katıdır. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte onlar felah, kurtuluş bulanlardır.”
(Haşr Suresi, 9)
Dolayısıyla Müslüman ihtiyaçtan arta kalan mallarını ihtiyaç sahiplerine dağıtmakla yükümlüdür. Kuran'a göre zekat, sadaka, yardım gibi faaliyetlerle Allah rızası için harcamadaki ölçü, Bakara Suresi 219. ayette belirtildiği üzere “ihtiyaçtan arta kalandır.”
Bir insanın evde yeterli yiyeceği varken dışarıda aç bir kişi varsa onu doyurmaması vicdanlı bir davranış olmaz. O kişiye mutlaka güzellikle ikramda bulunması gerekir. Böyle bir ortam ise velayet ahlakının yaşandığı, herkesin birbirini severek fedakarlıkta bulunduğu, herkesin birbirinin velisi olduğu bir sistemle kazanılır.
Velayet ahlakı üzerinde yaşayan bir toplumda açlık, yokluk, fakirlik, adaletsizlik kalmaz. Çünkü mal dağıtmakla ve harcamakla bereketlenir. Sermayenin kişilerin birikimlerinde hapsolarak değil, dağıtılarak ve harcanarak ortaya çıkmasıyla ekonomi müthiş canlanacaktır. Fazla eşyaların dağıtılması ve ihtiyaç içinde olanların ihtiyaçlarının Allah rızası için yapılan harcamalarla karşılanması ile herkesin eksikleri tamamlanacak ve muazzam bir zenginlik ve refah başlayacaktır. Ekonominin canlanmasıyla zenginlik sahiplerinin de bu imkanları artmış olacaktır. Bu model aynı zamanda canlı bir ekonominin ve refah toplumunun da anahtarıdır.
Velayet sistemi toplumların sosyal yapısını da düzenleyecektir. Velayet sisteminin yaşandığı toplumlarda insanlar birbirlerini ezerek zenginleşmezler. Zor durumda olan birinden kira alınmaz, üstelik o kişinin ihtiyaçları sezdirmeden karşılanır. Faizle borç asla verilmez. Borç isteyen kişi belli ki zor durumdadır. Ondan bir de kat kat artırılmış faiz almak vicdana uygun değildir. Hatta mümkünse borçtan tamamen vazgeçilmesi Kuran ahlakına en uygun davranış olur. İnsanlar zorda olanlara destek olur. Velayet sistemi herkesin herkese baktığı, sahip çıktığı adaletsizliği ve fakirliği kilitleyen bir sistemdir. Velayet sistemi ile herkes korunur. Allah faiz sistemiyle zenginliğin artmayacağını ancak ihtiyaçtan artakalanı dağıtmanın bereket ve bolluk getireceğini şöyle bildirmiştir:
“İnsanların mallarından artsın diye verdiğiniz faiz Allah katında artmaz. Ama Allah'ın yüzünü, rızasını isteyerek verdiğiniz zekât ise işte sevaplarını ve gelirlerini kat kat arttıranlar onlardır.”
(Rum suresi, 39)
Kuran'da çeşitli ayetlerle her fırsatta yardımlaşma ve paylaşma teşvik edilir. Dahası, yardım edilecekler sadece Müslümanlarla sınırlı değildir. Kuran'daki sosyal adalet Hristiyanları, Musevileri veya diğer görüşten insanları da kapsar. Mesela Kuran ahlakının bir gereği, kişinin istek duymasına rağmen yemeği yoksul, yetim ve hatta esirle paylaşmasıdır.
“Kendileri ona duydukları sevgiye rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.”
(İnsan Suresi, 8)
Diğer bir ifadeyle, Müslüman kendisiyle savaşan ve kendisini öldürmeye çalışırken esir düşen biriyle dahi yemeğini paylaşır.
