Harika Bilim - 3. Bölüm

44267

- Bilim adamları kilo almayı durduran besini keşfetti.
- Kuşların gece göçleri hakkında bilinmeyenler
- Göktaşlarının önlenemez artışı devam ediyor
- Motor kasları kontrol eden süper işlevli protein keşfedildi.
- Kendini deniz taşıtına dönüştürebilen bir canlı var.
- Güneş’teki patlamalar dünyayı nasıl etkiliyor?
- 50 milyon yıl önce kuşların neyle besleniyordu?
- Ahtapotların vantuzları neden birbirlerine yapışmaz?


A9TV Televizyonu Adnan Oktar Harun Yahya Sohbetler Belgeseller A9 TV Yeni Frekansımız: Türksat 3A Uydusu FREKANS: 12524 Dikey Batı Sembol Oranı: 22500

 

SUNUCU: Harika Bilim’in 3. Bölümü’yle karşınızdayız. Bu ay da bilim dünyasında yaşanan son gelişmelerle ilginizi çekecek konular hazırladık. Bakalım başlıklarımız neler?

 

DIŞ SES:

-Bilim adamları kilo almayı durduran besini keşfetti. Geleceğin süper akıllı gıda türü nedir?

-Gece gökyüzü trafiğinin Boğaziçi Köprüsü trafiğinden daha yoğun olduğunu biliyor muydunuz?

-Dünyanın etrafında devriye gezen göktaşlarının önlenemez artışı ne anlama geliyor?

-Motor kasları kontrol eden süper işlevli protein keşfedildi.

-Hangi böcek türü kendini istediğinde deniz taşıtına dönüştürüyor?

-Güneşteki patlamaların etkisi sanılanın aksine çok uzağımızda değil.

-Bilim insanları 50 milyon yıl önce kuşların neyle beslendiğini keşfetti.

 

SUNUCU: Evet bu ayki programımızda oldukça minik olmalarına rağmen akıllı taktikler kullanarak binlerce kilometre mesafe yol alabilen ötücü kuşlarla başlıyoruz. Üç yüz gramdan daha hafif milyonlarca ötücü kuş, her yıl Orta ve Güney Amerika’dan binlerce kilometre uzağa göç ediyorlar. Bilim insanları bu tüy gibi hafif kuşların kaloriden tasarruf etmek için eliptik rotalar izlediklerini ve rüzgar yollarından yararlandıklarını tespit etti. Bakalım bu sevimli minikler profesyonel bir meteorolog gibi rüzgarları nasıl kullanıyorlar?

 

DIŞ SES: Cornell Ornitoloji Laboratuvarı’nın araştırmasına göre kara kuşları diğer göçmen kuşlara nazaran oldukça küçük olmalarına rağmen dar bir göç yolu izlemek yerine, ilk ve sonbaharda çok geniş bir coğrafyanın farklı yerlerinde bulunabiliyorlar. Kuş bilimcilerin, 93 kuş türü üzerinde yaptıkları gözlemlerde, bu kuşların nasıl göç ettikleriyle ilgili veriler toplanarak, bilgisayar ortamında modellendirme yapıldı. Bu araştırmada kara gerdanlı gri ötleğen, dağ bülbülü ve Amerikan bahçe kızılkuyruğu incelendi. Araştırma sonucunda bu kuşların rotalarını değiştirerek baharda güçlü pupa rüzgarından, sonbaharda ise daha az şiddetli pruva rüzgarlarından yararlandıkları anlaşıldı. Ayrıca bu türlerin tamamının özellikle gece saatlerinde yüksek irtifada uçtukları tespit edildi.

 

SUNUCU: Dikkat ederseniz yaklaşık 300 gramlık bu minik kuşlar rüzgar çeşitlerinin ne anlama geldiğini ve bunlardan nasıl faydalanacakları konusunda uzmanlar. Tecrübeli bir denizci gibi rüzgarları kullanıp, minimum enerji harcayarak göç etmeleri yaratılışlarındaki aklın işareti. Kuşların neden ve nasıl göç ettiği de uzun yıllardır araştırmacıların cevap aradığı sorulardan bazıları. Bu konuda büyük bir ilerleme kaydedilmesine rağmen asıl önemli noktalar hala gizemini koruyor.

