İslam’ın Ehl-i Kitaba Bakışı

Allah barış yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir.
(Yunus Suresi, 25)

Günümüzdeki terör sorununa paralel olarak gündeme gelen bir diğer önemli konu da, Batı ve İslam dünyası arasındaki ilişkidir. Bilindiği gibi 90'lı yıllardan itibaren bazı yorumcular yanlış bir inanışla Batı ve İslam dünyası arasında bir çatışma olacağını ileri sürmüşlerdir. Samuel Huntington'ın ünlü Medeniyetler Çatışması tezinin ana teması da budur. Oysa ki bu tez, her iki medeniyet içindeki bazı radikal ve bilgisiz unsurların etkisinin abartılmasından kaynaklanan hayali bir senaryoya dayanmaktadır. Huntington'ın "medeniyetlerin çatışması" fikri, bilimsel, akli ve vicdani hiçbir delili olmayan bir teoridir.

Tarih boyunca, yeryüzünün her bölgesinde çeşitli medeniyetler varolmuş, bu medeniyetler birbirleriyle sosyal ve kültürel açıdan ilişkiler kurmuş ve "medeniyet alışverişi"nde bulunmuşlardır. Her ırk, her soy, her millet ayrı bir medeniyete sahiptir. Her medeniyetin ayrı bir özelliği vardır ve karşılıklı hoşgörü ve uzlaşı çerçevesinde insanlar her medeniyetten birşeyler alırlar.

Bu çatışma iddiası, yakın tarihte komünizm vasıtasıyla denenmiş ve ortaya 20. yüzyılın kanlı bilançosu çıkmıştır. Oysa şu an dünyanın ihtiyacı çatışma değil, topyekün barıştır.

Ayrıca çatışmacı politikalar hiçbir fayda getirmez, kaldı ki İslam medeniyeti ve Batı medeniyeti arasında bir çatışma olamaz, çünkü Batı medeniyetinin temellerini oluşturan Musevi-Hristiyan inancı, İslam'la çatışma değil tam tersine bir uyum ve ittifak içindedir.

Kuran'da Museviler ve Hristiyanlar "Ehl-i Kitap" olarak isimlendirilirler. Bunun nedeni, her iki dinin mensuplarının da, Allah'ın vahyettiği İlahi kitaplara tabi olmalarıdır. İslam'ın, Ehl-i Kitaba karşı bakışı ise son derece adil ve merhametlidir.

İslam'ın Ehl-i Kitaba karşı adaletli tutumu, henüz İslam'ın doğduğu yıllarda Kuran’ın esaslarına göre şekillenmiştir. Bilindiği gibi o dönemde Müslümanlar, Mekke'deki putperestlerin baskı ve işkenceleri altında inançlarını korumaya çalışan bir azınlık durumundaydılar. Bu baskıların şiddeti nedeniyle bazı Müslümanlar Mekke'yi terk etmeye ve adaletli bir yönetime sığınmaya karar verdiler. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), onlara Etiyopya'daki Hristiyan Kral Necaşi'ye sığınmalarını söyledi. Bu öğüde uyan Müslümanlar Etiyopya'ya gittiklerinde, kendilerini sevgi ve saygıyla karşılayan son derece adaletli bir yönetim buldular. Kral Necaşi, kendilerine Müslümanların teslim edilmesini isteyen putperest elçilerin isteklerini geri çevirdi ve Müslümanların, ülkesinde özgürce yaşayabileceklerini açıkladı.

Hristiyanların şefkat, merhamet ve adalet kavramlarına dayanan bu tavırları bir Kuran ayetinde şöyle açıklanmaktadır:

... Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: “Hristiyanlarız” diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir. (Maide Suresi, 82)

Kuran'da, Hristiyanlar ve Museviler, "Ehl-i Kitap" olarak adlandırılmışlardır. Kuran'da Ehl-i Kitaba karşı saygı, sevgi, merhamet ve yakınlık gösterilmesi emredilmektedir. Her iki dinin mensupları da Allah'n vahyettiği dinlere inanmakta ve Müslümanlarla aynı ahlaki değerleri savunmaktadırlar.

Ehl-i Kitabın Müslümanlar İle Ortak İnançları ve Değerleri

Hristiyanların ve Müslümanların inançları pek çok yönden ortaktır. Aynı şekilde Musevilik de İslam’la pek çok ortak inancı paylaşmaktadır. Allah Kuran’da Müslümanların Ehl-i Kitapla Allah’a imanda birleştiğini “… Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuz.” (Ankebut Suresi, 46) ayetiyle bildirir.

Her üç dinin mensupları da;

◉ llah’ın tüm evreni yoktan yarattığına ve tüm maddeye sonsuz kudretiyle hakim olduğuna inanmaktadırlar.

◉ Allah’ın canlıları ve insanı mucizevi biçimde yarattığına ve insanın Allah’ın verdiği bir ruha sahip olduğuna iman etmektedirler.

◉ Ölümden sonra dirilişe, cennet ve cehennemin varlığına, meleklerin varlığına iman etmekte, Allah’ın hayatımızı bir kader üzere yarattığına inanmaktadırlar.

◉ Tarih boyunca, Allah’ın insanlara Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yusuf ve Hz. Musa gibi pek çok peygamber gönderdiğine inanmakta ve tüm bu peygamberleri sevmektedirler.

Bir ayette Müslümanların peygamberler arasında hiçbir ayrım yapmadıkları şu şekilde bildirilir:

Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de. Tümü, Allah’a, meleklerine, Kitaplarına ve elçilerine inandı. “O’nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırdetmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sanadır” dediler. (Bakara Suresi, 285)

Sadece inanç konularında değil, ahlaki değerler konularında da Ehl-i Kitabın inançları Müslümanlarla uyum içindedir. Günümüzde; fuhuş, uyuşturucu bağımlılığı gibi ahlaksızlıkların, bencil, çıkarcı, acımasız insan modelinin hızla yaygınlaştığı bir dünyada, Ehl-i Kitap ve Müslümanlar aynı erdemlere inanmaktadırlar: Namus, iffet, tevazu, fedakarlık, dürüstlük, şefkat, merhamet, karşılıksız sevgi...

