İnsanoğlu tarih boyunca kuvvetin peşinde koşmuştur. Yönetimde, ticarette, ordularda, hatta günlük hayatta bile güç sahibi olmanın üstünlük getireceğine inanılmıştır. Kuvveti elinde tutanın, başkalarını yönlendirebileceği, itaati zorla da olsa sağlayabileceği düşünülmüştür. Makul ölçülerde düzen ve adalet için faydalı olan bu arzu, ihtirasa dönüştüğünde yıkıcı bir hale gelmiş, insanları zulme, kibre ve şirke sürüklemiştir.

Kur’an, mal mülk ve imkân sahibi olduğu için kendini ilahlaştıranları haber verir. Nitekim Bakara Suresi 258. ayette, Hz. İbrahim’le tartışmaya giren ve sahip olduğu mülk sebebiyle kendine ilahlık atfeden kişiden bahsedilir. Yine Kehf Suresi 39’da bağına güvenip böbürlenen adama “Bağına girdiğin zaman ‘MaşaAllah, Allah’tan başka kuvvet yoktur’ deseydin ya” buyurularak, gerçek kudretin Allah’a ait olduğu hatırlatılır. İnsanlardaki bu kuvvet düşkünlüğü, Allah’tan başkalarını ilah edinip şirke düşmelerine sebep olmuştur.

İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)

Tarih boyunca insanları en çok yanılgıya düşüren işte bu kuvvet arayışı olmuştur. Kimi elleriyle yaptığı putları ilahlaştırmış, kimi peygamberlere karşı “biz daha kuvvetliyiz” diyerek böbürlenmiş ve zulmetmiştir. Oysa Rabbimiz Kur’an’da açıkça bildirilmektedir.

“Bütün kuvvetin tamamı Allah’ındır.” (Bakara, 165)

“Kim izzet ve şeref istiyorsa, bilsin ki izzetin (tüm) sahibi Allah’tır...” Fatır Suresi, 10

 PEYGAMBERLERİN ÜSTÜN AHLAKI

Allah’ın elçileri, insanlardan hiçbir karşılık istemeden, yalnızca hakikati tebliğ etmişlerdir. Ancak her devirde toplumun ileri gelenleri onları baskı ve zorbalıkla susturmaya çalışmış, kuvvetlerini tehdit unsuru olarak kullanmıştır. Hz. Nuh’un kavmi, Âd ve Semûd toplulukları, Hz. İbrahim’in karşısına çıkan zalimler, peygamberlere sözde güç göstererek onları engellemeye uğraşmışlardır. Ama başarılı olamamışlardır. Çünkü “Üstün olan Allah’tır.” (Hadid, 25)

"Andolsun, Biz elçilerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik. Ve kendisine çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik; öyle ki Allah, kendisine ve elçilerine gayb ile (görmedikleri halde) kimlerin yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın). Şüphesiz Allah, büyük kuvvet sahibidir, üstün olandır." (Hadid Suresi, 25)

En çarpıcı örnek Firavun’dur. Ordusuna, mülküne ve ihtişamına güvenerek Hz. Musa’yı ve iman edenleri küçümseyip zulmetmiştir.

“Firavun ve kavmi ise büyüklük tasladılar ve haksız yere yeryüzünde azgınlık ettiler ve: ‘Bunlar gerçekten çok küçük bir topluluktur. Onlar da bize karşı kin besliyorlar. Biz ise elbette uyan bir topluluğuz’ dediler.” (Şuara Suresi, 54-56)

Firavun’un kibirlenerek azgınlık sergilemesinin nedeni, elinde çok büyük bir kuvvet olduğuna inanması ve Hz. Musa ile ona uyanları ise zayıf görmesidir. Firavun, Mısır’a hükmetmekte, tüm ülkeyi kendi mülkü olarak görürken emrinde dönemin en güçlü ordularından biri yer almaktadır. Allah, Firavun’un bu tavrını haber verirken, kuvvet sahibi olanın Kendisi olduğunu özellikle belirtmektedir.

       "Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi Allah'ın ayetlerini inkâr ettiler de Allah da onları günahlarından dolayı yakaladı. Şüphesiz, Allah, büyük kuvvet sahibidir, sonuçlandırması pek şiddetlidir." (Enfal Suresi, 52)

MÜNAFIKLARIN KUVVET YANILGISI

Müminleri hedef almış toplulukların elemanı konumundaki münafıklar da kuvvet sahibi olma konusunda oldukça hırslıdırlar. Bu sebeple tarihte daima güçlü gördüklerinin yanında olmaya çalışmışlardır. Örneğin Müslümanlarla birlikte olduklarında onların kuvvetine özenir, imkanlarından istifade etmeye çalışırlar. Onlardan birisi gibi gözükmek için de o dönemlerde mümin ahlakını taklit ederek gayet uyumlu ve uysal davranmaya özen gösterirler. Ancak düşük ahlaka ve ezik karaktere sahip oldukları için Müslümanların aklına, ahlak kalitesine karşı da gizli bir hayranlık duyarlar.

