
Cennet, ancak sevgiyi bilen ve yaşayan insanların gerçek anlamda mutluluk bulabileceği bir yerdir. Allah, Kur’an’da cenneti ve nimetlerini ayrıntılı biçimde anlatır. Bunlar kusursuz güzellikler, huzur, sevinç ve ebedi mutluluktur. Ancak bu nimetlerin değerini kavratan şey, insanın Allah’a olan sevgisi ve bağlılığıdır.
Sevgiyi bilmeyen, zarafeti ve güzelliği takdir etmeyen, ruhu katılaşmış bir insanın cennetten haz alması mümkün değildir. Özenle süslenmiş, sanatın ve estetiğin ihtişamı ile bezenmiş bir saraya girip oradaki güzellikleri fark etmeden, boş gözlerle dolaşan biri nasıl hiçbir şey anlamadan çıkarsa, sevmeyi bilmeyen bir insan da cennetin nimetlerine o şekilde yabancı kalır. Böyle bir kişinin bir an için cennete girdiğini düşünsek bile oradaki derinliği ve güzelliği anlamayacağı açık olduğundan cennette yeri olması beklenemez; çünkü cennet, Allah’ın sevgisini, yaratışının muhteşemliğini bilip takdir eden O’nun rızası için yaşayan insanlar için hazırlanmıştır.
Kur’an’da bildirildiği gibi, cennet, sonsuz estetik, güzellik ve hikmetin, üstün ahlaklı, kaliteli seçkin insanların yer aldığı, cennete uygun olmayan kin, haset, boş söz gibi cahiliye ahlakının yer almadığı bir makamdır:

“Orada ne boş ve anlamsız bir söz işitirler, ne de günaha sokan bir söz. Sadece ‘Selam, selam’ sözünü işitirler.” (Vakıa Suresi, 25-26)
“Onların göğüslerindeki kini çıkarıp atarız; kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar.” (Hicr Suresi, 47)

Dünyada olduğu gibi, sonsuza kadar kalınacak olan cennetin de en önemli özelliklerinden birisi Allah’ın insanlara lütfettiği sevgidir. Cennetin her köşkünde, her çiçeğinde, her detayında Allah’ın sanatını gören, O’na hayranlıkla yaklaşan ve güzelliklere şükreden insan, cennete layık olandır. Çünkü bu güzellikler Allah’ın isim ve sıfatlarının yansımalarıdır.
Allah’ın zatı idrak edilemez; fakat isimleri ve sıfatları yaratılmışlarda tecelli eder. Bir annenin şefkatinde “Rahman”, bir çiçeğin büyümesinde “Rezzak”, adaletli bir hâkimin kararında “Adl” ismiyle görülür. Bu tecellileri görebilmek, insanın Allah’a yakınlaşmasına ve O’na olan sevgisinin artmasına sebep olur. Cennet ehlinin bu şükrü Kuran’da şu şekilde bildirilmektedir:
“Bize verdiği nimetlerden dolayı Allah’a hamdolsun. Bizi, (her türlü) üzüntüden uzak tuttu. Rabbimiz gerçekten çok bağışlayıcı, çok şükredicidir. Lütfuyla bizi kalınacak bu yurda yerleştirdi. Artık burada bize ne yorgunluk dokunur ne de usanç gelir.” (Fatır Suresi, 34-35)
Bu derin sevgi, dünyada yaşanan zorluklarla, sabırla ve fedakârlıkla kazanılır. Allah’ın tecellilerini fark etmeyen, sevgiyi öğrenmeyen bir insan cennete hazır hale gelemez. Çünkü dünya bir eğitim yeridir ve cenneti hak edenler, dünyada sevmeyi öğrenenlerdir.

Müminin cennete özlemi, dünyadaki davranışlarında da kendini gösterir: güzel sözlü olmak, incelik göstermek, sabırlı ve fedakâr olmak, nezaketli ve sevecen davranmak, güzelliği aramak ve bulunduğu ortamı güzelleştirmek… Bunların hepsi aslında bir “cennet arzusunun” yeryüzündeki yansımalarıdır.
Allah sevgisi tüm sevgilerin kaynağıdır. Bir çocuğa duyulan sevgi, bir çiçeğe hayranlık, bir insana duyulan muhabbet, hepsi Allah’ın kalbe koyduğu duygulardır. O’nu anmadan bu sevgileri yaşamak, sevginin özünü kaybetmek anlamına gelir. Oysa Allah’ın sanatını ve kudretini görerek sevmek, insanı yüceltir ve cennete hazırlar.
Sevgiyi bilmemek hem dünyada hem de sonsuz hayatta insan için en büyük kayıptır. Dünya, sevgiyi bilen insanların çoğunlukta olduğu bir yer haline geldiğinde, huzur ve mutluluk da onunla gelecektir. Çünkü bugün dünyada gördüğümüz her türlü olumsuzluğun temelinde sevgisizlik vardır, bu yüzden sevginin bir an önce tesis edilmesi en hayati ve önemli meseledir.
“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-İ İmran Suresi, 104)


