İnsanın yaratılışı sadece biyolojik bir süreçten ibaret değildir. Hz. Âdem ve Havva ile tüm insanlar önce nefs sahibi olarak yaratılmıştır. Ruhlar, beden yaratılmadan önce Zer alemi olarak tabir edilen ilahi bir boyutta yaratılır. Farsça kökenli “zer” veya “zerre” kelimesinden türeyen bu kavram, “en küçük parçacık”, “öz” ya da “asıl cevher” anlamına gelir.

 

Zer alemi, insan ruhlarının ilk defa yaratıldığı ve Allah’a verdikleri söze şahitlik ettikleri mukaddes bir alemdir. Aynı hakikat, İslam dünyasında “Elest Bezmi”, “Bezmi Elest” veya “Ruhlar Alemi” olarak da anılır. Nitekim Kuran’da Araf Suresi'nin 172. ayetinde, Yüce Allah’ın "Elestü bi Rabbikum (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?)" şeklindeki İlahi hitabına, bütün insan ruhlarının Allah’ın mutlak İlah olduğunu kabul ederek tereddütsüz ve gönülden “Evet, Sen bizim Rabbimizsin!” diyerek söz verdikleri bildirilir:

Rabbin Ademoğulları’ndan -onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları 
kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu
Ben sizin Rabbiniz değil miyim? “Elbette öyle! Tanıklık ederiz” dediler. 
Böyle yaptık ki kıyamet gününde, “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz. (Araf Suresi, 172)

Ayette dikkat çekildiği üzere, bu cevap, her insanın fıtratında yaratılıştan var olan bir tevhid(*) hakikatidir. Dolayısıyla hiçbir insan, Allah’ın varlığından ve Birliğinden habersiz değildir. Vicdanına kulak verdiği anda, fıtratında olan bu şahitliğe uygun hareket eder. Zer alemi, bu yönüyle insanın Allah’a olan en derin bağlılığının ve yaratılışındaki asıl amacının başlangıç noktasıdır.

(*) Tevhid: Allah’ın birliğini ve tekliğini kabul ederek sadece O’na ibadet etmektir.

 

DÜNYA HAYATI AHDE VEFANIN GÖSTERİLECEĞİ YERDİR

Dünya hayatı, zer aleminde verilen sözün imtihanla teyididir. İnsan, burada sergilediği tutum ve davranışlarla, ezelde Rabbine verdiği ahde ya sadık kalır ya da inkâr ederek ondan yüz çevirir. Bu nedenle insanın hayatında karşılaştığı her imtihan, zer aleminde verdiği ezeli ahidin sonucu olarak karşısına çıkar. Allah’ın Kuran’da belirttiği ahlaka ve yaşayışa aykırı hareket eden kimseler bu ahdi unutmuş veya reddetmiş olmaları sebebiyle Allah tarafından -işledikleri günah ve inkârlarının derecesine göre- müşrik, kafir ya da münâfık karakteri ile adlandırılırlar.

Zer aleminde verilen söz herkes tarafından Dünya hayatında aynı şuurla yerine getirilmez. Yüce Allah Kendisine yakınlaşmak için yollar arayan samimi kullarına  bir idrak ve derinlik lütfetmiştir. Bu sırrı yalnızca iman derinliği olan, Allah’a tam anlamıyla teslim olmuş, O’nun rızası için yaşamayı amaç edinmiş kişiler kavrayabilir. Rabbimiz, içten talepleri karşılığında samimi kullarına bahşettiği bu lütfu ayetlerde şu şekilde bildirir:

 İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. 
Kulları içinde ise Allah'tan ancak ALÎM olanlar 'içleri titreyerek-korkar'
Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi 28)

Ayette belirtilen “ancak ALÎM olanlar ‘içleri titreyerek korkar’… açıklamasında geçen “ALÎM” kelimesinin kökü A-L-M’dir ve anlamlarından birisi deBir şeyin zatını/kendisini  hakkıyla idrak etmek, kavramaktır” . Bu derin kavrayışa vakıf olan kişi de ‘Alîm’ olarak tanımlanmaktadır.


Alimin vakıf olduğu “ilmin” manası iseBilindiği zaman kişinin kendisiyle kemâle erdiği ilim” anlamını taşımaktadır. Özetle Alim, *kemale erdiren bilgiye vakıf olmuş, idrake, anlayışa ve kavramaya ulaşan kişidir*.


Rabbimiz insanları imâni açıdan kemale erdirecek ve derin kavrayışa sevk edecek yolu ise başka bir ayette şu şekilde bildirmiştir.

              “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde akıl sahipleri için ayetler vardır. Onlar ki, ayakta, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: ‘Rabbimiz! Bunu boşuna yaratmadın, seni tenzih ederiz, bizi ateşin azabından koru!’ derler.” (Âl-i İmran Suresi 190-191)

“Ayette, derin düşünen akıl sahiplerinin (Ulû’l-elbâb), kâinattaki yaratılış mucizelerini tefekkür ederek Allah’a bu vesileyle yakınlaşacakları ve derin bir kavrayışa ulaşacakları bildirilmektedir., Ayrıca ‘Sizi Allah’a yakınlaştıracak vesile arayın’ /5/35) emri gereğince bunda süreklilik ve kararlılık göstermek; Allah’ın varlığını ve birliğini idrak etmek, O’nun rızasını ve rahmetini kazanmak açısından büyük bir önem taşımaktadır.

“Bu derinliğe sahip olanlar; kalplerini bütünüyle Allah’a yönelten, dünyanın geçici menfaat ve heveslerine tenezzül etmeyen, tertemiz ahlaklarıyla öne çıkan, zer âleminde verdikleri ezelî sözü unutmayan ve yüksek bir iman asaletiyle yaşayan kimselerdir.