90’lardan itibaren gündeme gelen Tarihin Sonu ve Medeniyetler Çatışması gibi kavramların ardından her ülkenin son derece zorlu günlerden geçtiği bugünlerde önümüzdeki gerçek şudur ki; bu kavramların geçerliliği yoktur ve bunlarla çözüm üretmek mümkün değildir. Diğerinin mutsuzluğu üzerine mutluluk inşa etmenin mümkün olmadığını tecrübelerimizle de öğrendiğimize göre, şimdi yaraları hep birlikte sarmanın ve bir an önce “iyileşme”nin yolunu bulmak gerekiyor. İşte bu iyileşmeyi çabuklaştırmanın yollarından biri de Kuran’ın Ehl-i Kitaba verdiği değerin iyi anlaşılmasıdır.

Kuran’da Kitap Ehli’ne Verilen Değer

Günümüzde Müslümanların yanı sıra, Ehl-i Kitap mensupları da, giderek yaygınlaşan fuhuş, uyuşturucu bağımlılığı, eşcinsellik gibi ahlak dışı tavırlara karşı mücadele vermektedirler. Her üç dinin mensupları da, iffet, dürüstlük, fedakarlık gibi özellikleri en büyük erdemler olarak kabul etmektedir.

Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. (Kendilerine) kitap verilenlerin (Musevi ve Hristiyanların) yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Mü’minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden (Musevi ve Hristiyanlardan) özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı.) Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır. (Maide Suresi, 5)

Bu ayet, çok çeşitli ve önemli detaylarla Kitap Ehli’nin Müslümanlar için değerini anlatır. Bu ayetin hükmüne göre bir Müslüman erkeğe, Kitap Ehli’nden bayanlar ile evlenebilme yetkisi verilmiştir. Buradaki yetki önemli bir yetkidir, çünkü Kuran’ın “Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler, kötü kadınlara; iyi ve temiz erkekler, iyi ve temiz kadınlara (yaraşır)...” (Nur Suresi, 26) emri gereği Müslümanlar temiz ve iyi insanlarla evlenmekle yükümlüdürler. Bu hüküm ile Musevi ve Hristiyanların temiz ve iyi insanlar olduklarının önemli bir işareti verilmiş olmaktadır.

Bununla birlikte bu ayet ile belirtilen önemli bir ölçü vardır. Bir Müslüman, Musevi veya Hristiyan bayanı eşi olarak almakta, ona "karım, eşim, sevgilim" diye hitap etmekte, onunla bir aile kurmakta, bütün ömrünü onunla birlikte geçirmekte, hatta ahirette de sonsuz hayatını onunla birlikte geçirmeye niyetlenmektedir. Bu insan, bütün dünya hayatı boyunca tüm zorlukları, güzellikleri paylaştığı yegane insan haline gelmektedir. Hastalandığında ikisi birbirine bakmakta, ikisi birbirine güvenmektedir.

Bağnazların ölçüsüne göre, bir insan "sevgilim" dediği, hayatını birlikte geçirdiği, kendi canını emanet ettiği, kendi çocuklarının annesi olan bir insana Hristiyan veya Musevi olduğu için aniden düşman kesilecek, onu lanetli mi ilan edecektir? Bütün hayatını onunla geçirdikten sonra günün birinde "şu ağaç bana haber verdi, karım bir Musevi ve onun arkasında saklanıyor" deyip onu katletmeye mi karar verecektir? Bir insan bunu ancak bir zihinsel bozukluğa sahipse yapabilir. Kuran'a uyan, aklı başında bir Müslüman için Musevi ve Hristiyana sevgi ölçüsü bu ayettedir.

Ayette ayrıca Müslümanlara önemli bir yetki de verilmektedir: Kitap Ehli'nin yemeğinden yeme yetkisi. Bu önemli bir ölçüdür, çünkü bilindiği gibi Müslümanlar yiyecekleri yemeklerde belli haramlara dikkat etmek zorundadırlar; domuz eti ve Allah adına kesilmemiş bir hayvan eti Müslümanlar için haramdır. Musevi ve Hristiyanların yemeklerinin Müslümanlara helal kılınması, bu kişilerin güvenilir olduğunun bir güvencesidir. Aynı ölçü Musevi ve Hristiyanlar için de geçerlidir ve ayetin hükmüne göre Müslümanların yemekleri de onlara helal kılınmıştır.

Burada ayrıca bir başka dostluk ifadesine de dikkat çekmek gerekir. Kitap Ehli ve Müslümanlar aynı yemek ortamında bir arada bulunabilmekte, birbirlerinin misafiri olabilmekte, aynı sofrada oturabilmekte, birbirlerini ağırlayabilmektedirler. Burada bir dost ilişkisinin tarifi yapılmaktadır. Kine, öldürmeye dayalı bir nefret ortamı değil, bir sevgi, dostluk ve kardeşlik ortamı tarif edilmektedir.

Kitap Ehli'nin konumunu anlatan sadece bu ayet değildir. Allah Kuran'da bir kısım Kitap Ehli'ni övmektedir. Konuyla ilgili ayetler şu şekildedir:

Musa’nın kavminden hakka ileten ve onunla adalet yapan bir topluluk vardır. (Araf Suresi, 159)

Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli’nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir. (Al-i İmran Suresi, 113-115)

Şüphesiz, Kitap Ehli’nden, Allah’a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah’a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah’ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri Katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Al-i İmran Suresi, 199)

Ayetlerden çok açıkça anlaşılabildiği gibi salih ve samimi olan Musevi ve Hristiyanlar, Kuran'da güzel sözlerle övülmekte ve Allah'tan bir mükafatla müjdelenmektedirler. Allah bu kişileri, cennetine alacağını belirtmektedir. Bu, Allah'ın sevgi ifadesidir. Allah'ın sevdiği, cennetinde ağırladığı, razı olduğu bir insana, bir Müslüman nasıl düşman olabilir? Kuran'a göre olamaz. Kuran'a göre böyle bir düşmanlık suçtur. Dolayısıyla bağnazlar, Kuran ayetlerine rağmen sahte hadisleri kendilerine yol gösterici yaparak, Kitap Ehli düşmanlığını yayarak, İslam'a göre suç işlemektedirler.

