Putperest bir İnanç: Evrim
Yeterince sık söylenmiş bir yalan gerçek olur. Bu söz, komünist devrimin kanlı lideri Vladimir Ilyich Lenin'e ait. Lenin, Marx'ın teorik olarak anlattığı komünizm ideolojisini kanlı Bolşevik devrimiyle hayata geçirmişti. Bundan yıllar sonra başka bir kanlı lideri olan Hitler de aynı manipülasyon yöntemlerini kullanıyordu.
Şöyle diyordu Hitler:
“Eğer bir yalanı yeterince uzun, yeterince gürültülü ve yeterince sık söylerseniz insanlar inanır. İnsanları bir yalana inandırmanın sırrı yalana sürekli tekrar etmektir. Sadece tekrar, tekrar ve tekrar söyleyin. İnsanın düşünememesi liderler için ne büyük fırsat.”
Böyle diyordu Hitler. Bu propaganda tekniği sadece kanlı liderlerin siyasi amaçlarla ideolojilerini doğruymuş gibi halka telkin etmek için kullandığı bir yöntem değil. Hemen her mecrada tekrarlanan ve kitleler tarafından doğruymuş gibi algılatılmak istenen evrim teorisi için de bu propaganda yöntemi kullanılır. Evrim teorisi bilimsel olarak hiçbir temele dayanmasa da okullarda, akademik çevrelerde ve basında o kadar çok tekrarlanır ki birçok insan teorinin doğru olduğu yanılgısına düşer. Hatta bu terkin öyle bir boyuta ulaşır ki evrime inanmak modernizmle eşdeğer kabul edilir hale gelir. Halbuki evrim teorisi bilimsellikle hiçbir alakası olmayan hatta en eski kültürlerde de yaşanmış olan bir pagan inanışıdır.
Günümüzde gerçekleştirilen en önemli toplum mühendisliği çalışmalarının başında evrim teorisinin tüm dünyaya bilimsel bir gerçekmiş gibi empoze edilmesi gelir. Bu teori tüm ateist fikir akımlarına temel oluşturur. Ateist akımların sözde bilimsel görünüm kazanmaları için evrim teorisinin de bilimsel gibi gösterilmesi gerekir. Bütün çalışmalar bunun içindir. Birçok bilim adamı evrim teorisinin aslında bilimsel bir temeli olmadığını ve felsefi bir dogma olduğunu ifade etmiştir. Örneğin evrimci olmasına rağmen Prof. James Shapiro, Kansas Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı'na yazdığı açık mektupla bu konuyu şöyle belirtir:
“Darwin'ci evrim düşüncesi, onu ciddiye alan bilim adamları için test edilebilir bilimsel bir hipotezden çok felsefi bir inanç haline gelmiştir. Eminim siz de rastlamışsınızdır. Okullarda neo-Darwinizme bir eleştiri olduğunda, buna hemen karşı çıkan bilim adamları olur ve bu konuda radikal beyanlarda bulunurlar. Bence bu beyanların ardında yatan neden, teorinin bu sahte dini fonksiyonudur. Ayrıca birçok bilim adamının özellikle benim gibi diğer bilim adamlarına karşı savunmayacakları bu teori hakkında bu açıklamaları yapmaları da bu nedenledir.”
Nasıl Bir Toplum Mühendisliği?
Evrim teorisinin genel kabul görmesi için yapılan toplum mühendisliği çalışması oldukça kapsamlı yürütülür. Bunlardan biri, evrimci iddiaların bilimsel delilleri varmış gibi sunulmasıdır. Aslında evrim teorisinin tek bir tane bile somut bilimsel delili yoktur. Evrimciler, Latince terimler ve anlaşılmaz kelimeler kullanarak teorilerinin ne kadar bilimsel olduğunu anlatmaya ve herkesin konuyu anlayamayacağını ima etmeye çalışırlar. Oluşturulmak istenen algı, ‘biz bilim adamıyız, siz anlayamazsınız, biz ne dersek yanlış da olsa kabul edin’dir.
Evrim teorisini kabul ettirmek için kullanılan yöntemlerden biri de bilinçaltı mesajlar ve psikolojik algı oyunlarıdır. Örneğin doğayı objektif olarak incelediğimizde, her yerde bir değişim görürüz gibi ifadeler ilk anda masum gibi görünse de bu anlatımlar aslında tamamen bir taktiktir.
Değişim, gelişim, benzerlik, rastlantı gibi terimler evrim teorisinin temel anlatımında sıklıkla kullanılır. Kelime aralarına serpiştirilen bu gibi ifadelerle evrim gerçekleşmiştir telkini verilir. Ayrıca evrimcilerin objektif ve ön yargısız bakış açısına sahip oldukları algısı oluşturulmaya çalışılır. Gerçekte ise evrim teorisinin tamamı bir ön kabuldür ve bilimsel hiçbir delili olmayan bir tabular dinidir.
Darwinist bilim adamları da bilimsel delillere değil, bu dinin gereklerine göre açıklamalar yaparlar. Evrimi kabul ettirmek için kullanılan başka bir taktik ise inançlı kişileri hedef alan söylemlerdir. Evrimci anlatımlarda sıklıkla, Allah'a iman etmenin evrim teorisiyle çelişmediği mesajı verilmeye çalışılır. ‘Allah'a inanabilirsiniz ama canlılık bir anda yaratılmamıştır, evrimle olmuştur’ gibi yine sinsi bir yönlendirme yapılmaya çalışılır.
