Milli Birlik ve Kardeşlik Şuuru
Milli Şuur Seferberliği, ülkemizin birlik ve bütünlüğünü korumak için alınması gereken en acil tedbirdir.
Türkiye'deki mevcut durum.
Çoğu insan hâlâ yeterince bilincine varamamış olabilir. Ancak ülkemiz, bugün Cumhuriyet tarihinin en büyük tehlikesiyle karşı karşıya, parçalanma tehlikesiyle.
Üniter devletimizin kuruluşundan bu yana Türkiye'nin bölünmez bütünlüğü hiçbir dönemde günümüzdeki kadar büyük bir tehdit altında olmadı. Bölücü terör örgütü PKK, Türk devleti ve milletine karşı 40 yıldır sürdürdüğü ihanet savaşında en son ve en büyük hamlesini gerçekleştirme aşamasında. Nihai hedefi Türkiye'nin güneydoğusunu ülkemizden koparıp bölgede bağımsız bir komünist Kürdistan devleti kurmak.
PKK son birkaç yıldır bölgedeki tolerans ortamına fırsat bilerek ciddi anlamda toparlanma ve güçlenme imkanı elde etti. Zayıf, güçsüz, yaralı, hasta ve yıpranmış militanlarını tasfiye ederek kadrolarını genç elemanlarla yeniledi, silahlarını modernize etti, lojistik desteklerini ve kentsel yapılanmalarını tamamladı. Halen de bu palazlanma politikasını sürdürüyor. Binlerce küçük çocuğu, genç kız ve erkeği zorla, tehditle ailelerinden koparıp dağlara kaçırıyor. Onları kendi örgüt elemanları olmaya mecbur kılıyor. Askerimizi, polisimizi, korucularımızı ve devlet görevlerimizi kahpece pusular kurup şehit ediyorlar. Kendisine direnen ve karşı çıkan vatandaşlarımızın acımasızca can ve mallarına kast ediyorlar.
Sözde kurtarılmış bölgeler ilan ederek buralara girmeye çalışan güvenlik görevlilerine ve resmi görevlilere ağır silahlar, roket atarlar, bombalarla ateş açarak karşı koyuyor. Buralarda bulunan masum vatandaşları esir alıp canlı kalkan olarak kullanıyor. Evlerini, binalarını işgal edip çatışma mevzii olarak kullanıyor. Bir yandan bölgedeki kamusal kurumlarının bazılarını kendi kontrolüne almaya çalışırken, diğer yandan kendi sözde uydurma mahkemelerini, güvenlik güçlerini hatta mali denetim mekanizmalarını kuruyor. Güneydoğu halkına zorla bu düzmece sistemi dayatmaya çalışıyor. Yalnızca Güneydoğu'yla sınırlı kalmayıp, terör eylemlerini tüm ülke geneline, özellikle de Batı kültüründeki büyük kentlere, metropollere taşımakla tehdit ediyor. Nitekim son günlerde gerçekleştirdiği yüzlerce kişiye hedef alan kanlı eylemler de bu tehditlerin basit bir gözdağı olmadığını gösteriyor. Kısaca, ülkemizde adı konulmamış, hatta bazı çevrelerce adeta yokmuş gibi gösterilmeye çalışılan, ancak her ay uğruna onlarca şehit verdiğimiz apaçık bir tarihi mücadele yaşanıyor.
PKK, tehlikenin yalnızca görünen kısmı.
PKK bu savaşta Türkiye devleti karşısında yalnız değil. Yalnız olmak şöyle dursun, bölgede sayısız hesap ve çıkarları olan küresel güçlerin derin devletleri doğrudan ya da örtülü biçimde bu savaşta PKK'nın safında yer alıyor. Bu küresel güçler bir yandan PKK'ya gizli ve dolaylı yollardan tonlarca silah, mühimmat, gıda, elbise ve askeri malzeme yardımı yapıyor. Diğer yandan kendi kontrollerindeki siyasiler, akademisyenler ve medya kuruluşları vasıtasıyla dünya çapında sistemli bir PKK propagandası yürütüyor. Bu propagandalarda PKK, uluslararası kamuoyuna sanki haklı ve meşru bir hareketmiş gibi yansıtılıyor. Terörist, eli kanlı PKK militanları, güya halkları ve toprakları uğruna mücadele eden sözde özgürlük kahramanları olarak tanıtılıyor.
Söz konusu küresel güçlerin Türkiye'deki bazı siyasi, akademik ve medyatik uzantıları da Türkiye toplumunu PKK ile uzlaşma, anlaşma ve nihayet olarak Güneydoğu'yu bu hain, kahpe, bölücü cinayet örgütüne teslim etme fikrine yavaş yavaş alıştırma görevini üstlenmiş durumda. İlk etapta Güneydoğu'da özerk bir komünist Kürt Federasyonu'nun kurulması ve Öcalan'ın halen hapisteki binlerce PKK'lı katille birlikte kademeli olarak serbest bırakılarak bu özel komünist federasyonun başkanlığına getirilmesi de halkımıza alıştırılması planlanan konular.
