Hayatı yalnızca günlük işlerin tekrarı olarak gören, temel hedeflerini çok para kazanmak, tatil yapmak, daha konforlu bir arabaya binmek, daha iyi bir evde yaşamak ya da işinde terfi etmekle sınırlayan insanlar, bununla gerçek mutluluğa ulaşacaklarını düşünürler. Oysa bu bir yanılgıdır. Zamanla, eriştikleri bu maddi arzuların kalıcı mutluluk getirmediğini görseler de çevresindeki insanların da aynı hedeflerle yaşadığını gördükleri için başka bir alternatif olmadığını sanarak bu hayata razı olurlar. Oysa bu da son derece yanlış bir düşüncedir. Dikkatlice düşünüldüğünde, insanı gerçekten mutlu edenin maddi arzular değil, sevgi dolu bir hayat; mutsuzluğa sürükleyenin ise sevgiden yoksunluk olduğu kolayca anlaşılır.

Mutluluk getireceğine inanılarak başvurulan yöntemler aslında tek başına hiçbir zaman mutluluk vermez. Mal, mülk veya makam, insana yalnızca anlık bir sevinç yaşatır; kalıcı ve gerçek mutluluk sunmaz. Çünkü insanın yaratılışı gereği ona huzur ve sevinç verecek olan şey sevgidir. Aslında bu gerçek herkesin bildiği bir durumdur; fakat çoğu zaman ikinci plana atılır, görmezden gelinir. Fedakâr bir annenin, vefalı bir dostun ya da sizi içtenlikle seven bir arkadaşın yanında hissettiğiniz mutluluk, bunun en açık örneğidir. Burada insana mutluluk veren şey, değer gördüğünü, önemsendiğini ve çıkar gözetmeksizin sevildiğini hissetmesidir. Kendisine sevgi duyan insanların varlığı insana güven ve huzur verir bu da hayatının tamamına yayılmış kalıcı bir mutluluğu getirir. Öte yandan insan mutluluğa giden yol zannettiği ve ömrünü adadığı bu mal, mülk makam arzularına ulaşsa bile bunlarda kalıcı mutluluğu bulamaz, bunlar sadece yaşam konforuna etki eder. Bu konforun elde edilmesiyle oluşan ruh hali yani geçici neşe ise genellikle içten ve derin bir sevginin getirdiği mutluluk ile karıştırılmaktadır. Halbuki madde insanı mutlu etme özelliğine sahip değildir, zaten maddenin yaratılış gayesi de bu değildir. Bu hayati gerçek gözardı edildiği için insanlar mutluluğa ulaşacak yolu adeta çıkmaz bir sokakta aramaktadırlar. Bu durum Kuran’da şu şekilde bildirilmiştir.

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-İ İmran Suresi, 14)

 İnsanların hayatları boyunca aradıkları mutluluğun gerçek sevgide saklı olduğunu vurgularken, sevgiye kaynaklık eden unsurları da gözden kaçırmamak gerekir. Yukarıda da belirtildiği gibi insan, kendisine huzur ve mutluluk veren kişileri; fedakârlık, samimiyet ve vefakârlık gibi üstün ahlaki değerleri sebebiyle sever. Başka bir deyişle sevgi, durduk yerde değil, bu üstün ahlaki niteliklerin varlığına dayanır.

Toplumsal açıdan bakıldığında da benzer bir durum görülür: İnsanlar sevgilerini çoğunlukla en zengin ya da en varlıklı kimselere değil, en erdemli, en güvenilir, en candan ve en mütevazı kişilere yöneltir. Bunun sebebi, Allah’ın insana kalbinde sevgiye dair özel bir duyarlılık vermesidir.