Yapılması gereken Kitap Ehli’ni güzel sözle İslam’a davet etmek ancak kararı onlara bırakmaktır.

Müslümanlar hem kendilerinin, hem de Musevi ve Hristiyanların, huzur içinde, birbirlerine karşı sevgi, yakınlık, saygı ve şefkat göstererek, barışçıl bir ortamda ibadetlerini yerine getirebilmelerini, daima dayanışma içinde yaşamalarını isterler.

Müslümanlar Kitap Ehli’ni Allah’ın Birliğine Davet Ederler

İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehli’yle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: “Bize ve size indirilene iman ettik; bizim İlahımız da, sizin İlahınız da Birdir ve biz O’na teslim olmuşuz.” (Ankebut Suresi, 46)

De ki: “Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı rabler edinmeyelim.” Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız.” (Al-i İmran Suresi, 64)

Bu ayetlerde görüldüğü gibi, Müslümanların görevi Kitap Ehli'ni kötülemek, köşeye sıkıştırmak, onlara kin duymak ya da onları öldürmek değil; onları sadece güzellikle Allah'ın birliğine çağırmaktır. Tevhid inancı, her üç dinde de temel inançtır. Müslümanlar, Kitap Ehli ile görüşüp konuşmakta, onlara tebliğde bulunmakta, onları Allah'ın Birliğine ve indirilen Hak kitapların tümüne inanmaya çağırmaktadırlar. Aralarında bir bağlantı, bir tebliğ, bir dostluk vardır. Kuran'a göre bir Müslüman, bir Musevi veya Hristiyanı gördüğünde köşeye sıkıştırıp itip kakmakla değil, onunla en güzel şekilde konuşmak ve yine onu güzellikle Allah'ın birliğine çağırmakla yükümlüdür.

Kuran’a Göre, Musevilerin Kutsal Topraklarda Yaşama Hakkı Vardır

Genelde bir kısım Müslüman toplulukları, Kuran ayetlerini bilmediklerinden ve İslam konusunda ciddi şekilde cahil olduklarından Musevileri Kutsal Topraklardan uzaklaştırma veya oradaki İsrail devletini haritadan silme gibi tehditlerle ortaya çıkarlar. Oysa söz konusu kişiler bunu yaparken, Kuran’a muhalefet ettiklerinin farkında bile değildirler.

Kuran’a göre, Kutsal Topraklarda yaşamak Musevilerin de hakkıdır. Bu konudaki Kuran ayetleri şöyledir:

Hani, Musa kavmine (şöyle) demişti: “Ey kavmim, Allah’ın üzerinizdeki nimetini anın; içinizden peygamberler çıkardı, sizden yöneticiler kıldı ve alemlerden hiç kimseye vermediğini size verdi.” “Ey kavmim, Allah’ın sizin için yazdığı (girmenizi emrettiği) kutsal yere girin ve gerisin geri arkanıza dönmeyin; yoksa kayba uğrayanlar olarak çevrilirsiniz.” (Maide Suresi, 20-21)

Ve onun ardından İsrailoğulları’na söyledik: “O toprak (yurt)ta oturun, ahiret va’di geldiğinde hepinizi derleyip-toplayacağız.” (İsra Suresi, 104)

Kuran ayetlerinde açıkça görüldüğü gibi, Musevilerin Tevrat'a göre olduğu gibi Kuran'a göre de Kutsal Topraklarda bulunması gerekir. Zaten Musevilerin Kutsal Topraklardaki varlıkları bir güzelliktir, gerçek Müslümanlar için sevinç vesilesidir. Allah'ın 3000 yıllık vaadinin gerçekleştiğini görmek, Hz. İbrahim (as)'ın, Hz. Musa (as)'ın bildirdiklerinin olduğuna şahitlik etmek, çok büyük bir müjdedir. Allah "Museviler o topraklarda olacaklar" diye binlerce yıl öncesinden bildirmiştir ve bizler bu mucizenin şu an gerçekleştiğini görmekteyiz. Bu, heyecanla izlenmesi ve coşku duyulması gereken çok müthiş bir güzelliktir.

Burada şunun belirtilmesi çok büyük bir önem taşıyor. Allah Kuran'da da Tevrat'ta da gerçek iman sahiplerine bir şart koşmuştur: "Barış".

Kutsal Topraklarda Museviler bulunacaklar, Müslümanlar ve Hristiyanlar da bulunacaklar ve o bölgede hep birlikte barışı ve sevgiyi hakim kılacaklardır. Kardeşlik içinde yaşayacaklardır. Bölgedeki topraklar herkese bol bol yeter. Kimse bir yerden sürülmeyecek, evini yurdunu terk etmeyecek, böyle bir şey yaşanmayacaktır. Bu Museviler için de Hristiyanlar için de Müslümanlar için de bir ibadettir. Allah hepimiz için daima barış ister.

Kuran’a göre, Kutsal Topraklarda Müslümanlar gibi, Museviler ve Hristiyanlar kıyamete kadar bulunacaklar ve her üç ilahi dinin mensupları hep birlikte barışı ve sevgiyi hakim kılacaklar, kardeşlik içinde yaşayacaklardır.

Kuran’a Göre Manastırlar, Kiliseler ve Havralara Saygı Gösterilmelidir

Kuran’dan öğrendiğimiz bir diğer önemli gerçek, Müslümanların Musevi ve Hristiyanların ibadet yerlerine son derece saygılı olmaları gerektiğidir. Kuran’da Ehl-i Kitabın ibadet yerleri olan manastır, kilise ve havralardan da Allah’ın koruduğu ibadet mekanları olarak söz edilir:

“... Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır.” (Hac Suresi, 40)

Bu ayet, her Müslümana, Ehl-i Kitabın mabetlerine saygılı davranmanın ve bu mabetleri korumanın önemini göstermektedir.