Burada önemli olan bir konu da Müslümanların bu yardım ve fedakârlıkları kimseyi minnet altında bırakmak için yapmamasıdır. Ahiret yurdunu isteyen bir kişi için Allah'ın rızası her şeyin üstündedir. Dolayısıyla yaptığı yardımlardan dolayı insanlardan bir karşılık veya bir teşekkür beklemez. Böylece yardım yapılan kişi de kendisini minnet altında hissetmez.
“Biz size ancak Allah'ın yüzü rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık istiyoruz ne bir teşekkür."
(İnsan Suresi, 9)
Peygamberimiz (sav)’in dönemi, İslam'ın sosyal adalet, eşitlik ve yardımlaşma ilkelerinin eksiksiz ve muhteşem olarak uygulandığı bir dönemdir. Bunun en güzel örneklerinden birisi Medineli Müslümanların tüm mal varlıklarını Mekke'de bırakarak hicret eden Müslümanları kardeşleri olarak kabul etmeleri, evlerini, yemeklerini, sahip oldukları her şeyi gönül rızası ve memnuniyetle onlarla paylaşmalarını.
Kuran'da onların sevgi dolu, cömert ve fedakâr yaklaşımı, muhtaç olsalar dahi önceliği Müslüman kardeşlerinin ihtiyaçlarına veren üstün ahlakı örnek verilir.
“Kendilerinden önce o yurdu, Medine'yi hazırlayıp imanı gönüllerine yerleştirenlerse hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç arzusu duymazlar. Kendilerinde bir açıklık ihtiyaç olsa bile, kardeşlerini öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte onlar felâh, kurtuluş bulanlardır.”
(Haşr Suresi, 9)
Sevgiye dayalı velayet sisteminde fakir olsun zengin olsun herkes birbirine veli olur. Böyle bir sevgi ortamında savaşlar da sona erer. Savunma sanayine yapılan büyük yatırımlara gerek olmaz. Bu yatırımlar yerini sağlık, eğitim ve diğer refahı artırmaya yönelik sektörlere bırakır. Silaha ve savaşlara harcanan paralar ve depolarda yığılan yüksek silah maliyetleri yerine yapılacak yatırımlarla açlık ve sefalete rahatlıkla son verilebilir.
Velayet sistemi en çok kadınları rahat altına almaktadır. İslam, kadını ömür boyu garanti ve koruma altına almıştır. İslam'da erkekler üzerinde hiçbir baskı kurmaksızın ve hiçbir hak talep etmeksizin kadınlara kayıtsız şartsız bakmakla yükümlüdürler. Bu yükümlülük kadının daha iyi ve güvende yaşamasını sağlar. Bugün erkek baskısı altında izlenen genç kızlar, eşler, anneler velayet sisteminin yaşanmasıyla birlikte mahkum edilmeye çalıştıkları bu korku ve dehşet dolu hayattan kurtulacaklardır. Toplumu geren gelecek korkusu ortadan kalkacaktır. Velayet sistemi dünyamızın aydınlık geleceğinin tek anahtarıdır.
Kaybedilecek bir dakika bile yoktur.
21. yüzyılda insanların yakınlarında bir doktor olmadığı için can vermesi bizlerin ayıbıdır. Kaybedecek vakit kalmadı. Bugün özellikle Afrika kıtasında birçok ülkede, Afganistan'da insanlar hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Dünyada birçok çocuk, milyonlarca insan açlıkla boğuşurken, tek bir damla su bile bulamazken, mülteciler ülkelerin kapılarına yığılmışken, diğerlerinin sefaat içinde yaşaması Kuran'la bağdaşan bir durum değildir. Yapılması gereken Allah'ın ayetlerine uymak, vicdanımızın sesini dinleyip, Kur'an'daki sevgi, kardeşlik ve merhamet ruhuyla hareket ederek velayet sistemini hayata geçirmektir.
“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden, mala olan sevgisine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve kölelere özgürlükleri için veren, namazı dost doğru kılan, zekâtı veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenlerle zorda, hastalıkta, ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar doğru olanlardır. Ve muttaki olanlar da bunlardır.”
(Bakara Suresi, 177)