Yüce Allah, insan ruhunda zaman zaman ortaya çıkan bıkkınlık ve sıkıntı gibi duyguları bir imtihan vesilesi olarak yaratmıştır. Allah’a olan bağlılığını kaybeden veya O’nu unutan kişilerde, zevk hissi ellerinden alınır. Bu kişiler sıklıkla, "Eskisi gibi eğlenemiyorum" ya da "Artık hiçbir şeyden eskisi gibi keyif alamıyorum, içimde bir eksiklik var" gibi düşünceler dile getirirler. Hayattan, yemekten, eğlenceden, seyahatlerden, eşlerinden ve sevdiklerinden, kısacası her şeyden uzaklaşmış ve sıkılmış bir ruh hali içerisine girerler. Ancak hakikatte, bu tür bıkkınlık ve sıkıntı hissi, Allah tarafından ruhsuz ve adeta cansız bir şekilde yaratılmış varlıkların özelliklerindendir.

İman etmeyen kişilerin hızla artan bıkkınlık ve sıkıntı hissi, hem bir tür bela işareti hem de mucizevi bir uyarı niteliği taşır. Bu durum, insan ruhuna bir şeylerin yolunda gitmediğini ve değişime ihtiyaç duyulduğunu bildiren bir alarm mekanizması olarak değerlendirilmelidir. Söz konusu alarmı susturmanın yegâne yolu ise Allah’a yönelmek ve sığınmaktır. Zira Allah’a sığınan bir kişi, her zaman sevgi ve güzellikten zevk alır ve bıkkınlık ya da sıkıntı gibi olumsuz duygulara kapılmaz.

 

Sıkıntı Dünya İçin Özel Olarak Yaratılır.

 

İnsanın fıtratında var olan bıkkınlık ve sıkıntı duygusu, kişinin iman seviyesiyle doğru orantılı olarak farklı seviyelerde hissedilir. İman seviyesi yükseldikçe, dünya hayatının geçici olduğu ve bu hayata yalnızca bir imtihan için gelindiği gerçeği daha net bir şekilde anlaşılır. Buna karşılık, dünyadan beklentileri yüksek olan zayıf imanlı kişiler imtihanın sırrını ve derin manasını kavrayamazlar. Bu durum, yaşadıkları olaylar karşısında çabuk sıkılmalarına ve bunalmalarına neden olur. Ayrıca, sahip oldukları nimetlere ilgisiz hale gelirler ve zamanla umutsuzluk ve karamsarlığa sürüklenirler. Bu ruh hali, kişinin motivasyonunu ve yaşam enerjisini tüketir; sonucunda ise erteleme alışkanlığı oluşur ve her türlü çaba gerektiren uğraş, kişiye ağır bir yük olarak görünür. Sosyal ilişkiler de bu olumsuz ruh halinden önemli ölçüde etkilenir; önceden keyif alınan sohbetler ve buluşmalar anlamını yitirir. Kişi gitgide içine kapanır ve yalnızlık arzusunda artış yaşar. Bu süreç, çevreden uzaklaşmaya yol açar ve yalnızlık hissi daha da derinleşir. Bıkkınlık ve sıkıntının yol açtığı bu ruh hali yalnızca zihinsel ve duygusal dengeyi sarsmakla kalmaz, aynı zamanda fiziksel sağlığı da ciddi şekilde tehdit eder. Sürekli yorgunluk hissi, uyku düzeninde bozulmalar, iştah kaybı ya da aşırı yeme gibi sorunlara neden olabilir. Bu süreçte bağışıklık sistemi zayıflayabilir ve kişi hastalıklara karşı daha açık hale gelir. Çünkü ruhsal yorgunluk, bedensel direnci de zayıflatır. Yüce Rabbimiz bu gerçeği bir Kuran ayetinde şöyle dile getirir:

 

Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir.(En’am Suresi 125)

Müminler için ise asıl önemli olan, ahiret hayatıdır. Mümin, dünya hayatında sevgi, muhabbet ve güzellik arayışı içerisindedir; bunları bulduğunda ise asla bıkkınlık duymaz. Zayıf imanlı kimselerden farklı olarak mümin, yalnızca boş konuşmalardan ya da monotonluk hissinden sıkılır; bu nedenle her zaman yenilik, estetik ve güzellik peşindedir. Ancak bu arayış, onu asla bir bıkkınlık ya da sıkıntı girdabına sürüklemez. 

Mümin için karşılaştığı her nimet, Allah'a şükretmek ve şükrünü artırmak için bir vesiledir. Şükür arttıkça nimetlerde de artış meydana gelir ve bu artış çoğu zaman fark edilmeyecek derecede ince bir şekilde gerçekleşir. Şükreden müminler, beklenmedik yollarla ve umulmadık şekillerde nimetlere kavuşur; böylece nimetlerden aldıkları zevk büyüyerek devam eder. Oysa zayıf imanlı veya imansız kişiler, dünya hayatındaki tüm zevkleri tüketerek sürekli bir tatminsizlik içinde sıkıntı dolu bir yaşam sürerler. Buna karşın müminler nimetlerden aldıkları zevkle dünyada adeta cenneti yaşamaya başlarlar.

 

Cennette Asla Sıkıntı ve Bıkkınlık Yoktur.

 

Cennette akla gelebilecek her türlü güzellik, kişinin sevip arzulayacağı biçimde yaratılmıştır. Orada müzik, dans, güzel sözler, muhteşem manzaralar, şık giysiler, görkemli yapılar ve eşsiz güzellikte insanlar bulunmaktadır. Ayrıca, insan aklının hayal bile edemeyeceği nimetler sunulmuştur. İnsanlar cennet bahçesi veya cennet meyvesi gibi kavramları çoğunlukla dünyadakilerle kıyaslar. Oysa cennette tek bir elmanın bile olağanüstü güzelliği ve estetik sanat anlayışı vardır. Orada hiçbir şey sade ya da sıradan değildir. Cennet sürekli değişim ve yeniliklerle doludur. Orada insan, dinlediği en mükemmel müziği düşünürken ondan daha mükemmel bir melodiyle karşılaşır. Harika bir görüntü gördüğünde şükreder o an kendisi de o güzelliğin bir parçası haline gelir. Cennetteki nimetler sürekli gelişir; sürekli genişler ve yenilenir. Allah, sunduğu birbirinden güzel mucizelerle insan ruhunun değişim ve güzellik ihtiyacını sürekli olarak tatmin eder. Ayrıca Cennette sıkılmak gibi bir his yoktur, çünkü sıkılma ve bıkkınlık dünyaya özgü, Allah tarafından yaratılmış duygulardır. Aynı şekilde kin ve nefret de Allah'ın özellikle dünya hayatı için yarattığı hislerdir. Ancak, " Biz onların kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık.…. (A’raf Suresi 43) " ayetiyle Allah, bu duyguların cennette olmayacağını bildirmiştir. Dolayısıyla insan, cennette bıkma veya sıkılma gibi hisleri hatırlamaz. Yüce Rabbimiz; dünyada insanın ruhunu daraltan bu hislerin cennete asla olmayacağını şöyle müjdeler:

O ki bizi lütfuyla sonsuza kadar kalınacak yurda yerleştirdi. Orada artık biz ne bir yorgunluk duyarız ne de bize bir bıkkınlık gelir. (Fatır Suresi, 35)