Ancak bütün ilahi dinlerde bir anda yaratılış vardır. Evrim teorisinin iddia ettiği gibi kendi kendine cansız maddelerden canlılığın tesadüfen oluştuğuna veya canlıları Allah'ın evrimi vesile ederek yarattığına dair hiçbir açıklama yoktur. Bu kesin bir gerçek olduğu için bilimsel kanıtlar da bu yöndedir.
Diğer bir toplum mühendisliği çalışması da evrim teorisinin dokunulmaz olmasını sağlamak için yapılır. Bu öyle etkili yürütülür ki günümüzde evrimci görüşün reddedilmesi sözde bilim ve modernlik karşıtı olarak görülmektedir. Bir kişi evrim teorisinin hiçbir bilimselliği olmadığını ve tüm iddiaların sadece dogmalar üzerine kurulduğunu görse dahi bunu ifade edemez. Çünkü evrimci olmak modern olmakla eşdeğerdir algısı oluşturulmuştur.
Oysa evrimi reddetmek bilimselliği ya da modernliği kabul etmemek değildir. Darwinizm modern değil, tam tersine ilkel bir teoridir. Evrim teorisi binlerce yıl öncesine ait pagan toplumlardaki putperest inançların günümüzdeki karşılığıdır. Pagan toplumlarda da tesadüflerin canlılığı oluşturduğu yanılgısına inanılmış, tesadüfler ilahlaştırılmıştı. İşte günümüzün evrimcileri de geçmişteki pagan toplumların fikirlerini savunmaktadırlar.
Evrim teorisi, yeryüzündeki canlıların bir miktar çamurlu suda tesadüfen oluşan bir hücreden ortaya çıktığını iddia eder. Bu saçma iddiaya göre tek bir bakteriden insana kadar her canlı bir başka canlıdan türemiştir. Sudaki bazı omurgası canlılar zamanla güya balıklara, balıklar amfibilere, amfibiler sürüngenlere, sürüngenler de güya kuşlara dönüşmüştür. Yani evrimin akıl dışı iddiasına göre tüm canlılık tesadüflerin sonucu olarak cansız maddelerden oluşmuştur. Tıpkı en eski pagan inanışlarında olduğu gibi. Bu mantıksızlığın özeti şudur; Evrim en ilkel pagan inancıdır.
Tesadüf Dini Evrim
Bu hayal ürünü teoriye göre canlıların türeyişinin tek nedeni tesadüftür. Evrimci görüş, bir canlıyı oluşturan tüm bileşenlerin kör tesadüflerin ürünü olduğunu, kuşların uçmak için mükemmel kanatlara, balıkların yüzmek için ideal yüzgeçlere, ağaçların fotosentez yapmak için kusursuz hücrelere tesadüfen sahip olduklarını iddia eder. Bunun da ötesinde bu dogmatik görüş, hücrenin içindeki organallerin her birinin tesadüfen ortaya çıktığı iddiasındadır. Mitokondrilerin hücre için tesadüfen enerji üretir hale geldikleri, kofulların fazla maddelerin depolanması için rastlantıyla oluştukları, ribozomların tesadüfen protein sentezlemeye başladıkları şeklindeki mantıksızlıkları öne sürer.
Tabii ki Darwinistlerin tesadüf açıklamaları, acizlik içindeki bir çırpınıştan başka bir şey değil. Bilim ilerledikçe yeni bulgular evrim teorisini iddia ettiği tesadüf masallarını her gün daha fazla çürütüyor.
Evrendeki mükemmel uyum ve hassas dengeler evrende hiçbir şekilde ve hiçbir aşamada tesadüfe yer olmadığını gösteriyor. Bilimin ilerlemesiyle ortaya çıkan gerçekler yerin, göğün ve var olan her canlının müthiş detaylarla yaratıldığını ispatlıyor.
Evrimciler her biri muhteşem birer yaratılış delili olan canlıların ortaya çıkışını tesadüflerle açıklayamamanın acizliğini her geçen gün daha fazla hissediyorlar. Bu nedenle son zamanlarda ‘aslında biz tesadüf demiyoruz, programlı rastlantı ya da olasılıksal durum diyoruz’ gibi garip tanımlamalarla içine düştükleri çıkmazdan kurtulmaya çalışıyorlar. Çünkü onlar da tesadüflerin doğadaki muhteşem yaratılışı açıklayamadığını çok iyi biliyorlar.
Darwinistler, konuşmalarına bilimsel görüntüsü vermek için sözde ‘halkın anlayamayacağı kadar derin mevzular bunlar’ imajı oluşturmaya çalışırlar. Konuyu daha karmaşık göstermek için konuşmalarını tesadüfsel rastlantı, rastlantısal sürüklenme, rastsal süreçler şeklindeki mantıksız ifadelerle süslerler. Ancak bu yaptıkları sadece aciz bir gizlenme çabasından ibarettir.
Bilimsel her bulgu, evrim teorisinin geçersizliğini bir kere daha ispatlar. Evrimcilerin hiçbir taktiği, evrendeki ince ayarın, uyumun ve aklın tesadüfen oluşmayacağı gerçeğini saklayamaz.
Oxford Üniversitesi'nde tabii bilimler doktorası yapmış ve 1973 yılında Nobel Tıp Ödülünü kazanmış olan Nörofizyolog Sir John Eccles, yaşamın tesadüflerle açıklanamayacağını şöyle ifade etmiştir:
“Eğer her şeyde bir amaç ve tasarımın hakim olduğuna inanmazsanız, o zaman her şeyin sadece tesadüf ve gereklilikten ibaret olduğunu öne sürebilirsiniz. Ama varoluşunuzu açıklamak için tesadüf ve gerekliliğe bağlı kalmak aptalca bir şeydir. Bütün hayat ve elbette bütün insanlar, kusursuz bir yaratılış planının parçasıdırlar.”