Sevgi duyarlılığı Allah’ın insanlara verdiği büyük bir sırdır. Örneğin, çoğu zaman erdemli, mütevazı, fedakâr ve dürüst bir insanın bu özellikleri karşısındaki kişiye herhangi bir maddi fayda sağlamaz; hatta o kişiyle hiç karşılaşmamış bile olabilir. Buna rağmen insanlar, böyle birini gıyabında dahi coşkulu bir sevgiyle anar. Peygamberimize (sav), diğer peygamberlere ya da tarihte derin sevgi ve içten bağlılık uyandırmış kişilere duyulan gönülden muhabbet bunun en çarpıcı örneklerindendir. Bu hakikat, insan fıtratının sevgiye duyarlı olarak yaratılmasından kaynaklanır. Bir başka ifadeyle Rabbimiz, insana vefa, fedakârlık ve dürüstlük gibi güzel ahlak niteliklerini bahşetmiş; bu değerlere titizlikle sahip çıkanları da sevgi ile ödüllendirmiştir.”

Sevginin Kaynağı Allah’tır

İnsanların aradığı mutluluğun anahtarı olan sevginin ve bu sevgiye neden olan üstün ahlaki özelliklerin ana kaynağı ise Yüce Rabbimiz’dir. Fedakâr, samimi, dürüst bir insanı seviyorsak, farkında olmasak da bu Allah’ın güzel sıfatlarını onun üstünde yoğun şekilde görmemizden kaynaklanır. Çünkü insanı yoktan yaratan, ona ruhundan üfleyen ve tüm bu üstün ahlaki özellikleri veren Allah’tır.

Hani Rabbin meleklere demişti: “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım.”

"Ona bir biçim verdiğimde ve ona Ruhum'dan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın." (Hicr Suresi 28,29)

Özetlemek gerekirse, insanlar sadece Allah’ın sıfatlarının yoğun tecelli ettiği insanları gerçekten sever ve değer verirler ve mutluluğu bulurlar. Mutluluğa ulaşmak isteyen insanları bu amaca ulaştıracak tek yol sevgi ve üstünde Allah’ın sıfatlarının oluştuğu tecellileridir. Allah’ın tecellilerinin ve onlara duyulacak sevginin çerçevesi ise insanla sınırla değildir. Sevgiyi oluşturan gerekçe insanda Allah’ın güzel ahlakını görüp sevmek iken canlılarda, bir ağacın kendini beğendirmek için çabalayıp açtığı çiçekler ya da bir ceylanda görülen duru güzellik, temizlik, yavrularına gösterdiği şefkat ve fedakârlık olarak tecelli eder. İnsanlar, hayvanlar, çiçekler ve yaratılmış tüm varlıklar hepsi Allah’ın önem verdiği sevginin ortaya çıkması ve Allah’ın sonsuz gücünün takdir edilmesi için yaratılmış tecellilerdir.

 

Derin Tefekkür Samimi İman Allah’a Yakınlaşmaya Vesiledir

Sevginin temelindeki güzel ahlak özelliklerinin kaynağı olan imanın sırrı Allah’ın yüceliğini, sonsuz kudretini, hayranlık uyandıran aklını ve sanatını, kusursuz ahlakını derin bir coşku ve aşkla düşünmek, anlamak, takdir etmek ve yüceltmektir. Bu ise, sadece dini hükümleri bilmek ya da fıkhi bilgilere sahip olmakla değil; Allah’a derin bir sevgiyle bağlanmak, O’na yakın olmanın yollarını aramak, Allah’ın dostluğunu ve sevgisini en büyük tutku ve özlemle istemekle gerçekleşir. Böyle bir istek, beraberinde derin düşünmeyi, ayrıntılara dikkat etmeyi ve asil bir ruhu da getirir. Allah bir ayette Müslümanların yaratılışı, evreni, kendi varlığını ve kudretini düşündüklerini şöyle bildirmiştir:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, akıl sahipleri için gerçekten açık deliller vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler (ve şöyle derler): ‘Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tenzih ederiz, bizi ateşin azabından koru!’” (Ali İmran Suresi, 190-191)

