“O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)

Ayette de belirtildiği üzere Rabbimiz insanı ve hayatı deneme için yaratmıştır. Allah’ın rızasına ve rahmetine kavuşarak sonsuz cennet yurduna layık olabilmeleri için dünyada kaldıkları süre boyunca onları eğitmek ve arındırmak amacıyla çeşitli zorluklarla imtihan etmektedir.

Rabbimiz insanlara bu imtihanda lütuf olarak doğru yolu göstermek için elçiler göndermiştir. Elçiler, insanlara Allah’ın razı olacağı ahlakı öğretmiş, helal ve haramı bildirmiş, kurtuluşun ancak Allah’a yönelmekle mümkün olacağını açıklamıştır. Elçiler hayatlarını Allah’a adamış ve pek çok zorlukla karşılaşmış, hiçbir karşılık beklemeden, çağrılarını yalnızca Allah’ın rızası için yapmıştır. Hud Suresi’nde bu durum şöyle bildirilmektedir:

"Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz?" (Hud Suresi, 50–51)

Allah’ın üstün ahlak özellikleri sebebiyle o makama layık gördüğü elçiler, insanları Allah’a imana etmeye çağırırken, kimseyi kendisine tabi olmaya ve inanmaya zorlamadığı gibi “zenginlik, makam, güç,” sözü vermemiş ya da dünyevî vaatlerde bulunmamıştır. Bu çağrıyı yaparken kendilerini insanüstü güçlere sahip varlıklar gibi de göstermemiştir.

"De ki: Size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." (En’âm Suresi, 50)

 “Eğer ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir'.” (Nur Suresi, 54)

Ayetler de dikkat çekildiği gibi samimi müminlerin, kendilerini Allah’a yönelten elçilere olan bağlılıkları ve vefaları ne dünyevi bir çıkar ne korku ne de zorlama temellidir. Allah rızasından ve samimi imandan habersiz iken elçilerin vesilesiyle Allah’a gönülden bağlı hale gelen müminler, bu sebeple Kur’an’da vadedilen imtihanın gereği, inançları uğruna baskı ve eziyet görseler de vazgeçmemiş, Allah yolunda tek vücut mücadele etmeyi terk etmemişlerdir. Bu tevekkül ve derinlik, onları dünyanın geçici süslerine kapılmaktan korumuştur. Kur’an’da bu durum şu şekilde bildirmektedir.

            “Sen de sabah akşam O’nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya     hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi ‘istek ve tutkularına (hevasına)’ uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme. (Kehf Suresi, 28)

İman edenler dünya hayatını amaç edinmeyip onun süslü çekiciliğini amaç edinmedikleri halde Allah’ın lütfu olarak dünya nimetlerinden yoksun da kalmamışlardır. Ancak Müminler nimetlerin azlığı ve çokluğuna göre  de tavırlarını değiştirmemiş, zorluk ne olursa olsun Allah rızası için yaptıkları mücadelenin aksamasına izin vermemiş bilakis bu durumu yüksek ecir vesilesi olarak görmüş, Allah’ı daha da kuvvetle anmaya ve anlatmaya devam etmişlerdir.

Hz. Yusuf’un zindandaki hayatı en güzel örneklerden birisidir. Unutulmamalıdır ki, inananların Allah yolunda mücadele ederken korunup esirgenmeleri, nimetlerle donatılmaları, hiçbir zorlukla karşılaşmayacakları anlamına gelmemektedir. Allah, müminleri, bazen iman etmeyenlerin saldırı ve zulümleri bazen de sabır gerektiren zorluklar aracılığıyla denemekte ve cennet hayatı için onları olgunlaştırmaktadır. Ancak Rabbimizin şefkatinin göstergesi olarak Kuran'da, Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez” (Bakara Suresi, 286) ayetinin hükmü gereği, müminler ancak "güç yetirebilecekleri" zorluklardaki imtihanlarla denenmektedirler. Bir Kuran ayetinde bu gerçek şöyle açıklanır:

            “Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele” (Bakara Suresi, 155)

Nitekim pek çok kereler olduğu gibi Peygamber Efendimizin tebliğ yaptığı ilk yıllarda da iman edenler eziyet ve zulüm görmüş, mallarını kaybetmiş, içinde yaşadıkları toplum tarafından önce tecrit edilmiş sonra da hicrete zorlanmışlardır. Allah, Hazreti Peygamberimiz zamanında ve daha öncesinde inananların benzer durumları yaşadığını bize şöyle haber vermektedir:

“Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki Müminlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)

Kur’an’da belirtildiği üzere inananların zorlukla denenmesi Rabbimiz’in sünnetidir. Samimi iman sahipleri “Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani bilgin savaşa girdiler de Allah yolunda kendilerine isabet eden güçlüklerden dolayı ne gevşeklik gösterdiler ne boyun eğdiler. Allah sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân Suresi, 146). Ayetinde de belirtildiği gibi hiçbir zorlukta gevşeklik ve yılgınlık göstermez, pişmanlık veya hüsran içeren ifadeler kullanmaz, Allah yolunda mücadeleden taviz vermezler.