Tesadüfler konusundaki açık sözlü otoritelerden birisi de, Sicim Kuramı'nın öncüsü, teorik fizikçi Michio Kaku'dur. Kaku, tesadüf kavramının bilimsel açıdan anlamsızlığını da şöyle özetler:
“Ben bir zeka tarafından yaratılan kurallarla oluşmuş bir dünyamız olduğu sonucuna vardım. İnanın bana, bugün tesadüf diye adlandırdığımız hiçbir şey artık mantıklı gelmeyecek. Benim açımdan bizim evrensel bir akıl tarafından yaratılmış, şekillendirilmiş, kanunlarla yönetilen bir planla var olduğumuz açık, tesadüflerle değil.”
Tesadüf bilim değildir.
Evrendeki mükemmellik tesadüflere asla yer olmadığını gösterir. Tesadüf bilim değildir. Biyoloji bilimdir. Fizik, kimya, astronomi bilimdir. Paleontoloji bilimdir. Tüm bilim dallarının gösterdiği gerçek ise tesadüflerin asla canlılık oluşturamayacağıdır. Bugün bilim, evrende tesadüflere yer olmadığını gösteren pek çok veri elde etmiştir. İşte onlardan bazıları.
Atom çekirdeğindeki parçacıkları birbirlerine bağlayan güçlü nükleer kuvvet çok kritik bir değerdedir. En güçlü nükleer kuvvet biraz daha farklı olsaydı, atom çekirdeğini oluşturacak protonlar ya bir arada tutunamayıp uzaya dağılıp gideceklerdi ya da evrendeki bütün protonlar birbirleriyle birleşmeye çalışacaktı. Dolayısıyla atomlar, moleküller hatta orta boy yıldızlar, süpernovalar ve elbette ki gezegenler var olamayacaktı.
Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir noktadadır ki, Big Bang'ten sonraki birinci saniyede bu oran, eğer yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı, evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi.
Dünyanın büyüklüğü tam olması gerektiği kadardır. Daha küçük olsa yerçekimi çok zayıflayacak ve atmosferi dünyanın etrafında tutamayacaktı. Daha büyük olsaydı bu kez de yerçekimi çok artacak ve bazı zehirli gazları da tutarak atmosferi öldürücü hale getirecekti.
İnsan vücudu başta hücre olmak üzere birçok bileşenden oluşan, oldukça kompleks yapılı sistemlere sahiptir. Kırk ana parçadan oluşan göz gibi bir organ veya kanın pıhtılaşması için zincirleme kimyasal bir süreç ancak bütün bileşenler aynı anda var olduğunda çalışır. Parçalardan biri var olmadığında organ ya da kimyasal süreç hiçbir işe yaramaz.
Enzimlerdeki bilgi Allah'ın sonsuz aklının tecellisidir. Çünkü enzimler, katıldıkları reaksiyonları, katalize edilmemiş reaksiyonlara göre 1 milyon ila 1 trilyon kat hızlandırırlar. Özetle, eğer enzimler olmasaydı canlılıktan söz edilemezdi.
Klasik fiziğin öncüsü Isaac Newton, evrendeki mükemmel dengeyi ve bunun tesadüfler sonucu oluşmasının imkânsız olduğunu şöyle ifade etmiştir:
“Ateizm çok saçma. Güneş sistemine baktığımda dünyanın güneşe uzaklığının doğru miktarda ısı ve ışık alacak şekilde tam doğru mesafede olduğunu görüyorum. Bu tesadüf eseri değildir.”
Charles Darwin'in kendisi bile otobiyografisinde, uçsuz bucaksız mükemmellikteki evrenin kör tesadüfler sonucu oluşmasının imkansızlığını şöyle itiraf etmiştir:
“Allah'ın varlığına ilişkin başka bir argüman beni daha fazla ikna ediyor ve etkiliyor ki bu duygulardan çok akılla ilgilidir. İnsan da dahil olmak üzere bu devasa ve olağanüstü evrenin kör tesadüf veya gereklilik sonucunda meydana gelmiş olması çok zor, işin gerçeği imkânsız. Dolayısıyla düşündüğümde, bir anlamda insan aklına benzer bir akla sahip bir ilk neden olduğunu hissediyorum.”
Charles Darwin'in gerçekte bahsettiği güç, insan aklından kuşkusuz çok daha güçlü ve kudretli, insan aklını ve bununla birlikte tüm kainatı yaratıp var eden, tek ve mutlak güç olan Yüce Allah'tır.
Tarihin ilk çağlarından gelen bir putperest inanç, evrim.
Kompleks bir yapının bir anda kendi kendine oluşması kesinlikle tesadüflerle açıklanamayacak bir durumdur. Örneğin ağaçların arasında bulduğunuz son model bir arabanın, ormandaki çeşitli elementlerin milyonlarca yıl içinde tesadüfen bir araya gelerek ortaya çıktığını düşünmezsiniz. Arabayı oluşturan tüm ham madde, cam, demir, plastik, kauçuk, elektronik devreler vs. topraktan ya da onun ürünlerinden elde edilmektedir. Ama bu durum size bu malzemelerin tesadüfen oluşup sonra da uyum içinde bir araya gelerek, sonuçta ortaya böyle bir araba çıkardıklarını düşündürmez.