Kuşların çoğunun yaşamsal faaliyetlerini gündüz gerçekleştirdiklerini biliyoruz. Ancak bu araştırmada raporlanan bir durum var ki kuşların uzun seyahatler için özellikle geceyi seçtikleri. Karanlıkta fark edemesek de gece gökyüzünde müthiş bir hareketlilik var. Dolunayda teleskopla yapılan gözlemlerde kuş yollarından saatte 9 bin kuşun geçtiği tahmin ediliyor. 9 bin kuş ne anlama geliyor dersiniz? Boğaziçi Köprüsü’nden her gün saatte yaklaşık 4 bin araç geçtiğini düşünürsek, bu rakam gökyüzü trafiğinin gece saatlerinde tahminlerin çok ötesinde bir yoğunlukta olduğunu gösteriyor. Ayrıca burada kuşlarda yaratılıştan var olan dikkat ve koordinasyon yeteneklerini de göz ardı etmemek lazım. Dikkat ederseniz kuşlar dar bir alanda müthiş bir yoğunluk içerisinde uçarken hiçbir çarpışma ve karmaşa oluşmaz. Kuşların bu gece göçleri, güneşin batmasından bir saat sonra başlar, gece yarısından biraz önce maksimuma ulaşır ve gün ağarana kadar yavaş yavaş azalır. Peki kuşlar acaba neden gece göç etmeyi tercih ederler?

DIŞ SES: Gece göçü kuşlara birçok avantaj sağlar. Bunlardan en önemlisi düşmanlarından korunmaktır. Gece göç eden kuşların büyük bir bölümü küçüktür. Bu yüzden gece karanlığında uçmak bu kuşlar için daha güvenlidir. Küçük kuşların yanı sıra güçlü uçucular olan ve okyanusta hiç durmadan 3.200 km'lik mesafeyi uçabilen bazı sahil kuşları da gece göç etmeyi tercih ederler. Çünkü bu kuşlar gündüzü avlanmakla geçirip, uzun gece uçuşları için ihtiyaçları olan yağı vücutlarında depolamak zorundadırlar. Gece göçünün bir başka avantajı da, çevre ısısının düşük olmasıdır. Gün boyunca kanatlarını durmaksızın çırpan kuşlar için güneş ışıkları aşırı ısınma riski oluşturur. Gece yolculuğunda ise bu risk ortadan kalkar. Kuşlar gece yapılan göçlerde havanın serinliğinden faydalanıp daha az su kaybederek vücut ısılarını düşürürler. Su kaybının minimuma inmesi ise verimliliği, dolayısıyla kat edilen mesafeyi artırır.

SUNUCU: İşte bunlar gece göç eden kuşların, çoğumuzun hiç aklına gelmeyen akıllı taktikleri. Tabii bunların yanı sıra gündüz uçmaya elverişli yaratılmış kuşlar da vardır. Ördekler, turnalar, martılar, pelikanlar, atmacalar ve kırlangıç gibi kuşlar gündüz göç etmeyi tercih ederler. Süzülerek uçma  yöntemini kullanan leylekler ve akbabalar da sadece gündüz uçarlar. Çünkü kanat yapıları ve uçuş şekilleri, ısı yayılmasına ve dağlara çarpan rüzgarların onları sürüklemesine uygun olarak yaratılmıştır. İşte bu şekilde hava akımından faydalanarak minimum enerjiyle maksimum mesafe kat ederler. Bu da kuşların dünyada ne kadar etkileyici bir taktik kullanarak uçtuklarını bize gösterir.

Şimdi sırada, özellikle gelişmiş ülkelerde ciddi bir sorun olan obeziteye karşı mücadelede yardımcı bir araştırma var. Bu araştırmayla lifli gıdaların beyne tokluk hissi sinyali gönderdiği keşfedildi. Bu sinyalin harekete geçmesine sebep olan ise tek bir molekül; asetat. Şimdi bu akıllı molekülün mekanizmasına bir bakalım.