Görüldüğü gibi mevcut durum bundan 100 yıl önceki Kurtuluş Savaşı öncesi manzaradan daha iç açıcı değil. Tek fark, o zaman Türkiye'ye karşı birleşen düşmanlar alenen ortadaydı ve açıkça ülkemize fiili savaş ilan etmiş durumdalardı. Bugünse öne sürülen tetikçi PKK dışında bu hainleri perde arkasından destekleyen, örtülü ve dolaylı yollardan yardım sağlayan ülkelerin, küresel güçlerin hiçbiri Türkiye'ye açıkça savaş ilan etmiş değil. Türkiye'ye düşmanlık ilan etmek bir yana çoğu Türkiye'nin en yakın dost ve müttefikleri oldukları iddiasındalar. Türkiye ve Orta Doğu üzerinde on yıllar öncesinden kağıt üzerinde planladıkları projeyi perde arkasından adım adım hayata geçiriyorlar. PKK, PYD, YPG gibi unsurlarsa bu projede ön saflarda tetikçi, kiralık katil, terörist, eylemci olarak kullanılan kolay harcanabilir değersiz piyonlar.
Toplumun ve gençliğin şu anki durumu.
Böyle kapsamlı bir tehlike karşısında ülkemizin selameti ve kurtuluşu için gerekli olan iki temel konu var. Birincisi, Türk milletinin bu sinsi tehdidin tüm yönleriyle farkına ve şuuruna varması. İkincisi ise, halkımızın topyekûn bir birlik ve beraberlik içinde bu tehdide karşı maddi ve manevi olarak karşı koyma, mücadele etme azim ve iradesinde olması. Ancak söz konusu tehlikeden daha da vahimi, toplumumuzun önemli bir kısmında bahsettiğimiz bu bilincin yeterince gelişmemiş olmasıdır.
Toplumun geneline baktığımızda, insanların bir kısmının işinin, gücünün derdinde olduğu, kendi sorun ve dertleriyle uğraştığı, şahsi çıkarları peşinde koşturduğu bir yapının hakim olduğunu görürüz. Yeni yetişen nesil içinde herhangi bir ideali, ülküsü, davası olmayan, ruhu ve zihni boş gençlerin sayısı küçümsenmeyecek bir sayıda. Bu kesimin derdi çoğunlukla amacı köşeye dönmek, zengin olmak, iyi okullarda okumak, iyi bir eş, iyi bir iş bulmak, arkadaşlarından öne geçmek, makam ve mevki sahibi olmaktan öteye gidemiyor. Bu dünyevi hedeflere ulaşmakta başarısız olan bir kesim de, ya kahve köşelerinde boş işlerle kalan ömürlerini tüketme yolunda, ya kumar, uyuşturucu, hırsızlık, mafya ve benzeri yasa dışı yollara sürüklenmekte ya da illegal bölücü örgütlerin ve çarpık ideolojilerin içine çekilmekte. Sonuçta hak davası, şuuru olmayan boş zihinler boş bırakılmıyor, bir şekilde batıl davaların hizmetçileri haline geliyor. Öfke, nefret, kavga ve çatışma üzerine kurulu bir hayatları oluyor. Derin düşünemeyen bencillik, çıkarcılık, lakaytlığın, sükse, eğlence ve keyif düşkünlüğünün öncelikli olduğu bir toplum kitlesini Türkiye'nin bölünmesi, parçalanması ilgilendirmiyor. Vatan elden gidiyor, bayrak elden gidiyor, din elden gidiyor denildiğinde, bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığıyla tepki veriyor. Söz konusu kişiler bu yanlış anlayışla devam ettiğinde o yılanın yarın kendi kapısına da dayanacağını idrak edemiyor.
Oysa PKK gibi kahpe yapılanmalar bile her ne kadar sapkın da olsa bir davası ve ideali olduğu için belli bir başarı elde edebiliyor. PKK'lı kız militanlar dağda kayaların arasında yatıyor, davası uğruna pek çok çileyi, zorluğu, fedakarlığı, hatta ölümü göze alabiliyor. Davasını sürdürmek için yoğun bir siyasi, felsefi ve askeri eğitim alıyor. Yanlış da olsa bu dava ruhu sayesinde örgüt, on yıllardır varlığını sürdürüyor ve sürekli aşama kaydediyor. Bunun tek nedeni bir davası ve ideali olması ve buna sıkı sıkıya bağlı olması. Aynı şuurun bizim gençlerimiz arasında da yaygınlaşması lazım. Üstelik bizim davamız, inancımız, idealimiz hak.
Derhal ülke çapında bir milli şuur seferberliği başlatılmalıdır.
Görüldüğü gibi ülkemizdeki toplum yapısının belirli bir kesiminin, özellikle de yeni yetişmekte olan bazı gençlerin temelinde önemli bir manevi boşluk var. Manevi temelleri zayıf, milli bilinci yeterince olgunlaşmamış toplumların ise şiddetli, planlı, çok yönlü ve kapsamlı saldırılar karşısında güçlü ve kararlı bir direnç göstermeleri, varlıklarını sürdürmeleri mümkün değil.