Elbette ki akıl ve mantıkla düşünen bir insan, arabanın bilinçli insanlar tarafından tasarlandığını, bir fabrikanın ürünü olduğunu anlayacaktır. Çünkü kompleks bir yapının aniden bütün olarak ortaya çıkması, onun bilinçli bir irade tarafından var edildiğini gösterir. Canlılık da barındırdığı tüm kompleks sistemler de elbette üstün bir ilmin ve iradenin ürünüdür. Yani yüce Rabbimiz Allah'ın yaratmasıyla var olmuştur.
Evrimciler ise tesadüflerin ortaya son derece kusursuz yapılar çıkarabileceklerine inanmakta, aklın ve bilimin dışına çıkmış olurlar.
Tesadüf, Allah'ı inkar etmek için en eski çağlardan beri ortaya atılan pagan dinlerindeki puttur. Darwinizm de tesadüfün put haline getirildiği pagan dininin günümüzdeki adıdır. Bugün Allah'ı inkar etmek için insanlara Darwinizm adı altında geçmişteki putperest dinlerin yeni bir şekli sunulmaktadır. Tarihe dönüp baktığımızda bu putperest dinin temel inançlarına çok eski çağlarda rastlarız.
Şimdi birkaç örneğini vereceğimiz pek çok pagan yani putperest kavmin inancı, bugünkü evrimcilerin iddialarıyla oldukça benzerdir.
Antik Pagan Dinlerde Evrim.
Evrim düşüncesini ilk ortaya atan kişi Charles Darwin değildi. Evrim fikri eski çağlardaki bütün pagan yani putperest din ve felsefelerde hep ana unsur olmuştur. İlkel bir bilim anlayışına sahip olan pek çok antik toplumda evrim kuramıyla birebir örtüşen batıl inançlar hakimdi. İşte bugünkü toplumlara dayatılan evrim teorisinde de bu eski batıl dinlerden gelen sürecin izleri takip edilmektedir. Herhangi bir bilimsel gözlem, araştırma ya da deneye ihtiyaç duyulmamaktadır. Aradan binlerce yıl geçti. Bilim ve teknoloji ilerledi. Kimya, biyoloji, paleontoloji, astronomi ve birçok bilim dalında yeni bulgular elde edildi. Her bilimsel bulgu evrim teorisinin iddialarını çürüttü ve çürütmeye de devam ediyor. Ancak felsefi misyonundan dolayı hala Darwinizme bir din gibi inanılıyor ve yanlışlığını ispatlayan tüm bilimsel gelişmelere rağmen bu batır inanç terk edilmiyor.
Eski Sümer'de Putperest Varoluş Efsanesi.
Sümerler M.Ö. 4500 yıllarında Mezopotamya'da kurulan bir medeniyettir. Günümüzden 6500 yıl önce yaşamış bu medeniyetin, putperest inançları bugünkü evrimci idealarda büyük benzerlik gösterir.
Sümerler'den kalan Enûma Eliş adlı yazıtta anlatılan hikayeye göre, ilk başta bir su karmaşası vardı ve bu su karmaşasının içerisinden birdenbire Lahmu ve Lahamu adlı sözde tanrılar ortaya çıkmıştı. Bu batıl inanışa göre putlar ilk önce kendi kendilerini var etmişler, daha sonra da sözde evrimleşerek diğer maddeleri ve canlıları oluşturmuşlardı. Yani Sümer efsanelerine göre canlılık, cansız su karmaşasından birdenbire oluşmuş ve sözde evrimleşerek gelişmişti.
Eski Sümer varoluş efsanelerinden gökyüzündeyken anlamına gelen Enuma Eliş destanı şöyle başlar:
“Adı yokken göğün daha, yerin daha adı yokken, ilkel su, absu, tatlı su, anaları tiamat, tuzlu su, kaos, suları birbirine karıştı. Göklerin ortasında tanrılar oluştu. Lahmu ve Lahamu var oldu.”
Lahmu ve Lahamu, tatlı su putu absu ve tuzlu su putu tiamatın karışarak oluşturulduğu ilkel su kaosundan meydana gelen tesadüf putlarıydı. -Haşa- diğer tanrılar da bu su karışımı içinde ortaya çıkmışlardır. Evrimcilerin insanın ortaya çıkışıyla ilgili iddiaları Sümer inancıyla birebir örtüşmektedir. Öyle ki Sümerlilerin efsanesine göre insan ırkının oluşturulması için Prens Ea adındaki put görevlendirilmiş, Prens Ea mevcut maymun adam ya da maymun kadınların yapılarını değiştirmiş, böylece bir insan ırkını oluşturmuştur.
Sümer efsanesinde sadece hayvanların değil, insanın türeyişi hatta evrenin varoluşu dahi evrimci unsurlarla doludur. Sümerlerin efsanesinde, ‘gezegenlerin düzeni, yıldızların yapısı, evrendeki denge, absudan saçılan muazzam ilkel maddeden meydana gelmiştir’ şeklinde mantıktan uzak ifadeler geçmektedir.
Batılı Hindu felsefesinde evrim inancı
Binlerce yıl önce Hinduizmde de evrim inancı savunuluyordu. Batıl Hindu felsefesine göre evren, Prakriti adı verilen tohum halindeki sonsuz ve algı ötesi bir maddeydi. Daha sonra Purusha adı verilen ruhla bağlantıya geçerek evrimsel bir sürecin başladığı düşünülüyordu. Bu sapkın inanış, çeşitli aşamalarla canlı cansız tüm maddelerin bu ilk maddeden evrimleşerek oluştuğunu ve bugünkü evrenin var olduğunu savunuyordu. Özetle pagan Hindu inanışında da tıpkı evrim teorisinde olduğu gibi canlıların cansız maddelerden kendi kendine oluştuğu yanılgısına inanılıyordu.