İşte mümin ile sıradan bir insanı ayıran temel fark budur ve bu hem imanın hem de hayatın özünü oluşturur. Mümin, gördüğü, düşündüğü, hissettiği ve duyduğu her şeyin Allah’a ait olduğunu, her varlıkta ve nesnede Allah’ın tecellisinin bulunduğunu, hatta küçücük bir limon çekirdeğinde bile Allah’ın muazzam sanatının sergilendiğini bilerek yaşar. Tek bir limon çekirdeğinde, dünyadaki tüm limonların genetik kodu mevcuttur. O küçücük çekirdekte, metrelerce uzayan dalları ve yer altında yayılan kökleriyle koca bir ağacın tüm bilgisi saklıdır. Bu çekirdekte, her yıl kilolarca limon üreten bir bereket gizlidir. Minicik bir çekirdeğin içinde, yerin altında karanlıkta metrelerce ilerleyip suyu bulan, bulduğu suyu gövdeye ve dallara taşıyan kökler; gövde ve dalların içinde, bir limon çiçeğinden kabuğuna, zarına, dilimlerine kadar eksiksiz bir limon oluşturan, her dilimin içindeki suyun, mineralin, vitaminin miktarını ayarlayan ve mis gibi kokusunu meydana getiren olağanüstü bir akıl vardır. Öylece toprağın içinde beklerken vakti geldiğinde çekirdeğin yarılması mucizevi bir olaydır. “Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır.” (En'am Suresi, 95) ayeti ile bu mucizeyi var edenin Kendisi olduğunu bizlere haber vermektedir. Parmak ucu kadar küçük, kabukla örtülü bir çekirdeğin içinde, kokuyu, tadı, minerali, ürünü, ilk filizinin toprağın içinde ilerlemeyi, C vitaminini ve mineralleri ayırt etmeyi, aldığı besinleri tam gerektiği kadar limonun içine yerleştirmeyi, suyu kökten ağacın en tepesine kadar ulaştırmayı bilen, her yaprağın zarında bir kimya laboratuvarı barındıran bu akıl, sonsuz ilim sahibi Rabbimiz’in Aklıdır.

Bu muhteşem yaratılış ve Allah’ın mutlak varlığı, insan için tarif edilemez bir sevinç, heyecan ve coşku kaynağıdır. Allah’ın her yeri kuşattığını bilerek bir çiçeğe, bir kuşa, denize, Ay’a, gökyüzüne, sevdiklerine bakan insan, her defasında Allah’ın tecellisini görür; her seferinde bu güzelliklere yeniden hayran olur, yeniden derin bir haz duyar.

Kalpler Sadece Allah’ı Anmakla Ferah Bulur

İman edenlerin Allah’a duydukları ve sevgi hayranlık, bir kez yaşanıp biten bir duygu değildir; aralıklı değil, kesintisizdir ve sürekli derinleşir. Bu hayranlığın mümine kazandırdığı en önemli güzelliklerden biri hayatının dar kalıplar içinde kalmaması; sevgisinin ve takdirinin birkaç klişe ifade ya da cümleyle sınırlı olmaması, bakışından sesine, yürüyüşünden oturuşuna, mimiklerinden kıyafetine kadar her şeyine yansıyan bir sanat, kalite, asalet, derinlik ve ufuk kazanmasıdır.