 

DIŞ SES: Beslenme yoluyla alınan liflerin iştahı nasıl kestiğiyle ilgili araştırmalarda, lifli besinlerin sindirimi sırasında asetat adlı bir molekülün salgılandığı ve beyne iletildiğinde yemeyi durdurmamız gerektiği sinyalini ürettiği ortaya çıktı. Lifli besinler sindirim sisteminde bakteriler tarafından parçalanırken mayalanıyorlar. Mayalanma işlemi esnasında ise fazla miktarda asetat, atık madde olarak üretiliyor. Araştırmacılar PET taramaları yöntemiyle asetatın vücutta bağırsaklardan karaciğere ve kalbe, oradan da açlığı kontrol eden beyindeki hipotalamusa ulaştığını tespit ettiler. Bulgulara göre lifli besin sindirildikten sonra asetat, hipotalamusta birikiyor ve bir dizi kimyasal tepkimenin oluşmasına neden oluyor. POMPC nöronlarının harekete geçmesiyle, iştah baskı altına alınıyor.

 

SUNUCU: Bu yeni bulguyla vücudumuzdaki muhteşem işleyişin detayları hakkında biraz daha bilgi sahibi olduk. Biliyorsunuz lif; meyve, sebze, baklagil gibi doğal yiyeceklerde bulunuyor. İşlenmiş paketli gıdalarda, hazır yiyeceklerde lif oranı çok düşük. Özellikle gelişmiş ülkelerde hazır, işlenmiş yiyeceklerin tüketim oranı oldukça yüksek olduğu için lif tüketiminin az olmasına bağlı olarak obez insan sayısı çok yüksek. Aşırı kilo insan sağlığı için çok ciddi bir tehlike. Allah vücudumuzda harika bir sistem yaratmış. Yediğimiz besinler ve vücudun işleyiş sistemi birbiriyle tam uyumlu. Besinlerden aldığımız protein, karbonhidrat ve yağları hücrelerimiz kendi kullanacakları şekle dönüştürmede bir harikalar. Bu araştırmada da görüyoruz ki doğal gıdalar vücudumuza uyumlu olarak yaratıldıkları için sağlık açısından mükemmeller. Lifli gıdaların tüketimi sonucunda ortaya çıkan asetat molekülünün vücudumuzda başlattığı kimyasal işlemlerin keşfi, dünyanın en ciddi sorunlarından biri olan obezite için bir çözüm olabilir. Şimdi bilim insanları asetat molekülünü ilaç olarak kullanmanın yöntemleri üzerinde çalışıyorlar.

 

Sırada ateş karıncalarının müthiş koordinasyon yeteneklerini ortaya koyan bir çalışma var. Karıncaların görevi koloninin devamını sağlayacak olan larvayı suya hiç batırmadan gölden geçirmek. Ancak bunu yaparken çalı, çırpı veya benzeri herhangi bir araç kullanmayacaklar. Peki bunu nasıl başaracaklar dersiniz? Bu maceralı yolculuğun detaylarına birazdan bakacağız. Şimdi bu ayın en sevimlisi köşemizde bakalım kimler var?

 

SUNUCU: Oldukça uyanık olan mirketler fotoğrafçıya zor anlar yaşatmışa benziyor. Evet şimdi sırada merakla beklediğimiz yetenekli ateş karıncalarının maceralı yolculuğu var. Brezilya yağmur ormanlarında koloniler halinde yaşayan ateş karıncalarının toprak altındaki yuvaları çoğu zaman yoğun yağış altında kalır. Ateş karıncaları da kolonilerinin devamlılığını sağlayabilmek için müthiş bir yetenek gösterirler. Bir karınca kolonisi için toprak altında yuvaları olup da yoğun Muson Yağmurları karşısında hayatta kalabilmenin tek yolu vardır; yuvayı hızla terk etmek. Ancak yüzemeyen, derin suda batan karıncalar, bu ölümcül durumdan nasıl kurtulabilirler sizce? Sal yaparak. Evet, bir yanlışlık yok, doğru duydunuz. Ateş karıncaları müthiş bir koordinasyon ve işbirliği ile kendi bedenlerini sal haline getirip, batmadan su üstünde yüzüp karaya çıkarlar. Şimdi karıncaların bu mükemmel görevi tam olarak nasıl yaptıklarını birlikte izleyelim.