‘Sivrisinekler, tatarcıklar, sinekler, kurtlar ve bu şekildeki ısı kaynaklı türler nemden oluşmuştur.’
Hindular hayatın cansız maddelerden başladığına ve daha sonra gelişerek insanın var olduğuna inanmaktalardı.
‘20 bin tür bitki, 900 bin tür deniz canlısı, 900 bin tür sürüngen ve amfibi, 1 milyon tür kuş, 3 milyon tür diğer hayvanlar, 400 bin tür insansı maymunlar ve daha sonra 200 bin insan türü oluştu ve insan mükemmelliğe ulaşmak için amaca yönelik faaliyetiyle ilgilendi.’
5 bin yıl önce yazıldığı kabul edilen bu yazıtlarda hayali evrim ağacı açıkça görülebiliyor. Buna göre canlıların basit bir bitki formundan deniz canlılarına, sonra amfibi ve sürüngenlere, daha sonra çeşitli hayvanlara, daha sonra maymunsu varlıklara dönüştüğü ve en sonunda da insanın oluştuğu iddia edilmektedir. Görüldüğü gibi binlerce yıl önceki putperest Hinduizm dinindeki anlatımlar, bugünkü Neo-Darwinist anlatımlarla büyük paralellik göstermektedir. Biraz daha detaylı incelersek Hinduizm inanışında, Darwinizmin etkisiyle ırkçılığında ilk adımlarının atıldığını hemen görebiliriz.
‘Dört zümre vardır. Brahmin, Setriya, Vaysa ve Sudra.’ Bu yazıtta bahsedilenler sözde insanın evrimi hikayesiyle aynıdır. İnsanlar içinde bir hiyerarşi oluşturulmuştur. Buna göre Sudra olarak isimlendirilenler zencilerdir. Vaysa daha açık cilt rengine sahip olan insanlardır. Kshatriya açık renkli savaşçı sınıftır. Brahminler ise Aryan ırkıdır. Yani Hindu felsefesinin kralları ve rahipleridir. Görüldüğü gibi sapkın antik Hindu inanışları her açıdan bugünkü evrim düşüncesine çok benzemektedir.
Antik Mısır'daki Batıl İnançlarda Evrim
Evrim inancı, Antik Mısır uygarlığının batıl inançlarında da yer alır. Antik Mısır'da varoluş efsaneleri piramitlerde, tapınaklarda, mezarlarda ve papirüslerde bulunan hiyerogliflerde anlatılır. Bu yazıtlarda yeryüzü ve evrenin karanlıktan ve sürekli dönen karmaşadan oluştuğu iddia edilmektedir. Antik Mısır hiyerogliflerinde ilk başta şekli ve amacı olmayan sonsuz karanlık suyun dışında hiçbir şey olmadığı yazmaktadır.
‘İlk başta sadece su vardı. Kaynayan ve dalgalı bir su karmaşası. Buna Nu ismini veriyorlardı. Her şey Nu’dan başladı. Ve bütün ilahları sırayla bu ilkel su kaosundan çıktı. İlk ilah Atum'un gözyaşlarının yeryüzüne dökülmesiyle de ilk kadın ve erkek oluştu.’
Mısırlılar ilk bitkinin ilkel sulardan çıkan mavi nilüfer çiçeği olduğuna inanıyorlardı. Mısırlıların hayvanların ortaya çıkışıyla ilgili batıl inançları da, ‘yılan, kurbağa, solucan ve fareler, su baskınlarıyla taşan Nil ırmağının çamurlarından kendi kendine oluşmuşlar’ şeklinde ifade edilir.
ESKİ YUNANDA EVRİM
Eski Yunanlar da evrim fikrini benimsemişlerdi. Eski Yunan'ın meşhur birçok filozofu evrimci anlatımlarda bulunmuştur. Sırayla inceleyecek olursak, eski Yunan'daki en eski felsefecilerden biri olan Thales'in iddialarına göre her şey kendi kendisine ve doğal olaylarla gelişmiştir. Thales, tüm canlıların sudan, kendiliğinden tesadüfen oluştuğunu iddia etmiştir. Önce bitkilerin, sonra hayvanların ve en son olarak da insanların sudan çıktıklarını savunmuştur.
M.Ö. 610 yıllarında yaşayan Anaksimandros ise, “insanlar en başta bir çeşit hayvana benziyordu, yani balığa” demiştir. Anaksimandros, ilk hayvanların dikenli ve pullu kabuklara sahip olduğunu ve denizlerde yaşadıklarını iddia etmiştir. Bu balığa benzeyen yaratıkların değişim geçirdiklerini ve karaya geçtiklerini, sonrasında ise burada sözde pullarının döküldüğünü ve insana dönüştüklerini öne sürmüştür.
Eski Yunan'daki bir diğer felsefeci olan Empedokles de öğretilerinde tesadüfleri ilah edinmiştir. “Hayvanlar âleminin büyük bölümü şans eseri yani tesadüfen oluşmuştur” demiştir. Daha sonra gelen Demokritos, ilkel insanlardan bahsetmiş, ilkel insanların anlaşılmaz ve karmaşık sesler çıkartarak konuştuğunu ve daha sonra yavaş yavaş kelimeleri söylemeye başladıklarını iddia etmiştir.