Bu nedenle daha fazla geç kalmadan, vatanın birlik ve bütünlüğünü, güvenlik ve selametini milletçe korumak ve ayakta tutmak için derhal topyekün bir milli ve manevi şuur seferberliği başlatılmalı. Zira Türkiye'nin içine sürüklenmek istediği karanlık karşısındaki yegane teminatı, milli bilince, dava ruhuna ve güçlü manevi temele sahip nesiller olabilir. Bir topluma milli şuur aşılamak, maneviyatını geliştirip güçlendirmek için yapılacak yatırımlar diğer tüm maddi yatırımlardan çok daha hayatidir.
Yapılan barajlara, köprülere, yollara, santrallere sahip çıkacak, koruyup kollayacak, milli manevi duygulara, dava ruhuna sahip insanlar yetişmezse hiç umulmadık bir anda tüm bu yatırımlar, Allah korusun, başkalarının eline geçebilir. Allah korusun, Komünist PKK, Atatürk Köprüsü'nü ele geçirip adını Lenin, Stalin Köprüsü koyabilir. Sonuçta, manevi kalkınma ihmal edilerek, yalnızca maddi kalkınmaya odaklanmak, kısa zamanda toplumsal çöküntüye neden olur.
Toplumları ruhunu kaybetmiş ve manen ölmüş olan ülkeler, fiziken de yok olmaya mahkumdur. Bu manevi çöküşe karşı, başta da söylediğimiz gibi alınacak en acil tedbir, ülke çapında bir milli şuur seferberliği başlatılmasıdır. Bu şuuru aşılamaya yönelik ülke genelinde eğitim kampanyaları, konferanslar, paneller ve televizyon programları düzenlenmelidir. Bu konuda mevcut eğitici yayınlar çoğaltılıp tüm halka ücretsiz ulaştırılmalıdır. Gerekirse bu konuda uzman şahıslardan, eğitimli profesyonel kadrolardan, sivil kuruluşlardan profesyonel yardım alınmalı, fikir, görüş ve önerilerine başvurulmalıdır.
Elbette Milli Şuur Seferberliği'nin en hayati parçasını okullarda yeni yetişen çocuklarımıza ve gençlerimize yönelik hazırlanacak eğitim programları oluşturacaktır. Bu nedenle vakit kaybetmeden Milli Eğitim Bakanlığımız ilkokul, ortaokul, lise, üniversite gibi her seviyede her okulun ve her sınıfın eğitim müfredatına mutlaka Milli Şuur dersleri koymalıdır. Bu eğitim seferberliği sayesinde ruhu, zihni boş, günü birlik yaşayan amaçsız insanlar yerine ideali, ülküsü ve davası olan milli şuura sahip, aydın, açık görüşlü, inançlarına ve manevi değerlerine sıkı sıkı bağlı, modern, derin imana, Kuran bilgisine sahip, bilgili, kültürlü, dışa dönük, Büyük Türkiye ve İslam Birliği hedefi olan, davası uğruna engellerden yılmayan, şevkli, heyecanlı, dinamik, azimli, kararlı, korkusuz, asil ruha sahip nesillerin yetiştirilmesi hedeflenmelidir.
Bu eğitim kapsamında aynı zamanda bağnazlıktan arınmış, modern, akılcı ve derin düşünebilen, bilime, sanata ve estetiğe önem veren, sevgi, şefkat, adalet, sorumluluk ve hamiyet duyguları gelişmiş, çözüm üreten, barışı savunan, dinamik insanlardan oluşan, üstün kalitedeki bir toplumun temellerinin atılması da son derece önemlidir.
Millî şuur eğitiminin içeriği ve kapsamı nasıl olmalı?
Darwinist eğitim politikasının acilen sonlandırılması
Öğrenciler girdikleri biyoloji, sosyoloji, tarih, felsefe gibi derslerde her hafta saatlerce bilim görünümü altında Darwinist telkinlere maruz kalırlar. Canlıların doğal şartların etkisiyle rastlantı ve tesadüfler sonucu zaman içinde ilkelden gelişmişe doğru ilerleyen, hayali bir süreç içinde meydana geldikleri şeklindeki evrimci yalanlar bu derslerde yoğun biçimde işlenir. Daha net bir ifadeyle çocuklara, belki kasıtlı olmasa da -haşa- Allah yoktur, din yoktur, siz yaratılmadınız, tesadüfen ortaya çıktınız telkini resmi eğitim vasıtalarıyla aralıksız aşılanır. Söz konusu derslerin ardından din kültürü derslerinde anlatılan İslam Tarihi, sevgili Peygamberimiz (sav)’in hayatı gibi konuların ise gençler üzerinde bilinçlendirici bir etkisinin olmayacağı açıktır.