Gerçekte Allah Kuran'da Müslümanlara hiçbir kavme karşı düşmanlık beslememeyi emretmektedir. Pek çok ayette müşriklere karşı da adaletli olmak emredilmektedir. Nitekim Peygamberimiz (sav) Kitap Ehli ile olduğu gibi müşriklerle de toplumsal düzeni sağlamak için bazı anlaşmalar yapmıştır. Müşriklere her zaman için adaletle davranılmış, onların korunma ve himaye talepleri Peygamber Efendimiz (sav) tarafından kabul edilmiştir.

Bu himaye talebi herhangi bir haksızlığa veya saldırıya uğrama ihtimaline karşı Peygamberin korumasını talep etmek, onun yanına sığınmak anlamını da taşımıştır. Hayatı boyunca Peygamberimiz (sav)'den pek çok gayrimüslim ve müşrik himaye talebinde bulunmuş, o da bu kişileri himayesi altına alarak, güvenliklerini sağlamıştır. Çünkü Allah, Tevbe Suresi'nde müşriklerin sığınma hakkı talep ettiklerinde, bu taleplerinin kabul edilmesini emretmiştir. Ayet şu şekildedir:

Eğer müşriklerden biri, senden ‘eman isterse’, ona eman ver; öyle ki Allah’ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu ‘güvenlik içinde olacağı yere ulaştır. (Tevbe Suresi, 6)

Museviler ve Hristiyanlar Kitap Ehlidir, yani Allah’ın indirmiş olduğu bir kitaba tabi olmuşlardır. Doğru-yanlış, haram-helal kavramlarına sahiptirler. Hepsi ahirete iman ederler ve yaptıkları her hareket için Allah’a hesap vereceklerini bilmekte, O’nun peygamberlerini sevip-saymaktadırlar. Bunlar Müslümanların Ehl-i Kitap ile birleşebilecekleri ortak bir inanç temeli olduğunu gösterir.

Camiler, kiliseler ve havralar Allah'ın adının anıldığı, Allah'a ibadet edilen önemli mekanlardır. Allah Kuran'da bu ibadet yerlerinin hepsine saygı gösterilmesi ve bu mekanların ayakta tutulması gerektiğine dikkat çekmektedir.

Ortak Bir Kelimede Birleşmek

Allah Kuran’da, Müslümanlara, Ehl-i Kitap hakkında bir emir verir; onları “ortak bir kelimede birleşmeye” çağırmak:

De ki: “Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız bir kısmımızı Rabler edinmeyelim.” (Al-i İmran Suresi, 64)

Bizim Hristiyanlara ve Musevilere olan çağrımız da budur: Allah’a iman eden ve O’nun vahyine itaat eden insanlar olarak, gelin ortak bir “iman” kelimesinde birleşelim. Hepimiz Yaratıcımız ve Rabbimiz olan Allah’ı sevelim. O’nun emirlerine uyalım. Ve Allah’ın bizi daha da doğruya eriştirmesi için dua edelim.

Müslümanlar, Hristiyanlar ve Museviler bu şekilde ortak bir kelimede birleştiklerinde, birbirlerinin düşmanı değil dostu olduklarını anladıklarında dünya çok daha farklı bir yer olacaktır. Şefkat ve sevgi ile, bilim ışığı altında bağnaz fikirlere ya da dinsizliğe neden olan ideolojilere karşı ilmi bir mücadele yürütüldüğü takdirde, asırlardır süren çatışmalar, husumetler, korkular, terör eylemleri sona erecek ve “ortak bir kelime” üzerinde sevgi, saygı ve huzura dayalı yeni bir medeniyet kurulacaktır.

Müslümanların göz önünde bulundurmaları gereken önemli gerçekler vardır. Unutmamalıdırlar ki, farklı milletler ve inançlar hakkında Allah’ın bize Kuran’da öğrettiği kıstaslar açıktır: Kuran ahlakı her türlü ırkçılığı ortadan kaldırmaktadır.

Müslüman, Hristiyan ve Yahudi, tüm inananların birlik olup Allah'a içtenlikle yönelmeleri ile dünyadaki tüm kötülüklerin sonu gelecektir.

Geçmişte yaşamış Musevilerin bir kısmının Kuran’da eleştirilen, uyarılan ve dikkat çekilen pek çok hataları olduğu açık bir gerçektir. Ama tüm bunlar, Müslümanların Musevilere karşı husumet beslemesine kesinlikle neden olmamalıdır. Bir kısım Musevilerin işledikleri suçlar, asla gerçek Musevi dinine ve milletine mal edilemez.

Yine Kuran’da bizlere öğretilen temel bir bakış açısı da, insanlar hakkında belirli bir ırk, halk veya dinden oldukları için topluca hüküm vermemektir. Her farklı insan topluluğunun içinde iyiler de kötüler de bulunur. Kuran’da bu ayrıma dikkat çekilir. Örneğin Ehl-i Kitabın bir kısmının Allah’a ve dine karşı isyankar oldukları anlatıldıktan sonra, bunun istisnası da belirtilir ve şöyle denir:

Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehlinden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir. (Al-i İmran Suresi, 113-115)

Allah her elçiye Kendisinin tek İlah olduğunu, bütün ibadet, kulluk ve itaatin yalnızca O’na yönelik olması gerektiğini vahyetmiştir. Ancak elçilerin tebliğ yaptığı kişilerin ve gönderdiği kitapla uyarılanların bazıları doğru yolu bulacak, bazıları ise doğru yoldan sapacaklardır. Bazı insanlar iyilerden taraf olurken, bazıları bozgunculuğu yol edineceklerdir. Bu Allah’ın bir kanunudur. İman edenler de bu bakış açısına sahip olmalı, her dinden güzel ahlaklı ve Allah’tan korkan, samimi dindarlar olabileceği gibi, din ahlakından uzak kişiler olabileceğini de akıllarından çıkarmamalıdırlar.