Plato'nun öğretileri de doğal seleksiyonu anlatmaktadır. Plato, “canlıların birinden diğerine değişiminin temelleri bunlardır” şeklinde iddiasını açıklamıştır.
Antik Yunan felsefecilerinden bahsedip de Aristo'dan bahsetmemek olmaz. Aristo iddialarını Scala Naturae yani büyük varlık zincirinde şöyle ifade etmiştir. “Doğa yavaş yavaş adım adım cansız maddelerden canlı varlıklara gelişmiştir.”
Ardından gelen Epikür ise tamamen tesadüfleri ilah olarak kabul etmiştir. Epikür de kendince her şeyin rastlantılarla atomlardan oluştuğunu iddia etmiş, -haşa- bir Allah'a ihtiyaç olmadığını, çünkü tüm evrenin atomların tesadüf eseri hareketleriyle oluştuğunu savunmuştur.
Yunanlılardan sonra gelen Romalı filozof Büyük Plinius ise Allah'ın varlığını reddeden ve -haşa- tesadüfleri ilah edinen felsefesini şu şekilde özetlemiştir: “ŞANS TANRININ YERİNİ ALIR.”
BİLİMSEL TÜM BULGULAR YARATILIŞI İSPATLAR
Antik pagan toplumlarının batıl inanışlarının üzerinden binlerce yıl geçti. Birçok teknolojik gelişme oldu ve buna paralel olarak bilimsel bulgular elde edildi. Ancak hiçbir bilimsel bulgu evin teorisini desteklemedi. Tam tersine çürüttü.
Her yeni bilimsel keşif evrim teorisine bir darbe daha vurdu. Bunun yanı sıra proteinlerin tesadüfen meydana gelemeyişinin bilimsel keşfi, bulunan 700 milyondan fazla fosil ve bütün diğer bilimsel araştırmalar, incelemeler, bulgular hepsi yaratılışın gerçek olduğunu bize gösterdi. Bilim tüm dallarıyla yerin, göğün, insanların ve tüm canlılığın yaratıldığını ispatladı.
Şimdi evrim teorisinin geçersiz, yaratılışın bilimsel bir gerçek olduğunu gösteren birkaç delilden bahsedelim.
Fosiller
Evrim teorisi, canlıların tek bir ortak atadan geldiklerini, canlıların sözde çok uzun zaman içinde birbirine eklenen küçük değişimlerle farklılaştıklarını iddia eder. Eğer bu iddia doğru olsaydı, tarihte farklı canlı türlerini birbirine bağlayacak çok sayıda ara türün yaşamış olması gerekirdi. Darwin bu gerçeği şu şekilde itiraf etmiştir:
“Eğer teorin doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara geçiş çeşitleri mutlaka yaşamış olmalıdır. Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir.”
Darwin'in bu beklentisine karşın evrimciler, 160 yılı aşkın çabalarının sonucunda tek bir tane bile ara fosil bulamamışlardır. Bugüne kadar bulunan 700 milyonun üzerinde fosilin hepsi, tam simetrik ve tüm yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayacak özelliklere sahip, mükemmel canlılara aittir ve günümüzde yaşayan örnekleriyle birebir aynıdır. Milyonlarca yıl boyunca hiçbir değişime uğramamışlardır.
Proteinler
Evrim teorisinin en büyük yanılgılarından biri, canlılık gibi son derece kompleks, üstün özelliklere ve işlevlere sahip bir yapının tesadüfen kendi kendine oluştuğunu iddia etmesidir. Canlı hücrelerin yapı taşları proteinlerdir. Proteinlerin her biri son derece kompleks yapılardır. Her biri olağanüstü bir organizasyon ve mükemmel bir planlamayla vücutta çok hayati görevler üstlenir. Proteinlerin üretimi, işlevleri ve tasarımlarında hayranlık uyandıracak detaylar vardır. Bir proteinin var olabilmesi içinse yine proteinler gereklidir. Yani proteinler olmadan bir protein oluşamaz. Yüzlerce farklı protein mükemmel kompleks yapılarıyla aynı zamanda aynı yerde çalışır durumda var olmadığı sürece tek bir tane bile proteinin meydana gelmesi imkansızdır. Charles Darwin'in kendisi, ilk protein için tüm şartlar sağlanıp oluşsa bile, bu proteinin bir canlı organizma içinde olmaksızın yaşamını sürdürmeyeceğini itiraf etmiştir.
Genellikle bir canlının ilk üretimi için gerekli olan ve mevcut olabilecek tüm koşulların şu anda da mevcut olduğu söylenir. Ama eğer, ki bu çok büyük bir eğer, içinde her tür amonyak ve fosforik tuzların bulunduğu küçük sıcak bir su birikintisi içerisinde ışık, ısı, elektrik varken bir protein bileşeninin daha da karmaşık değişikliklere maruz kalmaya hazır şekilde kimyasal olarak oluşabileceğini tahayyül edebilecek olsak bile, mevcut durumda böyle bir madde anında yok olur ya da emilirdi.
İNDİRGENEMEZ KONKLEKSLİK
Darwinizmin bütün iddiaları kademe kademe gelişim senaryosuna dayanır. Oysa 20. yüzyıl biliminin ortaya çıkardığı indirgenemez kompleks organlar bu senaryoyu ve onunla birlikte tüm evrim teorisini yıkmaktadır. İndirgenemez kompleksliğe sahip bir sistemin kademe kademe tesadüflerle oluşması imkânsızdır. Çünkü sistem eksiksiz ve kusursuz olmadıktan sonra hiçbir ara kademe işe yaramayacaktır. İşe yaramayan bir ara kademenin ise evrimin kendi mantığına göre doğal seleksiyon tarafından elenip yok olması gerekir.