Bu hatalı eğitim sisteminin doğal sonucu olarak da Allah ve din inancı olmayan ya da bu gerçeklerden şüphe duyan, ahlaki değerlerden, maneviyattan uzak nesiller ortaya çıkar. İçlerinde kendi vicdan ve iradeleri ya da inançlı aile ve yakınları vesilesiyle bu Darwinist, materyalist tuzaktan kendilerini kurtaranlar olsa da gençlerin önemli bir bölümü bu felakete kendini kaptırır. Darwinizmin hayat bir mücadeleden ibarettir. Büyük balık küçük balığı yutar. Güçlü olan, zayıfı ezer şeklindeki sapkın ilkeleri doğrultusunda materyalist dünya görüşünü benimseyen gençler, sevgiden, merhametten, güzel ahlaktan uzak, şiddete, acımasızlığa, gaddarlığa ve bencilliğe eğilimli bireylere dönüşür. Bunların bir bölümü, bencil tutkuları, hırs ve ihtirasları peşinde koşmaktan başka amacı olmayan, kendi egosu ve çıkarları uğruna her türlü suiistimali, sömürüyü, gayrimeşruluğu normal sayarak ne kendine, ne vatana, ne millete hiçbir faydası dokunmadan yaşamını sürdürür. Bir bölümü de aynı materyalist anlayışı temel alan sapkın ideolojilere, yasa dışı örgüt ve terör gruplarına eğilim gösterip buralara katılır. Hayatını körü körüne bu sapkın hareket ve ideolojilere hizmet etmeye adar.
Bugün ülkemizde faaliyet gösteren PKK, DHKP-C, MLKP gibi illegal, komünist bölücü terör örgütlerinin bünyelerine kattıkları kişiler hep bu tür materyalist zihniyete sahip, milli manevi değerlerden yoksun gençlerdir. Çocukluklarından beri aldıkları Darwinist eğitim, onları sapkın ideoloji üzerine kurulu bu illegal örgütlere adeta hazır birer militan haline getirir. Örgüt içindeki yoğun ve kapsamlı eğitimlerle zaten istenen felsefi altyapıya sahip militanların Darwinist, materyalist temelleri daha da pekiştirilir.
Sonuçta karşısındaki insanları sözde mikroptan türemiş, adeta gelişmiş bir hayvan türü olarak gören, dolayısıyla onlara karşı her türlü zulüm, vahşet, cinayet ve toplu katliamı işlemekten çekinmeyen varlıklar ortaya çıkar. Görüldüğü gibi bir toplumda bu derece sistemli ve büyük bir tahribat yapmak için o toplumun gençliğini Darwinist eğitimle yetiştirmekten daha etkili bir yol yoktur. Bu nedenle bu tahribatın en baştan önünün alınması ve tek taraflı Darwinist eğitime derhal son verilmesi şarttır.
Yalnızca son vermekle kalmamalı, tüm bilim dalları tarafından Darwinizmi çürüten bilimsel deliller, teoriyi ayakta tutmak için yapılan evrimci sahtekarlıklar, bütün detaylarıyla anlatılarak evrim safsatasının geçersizliği her yönüyle gösterilmelidir. Günümüze kadar hiç değişmeden gelmiş yüz milyonlarca yıllık, milyonlarca fosilin evrimi ve tesadüfü değil, açıkça Allah'ın yaratmasını ispatladığı mevcut fosil örnekleriyle ortaya konulmalıdır. Evrimcilerin teorinin geçersizliğine dair itirafları, bilim adamlarının Darwinizmi çürüten bilimsel kanıtları da çocukların gözleri önüne serilmelidir. Darwinizm elbette biyoloji derslerinde bir bilgi olarak anlatılabilir. Ancak bilimsel bir gerçek olarak değil, tarihin gelmiş geçmiş en büyük bilim sahtekarlığı olarak.
Hepsinden önemlisi, bir ülkenin bütün okullarında, dershanelerinde, çocuklara küçük yaşlardan itibaren -haşa- Allah yoktur eğitimi vermenin, onları farkında olmadan deccaliyet taraftarı olarak yetiştirmenin Allah'ın zoruna gideceğini akletmek ve Allah'ın gazabını o ülkeye celp etmekten çok sakınmak gerekir. Bu da ancak buraya kadar anlattığımız gibi Allah'ı inkar eden bir eğitim politikasına derhal son vermekle olabilir. Aksi takdirde Allah korusun çığ gibi katlanarak gelecek bela ve felaketlerin kapısı açılmış olur.
Kuran'a dayalı gerçek İslami eğitim verilmesi
Okullarda öğrencilere bir yandan Darwinist eğitim verirken, diğer yandan din tarihi ve kültürü eğitimi vermenin etkili bir yönü olmaz. Gençlerin samimi imkanı ve doğru İslam anlayışını edinmesinin yolu, öncelikli olarak samimi iman etmenin önündeki en büyük putu, yani Darwinist-Materialist düşünceyi ortadan kaldırmakla mümkündür. Çünkü çocuklara bir yandan evrimin yani tesadüfen varoluş iddiasının bilimsel bir gerçek olduğu anlatılırken, diğer yandan İslam tarihini, Peygamberimiz (sav)’in hayatını, sahabenin güzel ahlakını anlatmak, birbiriyle bütünüyle çelişen zıt iki düşünceyi ortaya koymaktır. Yani pratikte öğrencilere “asıl doğru bilimsel olan evrimdir. Haşa Allah ve Peygamber yalan söylemiştir. Ama siz isterseniz yaratılışa ve dinlere de bir inanç olarak inanabilirsiniz. Bu sizin tercihinize kalmış." denilmektedir.