Temennimiz, tüm ırkçı saplantıların terk edileceği, hangi ırka ve inanca mensup olurlarsa olsunlar insanların bir arada barış içinde yaşayabilecekleri, herkesin hakkının gözetilip herkese saygı duyulacağı bir dünyanın kurulmasıdır. Hiç şüphesiz iman edenlerin birlik olup bağnazlığa ve din-dışı ideolojilere karşı yapacakları bir fikri mücadele özlenen barış ve huzuru sağlayacaktır. Allah ayetlerinde şu şekilde buyurmaktadır:

İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)

Sizden önceki nesillerden onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? (Hud Suresi, 116)

Ehl-i Kitap ve Müslümanlar Neden Birlikte Hareket Etmelidirler?

Hristiyanlık, Musevilik ve İslam’ı birbirine yaklaştıran, ortak hareket etmelerini gerektiren bir diğer önemli gerçek, çağımızda dünyada etkili olan dinsiz felsefeler ve bunların sebep olduğu felaketlerdir. Bununla birlikte her 3 İlahi dinin içine yerleştirilmiş olan radikal fikirlerin oluşturduğu tahribattır.

Çağımızın en tanınan ve insanlara en çok zarar veren ideolojileri arasında materyalizm, komünizm, faşizm, anarşizm, ırkçılık, nihilizm, egzistansiyalizm gibi fikir akımları sayılabilir. Bunların evren, toplum ve insan hakkındaki sahte teşhislerine, aldatıcı tanım ve tasvirlerine kanan birçok insan imanını kaybetmiş veya kuşkuya düşmüştür. Dahası bu ideolojiler insanları, toplumları ve milletleri büyük buhranlara, çatışmalara, savaşlara sürüklemiş ve dünyaya büyük felaketler getirmiştir. İnsanlığın halen yaşadığı acılar, sıkıntılar ve bunalımlarda da bunların payı büyüktür.

Adı geçen ideolojiler, Allah’ı ve yaratılışı inkar ederlerken sözde bilimsel bir düşünce olan Darwin’in evrim teorisine dayanırlar. Darwinizm, din aleyhtarı felsefelerin temelini oluşturur. Bilimsel hiçbir temeli bulunmayan bu teori kısaca, “canlılar tesadüfler sonucunda ve yaşam mücadelesi sayesinde evrimleşirler” iddiasındadır. Dolayısıyla Darwinizm’in insana verdiği en aldatıcı mesaj:

“Kimseye karşı sorumlu değilsin, hayatını tesadüflere borçlusun, yaşamak için mücadele etmen, gerekirse diğerlerini ezmen gerekir. Bu dünya çatışma ve menfaat dünyasıdır” telkinidir.

“Doğal seleksiyon”, “yaşam mücadelesi”, “güçlülerin hayatta kalması” gibi Darwinist kavramların verdiği toplumsal mesaj, işte bu tehlikeli şartlandırmadır. Bu ahlak anlayışı, insanlara bencil, menfaatperest, acımasız ve zalim olmayı öğütlemekte; şefkat, merhamet, fedakarlık, tevazu gibi meziyetleri ise yok etmekte, bunu da “hayatın kuralları”nın bir gereği gibi göstermektedir

Bu Darwinist telkin, kuşkusuz Ehl-i Kitabın inançlarının ve Kuran ahlakının tamamen zıttıdır. Dolayısıyla Darwinist telkin, her üç dine de tamamen muhalif bir dünyanın temelini oluşturmaktadır.

Bu gerçek karşısında, Allah’a inanan ve O’nun öğrettiği güzel ahlakı kabul eden Ehl-i Kitabın ve Müslümanların işbirliği yapması gerekir. Her üç dinin mensupları, el ele vererek, zaten hiçbir bilimsel temeli bulunmayan, sadece materyalist felsefe uğruna ayakta tutulmak istenen Darwinizm’in yanlışlığını tüm dünyaya anlatmalıdır. İnançsızlıktan kaynak bulan tüm diğer yıkıcı idelojilere (komünizme, faşizme, ırkçılığa), ahlaki dejenerasyona karşı da el birliği ile fikri bir mücadele yürütmelidirler.

Her dine yerleştirilmiş olan bağnaz fikirlerin doğrularının anlatılması için çaba göstermelidirler. Bunlar gerçekleştirildiği takdirde dünya çok kısa zamanda barış, huzur ve adalete kavuşacaktır.

Antisemitizm İşkencesine Artık Bir Son Verilmeli

Dünyamız tarih boyunca zalimlikten payına düşeni aldı...

Örneğin Hulagü Han, bir hafta süren Bağdat saldırıları sırasında yaklaşık 200.000 Müslümanı katletti ve Bağdat şehrinde, yüzlerce yıllık bir tarihi miras tamamen yok oldu.

Vikingler ise uyguladıkları zulümle tarihe, ‘zorla ve şiddetle istediklerini alan bir kavim’ olarak geçtiler.

Günümüzde de benzer örnekler devam ediyor örneğin Suriye’de rejim kendi halkını hedef alıyor, Doğu Türkistan’da, Keşmir’de, Irak’ta tam anlamıyla bir kıyım yaşanıyor. Kısacası dünyamız kelimelerle anlatılması güç şiddet olaylarına tanık oldu ve olmaya da devam ediyor.

Tarih boyunca diğerlerine göre daha fazla hedef alınan topluluklar da var. Museviler gibi. Çileleri erkek çocuklarını öldüren ve sadece kız çocuklarının yaşamasına izin veren Firavun ile başladı. Musevilere karşı baskılar, Eski Çağ’da Asurlular, Babilliler ve Musevileri katledip onları süren ve tapınaklarını ve şehirlerini yıkan Romalılar döneminde devam etti. Orta Çağ’da Museviler bir kez daha hedef alındılar, damgalandılar, ayrımcılığa maruz kaldılar ve nereye sığındılarsa takip edildiler. Bu zulüm altı milyon Musevi’nin Nazilerce katledildiği yakın tarihte de devam etti.

Bugün bazı yerlerde bu işkence hala sürüyor.