Bugün canlılarda bir proteinden bir organa kadar indirgenemez komplekslikte binlerce yapı olduğu anlaşılmıştır. Son bilimsel araştırmalar ve tespitler canlıların mükemmel tasarlanmış yapılara sahip olduklarını ortaya koymuştur. Bu, onların asla tesadüfler sonucunda kendiliğinden oluşamayacaklarını ispatlamaktadır.
CANLILARDAKİ TASARIM
Evrimcilerin sözde değişimin sebebi olarak iddia ettikleri mutasyonlar doğada gerçekleştiklerinde çoğu zaman canlıların ölümüne yol açmakta ya da asimetrik, sakat canlılar oluşturmaktadır. Mükemmel genetik yapıya gelen yıkıcı darbeler olarak tarif edebileceğimiz mutasyon sadece zarar ve bozulma meydana getirir. Oysa kelebeklerin kanatlarından insan bedenine kadar hemen tüm canlılar düzen ve simetriye sahiptir. Canlılardaki mükemmel simetri, altın oran, kimyasal hassas ölçümler ve tüm tasarımsal özellikler, yaratılışın açık bir delilidir. Mutasyonlar veya tesadüfi herhangi bir süreç, mükemmel bir tasarımı hiç yoktan oluşturamaz.
BİGBANG
Delillerin en ünlüsü, belki de en çok bilineni, evrenin başlangıcını açıklayan büyük patlama yani Big Bang teorisidir. Bugün tüm bilim dünyası tarafından kabul edilen bu teoriye göre evren yoktan bir anda var olmuş ve genişlemeye başlamıştır. Bu genişleme günümüzde de devam etmektedir.
KAMBRİYEN PATLAMASI
Darwinizmin geçersizliğini ortaya koyan bir diğer bilimsel bulgu ise kambriyen patlamasıdır. Yeryüzü tabakaları incelendiğinde, dünyadaki canlılığın kambriyen devrinde birdenbire ortaya çıktığı görülür. Günümüzdeki hayvan gruplarının tamamı, hatta daha fazlası, kambriyen döneminde vardır. Bunların bir kısmının soyu tükenmiştir. Bu canlılar zamanla kademe kademe ortaya çıkmamış, aksine tarihin daha en başından kambriyen patlamasıyla bir anda ortaya çıkmış ve günümüze dek azalma göstermiştir. Bu gerçek, sözde ilkelden gelişmişe doğru artan evrim ağacı safsatasının tarihe karıştığını göstermektedir.
DARWİNİST DİKTATÖRLÜK
Tüm bu açık delillere rağmen evrim dininin mensupları Darwinizmi hala bilimsellik ambalajıyla insanlara sunuyor. Ne var ki evrimcilerin kullandığı tek sunuş tekniği bu değil. Karşı fikirde olanları yani yaratılış gerçeğini açıklayanları akademik kurumlarda barındırmıyorlar. Bu totaliter yaklaşım evrim teorisini sözde somut bir gerçek gibi toplumlara empoze ederken bir yandan da bilimsel çevreleri baskı altında tutuyor. Günümüz biyologlarının çoğu üniversitelerde kariyerlerine devam edebilmek için mecburen bu pagan dinine inanan bir üslup kullanmak zorunda kalıyorlar. Bu sistemi kabul etmeyenler ise ya üniversitede pasifize ediliyor veya bu kişilerin işlerine son veriliyor. Evrimi reddeden bilim adamları akademik kariyerlerinde yükselme imkanlarını yitiriyorlar.
Ünlü anatomi profesörü Thomas Dwight bu durumu entelektüel bir diktatörlük olarak şöyle nitelendirmiştir:
“Evrim konusunda kurulmuş olan diktatörlük, meselenin dışında olanların tahmin edemeyeceği kadar despot hale gelmiştir. Bu, sadece düşünce sistemimizi etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda terör çağlarını aratan bir baskıyı da sürdürüyor. Acaba bilim dünyası liderlerinden kaç tanesi düşüncelerini aynen açıklayabiliyorlar?”
Evrimci dayatmanın bir gereği olarak dünyada yaratılış gerçeğini savundukları için görevlerinden alınan çok fazla sayıda profesör vardır. Bunun bir örneği, okullarda yaratılışın da okutulması önerisinde bulunduğu için alelacele görevinden alınan İngiltere Kraliyet Akademisi Eğitim Direktörü Michael Rees'tir. Prof. Robert Marx, Dr. Michael Egner, Dr. Caroline Crocker, Dr. Guillermo González ve Dr. Richard M. Sternberg, yaratılış gerçeğini savundukları için görevlerinden alınan diğer bazı akademisyen ve bilim insanlarıdır.
İsrail'de Eğitim Bakanlığı Bilim Bölümü Başkanı Dr. Gabriel Avital, evrimi sorgulayan yazılı ve sözlü açıklamalarından dolayı görevinden alınmıştır. Üstelik bir bakanlık yetkilisi, İsrail'in en tanınmış gazetesi Haaretz'e, bu görüşlere sahip olan birisinin eğitim bakanlığında bilim adamlarının başında görev yapamayacağını ifade etmekten çekinmemiştir. Bir başka deyişle, bilimsellikle hiçbir ilgisi olmadığı ortaya çıkan evrim teorisine eleştiren bir kişinin yetkili bir makamda bulunması imkânsızdır. Bu uygulama ve söz konusu açıklama, Darwinist diktatörlüğün dünya çapında ne kadar güçlü ve etkili olduğunu gözler önüne sermektedir.