 

DIŞ SES: Brezilya yağmur ormanlarında yaşayan ateş karıncaları su baskınlarında yuvalarından çıkıp başka yerlere gidebilmek için vücutlarını birbirlerine kenetleyerek sal haline getirirler. Gerektiğinde bu pozisyonda aylarca suda yol alarak karaya ulaşıp kolonilerinin devamlılığını sürdürürler. Karıncaların oluşturduğu bugüne kadar tespit edilebilen en büyük salın çapı 20 cm’ydi ve bu sal toplam 12 bin karıncadan oluşuyordu.

 

SUNUCU: Peki karıncalar bu şaşırtıcı organizasyonu nasıl hayata geçiriyorlar? Bilim insanlarının tespitlerine göre ateş karıncaları, yuvalarına su girince hemen topluca dışarı çıkıp iki dakika içerisinde organize olup sal oluşturmaya başlıyorlar. Karıncalar yaşayabilecekleri yeni yerler keşfedinceye kadar kendi bedenleriyle oluşturdukları bu sal sayesinde haftalarca, hatta aylarca su üstünde yüzebiliyorlar. Ateş karıncalarının bu davranışlarını gözlemleyen bilim insanları bir adım daha ileri giderek bu karınca salının üç boyutlu yapısını farklı bir teknikle detaylı olarak incelediler. “Bir karınca bunu nasıl planlayabilir?” sorusunu kaçınılmaz olarak akıllara getiren bu sırrı şimdi izleyelim.

 

DIŞ SES: Georgia Teknoloji Enstitüsü’nden araştırmacılar, 2011 yılında ateş karıncalarının hayatlarını kurtarabilmek için nasıl birlikte çalışarak su geçirmez sallar inşa ettiklerini incelemeye başladılar. Salların köşelerine ve üst kısmına baktıklarında karıncaların vücut ağırlıklarından 400 kat daha fazla bir kuvvet ile çene kemikleri ve bacaklarını kullanarak birbirlerine tutunduklarını tespit ettiler. Bilim insanları bir mühendislik harikası olan bu salları daha detaylı inceleyebilmek için dondurdular ve minyatür bilgisayarlı tomografi cihazıyla tarayarak yapının en güçlü olan iç kısmını incelediler. Bu yöntemle karıncaların birbirleriyle nasıl bağlantı kurduklarını ortaya çıkardılar. Salın bir parçasını oluşturan her bir karınca ortalama 5 karıncaya kenetlenir. Karıncaların altı bacağı vardır, fakat pençelerini, yapışkan tabanlarını ve çenelerini de kullanarak her bir karınca yaklaşık 14 ayrı bağlantı oluşturur. Büyük karıncalarda bağlantıların sayısı 21’e kadar çıkar. Bu tomografik incelemede 440 karınca içinde yüzde 99’unun bacakları komşularına bağlanmış durumdaydı. Bu bağlantıların meydana getirdiği güç sayesinde güçlü akımlara rağmen sal parçalanmıyordu.

 

SUNUCU: Peki sudaki herhangi bir sarsıntıda batma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bu karınca salı nasıl olur da aylarca hiç batmadan su üstünde ilerleyebilir? Bunun sırrı karıncaların kendi kendilerini montajlama yeteneğidir. Bu montaj sisteminde çok fazla kiriş var ve hepsi birbiriyle girift şekilde bağlı. Hatırlarsanız karıncaların bu salı oluşturmak için 14 ila 21 adet farklı bağlantı noktası oluşturduklarını izlemiştik. İşte bu bağlantı sayısının oluşturduğu sağlamlık nedeniyle karınca salı, kendileri için bir tsunamiye eşdeğer kuvvetli akımlara karşı su üstünde batmadan yüzebiliyor.

