Dr. Bijan Nemati Prçacık Fiziği Uzmanı
Dr. Bijan Nemati Big Bang’i anlatıyor
SUNUCU: Evrenin mükemmel düzeni göz önüne alındığında, Big Bang sonrası evrenin genişlemesi sırasında son derece hassas değerlerin olduğunu anlıyoruz. Big Bang ile başlayan düzenden, kozmolojik sabit ve benzeri sabitlerden ve bunların ne kadar hassas olduğundan bahsedebilir misiniz?
DR. BİJAN NEMATİ: Yaklaşık yüz yıl önce, şu an 2018’de olduğumuza göre yaklaşık yüz yıl öncesi 1915 oluyor, bu yılda Albert Einstein, genel izafiyet yani izafiyet teorisi üzerine çalışmasını yayınladı. Teorisinin sonuçlarından biri evrenin dinamik olduğuydu. Yani Einstein’ın denkleminin çözümü evrenin dinamik olması idi, bu da evrenin genişlediği ya da içine çökmekte olduğu anlamına geliyordu. Ama Einstein, bu teoriyi ortaya attığında, bu henüz bilinen bir şey değildi.
Sanırım Rus olan genç bir matematikçi Alexander Freidmann Einstein’ın denklemlerini ilk çözen kişiydi, çünkü denklemler aşırı zordu. Freidmann, Einstein’a gönderdiği mektupta şöyle yazıyordu:
“Dr. Einstein, belirli koşullar altında denklemlerinizi çözme girişiminde bulundum ve bulduğum sonuç, evrenin dinamik olduğudur.”
Bu cevap, Einstein’ın hoşuna gitmedi. Hatta Freidmann’a bir yanıt bile göndermedi. Cevap Einstein’ın hoşuna gitmedi çünkü pek çok meslektaşı gibi o da evrenin durağan yani statik olduğuna inanıyordu. O bilim adamları evrenin ebediyen var olduğuna inanmak istiyorlardı. Çünkü evren sonsuzdan beri varsa bir Yaratıcı’dan bahsetmeye gerek olmadığını düşünüyorlardı. Onların inancına göre kainat var olan tek şeydi.
Bildiğiniz gibi Carl Sagan’ın, Cosmos adlı TV programının açılışında söylediği meşhur bir söz vardı:
“Kainat, var olan, var olmuş olan ve var olacak olan tek şeydir.”
Bu söz, dönemin bilim insanlarının, evrenin kökenine olan bakış açılarını tam anlamıyla yansıtıyordu.
Bu hikayeye değinme sebebim, evrenin dinamik olduğunun ortaya çıkmasının onlar için beklenmedik bir şey olmasıydı. Yani (o dönem), bilimin ilerlemeyi terk ettiği ve bilim insanlarının sürekli önyargı sahibi olduğu bir dönemdi. Ancak bazen bilimsel bulgular kişilerin önyargılarına uymaz.
O bilim adamları evrenin dinamik olduğunu anladılar. Bu keşif evrenin bir başlangıca sahip olmak zorunda olduğunu gösterdi. Ve evrenin bir başlangıcı olması, belli bir süredir var oluyor olması bu kişiler için şaşırtıcı ve hiç istemedikleri bir sonuçtu.
Bu arada Einstein’ın teorisinin doğru olduğu, Arthur Eddington öncülüğünde 1919 yılındaki güneş tutulması sırasında yapılan deneyle kanıtlandı. Eddington, Einstein’ın dostu ve aynı zamanda genel izafiyetin büyük savunucularından biriydi.
Einstein’ın izafiyet teorisi ile ilgili üniversitelerde dersler veriyordu. Sonra zekice bir taktikle güneşin yıldızların görünme açısını ne kadar değiştirdiğini ölçtü. Güneş çok parlak olduğundan yanındaki yıldızlara bakmak normalde zordur. Ay ise güneş ile olağanüstü bir orantı içindedir. Bu çok şaşırtıcı bir şey ama çoğu insan bunun ne demek olduğunu anlamıyor.