Putperest Evrim Dininin Amacı
Savunucuları her ne kadar teorilerini bilimsellik kılıfına uydurmaya çalışsalar da, evrim teorisi ilkel bir putperest inancıdır. Bilim değil, batıl, sapkın bir dindir. Bu nedenle evrim teorisinin katı savunucularının görüşlerini bilim gibi sunmaktan vazgeçip, ‘biz pagan inancı içerisindeyiz. Bizim bu putperest inancımıza saygı duyun’ demeleri daha doğru olur.
Ancak bilimsel bir gerçekliği olmamasına karşın evrimin yasaklanmasına gerek yoktur. Evrimcilerin fikirlerini bilimsel açıklama yerine kişisel inancını belirtme şeklinde ifade etmeleri doğru olacaktır.
Bugün okullarda evrimin bilimsel bir gerçekmiş gibi okutulması, ‘gelin size pagan dinini öğretelim’ demekten başka bir şey değildir. Bu nedenle evrim teorisinin müfredattan kaldırılması yerine okullarda pagan dinleri anlatan bölümde ya da tarih dersleri içinde batıl bir din olarak anlatılması daha uygun olacaktır.
Darwinist Pagan dininin tek bir amacı vardır. Allah'ın vahyine dayalı halk dinlerin, özellikle tahrif olmamış tek din olan İslam'ın yerini almak ve onları ortadan kaldırmak, yani Darwinizm dini, Allah inancına oluşturulan bir karşı dindir. Nitekim şimdiye kadarki tüm pagan dinler de gerçekte bu amaca hizmet etmiştir. Kuran'da putperest Sebe Halkı hakkında şu bilgi verilmektedir:
Şeytandan Allah'a sığınırım: “Onu ve kavmini Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum. Şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir. Böylece onları doğru yoldan alıkoymuştur. Bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar. Ki onlar göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye yapmaktadırlar.” (Neml Suresi, 24-25)
Ayette, Sebe halkının batıl dinleri gereği güneşe secde ettikleri bildirilirken, çok önemli bir konuya daha dikkat çekilmektedir. Bu da putperest bir dini, insanlara süslü gösterenin şeytan olduğudur. Putperest dinler, şeytanın vahyine dayalıdır. Şeytansa bunu, insanlar Allah'a secde etmesinler diye yapmaktadır. Yoksa şeytan da Güneş'in tapınılacak bir ilah olmadığını bilmektedir. Tüm evreni olduğu gibi Güneş'i de yaratan Allah'tır.
Darwinizm dininin amacı, insanları Allah'a inanmaktan alıkoymaktır. Nitekim Darwinizm'in önde gelen kurucularından Julian Huxley ile bu amacı açıkça dile getirmiştir:
“Evrim bir zamanlar Tanrı'nın üstlendiği fonksiyonu yerine getirebilir. Yani insanoğlunun inanç ve umutlarını koordine eden güçlü bir prensip olabilir.”
Dolayısıyla putperest evrim dininin en önemli hedefi, insana tesadüfler sonucu var olduğunu ve dolayısıyla -haşa- Allah'ın var olmadığı yalanını kabul ettirmektir. İnsanların Allah'a karşı sorumluluğu olmadığı aldatmacasını aşılamaktır. Evrimciler kendi ifadelerinde de bunu sık sık vurgulamakta ve insanın kendi ustası ve amiri olduğunu ve sadece kendine karşı sorumlu olduğu telkinini vermektedirler.
Oysa Allah Kuran'da insanları bir damla sudan yaratmış ve ona sorumsuz bırakılmadığını bildirmiştir:
“İnsan kendi başına ve sorumsuz bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak emri oldu, derken Allah onu yarattı ve bir düzen içinde biçim verdi. Böylece ondan erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı. Öyleyse Allah, ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir?” (Kıyamet Suresi, 36-40)
İnsanın dünyada bulunuş amacı Allah'a kulluk etmesidir. Bu gerçeği bildiren Kuran ayeti de şöyledir:
“Ben cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat Suresi, 56)
Allah insana bir düzen içinde biçim vermiş ve dünya hayatını onun için bir deneme süresi ve mekanı kılmıştır. İnsan bu süre içinde yaptığı her hareketten, söylediği her sözden, yazdığı her kelimeden ve aklından geçirdiği her düşünceden sorulacaktır. Çünkü hepimiz Rabbimize karşı sorumluyuz. İşte bu nedenle bugüne kadar putperest evrim dininin etkisi altında kalan hatta evrimi savunan kişilerin de bu etkiden bir an önce sıyrılmaları elzemdir. Bu kişiler üzerlerindeki bu şerefli sorumluluğun farkına vararak kazançlı çıkacak ve Rabbimiz olan Allah'ı sevmenin ve O'nun himayesi ve koruması altında olmanın rahatlığını ve güvenini yaşayacaklardır. Aksi takdirde Şeytandan Allah'a sığınırım: “Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar. Dosdoğru yolu, rüşt yolunu da görseler yol olarak benimsemezler.” Ayetinde bildirildiği tutucu insanlar olmaktan kurtulamayacaklardır. Ve putperest bir din içinde batıl bir hayat yaşarken hiç ummadıkları bir anda hesap günüyle karşılaşacak ve Rabbimizin huzurunda bunun hesabını veremeyeceklerdir.