Sayın Adnan Oktar’ın 11 Mayıs 2018 tarihli Canlı Sohbetler yayınından.
İZLEYİCİ SORUSU: Güzel yaşayan insanlara göre, güzel yaşamayan insanlar daha çok üzülüyor. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
ADNAN OKTAR: Üzülmeleri için bir neden yok ki. En güzel yaşayan öldüğüne göre. En güzel yaşamayan da öldüğüne göre.
Ben eniştemlerin, teyzemlerin evine giderdim. Gece konuda yaşıyorlardı fakirdiler. Şahaneydi, baya güzeldi. Yani ben orada çok lüks bir evde yaşasam mı, orası mı, ben orayı tercih ederim. Oradaki dost ortamı çok önemlidir. Sevgi ortamı çok önemlidir. Güzellik ortamı çok önemlidir. Dolayısıyla orada özenilecek bir şey yok. Sarayda yaşamak mutluluk vermez ki. Samimi sıcak bir ortam, sevgi dolu bir ortam güzeldir.
Saraydayken Tayyip Hocam alınmasın zaten küçük bir odasında oturuyor. O açıdan demiyorum ama mesela Yıldız Sarayı'nda bir insan yaşarsa gerçekten yaşamak istemez. Dolmabahçe Sarayı'nda da yaşamak istemez. Topkapı'da da yaşamak istese de yaşamak istemez. Versace’de de istemez insan oraya gitse. Burada kalacaksın ne diyorsun falan diye adam istemez. Sıcak, samimi bir ortam insanlar için güzeldir. Dostane bir ortam güzeldir. Sağlık içinde yaşayacağı bir ortam güzeldir. Dolayısıyla sevginin olduğu yer yaşanacak yerdir. Ama sevginin de kıskanılacak bir yeri olmaz. Sen de sevgiyi yaşayabilirsin. Herkes yaşayabilir. Dolayısıyla iyi yaşayanları zengin olanları kıskanmak değil de sevgiyi geliştirip çok sevgi dolu bir çevre edinmek çok önemlidir. Zenginlerin evlerini ben görüyorum uzaktan, çıt çıkmıyor evlerden. Ne insan sesi geliyor, ne çocuk sesi geliyor ölü çıkmış gibi. Birçok zengin evi öyle. Buz gibi görüntüsü. Yani insanlar çekinerek geçiyorlar önünden. İçinde ne olup-bittiği de belli değil. İnsanların yaşayıp yaşamadığı bile anlaşılmıyor. Mesela üçüncü kata çıkıyor Ramiz Bey, kızım bana bir limonata getir falan diyor, adam içiyor. Koltukta uyumaya başlıyor. Bu hayat mı?
Dolayısıyla lüks olan sevgidir, güzel olan sevgidir, kaliteli olan sevgidir. Sevgi nerede yaşanıyorsa, zenginlik, saray orası olur. Bu bir avuntu değil, fiilen yaşanarak görünen bir şeydir. Bunu herkes bilir.