 

Araştırmacı Hu ve ekibi, salın batmaması için karıncaların ayrı bir teknik daha kullandıklarını tespit etti. Karıncalar bazı durumlarda bacaklarını kullanarak komşularıyla aralarındaki mesafeyi açarlar. Aralarındaki boşluk arttıkça sal daha gözenekli hale gelir. Böylece sal, güçlü nehir akıntılarıyla suyun altına daldığında var olan boşluklar nedeniyle tekrar su üstüne kolaylıkla çıkabilir. İşte bu muhteşem bir yaratılış. Ancak bu yaratılışın hayranlık uyandıran başka yönleri de var. Aynı araştırmada bilim insanları salın oluşumunda yer alan küçük karıncaların, büyük karıncaların çevresindeki boşlukları doldurduklarını tespit ettiler. Bu sayede salda zayıf nokta kalmayacak şekilde suyun içeri sızması önleniyor. Ancak bilgisayarlı tomografi taramasının cevap veremediği tek bir soru var. O da; ateş karıncaları nereye gideceklerini ve ne yapacaklarını nasıl biliyorlar? İşte araştırmacıların henüz açıklayamadığı bir sır. Allah’ın yaratma gücünün incelikleri bir kez daha bizleri hayranlık içerisinde bırakıyor.

 

Sırada amatör bir kameramanın dört pervaneli robot helikopter ile Niagara Şelaleleri üzerinde yaptığı muhteşem video kaydı var.

 

SUNUCU: Geçtiğimiz aylarda sonuçları yayınlanan bir araştırmaya göre yüksek hızlı güneş rüzgarlarının dünya üzerindeki yıldırımların sayısını arttırdığı tespit edildi. Araştırmanın detaylarına bir bakalım.

 

DIŞ SES: Yıldızlardaki patlamalardan yayılan kozmik ışınların dünya üzerinde fırtınalara sebep olduğu önceden biliniyordu. Yeni yapılan araştırmaya göre güneşin ürettiği daha düşük enerjili parçacıklar da yıldırımlara etki edebiliyor. Reading Üniversitesi araştırmacıları saatte bir milyon milden daha hızlı hareket edebilen güneş rüzgarının hızlandırdığı yüksek enerjili parçacıkların yıldırımlara neden olduğunu ortaya koydu. Bu parçacıklar ağırlıklı olarak elektron ve protonlardan oluşur ve güneşten gelen bu yüklü parçacıklar, atmosferin elektriksel özelliklerini etkilerler. Parçacık akımı hızlı olduğunda dünya atmosferine girmeyi başarıp, yıldırımların oluşmasına sebep olur.

 

SUNUCU: Görünen o ki dünyamıza uzaydan yaklaşan tehditler göktaşlarıyla sınırlı değil. Bu son araştırmayla güneşte gerçekleşen patlamaların da dünyada ciddi felaketlere neden olabileceği anlaşıldı. Peki dünyamız, etrafını saran bunca tehlikeye rağmen nasıl yıkıcı bir etkiyle karşılaşmıyor? Bunun sebebi dünyanın manyetik koruma kalkanıyla birlikte yaratılmış olması. Dünyanın manyetik alanı güneş rüzgarlarının enerji yüklü parçacıklarını yansıtarak dünyamızı koruyor. Dünyamız bu grafikte görüldüğü gibi kutuplarda daralan Van Allen kuşakları ile çevrilidir. Bu kuşaklar dünyamıza 150 milyon kilometre mesafede bulunan güneşte meydana gelen nükleer füzyon sonucunda oluşan manyetik fırtınalar ve patlamaların etkisini hafifleterek, kutup bölgelerine doğru iter. Kutup bölgelerine itilen elektrik yüklü güneş rüzgar parçacıkları Aurora olarak bilinen kutup bölgelerindeki bu muhteşem ışık oyununu oluşturur. Dikkat ederseniz bu ışıklar dünyamız için ciddi bir tehlike oluşturabilecekken Allah’ın yaratmasındaki mükemmellikle bizler bu doğa olayını hayranlık duyarak, bir ışık gösterisi şeklinde izliyoruz.

 

SUNUCU: Her yıl yüzlerce izleyiciyi kutuplara toplayan muhteşem bir ışık gösterisi. Peki dünyayı görünmez bir zırhla koruyan Van Allen kuşaklarının nasıl bir özelliği var da güneş rüzgarları bu kalkanı aşamıyor?