Avrupa’da antisemitizm, kamu alanlarında taciz, sosyal hayatta rencide edici ifadeler ve ayrımcı davranışlar ve daha da ürkütücü şekilde gaddar saldırılarla devam ediyor; Musevilerin işyerlerinin, arabalarının yakılıp yıkılması ve yağmalanması, “Yahudiler gaz odalarına”, “Yahudilere ölüm” benzeri yüzlerce kişinin bağırdığı şiddet protestolarının yapılması, sinagoglara ateş açılması ve molotof kokteyli atılması bunlardan sadece birkaçı... Yakın zamanda Fransa’da Yahudi bir çiftin evlerinde vahşice saldırıya uğradıkları Creteil saldırısı da hala hafızalarda. 2006’da Musevi bir genç adamın kaçırılıp, haftalarca işkence edildikten sonra çıplak halde ölüme terk edildiği ve korkunç yaraları nedeniyle öldüğü, Fransa’da yaşanan korkunç olay da unutulmadı.

Antisemitizme tanık olan tek yer Fransa değil. Arjantin’den Tunus’a, İrlanda’dan İspanya’ya kadar birçok ülke Musevi topluluklarını hedef alan bir nefret çemberine takılmış görünüyor. ABD’de de bile Museviler kimliklerini ifşa etmek konusunda veya kamuya açık olarak dini vecibelerini yerine getirme konusunda endişeliler. Brooklyn, New York’ta Musevi takkesi giydiği için dört kişinin sebepsiz saldırısına uğrayan bir genç, bir grup kızın kendisine şişe fırlattıkları ve kızlardan biri tarafından kendisine “Seni pis Yahudi” diye bağrılan 12 yaşındaki Musevi kız çocuğu, Los Angeles, Kaliforniya’da saldırmadan önce “Heil Hitler!” diye bağıran beş kişinin saldırısına uğrayan Musevi adam ve St. Louis’de yağmalanan Musevi mezarlığı ABD’deki rahatsızlık veren olaylar arasında sayılabilir.

Orta Doğu da antisemitizmin en kötü örneklerine ev sahipliği yapıyor. Özellikle Gazze/İsrail savaşından sonra yaşları, cinsiyetleri ve herhangi bir çatışmada yer alıp almadıklarına bakılmaksızın Musevilere karşı nefret, rahatsız edici bir hızda arttı.

Peki neden bazı kişiler Musevilerden nefret etmeyi meşru gibi düşünüyorlar?

Geçmişte bazıları, The Protocols of the Elders of Zion (Vadedilmiş Toprakların Atalarının Protokolleri) gibi yaygın antisemitik propaganda nedeniyle kendilerini yaşadıkları toplumlardan tecrit eden, gizli komplocular olarak gördükleri Musevilerden nefret ettiler. Bu çirkin nefret daha sonra kan iftirası, Musevileri şeytanın vücut bulmuş hali olarak tasvir etme gibi korkunç yalanlarla körüklendi. Bugün İsrailliler ve Filistinliler arasındaki çatışma, gücünü bu yaygın Musevi nefretinden ve kara propagandadan alıyor ve sıklıkla sokaklardaki sıradan Musevilere karşı şiddeti sözde meşrulaştırmak için bir kılıf olarak kullanılıyor.

Elbette bir topluluk içinde politik idareciler ve bireyler hatalar yapabilir. Ne var ki birkaç kişinin hareketine dayanarak bütün bir topluluğu suçlamak ne Kuran’a ne de ahlaka uygun olacaktır. Museviler sakin ve mütevazı tavırlarıyla bilinirler. Günlük rutinleri ve dini vecibeleriyle meşgul olan insanlardır. Dolayısıyla böyle sakin insanların tarih boyunca bu tip eziyetlerin muhatabı olmaları daha da şaşırtıcıdır.

Tarih boyunca Musevilere yapılan zulüm kesinlikle İslam'a aykırı ırkçı önyargıların bir sonucuydu. Kuran’a göre Museviler Kitap Ehlidir ve saygı duyulmalı, korunmalı ve sevgiyle yaklaşılmalıdırlar.

İsrail’in bazı politikalarına karşı bir itiraz olduğunda, bu suç tüm bir topluma mal edilmeden, sivil bir tutumla seslendirilmelidir. Allah Müslümanları önyargılı, toptancı hareketlerden meneder. Kuran’da Allah iman edenleri şöyle uyarır:

“Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (Maide Suresi, 8)

Her grup, topluluk ve millet içinde iyi ve kötü insanların olması son derece olağandır. Müslüman toplumların içinde sayısız katil, yalancı, suçlu ve kötü ahlaklı kişiler olduğu gibi Musevi topluluklarında da uygun olmayan davranışlar içinde olan insanların bulunması olağandır. Bununla birlikte birkaç kişinin eylemleri nedeniyle tüm bir gruba antipati hatta nefret beslemek son derece mantıksız ve saçmadır. En önemlisi bu, Kuran’a tamamen aykırıdır.

Kuran’a göre Museviler Kitap Ehlidir ve saygı duyulmalı, korunmalı ve sevgi ile yaklaşılmalıdırlar. Allah pek çok ayette Musevileri sadakatleri ve dindarlıklarından ötürü över ve doğrusu Museviler Musa Peygambere olan sarsılmaz sadakatleriyle Müslümanlara güzel bir örnek teşkil ederler.

Tüm bu gerçekler ne İslamiyet’te ne de Musevilik’te bu tip bir sürtüşmeye neden olacak bir temel olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Herkes Allah’ın bu dünyayı sevgi için yarattığını ve birbirimize karşı düşmanca duygular beslemenin Allah’ın dileğine aykırı olduğunu anladığında kardeşlik ve barış da dünyaya hakim olacaktır.

Peygamberimiz (sav)’in Kitap Ehli’yle İlişkileri

• Peygamberimiz (sav)’in, Kitap Ehli’nin düğün yemeklerine katıldığına, hastalarını ziyaret ettiğine ve onlara ikramda bulunduğuna dair rivayetler bulunmaktadır.

• Necran Hristiyanları kendisini ziyaret ettiklerinde Hz. Muhammed oturmaları için abasını yere sermiş, onları bu şekilde ağırlamıştır.

• Peygamberimiz (sav)’in hanımlarından biri Mısır’dan gelen Hristiyanlardan Mâriye binti Şemun (ra) idi.