Bu durumda konular hakkında kapsamlı bilgisi olmayan pek çok öğrenci de mecburen kendilerine sürekli bilimsel olduğu empoze edilen evrim teorisini gerçek olarak kabul edecek, Allah, din ve yaratılışıy ise -haşa- bilim dışı hurafe, Kuran'ın tarifiyle “eskilerin masalları” olarak görecektir. Yani safsata, yalan ve sahtekarlıktan ibaret olan bilim dışı Darwinizmi doğru ve gerçek, en büyük gerçek olan ve tüm bilimlerin ispat ettiği Allah'ın varlığı ve yaratılışı ise -haşa- gerçek dışı olarak görecektir.
Görüldüğü gibi Darwinist eğitim sisteminin sonunda çocuklar ve gençler Allah'ı, dini ve yaratılışı reddetmeye yöneltilmektedir. Bu nedenle gerçek ve samimi bir din eğitiminin verilmesi için en başta, az önce de belirttiğimiz gibi Darwinist eğitime son verilmelidir. Dini eğitimden kast edilen ise yalnızca İslam tarihi ya da ibadetlerle ilgili teknik bilgiler değildir.
Dini eğitimde de en önemli esas, her şeyden önce derin ve tahkiki imanı, yani şüphelerden arınmış, akli ve bilimsel delillere dayalı, samimi, katıksız bir imanı insanların kalbine yerleştirmektir. Bu da ancak bağnazlıktan, hurafelerden, şirkten, kişisel yorumlardan, ihtilaflardan temizlenmiş, Kuran'a dayalı, aydın ve modern bir İslami eğitim sayesinde olabilir.
Allah'ın varlığının ve birliğinin Kuran'da işaret edilen bilimsel delillerle gençlere gösterilmesi, Kuran'ın hak kitap olduğunun Kuran'daki sayısız mucizelerle ortaya konması, Allah'ın yaratma kudretindeki ve sanatındaki sınırsız iman hakikatlerinin en ince detaylarıyla ve en derin hikmetleriyle gözler önüne serilmesi, şuurlu ve samimi imana sahip gerçek dindarların sayısının artması için şarttır.
Ancak sağlam bir imana, doğru bir Kuran anlayışına ve bundan kaynaklanan güçlü bir akde sahip olan müminler, Peygamber Efendimiz (sav)'in yaşamından, söz ve davranışlarındaki hikmet ve incelikleri en doğru şekilde anlar, İslam tarihinden, sahabenin ve İslam büyüklerinin hayatlarından en doğru dersleri ve ibretleri çıkarabilirler. Ancak kast edilen bu derin, samimi ve tahkiki imana sahip olan insanlar, ibadetlerdeki hikmetleri en doğru biçimde anlar ve hayatları boyunca içten gelen bir şevk ve heyecanla hiçbir gevşeklik göstermeden yerine getirirler.
Sağlam bir iman ve akıl temeli üzerine kurulmayan bir dini eğitimle ancak din teknikerleri yetişir. Ülkemizin ihtiyacı olan ise din teknikerleri değil, sarsılmaz imana sahip dindar bir gençlik, dindar bir toplumdur. Dini eğitimle birlikte yine dinimizin bir parçası olan vatan ve millet sevgisi, ordu ve asker sevgisi de gençlerimize aşılanmalıdır. Ancak derin bir imanla anlam kazanan bu değerlerin korunması, savunulması, desteklenmesi, gerektiğinde canının verilmesi, şehitlik özlemi gibi asil duygularda dini eğitimin bir parçası olmalıdır.
Sapkın ve bölücü ideolojilerin geçersizliğinin anlatılması.
Öğrencilerin özellikle son yüzyılda dünya üzerinde hakim olmuş komünizm, faşizm gibi belli başlı siyasi akımlar, ideolojiler ve bunların sapkın ve zararlı öğretileri hakkında bilgilendirilmesi son derece önemlidir. Bu zararlı akımların dünyayı ve insanlığı içine sürükledikleri felaket ve yıkım çıkardıkları en kanlı dünya savaşları ve neden oldukları on milyonlarca can kaybı, sebep, sonuç, gelişme ve detaylarıyla anlatılmalıdır.
Elbette bunlar arasında özellikle dış güçlerin desteğiyle ülkemizde yapılandırılarak Milli Birlik ve Bütünlüğümüzü hedef alması planlanmış illegal bölücü örgütlerin temel dünya görüşü olan Maksist Komünist İdeoloji'ye ilk sırada yer vermek gerekir. Bilindiği gibi Maksist Komünist tabanlı illegal bölücü örgüt ve yapılanmalar ülkemizde on yıllardır kan, terör ve şiddetin kargaşa ve çatışmaların, kardeş kavgalarının başını çekmektedir. Yurdumuzun birlik ve bütünlüğüne, devletimizin üniter yapısına ve mevcut düzene karşı en büyük fikri, fiziki ve silahlı illegal mücadeleyi de bu Marksist kökenli illegal örgütler yürütmektedir. Bu akımlar Darwinist-materyanist öğretilerle yetişen binlerce vatan evladını ağlarında düşürüp ülkeye millete düşman haline getirmiştir. Bu nedenle, milli birlik ve bütünlüğümüze karşı en önemli bir tehdit unsuru olan bu komünist tehlike hakkında gençlerimizi bilgilendirmek ve bilinçlendirmek, milli şuur eğitiminin önemli bir parçası olmalıdır.