 

DIŞ SES: Mıknatısların aynı kutuplarının birbirlerini ittiği gibi güneşten gelen elektrik yüklü parçacıklarla dünyanın elektromanyetik alanı birbirlerini ittikleri için dünyamız bu tehlikeden korunur. Güneşten gelen ve görmemizi sağlayan ışık türü olan foton parçacıkları ise elektrik yüklü olmadıkları için dünyanın manyetik alanı ile etkileşime girmez ve yeryüzüne ulaşır. Bilim insanları dünyanın manyetik koruma alanı olmasaydı neler olabileceğinin kanıtı olarak Mars gezegenini gösteriyorlar. Mars’ın çok zayıf bir atmosfer tabakası var ancak manyetik alanı yok. Bu nedenle Mars’ın yüzeyinde hiç su yok ve canlılık için imkansız özelliklere sahip bir gezegen.

 

SUNUCU: Bu da evrenin yaratılışındaki harikalardan biri. Düşünsenize canlılığın var olabilmesi için gerekli olan ışık parçacıkları dünyayı çevreleyen kalkanlara rağmen herhangi bir engelle karşılaşmadan yeryüzüne çok hızlı ulaşabilirken, yine aynı kaynaktan gelen ancak dünyada yıkıcı etkilere neden olabilecek parçacıklar yeryüzüne ulaşamıyor. İşte bu nedenle bilim ilerledikçe yaratılıştaki detayları daha iyi görüyoruz. Bu da Allah’a duyduğumuz hayranlığı kat kat artıyor.

 

Dünyayı bilinen diğer yedi gezegenden ayıran manyetik koruma kalkanı özel olarak yaratılmış bir yerde yaşadığımızın delili. Evrenimiz kapkaranlık. İçinde çeşit çeşit patlamalar, çarpışmalar, solar rüzgarlar, kara delikler var. Her yeri birbirinden büyük risklerle dolu bir oyun parkuruna girdiğinizi düşünün. Nereye dönseniz bir tehlike var. Kimi tehlike yerden, kimi tehlike gökyüzünden geliyor. Ancak bir yere geliyorsunuz ki etrafı görünmeyen bir zırhla kaplı. İçi diğer yerlerin aksine pırıl pırıl aydınlık, her yerden canlılık, hayat fışkırıyor. İşte burası dünyamız. Evet, evrendeki bu müthiş zıtlık içerisinde Allah dünyayı canlılık için böyle mükemmel şartlarda yaratmış.

 

Sırada Kudüs İbrani Üniversitesi araştırmacılarının yeni bir keşfi var. Endüstri mühendislerine de ışık tutan bu keşfin kaynağı ahtapotlar.  Hiç düşündünüz mü ahtapotların oldukça uzun, esnek ve güçlü vantuzlarla kaplı 8 kolu olmasına rağmen neden bu kolları hiç birbirine dolanmaz? İşte son araştırmalarıyla bilim insanları bu sorunun cevabını buldular.

 

DIŞ SES: Geçtiğimiz günlerde Güncel Biyoloji Dergisi’nin 15 Mayıs tarihli sayısında ahtapotların vantuz mekanizmasına dair bir rapor yer aldı. Kudüs, İbrani Üniversitesi araştırmacılarının çalışmalarına göre ahtapot derisinden salgılanan özel bir kimyasal madde nedeniyle, vantuzlar her yere çok güçlü bir şekilde yapışırken sadece ahtapotun kendi kollarına yapışmıyor.

 

SUNUCU: Yıllardır ahtapotların vücut motor kontrolü üzerine çalışmalar yapan araştırmacılar bu son derece kompleks problemi ahtapotun nasıl çözdüğünü merak ediyorlardı. Yeni keşfedilen ahtapotun derisinden salgıladığı bu özel kimyasal madde, araştırmacıları oldukça şaşırttı. Bakın çalışmayı yürüten bilim insanı Guy Levy, ahtapotun yaratılışındaki bu mükemmellik karşısında duyduğu hayranlığı nasıl dile getiriyor: “Ahtapotların bu kompleks probleme böylesine zekice ve kolay çözüm bulmuş olmaları bizi oldukça şaşırttı.”