• Peygamberimiz (sav)’in hanımlarından Hz. Safiyye annemiz ise, Huyeyy b. Ahtab adında Medine’deki Musevilerden Madıroğulları kabilesi reisinin kızıydı.

• Hz. Muhammed (sav), Evs ve Hazrec kabileleri ile yapılan Medine Anlaşması’na Musevilerin de katılmasına izin vermiş ve böylece Mu-sevilerin de Müslümanların arasında, ayrı bir dini grup olarak varlıklarını devam ettirmelerini sağlamıştır.

• Medine Anlaşması’nın “Beni Avf Musevileri, inananlarla birlikte bir ulus oluşturdular. Musevilerin dini kendilerine, Müslümanların dini kendilerinedir” hükmüyle, Müslümanların Musevilerin geleneklerine ve inanışlarına gösterdikleri anlayışın temeli Peygamberimiz (sav) döneminde atılmıştır. Yine aynı metnin 26-33. maddelerinde Kitap Ehline mensup vatandaşların Müslümanlarla aynı haklara sahip oldukları, 16. maddede ise onlara haksızlık yapılamayacağı belirtilir.

• Peygamberimiz, 630 senesinde, Müslüman olduklarını bildirmek üzere Medine’ye gelen Hımyer hükümdarının elçilerine şu talimatı vermiştir: “Bir Musevi veya bir Hristiyan, Müslüman oldukları takdirde, müminlerden olurlar (onlarla hukuken eşittirler). Kim Museviliğinde veya Hristiyanlığında kalmak istiyorsa, ona müdahale edilemez.” (İbn Hişâm, es-Sîre, II, 586)

• Necran Hristiyanları, Medine’ye altmış kişilik bir heyet gönderdiler. Medine’ye ulaşan Necran heyeti, Mescid’de Peygamberimiz (sav)’in huzuruna çıkmışlardı, ibadet vakitleri geldiği zaman Mescid’de ibadet etmek istemişler, Ashâb buna itiraz etmekle beraber, Allah Resulü onlara Mescid’i bırakmıştı. Onlar da Şark’a dönerek ibadetlerini yaptılar. (İbn Hişam, es-Sire, Beyrut ts., I,573-574; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 619-620)

• Peygamberimiz (sav) döneminde Musevi ve Hristiyanlara verilen emannamelerle Kitap Ehli’nin hakları koruma altına alınmıştır. Sonraki dönemlerde herhangi bir anlaşmazlık olduğunda Kitap Ehli bu emannameleri göstermiştir. Örneğin, Dımeşkli Hristiyanların bir sorun karşısında, kendilerine verilmiş olan emannameyi dönemin halifesi Hz. Ömer’e sunarak, çözüm talebinde bulundukları tarih kitaplarında yer alan bir bilgidir.

• Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in, Hristiyan olan İbn Harris b. Ka’b ve kavmine yazdırdığı anlaşma metninde: “Şarkta ve Garpta yaşayan tüm Hristiyanların dinleri, kiliseleri, canları, ırzları ve malları Allah’ın, Peygamber’in ve tüm müminlerin himayesindedir. Hristiyanlık dini üzere yaşayanlardan hiç kimse istemeden İslam’ı kabule zorlanmayacaktır. Hristiyanlardan birisi herhangi bir cinayete veya haksızlığa maruz kalırsa Müslümanlar ona yardım etmek zorundadırlar” maddelerini yazdırmıştır.

• Peygamber Efendimiz (sav) tarafından Edruh, Makna, Hayber, Necran ve Akabe’li Kitap Ehli’ne verilen beratlar, Müslümanların Kitap Ehli’nin can ve mal güvenliğini garanti altına aldıklarını ve onlara inanç ve ibadet özgürlüğü tanıdıklarını göstermektedir.

• Peygamber Efendimiz, tebliğe başladığı zaman, ilk defa Mekke’de bazı Hristiyanlarla karşılaşmıştı. Hatta, kendisine vahiy gelmeye başladığı ilk günlerinde Hz. Hatice’yle ve Peygamber Efendimizle ilk konuşanlardan biri Varaka b. Nevfel de İncil’in el yazmalarına sahip olan bir Hristiyandı. (Buhârî, Bedu’l- Vahy 3)

• Halifeler döneminde yıkılan kiliseler Müslümanlar tarafından onarılıyor, yeni havraların ve manastırların inşa edilmesine müsaade ediliyordu. Örneğin, Medain dışında bulunan ve Patrik Mar Amme tarafından daha önce yakılmış olan Aziz Sergius Manastırı, Hz. Osman döneminde yeniden inşa edilmiştir.

• Suriye’nin fethinden sonra Şam’daki Aziz John Kilisesi’nde, Müslümanlar cuma namazlarını kılıyorlardı, Hristiyanlar da Pazar günleri kendi dini ibadetlerini özgürce yerine getiriyorlardı. İki dinin mensupları, aynı mescidi barış içinde birlikte kullanıyorlardı.

Peygamberimiz (sav)’in Tevrat ve İncil ile İlgili Uygulamaları

Müslim şöyle nakletmişti: “Ebu Hüreyre’nin tanıklığıyla Hz. Peygamber (sav)’in söylediğini nakletmiştir; ‘Eskiden Hz. Muhammed (sav) demiştir ki, Ehl-i Kitaplar Tevrat’ı İbranice olarak okuyorlardı, ve Müslümanlar için Arapça olarak tercüme ediyorlardı.’” (Mişkatu’l Masabih, 1. Kitap, 6. Bölüm, s. 42)

“Al-Hafız el-Zehebî kaydediyor ki, Yahudilikten İslâmiyet’e dönen Abdullah İbn Selâm Hz. Peygamber (sav)’e geldi ve ona ‘(Dün gece) Kuran’ı ve Tevrat’ı okudum’ dedi. O da cevap verdi, ‘Bunu bir gece oku ve diğerini de bir başka gece oku’.” (al-Thalabi, Al-İman al-Thalabi Tathkarar al-Huffadh, 1 Cilt, s. 27)