Aslında Marksist-Komünist ideolojinin ve türevlerinin bilimsel geçersizliğini ortaya koymak son derece basittir. Zira tüm bu Marksist köken ideolojilerin fikri temeli, materyalist felsefedir. Materyalist felsefenin ise sözde bilimsel dayanağı Darwinizm'dir. Darwinizmin geçersizliğinin bilimsel olarak ispatlanması, otomatik olarak hem materyalist felsefenin hem de bu felsefeyi fikri zemin olarak benimseyen tüm ideolojilerin ve siyasi akımların geçersizliğini, mantıksızlığını ve gerçek dışılığını ortaya koyar.
Marksizm, Komünizm, Sosyalizm, Leninizm, Stalinizm gibi siyasi ve ideolojik görüşler hep bu kapsamdadır. Bilimsel geçersizliğinin ispatlanmasının yanı sıra, son yüzyıl içinde komünist rejimle yönetilen ülke halklarının uğradığı felaket ve yıkımın kapsamlı anlatılması da bu dehşet sisteminin tam olarak anlaşılması bakımından önemlidir.
Eski Sovyetler Birliği, Kızıl Çin, Vietnam, Laos, Kamboçya, Kuzey Kore, Küba gibi komünist ülkelerin uğradığı manevi çöküş ve sosyal dejenerasyon, halkların içine düştüğü açlık, kıtlık, hastalık, yoksulluk ve sefaletten somut tarihi örnekler verilmesi, komünizmin her yönüyle insanlık düşmanı bir ideoloji olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya koyacaktır. Ayrıca Marksist-Komünist zihniyetin milli ve manevi değerlere, din, aile, devlet gibi kurumlara düşman olduğunu, bu kurumları ve değerleri yok etmek için her türlü terör eylemi, kalkışma, kitle katliamı, bombalama, silahlı tarama vs. gibi yöntemi meşru gördüğünü, bizzat Marksist lider ve teorisyenlerin kendi kitaplarından örneklerle sergilemek, bu sapkın ideolojinin gerçek yüzünü deşifre edecektir.
PKK Tehlikesinin ve Bölünme Tehdidinin Kapsamlı Olarak Anlatılması
Bugün ülkemizde faaliyet gösteren bölücü PKK hareketi, az önce anlattığımız komünist ideolojinin birebir ve en kapsamlı biçimde pratiğe dökülmüş halidir. Marksist, Leninist, Stalinist çizgide komünist bir terör örgütü olan PKK, şu an için Türkiye'nin birlik ve bütünlüğü karşısındaki en büyük tehdittir. PKK, Türkiye'yi bölmek ve ülkemizin güneydoğusunda bir komünist Kürdistan kurmak için 40 yıla yakın bir süredir devlete karşı silahlı bir kalkışma içindedir. Yaptığı terör eylemleri ve kahpece saldırılarla 40.000'den fazla insanımızın hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. Şu an için Türkiye'deki irili ufaklı bütün illegal komünist yapılanmalar ve örgütler tüm güçleriyle el birlik PKK'yı desteklemektedir. Çünkü PKK, onların gerçekleştirmeyi hayal ettikleri komünist devrime sözde en çok yaklaşmış harekettir. Nitekim filmin başında da belirttiğimiz gibi, bölücü örgütün Güneydoğu'da önemli bir alan hakimiyeti sağlamış ve bölge halkı üzerinde belli bir kontrol ve yaptırım mekanizmaları kurmuş olması bu boş umut ve beklentiyi beslemektedir. Topyekun bir milli şuur seferberliği ihtiyacını doğuran en büyük neden de PKK'nın şu an gelmiş olduğu bu kritik aşama ve halkın önemli bir kesiminin hâlâ bu tehlikenin bilincinde olmamasıdır.
İşte PKK tehdidinin önlenmesi, bertaraf edilmesi ve yok edilmesi için her şeyden önce böyle bir tehdidin farkına varılması şarttır. Ardından bu tehdidin çapının, büyüklüğünün ve ciddiyetinin gereği gibi anlaşılması ve bunun kitlelere aktarılması gereklidir.
Bir diğer husus, PKK hareketinin Kürtleri temsil eden, Kürtlerin özgürlük ve haklarını savunan etnik bir hareket olmadığının açıklanmasıdır. Her şeyden önce dinsiz, imansız, ateist, komünist bir yapı olan PKK'nın nurlu, asil, mübarek, sarsılmaz imana sahip Müslüman-Kürt kardeşlerimizi temsil etmesi düşünülemez.
PKK ancak kendi komünist idealleri için Kürt halkını insan gücü olarak kullanmak isteyen ikiyüzlü bir örgüttür. Kürt halkının temsilcisi ve savunucusu rolüne bürünüp, saf, temiz, asil, iyi niyetli Kürt kardeşlerimizi kendi karanlık emellerine alet etmek istemektedir. Kürt kökenli vatandaşlarımız da bunun bilincindedir. Ancak PKK'nın baskı, tehdit ve zulümleri karşısında çok fazla direnme ve karşı koyma imkanları da yoktur. Devletimiz tarafından bu örgütün elinden kurtarılmayı hasretle beklemektedir.