 

Dikkat ederseniz ahtapotun bu özelliğinde olduğu gibi canlıların yaratılışında çoğu zaman iki zıt özelliği bir arada görüyoruz; komplekslik ve düzen. Şöyle düşünün, herkes satın alacağı bir aletin detaylı özelliklerinin olmasını ancak bu detay içerisinde kullanımının kolay ve pratik olması ister.  Bu nedenle mühendisler, yeni bir ürün tasarımı yaparken bu iki zıt özelliği bir arada bulundurabilmek için oldukça emek harcarlar. İyi bir planla en iyi verimle, en düşük maliyetle, en akılcı çözümleri üretmeye çalışırlar. İşte tasarımcıların elde etmeye çalıştıkları bu özellikleri, canlılar dünyasında birer yaratılış harikası olarak bir arada görüyoruz. Canlıların oldukça girift özellikleri var ancak bunca kompleksliğin içerisinde müthiş bir düzene de sahipler. Bilim adamlarının elde ettikleri bu bulgular, canlılardaki harika yaratılışın sır perdesini aralarken, tasarım mühendislerine de ilham kaynağı olmaya devam ediyor.

 

Beyinde keşfedilen yeni bir grup proteinin, hareket koordinasyonunu ve öğrenme üzerindeki etkisi yeni bir çalışmayla ortaya çıkarıldı. Bu çalışmanın detaylarına geçmeden önce proteinlerin vücudumuzdaki fonksiyonları nedir kısaca bakalım.

 

DIŞ SES: Proteinler vücudumuzun yapıtaşını oluşturan akıllı moleküllerdir. Aminoasitlerin bir araya gelmesiyle oluşan proteinler hücre içi taşıma faaliyetlerinden, DNA kopyalanmasına, hücre iskeleti oluşturmadan, hücrenin ihtiyaç duyduğu besinleri temin etmeye kadar çok geniş alanda rol sahibidirler. Özetle vücudun tüm hayati işlemlerini yapan başroldeki isimdir protein. Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görevli bilim insanlarının keşfettiği yeni protein ise beynin arka kısmında yer alan beyincik isimli bölümde görevli.

 

SUNUCU: Beynimizin arka kısmında yer alan beyincik, araba kullanma, yüzme gibi öğrenmeyle harekete geçen kasların kontrolünü sağlar. Beyincikteki bu müthiş öğrenme yeteneği sayesinde araba kullanmak ya da yüzmek artık bizler için çok fazla düşünülmeden, aradan yıllar geçse de unutulmadan yapılabilen otomatik faaliyetler halini alır. İşte geçtiğimiz aylarda Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görevli bilim insanları, beyinciğin yaşamsal öneme sahip faaliyetlerinde yer alan bir protein grubu keşfettiler. NuRD isimli bu protein grubu, beyincikte etkisiz hale getirildiğinde diğer sinir hücreleriyle kurdukları bağlantı koptu. Bu bağlantı kopunca bedendeki hareket koordinasyon kontrolü ve öğrenmenin de durduğu anlaşıldı. Ancak bu çalışmada NuRD protein kompleksinin bir başka özelliği daha ortaya çıkarıldı ki bu gerçekten şaşırtıcı. Şaşırtıcı çünkü bu proteinlerin aynı zamanda bilinçli karar verme yeteneklerinin olduğu anlaşıldı. NuRD protein kompleksi, sinir hücreleri arasında iletişim kurulsun mu, kurulmasın mı bunun kararını verip, ilgili mekanizmaları harekete geçiren emirleri de veriyor. Bunun için açık yani aktif olması gereken genleri etkileyip, sinir bağlantısı kurmalarını sağlıyor ya da onları inaktif hale getirecek emirleri verip genlerin kapalı modda kalmasını sağlıyor.  Bu, net olarak, süper bir akıllı yaratılış. Bakın araştırmayı yürüten nörobiyoloji profesörü Azad Bonni, bu protein kompleksinin akıllı işleyişini nasıl anlatmış:

 

DIŞ SES: “Bu çalışma bize NuRD protein kompleksinin oldukça etkileyici olduğunu gösterdi. Çünkü sadece genlerin faaliyetlerini direkt olarak kontrol etmekle kalmıyor aynı zamanda işleyiş regülatörlerini de kontrol ediyor.