Bu nedenle, Allah ile bağını hiç koparmamaya, yalnızca O’na yönelerek yaşamaya niyet etmiş bir mümin, sürekli derinleşir ve gelişir; sevgisi de aynı şekilde derinleşir ve olgunlaşır. Sevgisinin artmasıyla birlikte, hayatına anlam katan tüm değerler de gelişir. Karakteri, kişiliği, zevkleri ve beğenileri sürekli güzelleşir. Kişi, kendisindeki bu gelişimi fark ettikçe ayrı bir haz duyar ve bu hazzı bir kez tattığında, hep daha fazlasını ister. Allah’ın muhteşem tecellilerine duyduğu sevgi ve hayranlığın aklına, ruhuna, her hücresine kattığı heyecanı, kaliteyi, derinliği gördükçe, daha coşkulu bir aşkla ve duayla gelişir. Allah’ın Kur’an’da peygamberlerin güzel özelliklerini anlatırken sıkça “O ne güzel kuldu, yalnızca Rabbine yönelirdi” diye bildirmesi de müminin her şeyde Allah’ı görüp O’na yönelmesinden, O’nu sevip bağlanmasından doğan derin sevgiye, sıcak ruha, sürekli artan tutkuya ve aşka bir övgüdür.

 

Sevginin Verdiği Coşkuyu Yaşamak

Bazı insanlar, sevginin huzur veren coşkusunu ve heyecanını anlamamış ya da hiç tatmamış olabilirler. Kimileri, kibir ve gururdan kaynaklanan menfi bir tavırla sevgiyi küçümsemeye, alaycı bir üslup geliştirmeye çalışır. Bazıları ise soğuk ve katı bir ruhla sevgiden uzak durur. Bazıları da içten içe bu sevgiye özenir ama nasıl yaşayacağını bilemez.

Aslında bunların hepsi, sevgiyi insanların elinden almak için çabalayan, dünyadaki varlık amacı insanları mutsuz ve yalnız bırakmak olan şeytanın ve ona tabi olanların yöntemidir. Bu güruh, kimi zaman sevgiyi zorlaştırır, kimi zaman küçümser, kimi zaman da ütopik bir şeymiş gibi gösterir. Bazen de insanların gururunu, kibrini ve bencilliğini körükler ama nihai amaç olarak Allah’a olan imanlarını, güvenlerini ve sevgilerini zayıflatarak insanları sevgisiz bir hayata sürüklemek ister. Ancak ayetlerde belirtildiği üzere “şeytanın hilesi zayıftır”. (4/76) İnsanların çoğu, sadece düşünmedikleri ve “bu hep böyledir”, “böyle gelmiş böyle gider” alışkanlığına kapıldıkları için gerçek sevgiyi anlamadan sevgisiz, sıkıcı, acı dolu, tatsız ve mutsuz bir dünyaya kendilerini mahkûm ederler.

Oysa insanın yapması gereken tek şey, bir an için durup, hayata dair “bu böyledir” diye öğrendiği her şeyi bir kenara bırakmak, özgür bir akıl ve kalple Allah’a yönelmek, O’na samimi olmak, dürüst ve temiz bir vicdanla sevgiyi istemektir.

Nitekim Allah, Kur’an’da şöyle buyurur: “Kullarım, sana Beni sorduklarında (bilsinler ki) gerçekten Ben çok yakınım. Bana dua ettiğinde, dua edenin duasına karşılık veririm. O halde onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler ki doğru yolu bulurlar.” (Bakara Suresi, 186) Bu ayet, Allah’ın samimi kullarına olan yakınlığını ve onların içten yakarışlarına mutlaka karşılık verdiğini bildirir. İnsan, samimi bir kalple Allah’a yöneldiğinde, Allah’ın rahmetine ve sevgisine ulaşmanın kapıları ardına kadar açılır.

Allah, samimi olan her kuluna yakındır ve onlara sevginin yollarını ardına kadar açmıştır; Allah’a sığınıp sevgiye azmeden kişi, kopmaz bir kulpa tutunmuş olur. Allah’a sevgiyle ve güzel zanla yaklaşana Allah, sevgiyi yaşatır. Allah ile var olana, Allah sevgiyi en yüce şekilde bahşeder. Bu, bir temenni ya da iyi dilek değil, Allah’ın Kur’an’da müminlere verdiği bir vaadidir. Allah, vaadinde durandır.