Müminlerin bu gücü, kaderin sırrını kavramalarından kaynaklanır. Onlar bilirler ki hiçbir olay, bir yaprağın düşmesi dahi Allah’ın bilgisi dışında gerçekleşmez; hiçbir güç, Allah’ın izni olmadan zarar veremez, karşılaşılan tüm zahiri zorluklar Allah’ın müminler için özel hazırladığı, kaldırabilecekleri şekilde düzenlenmiş bir deneme ve imtihanıdır. Bu nedenle inananlar karşılaştıkları olaylarda son derece kararlı, güvenli ve sabırlı bir tavır ortaya koyar, asla paniğe ya da korkuya kapılmazlar. Müminlerin bu tavrı da Kuran'da şöyle bildirilir:

“Onlar, kendilerine ‘Size karşı insanlar toplandı, artık onlardan korkun’ denildiğinde imanları artanlar ve ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ diyenlerdir.” (Âl-i İmrân Suresi, 173)

Buna karşılık, zorluk dönemlerinde iman edenlerin arasına bir şekilde karışmış ama kalplerinde hastalık bulunanlar ise imtihanın sırrı olan bu derin gerçeği göremezler. Zorluk zahiren biraz arttığında dehşete ve korkuya kapılır, müminlerden uzaklaşmak için bahane arar hatta kaçışa zemin hazırlamak için samimiyetsiz bahanelerle müminleri suçlarlar. Kur’an’da bu gerçek şu şekilde bildirilmektedir:

“Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi” derler... Oysa evlerinde olsalar bile öldürülmeleri yazılmış olanlar yine devrilecekleri yerlere gideceklerdi. Allah, sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için bunu yaptı.” (Âl-i İmrân Suresi, 154)

Ayette bildirildiği üzere Allah’ın elçisini ve iman edenleri suçlamaktan çekinmeyen kalbinde hastalık olan bu kişiler, inananlar haksız bir biçimde eziyete uğrarken, kendisi aklınca uyanıklık yapıp uzak durduğu gibi diğer inananların da aynı kirli ahlakı göstermesini ister hatta kendi durumunu normalleştirmek için propaganda yaparak bozgunculuk faaliyeti yürütürler. Kuran ayetlerine göre bu kişilerin, zorluklardan önce bir şekilde inananların arasına karıştığı, menfaatlerine uygun olduğu için de uzun yıllar kendilerini gizlediği, fıtrat olarak da rahata ve keyfe alışmış kişilerden oluştukları anlaşılmaktadır. Ancak imkân ve menfaatlerinin kesilmesinin ardından, biraz zorlukla karşılaşınca da kalplerindeki hastalığın ortaya çıktığı görülmektedir. Kur’an’da bu durum şu şekilde bildirilmektedir.

          “Biz ona 'iki yol-iki amaç' gösterdik, ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi (Beled Suresi, 10-11)

          “Sonra kederin ardından üzerinize bir güvenlik (duygusu) indirdi, bir uyuklama ki, içinizden bir grubu sarıveriyordu. Bir grup da canları derdine düşmüştü; Allah’a karşı haksız yere cahiliye zannıyla zanlara kapılarak: “Bu işten bize ne var ki?” diyorlardı. De ki: “Şüphesiz işin tümü       Allah’ındır.” Onlar, sana açıklamadıkları şeyi içlerinde gizli tutuyorlar. “Bu işten bize bir şey olsaydı, biz burada öldürülmezdik” diyorlar. De ki: “Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti. (Bunu) Allah, sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah, sinelerin   özünde saklı duranı bilendir. (Al-i İmran Suresi, 154)

Oysa unutulmaması gereken şu ki, hiç kimse Allah'ın izni dışında bir şey yapamaz, Müminlere de zarar veremez. Herkesin kaderini belirleyen, ne kadar yaşayacağını, nerede nasıl öleceğini tespit eden Allah'tır. Dolayısıyla inkâr edenlerin müminlere kurdukları tuzaklar, iftiralar, Allah'ın bilgisi ve izni dışında gerçekleşmez ve gerçekleşen her vaka da muhakkak müminin hayrına ve lehinedir.

Kuran'da haber verilen; "Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez" (Maide Suresi, 105); "Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez" (Nisa Suresi, 141) ve "Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların 'hileli düzenleri' size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır" (Al-i İmran Suresi, 120) ayetleri, bu gerçeği bildirmektedir.

Samimi iman sahibi bir insan vicdanının sesini dinlemeli, Allah'ın ahireti ve cenneti için kendisini denemelerde geçireceğini ve bunlara sabretmesi gerektiğini unutmamalıdır. Allah, imtihanların olacağını bildirdiği dünya hayatında insana rehber olarak Kuran'ı, örnek olarak da elçileri ve salih müminleri göndermiştir. Samimi kalple Rabbine yönelen bir mümin karşısına ne zorluk çıkarsa çıksın, bunun mutlaka ahireti için hayırla hazırlanmış bir imtihan olduğunu unutmaz. Çünkü Kuran’da zorluk ve imtihanların, samimi iman edenler için mutlak bir kazanç olduğu bildirilmektedir.

              “Hiç şüphesiz Allah, Mü’minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda mücadele ederler, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu hâlde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)