Gökyüzüne baktığınızda ay ve güneş aynı boyuttadır. Çünkü ay güneşten 400 kat daha küçük ama bize güneşten 400 kat daha yakındır. Bu çok olağanüstü bir durumdur. Ayın bu çok özel boyutu sayesinde genel izafiyeti test edebileceğimiz durumlar oluşmaktadır. Çünkü ayın güneşi tam anlamıyla kapayabilmesi sayesinde yıldızı görebiliyoruz ve bu sayede Einstein’ın genel izafiyet teorisini doğrudan şekilde yıldızın daha büyük bir açıdan geldiğini tespit edebiliyoruz.
Bu deney, 1919 yılında gerçekleştirildi ve Einstein’ın meşhur olmasını sağladı. Böylece tüm dünyada izafiyet konusunda büyük bir heyecan uyandı.
Ancak izafiyet teorisinin bir sonucu da, evrenin genişliyor olmasıydı. Bunu anlayan kişi olan Eddington bu durumdan o kadar rahatsız olmuştu ki, evrenin bir başlangıcı olduğu fikrinin felsefi açıdan itici olduğunu bile söylemişti. Bu çok ilginç; normalde bilim insanı denince, insanın aklına mantığıyla hareket eden, önyargı sahibi olmayan, sadece kanıtları takip eden kişiler gelir. Ancak çoğu bilim insanı böyle değildir. Eddington gerçek düşüncelerini saklamamıştır. Evrenin bir başlangıcı olmasını, felsefi açıdan itici bulmuştu.
Bence bunun nedeni, sahip oldukları ateist önyargıydı. Evrenin bir başlangıcı olmasını istemiyorlardı çünkü başlangıç olması bir Yaratıcı’nın varlığını gösterecekti.
İşte Big Bang ile özdeşleştirdiğimiz evrenin başlangıcı hikayesi bu şekildedir.
Bu arada, Big Bang aslında ilk olarak evrenin bir başlangıcı olmasını istemeyen kişilerce bu gerçeği kendilerince küçümseme amacıyla ortaya atılmış bir ifadedir. Terimi bir radyo programında ilk kullanan ise Fred Hoyle’dır.
Şu anda ise bilim dünyası yalnızca Big Bang olarak adlandırdığımız başlangıcı kabul etmekle kalmıyor, Big Bang’in yani büyük patlamanın oldukça hassas ayarlarla gerçekleştiğini biliyor.
Örneğin, maddenin uzayda dağılımı açısından evrende belirli bir düzenlilik düzeyinin var olduğu görülüyor. Bunu açıklaması bir hayli güç. Bu düzenlilik düzeyi veya entropi ihtimali aslında çok çok düşük (ancak olmuş).
Ünlü Fizikçi olan Roger Penrose, bu olasılığı 1 bölü 10 çarpı 100 üzeri 23 basamaklı olarak hesaplamıştır. Bu oldukça, fazlasıyla, inanılmaz derecede küçük bir olasılık anlamına gelmektedir.
Yani, madde, enerji ve bunların durumu olarak düşününce bile evrenin düzenlenme şeklinde çok özel süreçler yaşandığı anlaşılıyor. Örneğin dinamik bir evrende, çok fazla madde ve çok az enerji olduğunda, önce madde genişlemesi, ardından ise kendi içine çökme olabiliyor. Çok fazla enerji olursa hiçbir zaman çökme olmuyor ve genişleme sonsuza dek sürüyor.
Baktığımızda ise (evrenin değerlerinin) tam doğru sınırda olduğunu, yani sıfır enerji ve sıfır hareketin olduğu sonsuzluk sınırına çok yakın yerde olduğunu görüyoruz.
1998’den beri yeni bir görüş var, bu sınırdan bir parça daha fazla enerjik olduğumuzu söylüyorlar ve buna karanlık enerji diyorlar. Karanlık enerji tam anlaşılmış bir konu değildir.
Tüm bunların işaret ettiği gerçek ise öncelikle daha öğrenilecek çok şey olduğu ve evrenin, standart basit statik ve kendinden var olduğu iddiasının geçersiz olduğudur.
Evren kesinlikle bir Yaratıcı’nın varlığına muhtaçtır.