İşte hem ülkemizin bu tehlikeden temizlenmesi, hem de Güneydoğu'da esir hükmünde olan Kürt kardeşlerimizin bu çetenin elinden kurtarılması için yegane çare, milli şuuru tam gelişmiş, imanlı, dirayetli, azimli, kararlı, kahraman bir nesil yetişmesidir ve terörün fikri zeminini ortadan kaldıracak kültürel faaliyet yapılmasıdır.
Milli Şuur Seferberliği ile halkımıza ve gençlerimize bu bilinç aşılanırken, başından beri kasıtlı olarak Güneydoğu'yu bölücü terör örgütü PKK'ya teslim etme niyetinde olan bölünme sevdalısı bazı hain unsurlara da dikkat çekilmelidir. Çünkü PKK ne kadar açık bir tehlike ise, PKK'yı içten içe, dolaylı yollardan destekleyen, onaylayan, aklamaya, meşru göstermeye çalışan sinsi odaklar da bir o kadar gizli tehlikedir. Bu tür çevrelerin muğlak, PKK'ya net tavır koyamayan, ürkek tutumları insanların gözünden kaçmamaktadır. Bunların PKK militanlarına zaman, güç ve hamle kazandırmak amacıyla ortaya sürdükleri bazı mantıklar, devletimizi ve milletimizi pasifize etmeye yönelik ucuz taktikleridir ve bunları aldanmamak çok hayatidir.
Federasyon, eyalet sistemi, özellik, otonomi, muhtariyet, öz yönetim gibi kavramları tartışma masalarına getirerek yavaş yavaş alıştıra alıştıra milletimize bölünmeyi sözde sevimli göstermeye çalışanlara fikren en kararlı cevabın verilmesi ve hiçbir taviz gösterilmemesi şarttır. Bölünmek Türkiye için en büyük felakettir. Türkiye'nin bölünmesine giden hiçbir yola milletimiz asla izin vermeyecektir.
Türk milletinin en hassas olduğu konu, vatanın bölünmesi ve parçalanmasıdır. Askerin, polisin, korucunun, vatandaşın şehit olmasının nedeni de budur. Şehitlerimizin kanlarıyla bize miras bıraktıkları bu toprakların tek bir çakıl parçası bile PKK gibi komünist bir cinayet örgütüne verilmeyecektir.
İşte bu gerçekler her fırsatta, her ortamda tekrarlanarak, bölünme sevdalıları karşısında milletimizin kararlılığı, azmi, gerekirse 80 milyonun bu uğurda seve seve şehit olacağı vurgulanmalıdır. Bu hayati asil ruh, gerek okullarda öğrencilere yönelik, gerekse dışarıda vatandaşlara yönelik milli şuur programının en temel esasları olmalıdır. Bu suretle kazanılmış bir milli bilinçle sarsılmaz bir birlik olan toplum karşısında PKK'nın hiçbir bölücü gücü ve etkisi olamayacağı açıktır.
Darwinist, materyalist anlayışın insanlara aşıladığı nefret, sevgisizlik, bencillik gibi duygular, bölünme ve parçalanmayı da beraberinde getirir. PKK gibi komünist bölücü örgütler de bu şeytani duyguları kullanarak insanları birbirinden ayrılmaya, uzaklaştırmaya ve bütünüyle kopmaya teşvik ederek fiziki bölünmenin zeminini oluştururlar.
Sevgi, şefkat, merhamet ve kardeşlik duyguları ise tam aksine insanları birleşmeye, kaynaşmaya, bir arada mutlu ve uyumlu biçimde yaşamaya yöneltir. Çünkü insan sevdiklerinden ayrılmak istemez, hep birlikte olmak ister. Dolayısıyla sevgi ve kardeşlik bağları üzerine kurulu toplumsal bir birlik ve dayanışma, bölücü PKK fitnesi karşısında sapasağlam, çelikten bir set kuracaktır. Müslüman cemaatlerin, milliyetçi grupların hepsi güçlü bir tesanüt ruhu içinde bölünme tehlikesine karşı tek vücut olarak birleşmelidir. Bu dönemin en önemli konusu budur.
İslam Birliği İdealinin Gençliğe Aşılanması.
Bir Müslümanın en büyük ülküsü dünya çapında tüm İslam aleminin birleşmesidir. Bunun adına da İttihad-ı İslam yani İslam Birliği diyoruz. Bu birliği Türk İslam Birliği olarak da adlandırmamızın nedeni, yüzyıllardır İslam'ın bayraktarlığını yapmış Türk milletinin İslam Birliği'nin de öncüsü olmaya en ehil ve layık millet olmasıdır. Bu kavram Türk milletinin bütün çile ve zorlukları göze alarak İslam'ın hizmetine talip olduğunu ifade eder. Yoksa Türk İslam Birliği'nden kasıt hiçbir zaman bir ırk veya kavim üstünlüğü değildir. Üstünlük yalnızca takva iledir.
İslam Birliği, Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nin de ifadesiyle bugün tüm Müslümanlar için en büyük farz vazifedir. Dünya çapında Müslümanları ezen deccaliyet sisteminin fikren ortadan kaldırılması ve bu zulüm sistemine karşı Müslümanların karşı koyup üstün gelmeleri ancak İslam Birliği ile mümkündür.
İslam âleminin aydınlanması, bilinçlenmesi ve dünyayı aydınlatacak bir medeniyet haline gelmesi, İslam'ın temel düsturları olan sevgi, barış, kardeşlik ruhunun, demokrasi, eşitlik ve adaletin yeryüzüne hakim olması da yine Müslümanların İslam Birliği altında birleşmesi sayesinde gerçekleşebilir. Deccaliyetin bugün dünyanın her tarafında Müslümanlara galip gelmesinin, onlara her türlü katliam, zulüm, işkence, acı ve sefaleti yaşatmasının en büyük nedeni, İslam âleminin birbirinden ayrı, kopuk ve dağınık olması, birlik olmaya yanaşmamasıdır.
İslam aleminin şu anki perişan durumu, Allah'ın Kuran'da bildirdiği Müslümanların birlik olması emrine aykırı hareket edilmesinin bir sonucudur. Bu emrin daha uzun süre ihmal edilmesi durumunda İslam dünyasına çok daha fazla bela ve felaketin yağması kaçınılmazdır. Bu nedenle Müslümanlar hiç vakit kaybetmeden bu hatalarından vazgeçmeli ve İslam Birliği’nin karşısındaki bütün engelleri fikren yıkarak var güçleriyle birlik olmak için gayret göstermelidir. Irk, kavim, mezhep, hizip ve görüş farklılıklarının Müslümanları ayrılığa, ihtilafa ve birbirleriyle mücadeleye sürüklemesine asla izin verilmemelidir. Sünni, Şii, Vahhabi, Alevi, Arap, Türk, Kürt, Acem tüm ırklar, milletler ve mezhepler İslam kardeşliği bilinciyle sevgi içinde kucaklaşmalıdır. Deccliyeti besleyen, ona güç veren yegâne kaynağın Müslümanların ayrılığı, ihtilafı ve birbirlerine düşman olduğu unutulmamalıdır.
Türkiye'nin bölünmesi, federasyon, özellik gibi Müslümanları bölücü, ayrıcı kavramların İslam birliğinin ruhuna ne derece zıt olduğu da bu noktada daha iyi anlaşılmaktadır. Türkiye'de İslam birliğinin örnek bir modelinin oluştuğunu ve bu birlik ruhunun Türkiye'nin öncülüğünde tüm İslam dünyasını kısa zamanda kaplayacağını fark eden deccaliyet, var gücüyle ülkemizi bölmek, parçalamak ve güçten düşürmek için elinden geleni yapmaktadır. Çünkü güçlü, kararlı bir Türkiye olmazsa İslam Birliği’nin de sebepler dahilinde olmayacağını ve bu sayede tüm Müslümanları rahatlıkla ezip yok edebileceklerini hesap etmektedirler.
Söz konusu güçler, yalnızca Türkiye'de değil, Irak'ta, Suriye'de ve tüm Orta Doğu'da çıkardıkları fitne, kargaşa, savaş ve katliamlarla tüm İslam dünyasını ve İslam kültürünü yerle bir etmeye, Müslümanları yeryüzünden silmeye çabalamaktadır. Bu çevreler, Türkiye'nin İslam dünyasıyla olan bağlarını koparmak amacıyla ülkemizin güney sınırında tampon bir komünist Kürdistan devleti kurmanın son aşamasına gelmiştir. Bugün tüm dünyanın bütün dikkat, güç ve imkanlarını bu bölgeye seferber etmesinin altında yatan yegane neden, deccaliyetin, İslam Birliği ve Mehdiyet’in yakınlaşmasından duyduğu panik ve umutsuzlukla içine girdiği çaresiz çırpınıştır.
Buraya kadar izlediğimiz gibi ülkemizin birlik ve bütünlüğünün korunması için acilen topyekûn bir milli şuur seferberliğinin başlatılması zorunludur. Başta bölücü PKK tehdidi olmak üzere her türlü iç ve dış düşmana karşı milletimizin güç, irade, azim ve kararlılığını sağlanması için gereken yegane unsur milli şuurdur. Bugün ülkemizin karşı karşıya kaldığı bölücü tehdit ve meydan okumanın ulaştığı boyut, bu çalışmanın geçmişte ve halen günümüzde ihmal edilmesinden kaynaklanıyor.
Milli Şuur bir toplumun temel direğidir. Milli Şuur gençlere aşılanmadıkça, genç nesiller bu şuurla yetiştirilmedikçe toplumun temel direği çöker. Milli Şura sahip gençlerden oluşan bir millet ise sapasağlam temeller üzerine oturur. Türk milletinin ise bu şuuru en yüce milli ve manevi değerler üzerinde yükselteceğinden dünyanın en güçlü milleti olması kaçınılmazdır. Gençliğimiz eğer gereken milli bilinci ulaşır ve hak olan bir davaya üstlenirse karşısında kimse duramaz. Milli şuura sahip, bilinçli, imanlı, kararlı bir Türk milleti yalnızca Türkiye'nin değil tüm İslam alemi ve devamında tüm dünyanın kurtuluş, huzur, güven, barış ve refahına vesile olacak, İslam Birliği'nin temel gücü ve dinamosu olacaktır.