“Hz. Muhammed (sav)’in yakın çevresinden Abdullah İbn-i Amr, sık sık Tevrat okurmuş. Bir gece rüyasında bir elinde bal, diğerinde yağ tuttuğunu, bazen bal tutan elinden, bazen de yağ tutan elinden yediğini görmektedir. Abdullah İbn-i Amr rüyasını Hz. Muhammed (sav)’e anlatır. Hz. Muhammed (sav), Abdullah’ın rüyasını iki Kitab, yani bazen Tevrât bazen de Kuran okumasıyla yorumlar.” (Buhârî, Sahîh-i Buhârî, 6. cilt, 987. hadis, s. 439)

Ebû Said el-Hudrî’den: Peygamberimiz’e (sav): “Ey Allah’ın Resulü! İsrailoğulları’ndan nakiller yapabilir miyiz?” dedik. Şöyle buyurdu. “Evet, İsrailoğulları’ndan da nakil yapabilirsiniz, sakınca yoktur. Onlardan bir şey aktarırsanız bilin ki yanlarında daha ilginç bilgiler de vardır.” (Hanbel, Müsned, 111/12, hadis no:11034)

Peygamberimiz (sav) Her Zaman Barıştan Yana Olmuştur

Peygamberimiz (sav) asla savaşmayı arzu etmemiş, İslam ahlakını tamamen barışçı yollardan insanlara ulaştırmak için çaba sarf etmiştir. Bu nedenle ağır saldırı ve baskılara yıllarca hep sabırla karşılık vermiş, ancak bu baskılara cevap vermek bir zaruret haline gelince, Allah’tan gelen bir vahiyle, savaşa izin vermiştir. O, baskı ve saldırılar hayati tehlike arz etmedikçe ve barış yolu tam olarak kapanmadıkça hiçbir ülkeye savaş ilan etmemiştir.

Mute Savaşı Müslümanların Peygamberimiz (sav) hayatta iken yaptıkları en kanlı ve en zorlu savaştır. Peygamberimiz (sav) bu orduya komutan olarak Zeyd b. Harise’yi tayin etmiş ve orduya şu tavsiyelerde bulunmuştur:

Allah’ın adıyla, Allah yolunda, Allah’ı inkar edenlerle savaşın. Hıyanette bulunmayın. Kulak, burun gibi vücut azalarını kesmeyin. Çocukları ve kadınları, yaşlıları, mabedine çekilmiş din adamlarını öldürmeyin. Hurmaları ve diğer ağaçları kesmeyin, binaları yıkmayın. (Buhari)

Savaş esnasında mutlaka uygulanması gereken ahlaki prensipler ise hadislerden şu şekilde derlenmektedir:

◉ 1- Sadece muharebeyi teşvik eden ve muharebeye karışanlarla savaşılır.

◉ 2- Kiliselerdeki rahiplere kesinlikle dokunulmaz.

◉ 3- Çocuklara zarar verilmez.

◉ 4- Kadınlara zarar verilmez.

◉ 5- Yaşlılara zarar verilmez.

◉ 6- Ekili alanlara zarar verilmez.

◉ 7- Ahde vefa gösterilir, anlaşmalara sadık kalınır.

◉ 8- Hayvanlara zarar verilmez.

◉ 9- Zulüm yapılmaz.

◉ 10- Şehirler harap edilmez. (Ahmet Hamdi Akseki, Abdurrahman Azzam Paşa’nın “Allah’ın Peygamberlerine emanet ettiği ebedi risalet”, Diyanet İşleri Başkanlığı Neşriyat, Ankara, 1948, önsöz)

Asr-ı Saadet döneminin barış, huzur ve güvenlik içinde geçmesinin en önemli nedenlerinden biri, Kuran ahlakına uyan Peygamberimiz (sav)’in adaletli tutumudur. Yabancı yazarlar da Peygamber Efendimiz (sav)’in bu üstün karakterinden etkilenmiş, onun güzel ahlakını eserlerinde çok etkileyici ifadelerle övmüşlerdir. George Bernard Shaw’ın ‘The Genuine Islam’ isimli eserinde bu üstün özellikler şöyle ifade edilir:

Hz. Muhammed (sav)’in dinini harika canlılığı nedeniyle daima gözümde üstün tutmuşumdur. Her çağa hitap edebilen, hayatın değişen evrelerine asimile olabilme kapasitesine sahip olan tek din gibi geliyor bana. O’nu- o harika kişiyi- araştırdım ve bence... İnsanlığın Kurtarıcısı olarak adlandırılmalıdır. Eğer onun gibi bir kişi modern dünyanın hükümdarlığı görevini üstlenseydi, çok fazla ihtiyaç duyulan barış ve mutluluğu getirecek şekilde dünyanın problemlerini çözmede başarılı olurdu... (Sir George Bernard Shaw, The Genuine Islam, cilt. 1, No. 8, 1936)

Günümüzde de, dünyanın dört bir yanında meydana gelen çatışmaların, kavgaların, huzursuzlukların tek çözümü bağnazlıktan arındırılmış şekilde Kuran ahlakına uymak ve Peygamberimiz (sav) gibi, din, dil veya ırk ayrımı gözetmeksizin, adaletten hiçbir zaman ayrılmamaktır.

Peygamberimiz (sav) Kitap Ehline Anlaşmalar ile İmtiyaz Tanımıştır

Peygamberimiz (sav) zamanında yapılan çok sayıda anlaşma ile Musevi ve Hıristiyan topluluklara haklarını ve varlıklarını garanti altına alan çeşitli imtiyazlar verildi. Sina Dağında bulunan St. Catherine Manastırı’ndaki rahiplere tanınan haklar buna bir örnektir. Bu belgeler Müslüman yönetimi altında bulunan veya İslam’ın hükümranlığını kabul eden Musevilere ve Hıristiyanlara hukuki, dini ve sosyal haklar tanıyordu. Sorunlar bu belgelere başvurularak çözülüyordu. Örneğin tarih kitaplarında Şam’da bulunan Hıristiyanların bir sorunla karşılaştıklarında imtiyazlarının kayıtlı olduğu bu anlaşma belgelerini Halife Ömer (ra)’a sundukları ve sorunları bunları esas alarak çözümlemesini istedikleri belirtilir.