Onlar; ahiretlerini kazanmalarına vesile olacak imtihanlarla dolu hayatlarında hangi zorlukla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, sabredip şükreden, Allah’ın yolundan asla ayrılmayan ve zer âleminde verdikleri ahde son nefeslerine dek sadakatle bağlı kalanlardır.

“Rabbimiz Allah’tır” deyip de dosdoğru çizgide yaşayanlar, işte onların üzerine melekler şu müjdeyle inerler: “Korkmayın, kederlenmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin! (Fussilet Suresi, 30)

Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar, buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar. (Nur Suresi, 36-37)

MÜMİNLERİN BİRLİKTELİĞİ ZER ALEMİNDE BAŞLAR 

Allah tüm samimi müminleri zer aleminde bir kader üzere ve birlikte yaratmıştır. Samimi Müminlerin birbirine duyduğu sevgi, zer aleminde Allah’a verdikleri sözün bir tecellisidir ve müminlerin arasındaki sarsılmaz bağlılık ve ebedi dostluklarının kaynağı da budur; birbirlerini dünyada değil yaratıldıkları zer aleminden beri tanıdıkları ve dünyada da güzel ahlaklarına şahit oldukları için birbirlerini severler.  Zer aleminde başlayan sarsılmaz kardeşlikleri, dünyada hayatında ve sonrasında ahirette sonsuza kadar devam eder. Müminlerin birbirlerine titizlenmelerinin, koruyup kollamalarının, görülmemiş şekilde fedakâr olmalarının ve birbirlerinin velisi olmalarının hikmeti de budur. Bu durum Tevbe Suresinde detaylı olarak tarif edilmiştir.

 

Müminlerin erkekleri de kadınları da birbirlerinin velileridir; iyiliği teşvik eder, kötülükten alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve resulüne itaat ederler. İşte onları Allah merhametiyle kuşatacaktır. 
Kuşkusuz Allah mutlak güç ve hikmet sahibidir. Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedî olarak kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaad etmiştir. 
Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür, işte büyük bahtiyarlık da odur. (Tevbe Suresi, 71-72)

İmtihan gereği Müminlerin olduğu her dönemde şeytanın etkisinde olan pek çok güruh vardır. Münafıklar da bu güruhun içinde yer alan akılsız ancak oldukça azılı bir kitledir. Müminler nasıl Dünya ve ahirette hep aynı güzel ahlakı gösteriyor ise müminleri kendine hasım edinmiş şeytanın kontrolündeki bu münâfıklar da çağ ve yer fark etmeksizin aynı kirli ahlakı ve sinsi karakteri sergilerler. Ayette bu gerçek şöyle bildirilmektedir:

                  Erkeğiyle kadınıyla münafıklar birbirine benzer; kötülüğü özendirip iyiliği engellerler, hayır için harcamaya elleri varmaz. Onlar Allah’ı umursamadılar, O da onları rahmetinden mahrum bıraktı. Gerçek şu ki münafıklar günaha batmış kimselerdir. (Tevbe Suresi, 67)

Allah’ın yarattığı imtihan gereği, Dünya’da, Allah’ın taraftarı olan müminler ile şeytanın kontrolünde olan başta münâfıklar ve diğer karşıtlar arasında kıyamete kadar sürecek büyük bir mücadele vardır. Müminlere zer aleminde verdikleri ahdi gerçekleştirme imkânı sunan bu mücadele, nihayetinde Müminlerin Allah’ın rızasına, rahmetine ve cennetine kavuşmalarıyla, münafıkların da acılı azapla sonsuz cehenneme girmeleri ile sonuçlanacaktır. Hz. Adem’den kıyamet gününe kadar sürecek bu çetin mücadelede Rabbimiz, Müminlere bir sır ve lütuf olarak şeytanın kullanacağı sinsi ve kirli yöntemlerin detaylarını ayetlerde bildirmiştir.

İblis dedi ki: “Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın.” Allah buyurdu: “Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!” (Araf Suresi, 16-18)

Fakat müminler, “Şüphesiz, (gerçek) kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin olmayacaktır. Vekil olarak Rabbin yeter!” (İsra Suresi, 65) ayetinde bildirildiği gibi Onlar, Allah’a verdikleri sözü yerine getiren ve sözleşmeyi bozmayanlardır. (Rad Suresi,20).  

Ayette de belirtildiği gibi zer aleminde Allah’a verdikleri söze sadık kalan bu kullar Allah’ın nurunu yeryüzüne yaymak, insanlara O’nun tek İlah olduğunu anlatmak, sunduğu nimetlere şükretmeyi hatırlatmak, güzel ahlak sergilemek ve sevgiyi yaymak için gönderilmişlerdir. Rabbimiz Kuran’da şu şekilde bildirmektedir.

                  O, sizi yeryüzünde halifeler kılandır. Artık kim inkâr ederse inkârı kendi aleyhinedir. İnkarcıların inkârı, Rableri Katında ancak uğrayacakları gazabı artırır. İnkarcıların inkârı, ancak ziyanlarını arttırır. (Fatır Suresi, 39)

Samimi imanla yalnız Allah rızasını gözeterek yaşayan insanları diğerlerinden ayıran en büyük özelliklerden, dünya için değil, yalnızca Allah için yaşamalarıdır. Rabbimiz bu gerçeği ayette şu şekilde bildirmiştir.

De ki: “Şüphesiz benim namazım da diğer ibadetlerim de yaşamam da, ölümüm de alemlerin Rabbi Allah içindir. (En’am Suresi, 162)