 

SUNUCU: Proteinlerin mekanizmasında Allah’ın yarattığı müthiş bir akıl hakim. Bir sonraki bölümde proteinlerle ilgili en merak edilenleri ekrana getireceğiz.

 

Sırada fosillerin dünyasından bir haber var. Fosiller milyonlarca yıl önce yaşayan canlıların dünyasına ait birer kara kutu gibiler. Paleontologların kaya katmanlarının arasında gömülü halde buldukları fosiller, dönemin canlılar dünyasına ait onlarca detay hakkında bize bilgi veriyor. 50 milyon yıl öncesinin iklim şartları, canlı çeşitliliği, hayvan davranışları, canlıların biyolojik özellikleri gibi pek çok özelliği günümüz teknolojisi kullanarak bir fosilin üzerinden okumak mümkün. Bu bölümde yeni bulunan bir kuş fosili üzerinden 47 milyon yıl önceki yaşam hakkında edinilen bilgileri size aktaracağız.

 

DIŞ SES: Bilim insanları polen taşıyan en eski kuş türüne ait bir fosil buldular. Bu kuş fosilinin iç organları çok iyi korunmuş. Midesinde çeşitli çiçekli bitkilerden toplanan polenler bulundu. Bu bulgu kuşların 47 milyon yıl önce çiçeklerle bağlantılı yaşadıklarını gösteriyor. Bu fosil, Eosen dönemi canlılarını barındıran Almanya’daki Messel fosil yatağından çıkartıldı.  Bu kuşlar çiçekten çiçeğe uçup, uzun ve ince gagalarıyla bitkinin üremesi için gereken poleni taşıyorlar. Özellikle tropikal ve alt tropikal iklimlerde böceklerin yanı sıra, kuşlar da polen yayma konusunda önemli görev yapıyorlar.

 

SUNUCU: Messel bölgesinden çıkartılan bu kuş fosilini değerli kılan özelliği çok iyi korunmuş olması. Milyonlarca yıla rağmen fosilde bir bozulma oluşmamış. Kuşun midesinde, ölmeden hemen önce yediği farklı boyutlardaki polen taneciklerine kadar her şey çok net olarak görülebiliyor. Paleobotanikçi Dr. Volker, kuşun iskelet anatomisini inceledikten sonra bunun nektarla beslenen bir tür olduğunu tespit etti. Bu fosil ayrıca polenli bitkilerin ve kuşların aynı dönemde yaşadığına dair ilk delil olarak karşımıza çıkıyor. Bu şu anlama geliyor; bugün nasıl bir uyum içerisinde canlılar dünyasındaki yaşam döngüsü devam ediyorsa bundan 50 milyon yıl önce de aynı kusursuz döngü yeryüzüne hakimdi. Kuşlar nektarla beslenirken bir yandan gagalarına bulaşan polenleri bir başka çiçeğe taşıyarak çiçeklerin döllenmesini aynı bugün olduğu gibi sağlıyorlardı. Ne kuşların, ne çiçeklerin ilkel oldukları iddia edilen örneklerine fosil kayıtlarında rastlamıyoruz. Aksine 50 milyon yıl önce, 100 milyon yıl önce yaşayan kuşların, böceklerin, bitkilerin bugünkü aynı mükemmel yaratılışlarıyla fosil kayıtlarında var olduklarını görüyoruz.

 

Bilim canlılıktaki yaratılışın tüm inceliklerini her gün yeni detaylarla ispat etmeye devam ediyor. Evet, programımızın sonuna geldik ancak önümüzdeki bölümde yepyeni konularla karşınızda olacağız. Sorularınızı ve fikirlerinizi bize Twitter’dan @harika_bilim adresine yazabilirsiniz. Görüşmek üzere.  

 

 

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER