Dünya üzerinde pek çok farklı grup, etnik halk ya da bir inancın ve ideolojinin mensupları bir araya geliyor. Bunlar güçlerini birleştiriyor ve önemli gördükleri ideallerini gerçekleştirmek için çabalıyorlar. Sokak hayvanlarını korumak için çabalayanlar, bir yörenin kültürünü yaşatmak isteyenler, bir futbol takımının taraftarları, bir siyasi partiyi destekleyenler, bir dini lider etrafında toplananlar buna örnek olarak verilebilir. Bu gruplar, birlik oldukları ve gayelerine samimi bir şekilde çaba gösterdikleri oranda başarılı oluyorlar. Zaman içinde şevklerini yitirmiş, sadece isimleri ya da tabelaları kalmış pek çok hareket vardır. Kimileri de içlerinden alternatifler doğurmuş, aynı gaye için yola çıkanlar bazı fikir ayrılıkları yüzünden ikiye bölünmüş ve güç kaybına uğramış, ne için çabaladıklarını bile unutmuştur.
Sosyal hayatta sıklıkla görülebilecek bu durumun örneğini İslam tarihinde de görmek mümkündür. Allah, Kur’an’da iman edenlerin birlik ve beraberlik halinde olmalarını açık bir biçimde emreder. Öyle ki; Allah, ayrılıp kuvveti bölmeyi değil, Müslümanlar arasında çekişmeyi bile istemez. “Allah’a ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra gevşersiniz ve gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi, 46) ayeti ile Allah bize çekişme, gevşeme ve güç kaybının birbirine bağlı olarak geliştiğini haber vermiş ve çözüm olarak da sabrı tavsiye etmiştir.
Müslümanların Allah yolunda çaba göstermek için bir arada olması ve birlik ile beraberliklerini korumaları, onlara Allah’ın verdiği büyük bir nimettir. Bölünüp parçalanmak ise bu nimete karşı nankörlük etmektir. Çünkü Allah, Müslümanların kalplerini uzlaştırarak bir araya getirmiş, iman etmeden önceki aralarındaki anlaşmazlık ve düşmanlıkları ortadan kaldırmıştır. Bu sayede birbirlerini kollayan kardeşler haline gelmişler ve kendilerine amaç edindikleri yolda başarı ile ilerlemeleri nasip edilmiştir. Allah bunu bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
“Ve Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın; parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmandınız da O, kalplerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarındaydınız da sizi oradan O kurtarmıştı. İşte Allah, ayetlerini size böyle açıklar ki, doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân Suresi, 103)
Ayetin ışığında, iman edenler parçalanıp ayrıldıklarında ellerindeki en önemli nimeti kaybettiklerini ve daha da önemlisi doğru yoldan sapabildiklerini söylemek mümkündür. Burada doğru yoldan sapma, sadece bazı tavır ve eylemlerde değişiklikle kısıtlı bir durum değildir. Bu kalplerinin zamanla katılaşması ve kararması sebebiyle imanı tümden yitirme tehlikesini de içerir. Rum Suresi 31. ve 32. ayetlerde, gruplaşmayı bir sevinç kaynağı olarak görüp parça parça olmanın, Allah’a ortak koşanların (müşriklerin) bir özelliği olduğu söylenmektedir:
“O’na yönelerek tevbe edin, O’ndan korkun, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden olmayın. Onlardan ki, dinlerini parça parça ettiler ve kendileri de grup grup oldular. Her grup, kendi yanındakiyle sevinip böbürlenmektedir.” (Rum Suresi, 31-32)

NEFS ALDATMACASI VE SAMİRİ ÖRNEĞİ
Ayrılık halinde yaşanacaklar hususunda Allah, Müslümanlara Samiri kıssasında büyük ibretler sunmaktadır. Ayetlerde bildirildiği üzere, Hz. Musa Tur Dağı’ndan inip kavmine geri döndüğünde, onları Samiri’nin yaptığı puta taptığını görmüştür. Hz. Musa onların bu halini sorguladığında, Samiri yaptığını şöyle itiraf etmiştir:
(Musa) Dedi ki: "Ya senin amacın nedir ey Samiri?" Dedi ki: "Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp attım; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi." (Taha Suresi, 95-96)
Burada dikkat çekici olan, Samiri’nin ayrılık çıkarmasına rağmen bunu Hz. Musa’nın yolundan bir “iz” alarak yaptığını söylemesidir. Samiri böyle yaparak ayrılığını suret-i haktan göstermiş ve insanların kendisine uymasını kolaylaştırmaya çabalamıştır. Ayetin sonunda, Samiri’nin ayrılık çıkarırken asıl amacının Allah rızasını gözetmek değil, “nefsinin hoşuna gitmesi” olduğu bildirilmektedir. Bu durumda söylenebilir ki; ayrılık durumunda iman edenlerin ayrılık yoluna sapmalarının bir nedeni Allah’a daha çok yakınlaşmak, O’nun yolunda daha çok çaba sarf etmek değildir. Ayrılıktaki ana gaye, nefsin istediği ve arzuladığı şeyleri elde etme çabasıdır. Allah’a iman edenlerin arasında rahat şekilde yaşarken, imtihan gereği ortaya çıkan zahiri zorluklara dayanamayanlar, kendilerince rahata ve eskiden heves duydukları alışkanlık ve yaşam tarzlarına dönme eğiliminde olabilirler.