Hz. Peygamber döneminde münafıklar, Müslümanlara karşı giderek artan bir düşmanlık sergilemişlerdir. Bu düşmanlığın temel sebeplerinden biri, Müslümanları zayıf ve güçsüz görmeleridir. Sürekli kuvvete sığınma arayışı içinde olan münafıklar, Müslümanlara cephe aldıklarında inkâr edenleri güçlü sanarak onlarla iş birliği yapmışlardır. Oysa Yüce Allah, Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dostlar edinirler. Kuvvet ve onuru onların yanında mı arıyorlar? Oysa şüphesiz, bütün kuvvet ve onur Allah’ındır. (Nisâ, 139) buyurarak bu çarpık anlayışı gözler önüne sermektedir.

Ama unuttukları temel konu kim olursa olsun gücün insanlarda değil Allah’ta olduğudur. Allah, rızkın ve gerçek kudretin yalnızca kendisine ait olduğunu bildirir: 

“Hiç şüphesiz, rızık veren O, metin kuvvet sahibi olan Allah’tır.” (Zariyat, 58)

Ancak münafık, ayette belirtilen bu gerçeği bir türlü kavrayamamış ve bir süre sonra beraber oldukları Müslümanların imkân ve kuvvetlerinden istedikleri gibi yararlanamadıklarına kanaat getirmişlerdir. Müslümanların kuvvet sahibi olmasını sağlayan sevgi ve beraberlikten de nasiplenemedikleri için onlardan uzaklaşmış ve bir süre sonra onlara açıktan açığa düşmanlık etmeye başlamışlardır. Düşmanlıklarını artıran önemli bir husus, kendi aralarında Müslümanlara düşmanlık etmedeki kirli dayanışmalarıdır.

 

İSLAM’IN KIŞI BEKLENEN BAHARI

Münafıkların Müslümanlara karşı kurdukları çirkin ittifaklar geçmişte nasıl bozulduysa, bugün de benzer girişimler vardır. Ancak günümüzde İslam dünyası, zaafları, samimiyet eksikliği ve birlikten uzaklaşarak, farklı yollara sapmaları nedeniyle Kuran ahlakının istenen tesirini gösterememektedir. Böylece kötülüğü yaymayı amaçlayan güçler karşısında zayıf ve etkisiz duruma düşmüştür. Fakat bu durum kalıcı değildir. Çünkü Allah, elçilerine ve salih kullarına zaferi kesin olarak vadetmiştir:

“Allah yazmıştır: Andolsun, ben galip geleceğim ve elçilerim de. Gerçekten Allah en büyük kuvvet sahibidir, üstün olandır.” (Mücadele, 21)

Bediüzzaman Said Nursi’nin de haber verdiği gibi, Mehdi (a.s.) vesilesiyle İslam Birliği yeniden güçlenecek, Kur’an ahlakı bütün dünyada hâkim olacaktır. Bu ise maddi ve manevi kuvvetin yeniden Allah’ın rızası için kullanılmasıyla mümkün olacaktır. O gün geldiğinde, dünyevi güç odakları engel olamayacak; Allah’ın vaadi gerçekleşecektir.

Büyük İslam düşünürü Bediüzzaman Said Nursi, bu durumun Hz. Mehdi zamanında bozulacağını haber vermektedir. Bediüzzaman Sikke-i Tasdik-i Gaybi, isimli eserinde Hz. Mehdi (a.s.)'ın, tüm dünyayı kapsayacak şekilde Kur’an ahlakının gereklerini toplum içerisinde hayata geçirme vazifesinin ‘büyük bir maddi kuvvet ve hakimiyetle gerçekleştirilebileceğini’ belirtmiştir. Bu güce sahip olacak tek kişi Hz. Mehdi (a.s.)’dır. Maddi güç ve hâkimiyetin olması, diğer vazifelerin de yerine getirilmesine vesile olacaktır.

Böylelikle Peygamberimiz (sav)'in döneminden bu yana ilk defa Müslümanlar arasında bir manevi liderin öncülüğünde böyle bir güç ve hâkimiyet sağlanmış olacak, Müslümanlar büyük bir huzura ve kuvvete kavuşacaktır. O zaman yeryüzünde büyük imkân ya da güç sahibi gibi görünenler buna engel olamayacaktır. Çünkü bu “Allah, yazmıştır: ‘Andolsun, ben galip geleceğim ve elçilerim de.’ Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır.” (Mücadele Suresi, 21) ayetinde belirtilen açık bir vaattir.