Bilimsel bir çalışmanın nasıl olup da Darwinist propagandaya dönüştürülebildiğine dair son örnek:
ScienceAlert’in 19 Kasım 2025 tarihli makalesi

Haberde, Tibet Platosu’nda yapılan ve 2024 yılında yayınlanan bir araştırmaya dayanılarak, çalışmayı yürüten ekibin başındaki Antropolog Cynthia Beall’in yorumlarına yer veriliyordu. İnsan nüfusunun hala evrimleşmekte olduğu, doğal seçilimin günümüzde de işlediği ileri sürülüyordu. Dahası haber “İnsan gözümüzün önünde evrimleşiyor” gibi iddialı bir başlıkla servis ediliyordu. Oysa ortada olan, bilimsel bir sonuç değil, araştırma verilerini evrimci bir çerçevede okumaya yönelik gözü kapalı bir kararlılıktı.
Araştırmacılar Tibet Platosu’nda yüksek irtifada ve düşük oksijen ortamında yaşayan kadınların doğurganlığı ile kan özelliklerini (hemoglobin düzeyi ve oksijen satürasyonu gibi) ölçüyor; en başarılı doğurganlığa sahip kadınların ne çok yüksek ne de düşük hemoglobine, fakat yüksek oksijen doygunluğuna sahip olduklarını buluyorlar. Ayrıca kalp ve akciğer dolaşımındaki uyum süreçlerinin, vücudun oksijeni daha verimli taşımasına katkıda bulunduğunu anlıyorlar. Bu özelliklerin nesiller boyunca aktarılmasını ise, bu toplulukta hala işleyen doğal seleksiyonun bir göstergesi olarak yorumluyorlar.
Gerçekte ise, Tibet araştırmasında yapılan tek şey, bölgedeki kadınların hemoglobin seviyeleri, kandaki oksijenlenme düzeyi ve kalp–akciğer fonksiyonları gibi fizyolojik varyasyonlarını ölçmekten ibarettir. Bu ölçümler değerlidir, bilimseldir; bu inkar edilemez. Ancak bu verilere dayanarak “insan evrim geçiriyor” demek, gözlemden değil yorumdan doğan bir iddiadır. Birkaç fizyolojik ölçümden koskoca bir evrim senaryosu çıkarmak, bilimselliğin değil, Darwinist ideolojinin ürünüdür.

Tibet araştırması vakası bilim dünyasındaki yaygın bir sorunu bir kez daha gündeme getiriyor: Çevresel uyum ile genetik değişim sık sık, bilerek veya bilmeyerek, birbirine karıştırılıyor. İnsan bedeni, diğer tüm canlılarda olduğu gibi, çok çeşitli şartlara uyum sağlayabilecek şekilde yaratılmıştır; çevresel faktörlere, iklime, diyete, yaşam tarzına göre büyük farklılıklar gösterebilir. Tibet’teki halkın yüksek irtifaya uyum sağlayan fizyolojisi, insan bedeninin olağanüstü uyum kabiliyetinin bir yansımasıdır. Sorun ise, çevresel uyumun bilim kisvesi altında evrim diye pazarlanmasıdır.
Diğer bir ifadeyle, araştırmada bulunan tek ilişki, bazı fizyolojik özelliklere sahip kadınlarda daha yüksek doğurganlık gözlenmesidir. Fakat evrimci söylem bu basit ilişkiyi almış, büyütmüş, süslemiş ve şöyle bir sonuca bağlamıştır: “Demek ki doğal seleksiyon hala iş başında, demek ki insanlar gözümüzün önünde evrimleşmeye devam ediyor.” Oysa söz konusu ilişkinin bilimsel ve mantıksal açıklaması son derece basittir: Sağlık durumu iyi olan kadınların daha çok çocuk sahibi olması yalnızca bir biyolojik gerçekliktir; evrimsel bir süreç olduğunun kanıtı değildir. Bu, insanların binlerce y
ıldır gözlemlediği apaçık bir durumdur.
Ortada evrimsel değil, biyolojik, fizyolojik ve çevresel bir varyasyon vardır. Bu çalışma yalnızca insanların farklı çevrelerde farklı fizyolojik özellikler gösterebildiğini, yani yaratılmış biyolojik zenginliği ve uyum kapasitesini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Ne var ki Darwinistler her araştırmayı evrim teorisini doğrulatmaya yönelik bir araç haline getirmeye alışmıştır. Bu yüzden fizyolojik uyum otomatik olarak dev bir evrimsel kanıt gibi sunulur. Benzer bir süreç çoğu zaman şu şekilde işler: Veri bulunur; veri bilimsel olduğu için güven uyandırır; evrimsel yorum eklenir; yorum, verinin doğal uzantısıymış gibi sunulur; bilimsel bir tespit bir anda evrim teorisinin “deliline” dönüşür.
Canlılar, yeryüzünde birbirinden farklı yapılara sahip “tipler” olarak ortaya çıkmışlardır. Fosil kayıtlarının bize gösterdiği bundan ibarettir. Bu tiplerin içinde genetik havuzlarının zenginliği sayesinde farklı varyasyonlar ve alt türler oluşabilmektedir. Bu farklı varyasyonlar kendilerine hangi doğal şartlar uygunsa dünyaya o şekilde yayılmaktadırlar. Ama tipler hiçbir zaman birbirlerine dönüşmemektedir. Genetik çeşitlenme sırasında ortaya ne yeni bir gen ne de yeni bir tür çıkar. Tür hep aynı tür, genler hep aynı genlerdir. Yalnızca genler farklı kombinasyonlarda bir araya gelirler. Dolayısıyla, varyasyonlar hiçbir zaman yeni bir genetik bilgi oluşturmaz ve bir “evrim” sağlamazlar. Her tür, Allah tarafından, kendi özgün yapısıyla ve zengin bir varyasyon potansiyeli ile yaratılmıştır.
(Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Türlerin Evrimi Yanılgısı, Araştırma Yayıncılık)
Kaynaklar:
1) Michelle Starr, “Humans Are Evolving in Front of Our Eyes on The Tibetan Plateau”, ScienceAlert, 19 Kasım 2025, https://www.sciencealert.com/humans-are-evolving-in-front-of-our-eyes-on-the-tibetan-plateau
2) S. Ye, J. Sun, S.R. Craig…, C.M. Beall, “Higher oxygen content and transport characterize high-altitude ethnic Tibetan women with the highest lifetime reproductive success”, Proceedings of the National Academy of Sciences, 21 Ekim 2024