Ayette, kavmine döndüğünde Hz. Musa, Samiri’nin çıkardığı ayrılığın cezası ve yaptığının akıbeti şöyle açıklanmıştır:
Dedi ki: “Haydi çekip git, artık senin hayatta (hak ettiğin ceza: 'Bana dokunulmasın') deyip yerinmendir." Ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın (azap dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız." (Taha Suresi, 97)
Nefsinin peşinden giden Samiri, yaptığına karşılık küçük düşmüş, terk edilmiş ve yalnızlığa mahkûm edilmiştir. Samiri örneğinde olduğu gibi zahiren makul bir yol gibi gözüken iman edenlerden ayrılmak veya uzaklaşmak bir rahatlama veya huzur vesilesi değil, aslında karanlık bir yol, bir cezadır. Dolayısıyla gerçekten iman eden bir kişinin, Müslümanlardan ayrı kalmaktan ve onlardan bilerek, isteyerek uzak durmaktan memnuniyet duyması vicdanen mümkün değildir.
Samiri’nin ve ona uyanların düşüncelerini, Hz. Musa’nın yokluğunda hayata geçirmeleri de önemli bir başka husustur. Müslümanlar, onların imanını muhafaza eden, sabırla doğru yola çağıran samimi ve güçlü bir lider etrafında olunca mükemmel bir dayanışma içerisinde hareket etmekte; ama olmadığında -zayıf olanlar- suni gerekçelere sığınarak dağılıp, uzaklaşmayı makul görebilmektedir.

Allah, Hz. Musa’nın kavmine dönmesiyle yaşananları şöyle bildirmektedir:
“…Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: 'Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?'” (Taha Suresi, 86)
Ayette işaret edildiği üzere, imtihan gereği artan zahiri baskılar ve koşulların daha da zorlayıcı hale gelmesi, bazı iman edenleri vesveselere düşürüp onları canları ve malları hakkında endişelere sevk edebilmektedir. Bu durum, Hz. Musa’nın kavmindeki bazı kişilerin Allah’ın vermiş olduğu kurtuluş ve mutluluk vaadini çok uzak görmelerine ve Mısır’daki eski hayatlarına özlem duymalarına yol açmıştır. Bu özlem, bazı kimselerin Hz. Musa’nın yolundan sapmasına ve ayrı bir yol tutmaya sevk etmiştir. Ayette de bildirildiği üzere, Hz. Musa kavmine döndüğünde yaşananın basit bir şey olmadığını ve Allah’ın gazabını çekecek kadar ciddi bir durum olduğunu açıklamıştır.
Zorluk ve baskının arttığı zamanlarda bazı kişilerin gösterdiği bu tavır başka bir ayette de şu şekilde belirtilmiştir
Ey iman edenler, toplu olarak kafirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arka çevirmeyin (mücadeleden kaçmayın). (Enfal Suresi, 15)
Yüce Allah, “İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) çıkar.“ (Enfal Suresi, 73) ayetiyle Müslümanların çektikleri sıkıntıların çözümünü ve bu yapılmadığında yaşanacakları söyleyerek, adeta bugün Müslümanların içinde bulunduğu durumu tarif etmektedir.
İşte bu nedenle, tüm Müslümanlar; ülke, mezhep, cemaat farkı olmaksızın Allah’ın bu davetine hemen icabet ederek, daha fazla acıların, felaketlerin, savaşların İslam âlemini sarmasını beklemeden, bir an önce Hz. Peygamber (sav) dönemindeki gibi yeniden birlik olmaları gerekmektedir.